Perşembe, Kasım 30, 2006

BITLENMIS GIBIYIM....



Bize dediler ki; Egitim düzeyiniz ilk okul 4'ncü sinif.Kusura bakmayin, bu bende kompleks yapti.
Tabii söyliyenlere hak verdigimi var sayarak.Sag elimin bir parmagini, azalmaya yüz tutmus saclarimin arasina sokarak, hem kasiyor.Bir yandan da tepeme cikan kani ,aklim sira dagitmaya calisiyorum.Tek noktada toplanan fikirleri de .Bir seyler de yazmaya calisiyorum.Yanlis da olsa bahanem hazir, egitim düzeyim bu kadar.Gelelim AB nin valsine.
Kendine has bir düzeni var (ilkeleri).Icerisinde ise, Türkiye karsiti üyeleri de var.Bazisi tarihi bazisi ise ic politikasini ayakta tutmaya calisan.Tabii bu arada tarftarlarida yok degil, bazilari tarihsel bazilari ise duygusal (mali yatirimlar).Önümüze yazdigim bir evvelki yazida ki isteklerini sundular.Esasinda AB kendi kendini köseye sikismis hissetiginin bilincin de.Niye mi
Kibrisi AB'ye almakla.K.K.T.C tanimiyor.Ne olarak? Devlet olarak.Peki kimi taniyor Güney Kibris Devletini.Tam bu sirada hatayi isliyor onu AB'ye almakla.Ada da iki Devletin oldugunu resmen tanimis oluyor.Eger akilli olup da ben Kibris'i AB'ye aliyorum Kuzey Güney demeksizin.Bütünlügü ile deseydi.Ayni haklari her iki tarafa uygulamaya kalksaydi.Her iki tarafta sanki ic meseleleri gibi masaya oturmak zorunda kalacaklardi.Simdi varsayimlara dayanarak KKTC kendi icersinde dese ki, biz burada yasiyan insanlar olarak karar verdik.Biz Türkiye Cumhuriyetin bir parcasi olmak istiyoruz.Bundan sonra onun egemenligi altinda yasayacagiz sececegimiz milletvekillerini Meclise gönderecegiz bizleri orada temsil edecekler.Bu durumda AB ne yapabilir.Olmaz böyle bir sey der.Kibris bir bütündür orada iki ayri bir ulus yasamaktadir mi der? O zaman Kibrisin Kuzeyin de yasiyan Toplum sormaz mi sen bu ayriciligi yapmadin mi diye.Sen AB önce bu problemi cöz yapmis oldugun hatayi düzelt.Cünkü bu senin ilkelerine ters düsen bir durum.Önce Kibris konusunu Türkiye'nin burnuna sokma.Türkiye hava alanini limanlarini asagidaki istenen her seyi AB Üyesi bütün Kibris halkina acmaya hazir.
Burda durayim saclarimi kasimaya !!!
Cünki kafamda dolasan fikirler dagildikca daha cok seyler yazmak zorunda kalacagim.O da egitim düzeyine aykiri düsecek.
Saygilarla.

AB TREN ve BEN !...


Su anda ki gündem; Papa'nin ziyaretinin sona ulasmasindan sonra AB'ye dogru cevrildi.Asagida kirmizi renkli olarak yazili noktalara dikkat cekiliyor.Bu durum yeni bir sey degil istekler zaten bilinmekte sirasi geldigi zaman AB icersinde bunlar kendiliginden cözülecek hic heyacana luzum yok.Edilen bir kelime daha var sürec tamamen askiya alinmiyacakmis.Yanlizca yavaslatilacakmis.Trene benzetilmistir her zaman, yok Treni filanca zaman da kacirmisiz.Yok attigimiz adimlarla Trenin icindeyiz vs vs.Bildigim bir sey var AB süreci yavasliyacakmis bakin bu dogru degil.Zaten o Tren o kadar yavas ilerliyor ki bu 40 sene icersinde bizler bu AB trenini coktan gecip gittik.Bu gün AB.ye kayitli olan üyelerin bazilarinin nüfusu kadar Avrupa birligi icersinde Türk kökenli insanlarimiz yasamaktadir.Bu gün onlarin oylari ile secilen ve secilmis olan parlementerler bile var.Eger Türkiye de ki siyasetcilerimiz biraz olsun Avrupali Türklere yatirim yapip örgütlenmelerine yardimci olsa idiler bu günki manzara cok daha baska olurdu.Ben 15 senedir bu birligin icersinde oy potensiyaline sahip bir kisiyim.Bazen buradan baktigimiz zaman agzimiz acik kalarak olan hadise ve politik yazim cizimlere hayret icersinde kaliyoruz.Türkiye halen Avrupada yasiyan birinci ve ikinci genarasyonlara bakisi icersinde.Bu gün Medya olsun Egitim kurumlari olsun sivil toplum kuruluslari sokaktaki insana biraz olsun AB nin ne oldugunu onun anliyacagi bir sekilde izah etsin.Bu gün iddiaya girerim cogu milletvekillerimiz bile nelere imza atildigi,neleri taahhüt ettiklerimiz hakkinda bilgi sahibi degildirler.100 % olarakta bilmek zorunda da degillerdir.Bence mühim olan seyler atilan imzalar icerikligi karsisinda bize verilen olanaklarin hakikaten yerine getirilip getirilmedigidir.Eger bunlardan bir tanesi yerine getirilmedigi taktirde aninda hakkimizi aramamiz gereklidir.Bu gün Renkli olarak yapilmasi istenen seyleri yapacagimiza dair imzalari coktan atmisiz.O imzalar atildigi zaman bize verilen bir cok konu yerine getirilmemistir.Peki neden hemen ataga gecilmemistir." Kibrista yapilan refarandum" bizim evet'imiz Rum kesiminin hayir'i Avrupa da ibreler bizim tarafimiza dönmüsken.Girin o tarihin gazete arsivlerine nelerle ugrasmis oldugumuzu görebilirsiniz.Bunun icin akademik bir kariere sahip olmaniza da ihtiyac yok.Okuma yazmaniz da yoksa okula giden bir cocugunuza sorarak da ögrenebilisiniz.Yok derseniz; bu konuda hic konusmayin.Agzinizi yanliz yemek icin kullanin.Unutulmamasi gereken bir hakikat Avrupanin Türkiye'ye ihtiyaci var onlarda bunun bilincindeler.Yanliz tek bekledigi sey Istikrar atilan adimlarin hizliligi onlari ilgilendirmiyor.Icraat en önemlisi.Bu gün bizleri simdiye kadar idare etmeye calisanlar halen vatandasini tanimis degildir.Bu millet akla sigmiyacak bir sekilde Cumhuriyet'in ilk on yilinda önüne getirilen bir cok inkilaplari aninda benimsemistir.Hangi parti iktidar olursa olsun.Bürokratlarimiz bagimsiz kaldiklari taktirde AB anayasasini bile yazabiliriz.
"En son gazete ve tv deki haberlerden alinmis istekler."Sürecin devamının AB'nin ve Türkiye'nin çıkarına olduğunu anlatan Rehn, limanların açılmaması dolayısıyla müzakerelerin başlatılmayacağı, Gümrük Birliğiyle ilgili fasılları, malların serbest dolaşımı, iş kurma hakkı ve hizmet sunumu serbestisi, mali hizmetler, tarım ve kırsal kalkınma, balıkçılık, taşımacılık politikası, gümrük birliği ve dış ilişkiler olarak sıraladı."
Saygilarla.

Çarşamba, Kasım 29, 2006

NAMUS DEDİĞİN NE Kİ ?...


Sn.Halil Biner'in bir yazisi sizlere aktarmak istedim." Muhterem okuyucularım! şimdi bu yazımın başlığını okuyunca “şu sivrisinek de ne oluyor” diyeceksiniz."
Dün gece Güneydoğu TV de TBMM Töre ve Namus Cinayetleri Araştırma Komisyonu üyeleri incelemede bulunmak üzere Urfa’ya geldiğini ve Başkan AK Parti Milletvekili Fatma Şahin’in konuşmasını dinlediğimde Fatma Şahin’in Töre ve namus mefhumunun kişilerce başka başka manalarla algıladıklarından bahsettiğini vurgularken beni ilgilendiren kısmı TCK’dan namus mefhumunun çıkarıldığı hususudur.
Yazımın başlığını oluşturan “namus’un bir sivrisinek kadar oluştuğu elbette ki yoruma muhtaç olduğundan bu hususu açıklamak istiyorum.
Eski gazetecilerden Hikmet Feridun Es (halen hayatta mıdır bilemiyorum) "burada yazisinin arasina girecegim Allah topragini bol eylesin".Mısır gezisinde Kahire’de kaldığı otelin yöneticisi kadın, Hikmet Feridun Es’e “sana öyle bir oda vereceğim ki namussuz bir odadır! Katiyen namus diye bir şey arama!” Deyince bu sözü herkes gibi Hikmet Feridun Es başka türlü anlıyor ama bilahare Mısır Arapçasında “namus”un “sivrisinek” olduğu anlaşılıyor. Yani kadın “sana sivrisineksiz bir oda vereceğim” demiştir.
AK Parti milletvekili Fatma Şahin hanımefendinin’de TCK’dan namus’u çıkardık dediğinde işte Hikmet Feridun Es’in anlattığı anektod aklıma geldiği için daha doğrusu bizde namusa çok önem verildiği için namus uğrunda cinayete bile tevessül ettiğimiz namus, iktidarın anlayışına göre bir sivri sinek kadar değersiz bir şey midir ki kanundan çıkarmışlar diye düşünüyorum. Çağdaş(!) Bildiğimiz insanların bu şekilde namusu önemsememelerini sayesindedir ki Adalet mekanizmasının en aüz seviyesinde bir eski hukukçumuz “zina suç değildir” demiş. Bu sayede en popüler bir kadın sanatçımız ayrıldığı kocası ile halen birlikte olduğu (anlayacağınız nikahsız yaşadığı) ve “eski kocamdan bir çocuk yapmamı isterim” şeklinde utanmadan, pervasızca beyanatlarda bulunuyor. Amiyane ifade ile bugün millet namusu peştemal etmiştir. Halbuki bir şerefsiz adama hakaret etmek için “namussuz herif!” Deriz. Şimdi ben merak ediyorum birisine bugün ben “namussuz” diye hitap etsem bu suç sayılmaz mı? Sayılmaması lazım değil mi? Ne günlere kaldık bilemiyorum.
Bu köşede defalarca anlattığım bir fıkra ile yazımı noktalarken Allah bize bu millete sabır versin diyorum.
Efendim, namus, ateş ve su arkadaş olmuşlar gezip dolaştıktan sonra kendi aralarında şöyle konuşuyorlar: Yarın nerede buluşalım?
Ateş: -Nerede bir hararet görürseniz ben oradayım
Su: -Nerede bir rutubet görürseniz beni orada bulursunuz.
Namus: -”Arkadaşlar beni kaybederseniz bir daha bulamazsınız” der.
Biz namusu kaybetmişiz haberimiz yok. Şen ve esen kalın sevgili okuyucularım.
Yukarda hayatta olup olmadigi gazetecinin biyografisini vermek istedim.
Hikmet Feridun ES
(1909-1992)
İstanbul doğumlu. İÜ Orman Fakültesi mezunu. Mesleğe 1926’da yılında Akşam’da başladı. Yedi Gün Dergisinin ABD muhabiri oldu. Hürriyet’in gezi röportajı yazarlığını yaptı. 1950 yılında BM Kore Türk Tugayında savaş muhabirliği yaptı. Hayat Dergisinde yazdı. İngilizce ve Fransızca biliyordu.
Ilk okul son sinifi zamanlari idi.Kurtulus Savas sokakta oturuyorduk.Annem Adli Tib.da Babamda Babali de calistiklari icin Beylerbey'in den bu evimize tasindik.
Evimizin tam karsisinda tek katli ufak bahce icersinde bir ev vardi.Bahce ciceklerle dolu idi.Her mevsim baska bir renge dönüsürdü.Savas sokaga kafa tutardi.
4 der katli apartimanlara.O apartmanlarinda arkalarinda ufak de olsa bahceleri olmasina ragmen.O önlü arkali cepcevre bir bahceye sahipti.Birde Bahcede ki o güzelim Malta Erigi.Cocukluk iste. Onunla bahceden Erik tadarken yakalanmistik.Yakisikli sempatik bir insandi.Kizmamisti bize hatta kendi eli ile toplamisti erikleri
üste üstelik sicak bir fincan kakou ikram etmisti.Unutamadigim tek sey evin duvarindaki minik siyahi insanlarla cektirmis oldugu resimler "Afrikada cekilmis fotoraflar Pigmi yerlileri"ve duvardaki maskelerdi.Yukarda ki yaziyi okuyunca bu kücük anim düstü aklima.
Saygilarla.

REENKARNASYON... III



Son bölümümüzde dinlerin bakisini aciklamaya calisacagim.:)
Bu inanç, Hindistan'da Hinduizm'den doğmuş ve buradan tüm Dünya'ya yayılmıştır. Bu inanç Hinduizm (Brahmanizm) ile birlikte, Budizm, Taoizm, Caynizm, Maniheizm gibi Asya'nın eski dinlerinde de görülür. Tenasüh'ün en eski yazılı kaynağı, Hinduizmin kutsal metinleri olan Upanişad'lardır.

Tenasüh İnancında manevi mükafat veya ceza, yapılan kötülük veya iyiliğin karşılığı olarak ruhun bir hayvan veya insan cesedine girerek alçalması veya yükselmesidir. Bedenler ruhların kalıpları gibidir, ruh kalıptan kalıba, bedenden bedene göç etmektedir. bu düşünceyi ortaya atanların iddiası şudur: "Ruhlar ezelde yaratılmış ve tekamül etmeleri için dünyaya bir bedene sokularak gönderilmiştir. Bu sebeple dünyaya geldiği zaman yaşadığı 60-70 senelik ömür ona tekamül için yetmez Öldükten sonra dünyaya tekrar tekrar gelip bedenlenmesi gerekir. İnsan ruhu, cesedini terkettikten sonra, karada, havada veya denizde yaşayan herhangi bir hayvanın bedenine girerek varlığını devam ettirip gitmektedir. Hatta bazı ilkel milletler, insan ruhunun, önce madenlere, sonra bitkilere, daha donra da insanlara geçerek devamlı devir şeklinde tekrar tekrar gelip bedenlendiğine inanırlar. Hindulara göre, tenasuh yalnızca insanlara has değildir. Tanrılar da ölür ve yeniden bir başka kalıpta doğabilirler. Şu an insan veya hayvan gördüğünüz ruh belki daha önce Tanrı olarak dünyaya gelmiş olabilir.

Bu inanışa göre,
Bu düşüncede olan insanlar, dünyayı bir imtihan dünyası olarak değil de hep bir azar düyası ve bir tür hapishane olarak yorumlanmakta ve bir musibet olarak görmektedirler. Yine bu düşünceye göre bütün musibet, afet ve belalar ve nimetler, mutluluklar önceki hayatında yapmış olduğu iyi ya da kötü işlerin neticesidir. Önceki hayatının mükafat veya cezasının belli olması için, insanın tekrar, tekrar dünyaya gelerek mükafat veya ceza çekmesi gerekir.

Hatta uzantısı Türkiye'de bulunan bu insanlar, bir fare gördüklerinde başında oturup ağlarlar. Sorulunca şöyle derler: "Bu bir insan idi. Kim bilir hangi günahı işledide bu hale geldi." Fareyi veya başka bir hayvanı bir insan olarak görürler, insanın ruhunun fareye girdiğine inanırlar. Böyle bir düşünce ile farenin başında ağlarlar.

Mısır'da ilkel olarak görünen bu köhne görüş, Hind'de mistik bir şekil, Yunan:'da felsefi bir elbiseye sokulmuştur. Eski Yunan'da, M.Ö. 6.asırda ortaya çıkan Orfik Dininde görülür. Pythagoras ve Eflatun tarafından benimsenir ve geliştirilir. İran da ise bu batıl inanca bir ahlak ve din süsü verilmiştir. Bu görüş, Zerdüşt ve Mendikiler gibi dini guruplar tarafından da benimsenmişir. Kelt ve İskandinav dinleri, Yahudiliğn bazı batini mezheplerinde de görülmektedir.

İslam'dan sonra bu batıl felsefe, fikir dünyasından silinip gitmesine rağmen zaman zaman tesirini göstermiştir. İran'da eskilerden gelen bu batıl felsefe, Şiiliğin aşırı kolu olan "gulat-i şia" ya da girmiştir. Mutezile, Karmati, batıni, Nusayriye ve durziler de tenasuha inanırlar. Nusayriler, kendileri dışındakilerinin ruhlarının hayvan sesetlerine gireceklerini. Ali'ye inanan gerçek Nusayrilerin ise yıldız haline dönerek nurlar alemine döneceğine inanırlardı. Bazı sözde mutasavvıflar ölen bir insanın ruhunun, ölmeden evvelki davranışalrına ve yaşayışına bağlı olarak insan veya hayvan şeklinde tekrar dünyaya geldiklerini ve ceza çektiklerini iddia ederler, ahirete inanmazlar.
INCIL'den 12 : Ruhlar ve Reenkarnasyon
İnsanın, (ölümden sonra) kendi ruhu vasıtasıyla sahip olduğu diğer bir kişi ya da hayvanın bedeninde yaşamaya devam ettiği inancı, ölümün göründüğü gibi bir son olmadığı hakkında insanın kendi kendini kandırışındaki en eski yollardan biridir. İnsanın ruhunun, o öldüğünde Tanrı’ya geri dönen (Ecc. 12:7), onun içindeki nefes/yaşam gücünü ifade ettiğini gösterdik. Bu, kişinin ruhunun etrafta bir ‘hayalet’ olarak hareket etmediği ve de onlar aracılığı ile kişiliği devam edecek şekilde diğer bir kişi ya da hayvana sahip olmada serbest olmadığı anlamına gelir. Biz, her birimiz kendi işlediklerimiz için yargılanırız (2 Cor. 5:10). Eğer bizim faaliyetlerimiz ve özelliklerimiz, önceki bir kişinin karakterinin bir fonksiyonu ise, Tanrının işlediklerimize göre bizi yargılaması ve ödüllendirmesi kavramı (Rev. 22:12) anlamını yitirir.

Ölümde ruh Tanrı’ya geri döner; ve bütün bilinç kesintiye uğrar. Bu nedenle; ölülerle temas için harcanacak herhangi bir çaba, buna ilişkin çok miktardaki İncil öğretisinin ciddi bir şekilde yanlış anlaşıldığını gösterir (bkz. Is. 8: 19,20). İncilde, öldükten sonra kişilerin herhangi bir yoldan eski evlerine ya da kentlerine geri gelemeyecekleri hususu çok açıktır. Kişi öldükten sonra böylesine bir yere, bir ‘ruh’ ya da ‘hayalet’ olarak sık sık uğruyor olması gibi bir şey olamaz. Job 20: 7-9 bunu şundan daha açık ifade edemezdi: "(İnsan) sonsuza dek yok olacaktır, kendi pisliği gibi. Kendisini görmüş olanlar ‘O nerede?’ diyecekler. O bulunamayacak… Kendisini görmüş olan göz, bir daha onu görmeyecek; onun yeri de (evi/kenti) onu artık görmeyecek". Job 7: 9,10’ da benzerdir: "Ölüler diyarına inen kişi… bir daha evine geri dönmeyecek, onun yeri de artık kendisini tanımayacak". Bunun sıradan bir kabulü, ölü kişilerin hayaletlerinin kendi eski evlerine sık sık uğradıklarının görüldüğü iddialarının tümüne tamamen inanmamamıza yol açar. Bu gibi deneyimler, olsa olsa hayal gücünün becerileridir.



KURAN'DA REENKARNASYON YOKTUR, ÖLÜM VE DİRİLME BİR KEREDİR

Reenkarnasyon hiçbir ilahi kaynağa dayanmayan batıl bir inançtır. Ancak sadece Hint dinlerinde değil, dünyanın her yerinde reenkarnasyona inanan, daha doğrusu reenkarnasyonun doğru olmasını isteyen insanlar bulunmaktadır. Bunun nedeni, dine inanmayan, ahiretin varlığını inkar eden, ölümden sonra yok olmaktan veya sonsuza kadar cehennemde kalmaktan korkan insanların, reenkarnasyonu, bu korkularını yenmek için bir çıkar yol olarak görmeleridir. Çünkü reenkarnasyon inancının temelinde de ölümden korkmamak gerektiği ve insanın yeniden doğuşlarla arzularına ulaşabileceği yönünde gerçek dışı bir telkin yatmaktadır.

Oysa Kuran'da ölümün ve dirilişin bir kez olduğu bildirilmektedir. Her insan dünyada sadece tek bir hayat yaşar, bu hayatından sonra ölür ve ölümünden sonra tekrar diriltilerek, dünyada tüm yapıp ettiklerine göre sonsuza kadar cennette veya cehennemde kalmayı hak eder. Yani insanın bir dünya hayatı, bir de sonsuza kadar yaşayacağı ahiret hayatı vardır. İnsanların öldükten sonra dünya hayatına geri dönemeyecekleri Kuran'da çok açık olarak bildirilmektedir:

Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler. (Enbiya Suresi, 95)

Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır. (Mü'minun Suresi, 99-100)


Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır
ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir...
(Al-i İmran Suresi, 185)


Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, insanların bir bölümü ölüm ile karşılaşınca, tekrar dirilme ümidi içinde olacaklardır. Ancak, kendilerine bunun kesinlikle mümkün olmadığı o an açıklanacaktır. Allah bir başka ayetinde insanların ölümü ve diriltilmesi ile ilgili şunları bildirir:

Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi o diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 28)

Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi, insan başlangıçta ölüdür, yani yaratılışının temeli başlangıçta, toprak, su, çamur gibi cansız maddelerden oluşmaktadır. Daha sonra Allah bu cansız yığına "bir düzen içinde şekil verip" diriltir. Bu dirilişten belli bir süre sonra insan, yaşamı sona erince tekrar öldürülür ve toprağa geri döner, çürüyüp-ufalanıp toz haline gelir. Bu da insanın ikinci defa ölü haline geçişidir. Geriye ise son kez diriltilmesi kalmıştır. Bu da ahiretteki dirilmesidir. Her insan ahirette diriltilecek ve bir daha geri dönüşün mümkün olmadığını anlayarak, dünyada yaptığı herşeyin hesabını verecektir.

Diğer ayetlerde de insanın dünyaya geldikten sonra tek bir ölümden başka ölüm tadmayacağı şöyle bildirilir:

Orda, ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. Senin Rabbinden, bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş' budur. (Duhan Suresi, 56- 57)

Yukarıdaki ayetler, ölümün sadece bir kez olduğunun görülmesi açısından son derece açık ve kesindir. İnsanlar her ne kadar ölüm ve ahiret korkularını yenmek ve kendilerini teselli etmek için reenkarnasyon gibi batıl inançları kabul etmek isteseler de, gerçek olan, öldükten sonra bir daha dünyaya gelmeyecekleridir. Her insan sadece bir kez ölecektir ve bu ölümünden sonra, Allah'ın takdiri olarak sonsuza kadar yaşayacağı ahiret hayatı başlayacaktır. Allah her insanı dünyada yaptığı iyilik veya kötülüklere göre, cennetle ödüllendirecek veya cehennemle cezalandıracaktır. Allah, sonsuz adalet sahibi, sonsuz merhametli ve şefkatli olandır ve herkese yaptığının karşılığını eksiksiz olarak verendir.

Ölümden veya cehenneme gitme ihtimalinden korkarak, batıl inançlarda teselli aramak ise, hiç şüphesiz insana çok büyük bir yıkım getirir. Akıl ve vicdan sahibi bir insan, bu yönde bir korkusu varsa, cehennem azabından kurtulup cenneti umabilmek için samimi bir kalple Allah'a yönelmeli ve insanlar için tek hidayet rehberi olan Kuran'a uymalıdır.
Yeniden bedenlenmenin aklî ve ilmî hiçbir delili yoktur. Dünyada yaşayan 6 milyar insanın, daha önce gelip bir başka bedende yaşadıklarına dair bir bilgi ve şuurlar mevcut değildir. Bu kesin gerçekler karşısında bazı insanların hipnoz veya telkin altında, geçmişlerine aitmiş gibi bazı bilgiler vermelerinin başka açıklamalar olmalıdır; nitekim kolektif şuur, rüya benzeri görüntüler, cinlerle temas, hâfızanın oyunları gibi nazariyelerle bu tür açıklamalar yapılmaktadır. Dün akşam (13-7-2003) bir tv tartışmasında, branşı tıp veya parapsikoloji olmayan ama herşeyden dem vuran bir ilahiyatçı bir çeşit Reenkarnasyonu, hem de Kur'an'a dayanarak savunurken bunu bilimin de kabul ettiğini söylemiş, arkasından konuşan iki uzman ise bu iddiayı yanlışlamış, reenkarnasyonun bir çeşit hastalık olduğunu, kişilik karışmasının ortaya çıktığını ve her gün birçok reenkarne olmuş "hastayı" tedavi ettiklerini ifade etmişlerdir.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Uzman psikiyatrist Dr. İlhan Yargıç da bir makalesinde şunu söylemektedir. "Hipnoz altında hiçbir yönlendirme olmaksızın ya da uyanırken kendiliğinden ortaya çıkan kimlik değişiklikleri yani kişinin kendisini farklı birisi olarak tanıtması dissosiyatif bozukluk adı verilen psikiyatrik rahatsızlığın belirtisidir. Bu hastalığın en şiddetli biçimine çoğul kişilik (dissosiyatif kimlik bozukluğu) denilir ve hasta farklı zamanlarda farklı kimliklere bürünür, bu kimlikler birbirinden kısmen habersizdir."
Diğer üç Kutsal Kitapta aynen Kur’an gibi söylemektedir. Kur’an ve diğer üç kitap, insan öldükten sonra bu dünyaya tekrar dönüşün olmadığını, açık ve kesin olarak bildirmektedir.

Reenkarnasyon basit bir materyalizmdir. Dört kitaba ve Big bang olayına, Darvin’in tekamül nazariyesine de terstir. Çünkü Budistler, tekamül etmiş insanı hayvana dönüştürüyorlar; ki bu doğadaki tekamül ve diyalektiğe de tersdir.

“Vahyede, çağdaş bilime de ters düşmektedir”.

Tevrat, Zebur ve İncil'in görüşü de budur. Bu kitaplarda ilk ölümden başka ölüm kabul etmez.
Yazimizi burada sonlandiriyoruz.Bundan sonrasi sizlerin yorum ve düsüncelerinize kalmaktadir.
Saygilarimla.

Salı, Kasım 28, 2006

VICIK VICIK !...



Bu gün bir ziyaret'e sahit olacagiz.Yanliz biz degil bütün dünyanin gözü bizde.
Papa'nin ziyareti.Böyle bir ziyaret bildim bileli yapilmakta Papa bir cok ülkeyi ziyaret etmis.Ona inanlara kendine has seromonilerle karsilanmis .Ona inananlarla kucaklasmistir.Son günlerde adi ne olursa olsun bazi talihsiz biraz politik aciklamalar.Papanin bu ziyaretinin önemi daha bir baska önem kazanmistir.Avrupa Birliginin icindeki bazi oyunlarla bizlerden beklenen bir dizi yaptirimlar örtüler yavas yavas kaldirilarak gösterilmeye baslaniyor.Süpriz olmadigini biliyoruz.Daha neler daha karsimiza cikacagi ni da biliyoruz.Secimlere her adim daha yaklastigimiz bu günlerde Cumhurbasi secimleri daha sonrada secim .Bu zamana kadar da Cumhurbaskani seciminin nasil yapildigini da hepimiz bilmekteyiz.Televiyozdan bizlere aktarilan siddet buna karsi yorumlarda yapilan Polisin eli baglanmis bu yeni uyum yasasi AB
standardlari.Ben 40 senedir Almanya da degilde kendimi bunlari duyarken filanca galaksi de yasadigimi saniyorum.Kendi kendime Türkiye de uyum yasasi varmisda AB ülkelerinde ki Polislerin haberi olmamis.Sahi ben ne anlatacaktim.Haaa dün aksam hic bu bloglar da yazmadigimiz bir konuya deginecektim.Adi vicik vicik efendim büyük sermayeler ve paralarin döndügü.
Isimlerini bilmedigimiz kisilerin adlarini ögrendigimiz.Onun sayesinde kendilerine birer ünvanlarin titellerin verildigi.Benim ödemis oldugum vergilerle bir cok kamu güvenlik görevlisinin görev yaptigi.Sokaklarda en kral Amerikan harp filimlerine bile parmak isirtacak kadar her hafta gözlerimizin önüne serilen harpler.Hic ilgisi olmiyan siradan vatandasin ne oldugunu bilmeden ya kara topragin altina girmesi.Veya ömür boyu sakat kalmasi.Her hafta 90 dakikanin bir kisinin saniyelik anini bir haftaya yayarak.Koca koca adamlarin agizlari köpüre köpüre birbirlerine saldirircasina yorumlari.Her seferinde Tv.nin sesini kismak zorunda kaliyor veya baska bir programa geciyorum.Sahi ne yazicaktim ben tamam tamam aklima geldi dün aksam
seyrettigim iki özel tv.deki vicik vicik.Bazen düsünüyorum.Blogumun basligini degistirsem.Her gün biraz vicik vicik yazsam acaba siteye ziyaretci sayisi ne olurdu.Hepinize renklerine asik oldugunuz iyi viciklar.
Saygilarla.

REEKARNASYON... II


Serbest gazeteci Pınar Yılmazerler, reenkarnasyona inananlardan. Önceki hayatında ‘ne’ olduğunu nasıl anladığını da, şöyle anlatıyor:
‘Şarlatan olmayan birinin beni uyutmasını, önceki hayatımda ne olduğumu öğrenmek isteyecek kadar reenkarnasyona inanıyorum. Bu konuyla ilgili çok şey okudum. İnsanların reenkarnasyon öyküleri de bana saçma gelmiyor. Ayrıca bedenler çözülse de ruhun hiçbir şekilde yok olmadığını düşünüyorum. Kanımca ruh yüzyıllar boyu başka insanlara aktarılıyor. Ben de yoğun bir şekilde ilk defa bulunduğum yerlerde ‘Buraya daha önce de gelmiştim’ ya da yaşadığım birşeyi ‘Bu anı daha önce de yaşamıştım’ düşüncesini hissediyorum. Ya da hiç tanımadığım bir insandan durup dururken negatif elektrik aldığımı hissediyorum. Önceki hayatımda da bir hayvan olduğumu düşünüyorum. Çünkü acı çeken bir hayvanı gördüğümde acıyı adeta içimde hissediyorum. Bir de bıçaklanmaktan çok korkuyorum. Bıçaklanmanın yeri bile belli. Kalbimden değil karnımdan. Rüyalar da geçmişte yaşadığımızın bir habercisi. Ayrıca çocuk yaşlarda ortaya çıkan resim yapmak, enstrüman çalmak gibi yetenekler, önceki hayatlardan geliyor. Mozart dört yaşında piyano çalmaya başlamış. Niye sen ya da ben değil de henüz o yaştaki dahi çocuk o oluyor?..’
Reenkarnasyon konusunda arastirma yapan pek çok bilim adami solugu Hatay'da aliyor. Çünkü 'tekrar dogdugunu' iddia eden birçok kisi bu ilde yasiyor. Baska bedenlerde yeniden hayat bulanlar, 'geçmis günleri' anlatiyor...

Psikiyatri, önceki yasamlarinin oldugunu söyleyen insanlara 'dissosiyatif bozukluk' (çogul kisilik) hastaligi tanisi koyuyor. Istanbul Üniversitesi Tip Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dali ögretim üyesi Doç. Dr. Ilhan Yargiç da toplumda bu hastaligin görülme sikliginin sanildigindan çok daha fazla olduguna dikkat çekiyor.
Bu konuda yapilan arastirmaya göre; Türkiye'deki nüfusun binde dördünde çogul kisilik bozuklugu var. Örnegin; Istanbul'un nüfusunu 12 milyon olarak kabul edersek sadece Istanbul'da 48 binden fazla kisi bu durumda.
Bu arada basta Avrupa olmak üzere dünyanin birçok ülkesinde geçmis yasam deneyimleri, ölüm ve hastaliklarinin bir sonraki yasama etkileri üzerine arastirmalar sürüyor.

'Beyin kaydediyor'
Çok yeni bir veri olarak; Ingiliz nörolog Prof. Dr. Wilder Penfield, beynin yasam süresi içinde en küçük resimleri dahi kaydedip ani olarak saklandigini söylüyor. Bu da reenkarnasyon ögretisini güçlendiriyor: "Ölüm aninda beyin ile ruh arasindaki enerji bilgilerle beraber ruhsal frekansa geçer. Ruh bu birikimiyle öte âleme gider."
Ayrica baska ülke, zaman ve kisiliklerde yasadiklarini söyleyen, hatiralarini anlatan, mezarinda eski esyalarini buldugunu iddia eden insanlarin sayisi gün geçtikçe artiyor.

Bu ilin sirri ne?
Hatay ili, öldükten sonra dirilenleri inceleyen yabanci arastirmacilar için önemli bir kaynak. Avustralyali Dr. Yurgen Kail reenkarnasyon arastirmalari için Hatay'a gelip yeniden doganlarin öykülerini topluyor. Son 10 yildir kendini reenkarnasyona adayan yeniden dogus arastirmacisi Cevdet Rende'nin yakinda çikacak olan "Tekrar Doganlar" adli kitabindan Hatay bölümündeki öykülerin bazilarini sunlar:
o Ali Kara: Suriye'de ölüp Türkiye'de dogdugunu söylüyor. Hatay Raskiye köyü, 1972 dogumlu. Bir önceki hayatinda adi Cabir Rismen. Bilal ve Rahibe'nin oglu olarak Cennata köyünde dünyaya gelmis. 1947-1960 yillari arasinda yasamis. Kullandigi traktör devrilince ölmüs.
o Mehmet Aslan: 1987 dogumlu. Bir önceki hayatindaki annesi yeni dogan çocugu Mehmet'i rüyasinda görüyor. Arayip buluyor ve çocugu ailesinden istiyor. Mehmet, bir önceki hayatinda Ata Eryilmaz imis. Ata'nin anne babasi Habib ve Raya Eryilmaz'in iki çocugu var. Ata ve Nebil. Nebil 15 günlük iken ölüyor. Ata ise üniversiteyi kazandigi yil Asi Nehri'nde boguluyor.
o Ipek Kart: Hatay Döver köyünde, Besime adinda bir hamile kadin; öldürülüyor. Kocasi cezaevine konuluyor. Besime ise Inci-Sabri Kart çiftinin kizlari olarak Hatay'da dünyaya geliyor. Ilkokula giden Ipek'in güncesinden okuyoruz:
"Bundan önce de hayatim vardi. Döver köyünde, yeni evli, 8 aylik hamile bir kadindim. Adim da Besime Yayar idi. Esimle dügünümde takilan takilar yüzünden hep kavga ederdik. Altinlarimi bozdurup kamyon almak istiyordu. Beni sürekli dövüyordu. Bir gün yine altinlari istedi karsi çiktim dövdü. Evin damindaydik kocam beni itti, dengemi kaybettim asagiya düsüp öldüm. Ama geri döndüm, simdi adim Ipek Kart ve 12 yasimdayim."

'Beni bu topraklara diger hayat getirdi'
Çocuklugundan beri reenkarnasyona inanan piyanist-besteci Anjelika Akbar anlatiyor: "Inaniyorum çünkü, bu evrene kendimizi ve evrenimizi bilmek için geliyoruz. Bu uzun bir süreç ve bunu tek bir hayat içinde gerçeklestirmek mümkün degil. Milyonlarca yil bir ruh geliyor gidiyor ve tecrübe ediyor. Insan her geçmis hayatindan yari yariya tanidiklarini getiriyor. Örnegin annemiz muhakkak bir önceki hayatinizda sizin iliskide oldugunuz biri olabilir. Hiçbir sey tesadüf degil. Ben de ta hayatin baslangicindan beri varim. Önceki hayatlarimda kim oldugumu söylemeyecegim. Nasil ki simdiki özel hayatini anlatmazsiniz bunun gibi bir sey bu. Küçüklügümden beri birçok seyi yasiyorum onun üzerine hem Rusya hem de Hindistan'da yillarca egitim gördüm. Hepimizin binlerce hayati var. Örnegin ben Türkiye ve Anadolu'yu çok seviyorum. Çünkü bu topraklarda ilk defa yasamiyorum. Hayat beni buraya bir daha getirdi. Burada kaç hayatimdan arkadaslar buldum..."
Bir kac örnekten sonra yarin ki Final yazimizda Dinlerin bu konuya bakislarini ele alacagiz.Tabiiki bu günün yazisina sizde katki da bulanabilirsiniz.Böyle seyler sizinde basiniza geldimi.
Saygilarla

Pazartesi, Kasım 27, 2006

HAKKI ERDIL'e


Yasam ve Ölüm bizlere bahs edilmis.Dogana seviniriz, onunla bu hayati paylasiriz.Bir bakmisiz ki birimiz terk ederiz.Digerini birakiriz yanliz.Giden bir baska Dünya'ya göc eder kalanin ise boynu bükük arkasindan baka kalir.Bu bir kanundur. Buna kimse karsi gelmez ,itirazda edemez.Iste böyledir hayat, dün böyle bir ani gene yasadim.
Istanbul'lular bilir.I.nci köprüye girmeden Beylerbey'i kavsagina giristeki ilk lamba.Orasi bir zamanlar meyve bahceleri icinde bir kücük evin bulundugu yerdi.Orada cocuklugun ,dostlugun, yaramazliklarin günleri gecmisti.Orada kanla bagli 6 kardes cocugu oynardi.3 kiz 3 erkek Orasi simdi malesef arabalarin eksozuna lastik seslerinin hüküm sürdügü bu yer oldu. Meyve agaclari dile gelseler neler anlatmazdi.Hele o güzelim can erigi.Baskaydi o günler belki cocukluk yillarin genclige ilk adimlariydi.Büyük bir oda da aksam yatagimizda kikirdamalarimiz.Fisiltilarla bir seyler anlatmamiz.Sonra Kapinin
acilip aile büyüklerinden bir tanesinin kafasini uzatarak siz halen uyumadiniz
diye seslenisi.Hic unutmam her gece oynadigimiz bir oyun vardi icimizden bir
tanesi seyrettigimiz filmin bir pasajini anlatir.Bizlerde o filmin adini ve aktrislerini bulurduk.Puan alamiyan ertesi günü harcligini dondurma parasina yatirmak zorunda kalirdi.Gene öyle bir gece kafamiz bir filme takilmisti.Gün isimiya yüz tuttugu bir anda filmin ismi aklima geldi.Karamozof Kardesler diye bagirdim.Tahmin edebilirsiniz.Sabaha karsi bütün ev ayaga kalkmisti.Aldigimiz cezayi söylememe hacet yok.
Seneler cok cabuk geciyor mekanlar yüzlerini degistiriyor.O cocuklar büyüyor kendi aileleri oluyor.Cocuklari, bazilarinin benim gibi torunlari oluyor.O bahceden bir kus misali baska baska yönlere ucup baska dallara yuvalar kuruluyor.
Dün bu cocuklarin bir kaci gene beraber oldu.Yaslanmislardi coluk cocuga karismislardi.Bense o toplantiya katilamama üzüntüsü ile onlardan uzak bir kösemde anilara daliyordum.Onlar o gün tabiat kanunun bizlere verdigi bir görevi yerine getiriyorlardi.Dostum kardesim adasim Hakki Erdil'e olan son görevdi.Güle güle sevgili dost, kardes, adas .Yasam iste böyle bir sey, cok kisa bir zamana dolduruluyor senin icin 60 sene bizler ise! devam etmek zorundayiz. Seni seviyoruz arkadasim.Yegenlerimize baktigimiz zaman seni onlarin gözlerin de kalplerinde görecegiz.Sonra gene o 6 cocuk anilarinda o bahcede dolasip kikirdiyacaklar.Elden bir sey gelmiyor.Huzur icinde yat seni seviyorum.Amcaoglu.
Adasin Hakki Erdil.

REENKARNASYON ... I



Yeni bir yazi dizisi .Zaman zaman bu konu bir cok konumlarda önümüze geliyor.Tabii ki her seferinde baska bir elbise altinda veya baska deyimler icersinde görüyoruz biz ise bu konuyu yalin adi altinda ele almaya calisalim.Bu konuyu üc bölümde ele alirsak.I.nci bölümde ne manaya geldigini.II.nci bölümde bu durumu yasadigini iddia eden kisilerin öykülerine.III.ncü bölümde ise dinlerin bu konuma bakisi olacaktir.
Neden bu konu diyecek olursak! Insanlarin bazi zayif noktalarinin birileri tarafindan nasil kullanildiginin ana temelllerinden bir tanesi , bilinmemezligin ve kararsizliklarin nelere dayatilarak,kiliflar altinda karsimiza cikmasi.Bu üc dizide okuyacaginiz derleme sadece bu konumda bir bilgi amaci tasidigidir.Yorumlar ise sizlerin düsüncelerinize bakis aciniza kalmistir.
Reenkarnasyon'un anlamı :)

Enkarne: ete (bedene) girmek
Reenkarnasyon: tekrar ete (bedene) girmek

Basit olarak anlatıldığında reenkarnasyon (tekrar doğuş, tekrar bedenlenme, ruh gezisi) ruhun, doğum ve ölüm sirkülasyonu sayesinde tekrar tekrar insancıl varoluşa geçmesi anlamına gelir. Amaç sonsuz tekamüle ulaşmaktır.

Bütün büyük dinler ve dünya görüşlerinin öğretilerinde bu sirkülasyonun, yani ruhsal boyuttan materyal boyuta ve tekrar ruhsal boyuta geçmenin, gerekli olduğunda yatar.
Ruhun öğrenmek zorunda olduğu tüm dersler ve görevler bittiğinde, yani tekamülü tamamlandığında ancak bu sirkülasyon sona erer ve ruh sonsuzlukta yerini bulur.

Her ruhun amacı o büyük tekliğe, bütünlüğe dönüştür. Burada artık iyiyi veya kötüyü, siyahı ve beyazı, karanlığı ve aydınlığı birbirinden ayıran tezatlık kuralı geçerli değildir.

Reenkarnasyon anlayışına göre yaşam bir okuldur ve bu okulda her insan ayrı bir sınıfta dersini öğrenmeye çalışır. Hayatımızda yaşadığımız krizler, zorluklar birer sınavdır. Ve eğer kendimiz üzerinde çalışır ve bu sınavları aşarsak, hedefimize ulaşmış oluruz.

Ruhların tekrar doğuşu ile ilgili katı bir kural veya sıralama yoktur. Bu tamamen öğrenilen veya öğrenilemeyen dersler ile ilgilidir. İnsan karmasını tamamlayana kadar yaşamda varlığını sürdürür. Yani hatalar veya kötü eylemler iyilerle yok edilene kadar.

Reenkarnasyon'a göre insan eski yaşamında aldığı tüm tecrübeleri ve farkındalıkları yeni yaşamına "getirir" veya "ilave eder" ki, bu yeni yaşamına olgunluk, maneviyat ve bilgelik kazandırabilsin.
Insanlar tekamül etmek için tekrar dogarlar. Ruh bütün evrenlere dagilmis olan Tanri Kanunlari'ni, insan bedenini kullanarak arastirir ve ögrenmeye çalisir. Fakat bu bilgi tek bir hayat içerisinde elde edilemez, çünki bilgi sonsuzdur. Ruhlar, evrenin her yerinde tekrar tekrar dogarlar. Her tekrar dogusunda biraz daha bilgi ve tecrübe kazanarak yükselir. Gerileme yoktur, yani insan gene insan olarak dogar; ceza olsun diye bitki ya da hayvan bedeninde dogmaz.Bir baska görüse göre ; Ruh, insan degildir; ruh, bitki ya da hayvan da degildir. Bunlar tekamül araçlaridir. Bunun için ruh, bitki, hayvan ve insan bedenlerini kullanir. Her tekrar dogus yeni bir role bürünmektir. Ruh, her seferinde dünya sahnesinde yeni bir rol oynar ve isi bitince çekilir.

Geçmis hayatlarimizi neden hatirlamiyoruz?
Çünki unutan bedene ait hafizadir; ruha ait olan hafizamiz hiç bir seyi unutmaz. Yeni bir bedenle, yeni bir hayata baslayan ruhun, dünya hayatinda basarili olmasi için geçmis yasamini unutmasi gerekir. Geçmis yasamlari hatirlamak, simdiki hayatimizin sebebini bilmek demektir. Halbuki dünya hayatinin gayesi, deneye yanila çaba göstermek ve tecrübe kazanmaktir. Bu sebeple geçmis hayatlarimizi unutmamiz büyük bir kolayliktir.

Geçmis hayatlar kendiliginden ve deneysel olarak hatirlanabilir.

Gerçek adalet tekrar dogusla saglanir. Çünki evrenin idaresi; bazi insanlara uzun ömür, zenginlik, saglik, güzellik ve sans dagitirken, bazilarina kisacik bir ömür, fakirlik, hastalik, çirkinlik ve bahtsizlik vererek keyfi davranan bir tanrinin elinde olmadigi gibi, tesadüflerin elinde de degildir. Evrende her sey Tanri'nin koydugu Kanunlar'la islemektedir. Tesadüf yoktur. Iste, gerçek adalet, Sebep-Sonuç Kanunu'na göre saglanir. Daima bir Tanrisal Dengelenme vardir. Yukaridaki maddi degerler, ruhun bilgi ve tecrübesini artirmaya yarayan vasitalar olup, hepsi dünyada kalacak olan göreceli degerlerdir.

Insan kaderini kendi olusturur. Çünki Tanri, varliklarini bu kabiliyette yaratmistir. Maddesel evrende her sey Sebep-Sonuç Kanunu'na göre yürür. Bu kanun geregi, ne ekersek onu biçeriz. Yasadigimiz bütün olaylar, basimiza gelen her sey, daha önceki hayatlarimizda yaptiklarimizin dogal sonucudur. Bir hayatin sonucu, gelecek hayati hazirlar. Bir hayat kendisinden önceki hayatin sonucudur. Tanri kimsenin alnina kara yazi yazmadigi gibi, kimseyi kayirmaz; dili, dini, cinsiyeti, irki ve milliyeti ne olursa olsun, bütün insanlar O'nun nazarinda birdir. Insan, kendi bilgi ve görgüsüyle sinirli hür bir iradeye sahiptir; yani seçme yapabilir. O halde Sebep-Sonuç Kanunu'na göre iyilik de, kötülük de insandandir ve asla bir adaletsizlik söz konusu degildir. Ne kadar istirapli olaylar yasarsak yasayalim, ne baskalarini ne de Tanri'yi suçlama hakkina sahip degiliz. Çünki her seyin sorumlusu insanin kendisidir. Seçmenin sorumlulugu insana aittir.

Insana hatalarindan dolayi ceza degil, telafi imkani verilir. Çünki mükemmel olan Tanri, mükemmel olan ruhu, maddesel tecrübesizliginden dolayi azarlamak ve cezalandirmak için yaratmamistir. Evrenin hiç bir kösesinde ruhu yakabilecek bir ates mevcut degildir. Dünyada beden vasi tasiyla tekamül etmekte olan ruh, dünyanin sartlari geregi ancak deneye yanila, hata yaparak bilgi edinebilmektedir.

Aslinda hepimiz kostümlü ruhlariz

Reenkarnasyon inancina göre ruhlar, dünya ya her gelislerinde degisik bir 'kostüm' giyiyor. Bu, bir önceki hayatlarinda yaptiklarina göre, insan da olabiliyor, havvan ya da bitki de... Kisacasi ruh, ilk hayatta 'ne ektiyse', ikinci hayatta 'onu giyiyor'...
Kisaca bir aciklamadan sonra yarin ki bölümümüzde eski yasamini hatirlayanlarin anlatimlarina verecegiz.
Saygilarla.

Pazar, Kasım 26, 2006

PAZAR'IN SOHBETI ...


Ben bir yabanci olsaydim!.. Deselerdi ki bana, al su küreyi eline, begendigin bir yerde ol; deselerdi..Hic düsündünüzmü ? Elinize alip, kendinize bir yer sectinizmi?..Belki garip gelecek ama ilk göze carpan yer Türkiye öyle güzel bir yer tutmus ki dünya üzerinde.Kollari ile sarmis Dünya'yi saginda Avrupa ,solunda Asya, ayak ucunda Afrika.Ben bir yabanci olsaydim, o ülkede yasamak isterdim.Imrenirdim belki de kiskanirdim.Orada yasiyan insanlari.Asirlar icinde yürümeye kalksam; Yolumun üzerine her zaman orasi cikardi, bir köseden bir köseye giderken.Havasina suyuna, hele hele yasanmis medeniyetlerine baksam.Her devrin insanini yasardim.
Ömrümün cogunu Avrupa'da geciren bir insan olarak her zaman orada olmayi arzulardim.Benim gibi milyarlarca insan orada olmayi ister.Ben bir yabanci olsam, orada olma atesi ile yanardim.Ya sizler?... Hangi kösesinde yasarsaniz yasayin, onun kiymetini biliyormusunuz.Biliyormuyuz.Ya gelmis gecmis medeniyetler kiymetini görebildilermi.Cumhuriyet cocugu olarak ben kendi devrimi sorgulamaya kalktigim zaman.83 senenin 60 senesi neredeyse dörtte ücü cok hor görmüsüm diye hayiflandim kendi kendime.Orada yasiyanlara adlar verdim.Inanclarin adi altinda siyaset yaptim.Karin toklugu adi altinda göcler yaptim.Pirinc ugruna bulgur adina.Kiymetini bilmedim günlük yasam döngesi icinde.Zenginken.Baskalarinin oyunu ile cebim para görmedi.Beni kiskananlarin nazari misali tadini cikaramadim.Bazen baktim ki disardan gelen benim ülkemi benden daha iyi tanir olmus.Zamanin da sans benden yana olmus.O sansi harvurup harman savururken bir yenisini beklemeye kalkmisim.
Ne dersiniz buraya kadar zaman kaybini bir kenara birakip.Elimize küremizi ele alip tekrar sahip oldugumuz o güzel yere bir kere daha bakalim mi.Bu sefer bir yabanci gözü ile degilde bu topraklara sahip insanlar olarak.Pazarin güzelligi sizin olsun.





Saygilarla.

Cumartesi, Kasım 25, 2006

ISTANBULDA BIR SEMT SULUKULE



Sulukule 'kentli' olacak

Göçebeliği bırakan Romanlar kentleşme çabasında. Kendilerini tarif ederken, "Neşeliyiz, hoşgörülüyüz" diyorlar.

Roman mahalleleri 'Kentsel Tasarım Projesi'yle elden geçirilecek. Öncelik Sulukule'de. Dışlanmaktan şikâyetçi Romanlar kent hayatına adapte olmak istiyor
Radikal'den Ulas Yildiz'in anlatimiyla Sulukule :)


free image hostingİSTANBUL - Göçebe yaşamı bırakarak yerleşik düzene geçen Romanlar, yine de kendilerini şehrin ve toplumun kıyısında görüyor. Romanlar altyapı eksiklikleri ve eğitimsizlik nedeniyle kentli olma bilincine henüz ulaşamadı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Romanların yaşadığı bölgeleri 'Kentsel Tasarım Projesi' kapsamında 2002 ve 2003 Yatırım Programı'na dahil ederek rehabilitasyon çalışmaları başlattı. Proje için ilk etapta 300 milyar lira ayrıldı.
Yaşadıkları bölgelerde çocuk parkları yapılacak, altyapı olanakları sağlanacak, binalar elden geçirilecek, eğlence kültürüne zarar vermeksizin genel salonlar yapılacak. Proje kapsamında belediye tarafından yapılan araştırmaya göre, 'esmer vatandaşlar', kendilerine 'Çingene' yerine 'Roman' denmesini tercih ediyor.
Eğlence salonları
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Romanların yaşadığı bölgeleri 'Kentsel Tasarım Projeleri' kapsamında rehabilite etmek için 2002 ve 2003 yatırım programına dahil etti. Proje kapsamında ilk olarak Sulukule rehabilite edilecek. Ardından da Romanların yoğun olarak yaşadığı diğer bölgeler...
Proje kapsamında Romanların altyapı olanaklarından daha fazla faydalanmaları sağlanacak. Mahallelerine çocuk parkları yapılıp yeşil alanlar yerleşim alanına indirilecek, binaları elden geçirilecek.
Bunlar yapılırken Romanların eğlence kültürüne zarar verilmeyecek. Romanlara, eğlencelerini sergileyebilecekleri, sinema ve geleneksel oyunların sergilenebileceği genel toplu salonlar tahsis edilecek.
Bu şekilde evlerde düzenlenen gece eğlencelerinin buralara taşınması sağlanacak.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Araştırmalar Daire Müdürlüğü de aynı proje kapsamında Romanların sosyoekonomik durumlarını, eğitim durum ve sorunlarını, geleceğe dair beklentilerini, arkadaş çevrelerini ortaya koymak için bir araştırma yaptı.
800 kişiyle görüşüldü
Araştırma Romanların yoğun olarak yaşadığı Taşlıtarla, Pazariçi, Çukurçeşme, Sarıgöl, Yenişehir, Kulaksız, Dolapdere, İplikçi, Hacıahmet, Hacıhüsrev, Tophane, Şişhane, Tarlabaşı, Karagümrük, Sulukule, Sultanmahallesi, Kocamustafapaşa, Gültepe, Kuştepe, Cankurtaran, Ahırkapı, Ortaköy tepeleri, Selamsız ve Çayırbaşı'nda gerçekleştirildi. Bu bölgelerde yaşayan 800 kişiyle yüz yüze görüşmeler yapıldı.
Yüzde 30'u: Ayrım yok
Romanların yüzde 56'sı toplumun kendilerine olumsuz yaklaştığını düşünüyor.
Araştırmaya katılan Romanların yüzde 27.9'u toplumun kendilerini aşağıladığını, yüzde 17.7'si dışladığını, yüzde 10.8'i iş bilmez-yapmaz insanlar olarak gördüklerini belirtirken, yüzde 30'u toplumun kendilerine herkese baktığı gibi baktığı görüşünde.
Toplumun kendilerine hoşgörülü davrandığını söyleyenlerin oranı yüzde 15.7.
Üniversite özlemi
Romanların yüzde 57'si kız çocuklarını ilkokul seviyesine kadar okula gönderirken, erkeklerin oranı ise yüzde 52.7. Ortaokul seviyesine kadar okuyan Roman kızlarının oranın yüzde 9, erkeklerin yüzde 12 olduğu araştırma sonuçlarına göre lise mezunu olan kızların oranı yüzde 3, erkekle-rin ise yüzde 5. İmkânları olsa, kızlarını üniversitede okutmak isteyen Romanların oranı yüzde 23 iken bu oran erkeklerde yüzde 24.5 seviyesinde.
Alkol ve sigara bol
Araştırmada ortaya çıkan bir başka dikkat çekici sonuç ise Romanların alkole ve sigaraya olan düşkünlükleri.
Yüzde 85.5'inin sigara, yüzde 37.7'sinin alkol, yüzde 6.6'sının esrar, yüzde 2.2'sinin uyuşturucu madde kullandığını ortaya koyan araştırmaya göre, sigaraya başlama yaşı 12-15. Alkole başlama yaşı ise 15-20 arası olarak belirlendi.
Yere çöp atanı uyarıyorlar
Belediyenin araştırmasında ortaya çıkan diğer sonuçlar ise şöyle:
Üçte biri, yere tükürenleri, yasak yerde sigara içenleri,
şehrin ortak mallarına zarar verenleri; yarısı ise yere çöp
atanları mutlaka uyarıyor.
En önemli özellikleri olarak, neşeli olmalarını, eğlenmeyi sevmelerini, günlük yaşamalarını, hoşgörülü olmalarını, özgürlüklerine düşkün olmalarını sıralıyorlar.
Romanlar için kız ya da erkek çocuk aynı öneme sahip.

Ünlü Romanlar olarak Kibariye, Güllü ve Sibel Can'ı tanıyorlar.

Yüzde 7'si çeşitli vakıf ya da derneklere üye.

Yüzde 81.7'si doğumlarını hastanede yapıyor.

Ailelerde evlilik kararını yüzde 54 oranında ailelerin büyük erkekleri veriyor.

Çocuklarını Roman olmayan biriyle evlendirebileceklerini söyleyenlerin oranı yüzde 87.

Kendilerine ait özel bir dilleri olduğunu belirtenlerin
oranı yüzde 65.7.

Yüzde 25.3'ü çoğunlukla kavga, hırsızlık, uyuşturucu-tiner
kullanımı nedeniyle olmak üzere karakola gitmiş.

En çok yakalandıkları hastalık grip ve nezle.

En çok beğendikleri işadamı Sakıp Sabancı.

Boş vakitlerini arabesk müzik dinleyerek, televizyonda eğlence programlarını izleyerek ve kahvede oturarak geçiriyorlar.

Hayatlarındaki en önemli sorunları geçim sıkıntısı, işsizlik ve parasızlık olarak görüyorlar.

Hayatlarında vazgeçemeyeceklerini en önemli şeyin aileleri olduğunu söyleyenlerin oranı ise yüzde 75.4

Yüzde 84.7'si alışveriş sırasında günaydın, iyi günler, iyi akşamlar , nasılsınız gibi sözler söylüyor.

Yüzde 90.5'i İstanbul'u seviyor.
Saygilarla.

Cuma, Kasım 24, 2006

BU AYIP KIMIN....

Gecenlerde gece saat 1 siralarina konulmus bir x tv.nin Ö.Haber programinda icler acisi bir program seyrettim.Orada 12 ile 16 yaslarinda cocuklarin Istanbul'un ortasinda nasil pazarlandigi gösteriliyordu.Bu resimler ihbar kabul edilerek yapilan baskin sonucun da suclularin yakalanmasi.Ekip bu haberden 4 sene sonra akil edip ayni mekana gidip bu konuda tekrar cekim yapiyor.Degisen bir sey yok 4 sene icinde durum daha da berbat.Ilk okul önlüklü kiz cocugunun o eve girisi.Dahasini yazmama ihtiyac yok cocugunu pazarliyan Anneler vs.vs.Tabii ertesi günü Polisin baskinlari.
Peki 4 seneden sonra ayni manzaralari mi ? Görüyoruz.Tabi ki hayir o cocuklarin yas düzeyi bebek yasina düsmüs oldugunu görüyorum.Gecen ayi unutmiyalim.4 sene evveline kadar giderek bu yasdaki bir tecavüzlerle ilgili haber bulamadim.Peki bu cocuklari kurtarmak la o aileleri cezalandirmakla
bir netice alabilecekmiyiz.O muhiti yikip cicek bahcesi yapsak bu aci gercek
lerin önüne gecebilecekmiyiz. Kocaman H A Y I R o sucu isliyen kisiler o cocuklarla yatip kalkan, cemiyetin sözde saygin kisileri ellerini kollarini salliyarak aramizda dolastigi müddetce HAYIR. 4 sene sonra bakalim yas da kalmadi;Yazabilecegimiz "17 aya kadar düstük."
Neden bu gün! Ögretmenlerimizin ekranda okul önlüklü cocugu gördügü zaman nasil agladiginin anisina.
Saygilarla.

"Küçük yaşta 5 kız çocuğu, fuhuştan kurtarıldı "


FATİH SULUKULE'DE YAPILAN FUHUŞ OPERASYONUNDA ERKEKLERE PARA KARŞILIĞI PAZARLANDIKLARI ÖNE SÜRÜLEN 5 KIZ ÇOCUĞU GÖZALTINA ALINDI

Fatih Sulukule'de yapılan fuhuş operasyonunda, erkeklere para karşılığı pazarlandıkları öne sürülen 5 kız çocuğu gözaltına alındı.

Sulukule'de küçük yaşta kız çocuklarının fuhuşa zorlandıkları ihbarını alan İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekipleri, operasyon başlattı. Ahlak Büro Amirliği ile Çocuk Şubesi ekipleri Yunus timlerinin katılımıyla operasyon düzenledi. Operasyonda çoğu yıkık ve kullanılamaz görünümündeki fuhuş mekanları tek tek basıldı. Baskını önceden haber alan kişilerin kaçarak gizlendiği mekanlarda yapılan aramalarda aralarında yaşı küçük kişilerin de bulunduğu 5 kız çocuğu gözaltına alındı.

Fuhuş yaptırıldıkları ileri sürülen küçük yaşta 2 kız çocuğu Çocuk Şube Müdürlüğü'ne diğer 2'si ise Ahlak Büro Amirliği'ne götürüldü.

Olayla ilgisi olmadığı belirlenen bir kız çocuğu ise serbest bırakıldı. Kız çocuğu, kameraların görüntü almaması için hızla uzaklaştı.
Net.Haber.

DUYMAK....


İnsanlar kendi gereksinimleri ile dış çevre koşulları arasındaki ilişki ve bağdaştırmayı duyuları ile sağlar. İşitme duyusu bireyin çevresi ile ilişki kurmasında yaralandığı duyuların başında gelişmektedir.İletişimin iki temel öğesi işitme ve konuşmadır. İşitme ve anlama diğer kişilerle ilişki kurma yoludur.Doğal olarak bu da dil araçılığla oluşmaktadır.Bu Özellik ise insanın sosyal bir varlık olmasını, düşünmesini, konuşmasını, kendini ve düşüncesini ortaya koymasını sağlamaktadır. İşitme engelli bireyler ise tüm bu işlemleri yerine getirmekte yetersizlikler yaşamaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre uyanık olduğumuz sürenin %75 i sözle geçmektedir.Bunu % 30 u konuşma % 45 i dinleme şeklinde kullanılmaktadır.
İşitme duyumuz, duyu organları içinde ikinci derecede öneme sahiptir. Görme duyumuzda olduğu gibi işitme duyumuzda da zaman zaman problemler yaşayabiliriz. Mevcut sesleri başka bir ses olarak algılayabiliriz. Psikoloji bunu işitsel illuzyon olarak adlandırır. İşitsel illuzyon bir rahatsızlık değil, sadece algı yanılmasıdır. Ya da ortada hiç ses yokken olmayan sesler duyabiliriz. Psikolojinin halüsinasyon (varsanı) olarak nitelediği bu durum psikolojik bir bozukluğun işaretidir.

İşitsel halüsinasyon olarak adlandırılan olmayan sesler duymayı halkımız değişik şekillerde değerlendirmektedir. Bazen deliliğin işareti olarak görülen ses duymak, bazen de "erme" alâmeti olarak görülür ve bu tür sesler duyanlara "erenlere karıştı" denir.

Edebiyatın her döneminde ses meselesine değinen sanatkârlar olmuştur. Meselâ birçok şairimiz kulağına fısıldananları yazdığını beyan etmektedir.

Şair ve yazarlarımız cumhuriyet döneminde de bu konuya değinmiş, eserlerinde ses meselesini işlemişlerdir.

Hecenin beş şairinden Enis Behiç Koryürek ömrünün sonuna doğru, 17. asırda yaşamış, Mevlevî şeyhlerinden Çedikli Süleyman Çelebi'nin fısıldadıklarını yazdığını söylediği "Varidat-ı Süleyman" adlı bir şiir kitabı yayımlamıştır.

Hecenin en önemli şairi Faruz Nafiz ise sevgilinin sesinin güzelliğini anlattığı "Bir Ses Ki" adlı şiirinde dünyanın bir sesten ibaret olduğunu ileri sürer:

Bir ses ki, terennüm gibi her lafzı bir âhenk;
Hilkatteki esrarı kader toplamış onda;
Bir ses ki, bütün manzara, mevsim, heyecan, renk...
Ruh onda, vücud onda, bahar onda, kış onda!
.....

Ruhum bu güzel seste bulur her ne ararsa;
Encâma erer onda bütün çektiği hasret.
Bir aynaya vurmuş gibi âlemde ne varsa,
Yer, gök, deniz, ancak bana bir sesten ibaret
.

Faruk Nafiz, sevgilinin sesini yüceleştirdiği bu şiirde dünyayı sevgilinin sesinden ibaret görmektedir.

Ahmet Kutsi Tecer'in "Nerdesin" şiiri, ses konusunu en iyi irdeleyen şiirlerimizdendir. Şair, sesi geceleri duyar. İçi ürperse de bu sesi arar, bu sese âşıktır:

Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar: –Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Âşığıyım beni çağıran bu sesin.

"Nerdesin..." Evet, bu ses bazen geceleri, bazen gündüzleri yakasını bırakmaz. En olmayacak yerde çıkar karşısına:

Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgârlara karışır gider
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana: –Nerdesin?


Kimden geldiğini, nereden geldiğini bilmediği bu ses, şairi o kadar etkiler ki bütün benliğini bu sese verir. Ancak bu sesin bir gün "nerdesin" değil de "gel" demesini ister:

Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben,
Elverir ki bir gün bana derinden,
Tâ derinden bir gün bana "Gel!" desin.

Ahmet Kutsi'de ses bellidir, anlaşılır. Ama nereden geldiği, kimin söylediği belli değildir. Ancak her şeye rağmen Tecer'in işittiği ses psikolojik tanımla işitsel halüsinasyondur.

Cumhuriyet devri şairlerimizden Necip Fazıl'ın "Çile" adlı şiiri şöyle başlar:

Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde.
Ve uçtu tepemden birdenbire dam,
Gök devrildi, künde üstüne künde.

Necip Fazıl'da ses o kadar bellidir ki cümle hâline gelmiştir: " Bu adam, boşluğu ense kökünde gezdirsin. " Ancak gaiplerden gelen bu ses yine de işitsel bir halüsinasyondur.

Vatan şairi olarak tanınan Orhan Şaik Gökyay da -belki "Nerdesin"in etkisiyle- sesler duyduğunu söylemekte, " bana bir seslenen var " demektedir.

Adını bilmediğim, hiç işitmediğim,
Bir yerlerden bana bir seslenen var.
Senin bilmediğin, benim gitmediğim,
Bir yerlerden bana bir seslenen var.


Gökyay'ın şiirinde ise sesin ne olduğu belli değildir. Sadece seslenmektedir. Hatta nereden geldiği, ne dediği de belli değildir.

Sadece şairlerimiz değil, yazarlarımız da ses konusuna zaman zaman roman ve hikâyelerinde değinmişlerdir.

Kurtuluş Savaşı'nda ya da Kıbrıs Barış Harekâtı'nda ses duyan kişilerin hikâyeleri hâlâ halk arasında efsanevî bir şekilde anlatılmaktadır. Yakup Kadri'nin “Ses Duyan Kız” öyküsü de bunlardan biridir.7

‘Ses Duyan Kız'ın asıl adı Emine'dir. Köyün en güzel, en hanımefendi kızıdır. Kur'an'ı kendi kendine öğrenir. Değme şehir kızlarına taş çıkartır. Emine'yi köyün en zengin en namuslu delikanlısıyla nişanlarlar. Nişanın haftasında Rumeli harbi patlak verir. Delikanlı zengindir; istese bedel verip savaşa gitmeyebilir. Ama vatansever bir delikanlı olduğu için savaşa gider. Delikanlının Sırplara karşı savaşırken şehit düştüğü haberi gelir. Bütün köy yas tutar. Ancak Emine ağlamaz. Birkaç gün yemez içmez, elini işe sürmez. Günler geçtikçe Emine'ye bir hâl olur. Benzi sararır. Sesler duymaya başlar; " Kalk Emine, memleketi düşman basıyor. " Çok geçmeden Rumeli işgal edilir. Emine bir gece sokağa fırlar: " Yol göründü, haydi, cenge! " diye bağırır. Emine'yi delirdi zannedip evine kilitlerler. Köyün imamı: “ Dokunmayın, o hepimizden daha akıllı. Bizim eremeyeceğimiz mertebeye erdi ” deyince Emine'yi kendi hâline bırakırlar. Bir gece babasının kılıcını kaptığı gibi ortadan kaybolur. Bir sabah Çoban Mehmet, bir suyun başında Emine'yi ölü olarak bulur. Emine'yi bulunduğu yere defnederler. Defnedilen yer Ses Duyan Kız'ın türbesi olur. Askerde yakınları olanlar, karşı yamaca çıkıp, " Şehit mi, gazi mi? " diye bağırırlarmış. Ses Duyan Kız da onlara bazen " şehit ", bazen " gazi " diye cevap verirmiş.

Bu öyküyü Yakup Kadri'ye yol rehberi anlatır. Karşı yamaca geçince, o da " ses duyan kız " diye bağırır. Karşı yamaçlar sesi aynen iade eder.

Anlatıcının yer yer kendini belli ettiği "Ses Duyan Kız" adlı hikâyede yazar yoldaşının anlattıklarına inanmadığını okuyucuya sezdirir.

Yakup Kadri'nin yoldaşının ağzından anlattığı bu hikâyenin benzeri öyküler, Anadolu'nun birçok kasabasında hâlâ efsane havasında anlatılmaktadır.

Sait Faik'in "Hişt Hişt" adlı hikâyesi adından da anlaşılacağı gibi "hişşt" diye ses duyan birini anlatır:

Hikâye kişisi, tıraş bıçağına sinirlenerek evden kızgın çıkar. Kırlarda, bağlarda, bahçelerde dolaşır. "Hişt" diye bir ses duyar. Sesin nereden geldiğini anlayamaz. Ot yiyen keçinin ya da eşeğin çıkardığını düşünür. Kuşlardan geldiğini zanneder. Denizden geldiğini düşünür; ama bir türlü bulamaz. O da tarlada çalışan bir tanıdığını "hişt hişt" diyerek kandırır.

Olmayan sesler de duysak, ses duymak, yaşıyor olduğumuzun bir işaretidir. Sesler duyuyorsak, hâlâ yaşıyoruz demektir. Sait Faik'in dediği gibi:

" Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt hişt sesi gelmedi mi, fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları...

– Hişt hişt!
– Hişt hişt!
– Hişt hişt!
"
Kaynak.:M.A.Sünger/WEB.Sayfalari.
Bes duyumuzu anlatirken sizlere bu duyulari yelpaze icersinde anlatmaya calistim.Sizler icin yüzlerce site sayfalarindan bilgiler toplamaya calistim.
Sizlere kendi düsüncelerimi bilgi dagarcindan bu konuda yazabilirdim.Bunun sadece sayfalara harflerin dizimi ile kelimeler yigini olacagi kanisindayim.Onun icin bu konularda günümüz icinde cogu zaman rasladigimiz veya icimizde zaman zaman duydugumuz.Bu duyulardan bir yalpaze olmasinin daha yararli olacagini düsündüm.Isterseniz buna kopyacilik diyin.Bence uzmanlarin emekleri ve düsüncelerini yazdiklari yazilarin daha cok kisilerin okuyabilmesi amacim.
Belki bu arada zaman bulamayip gözümüzden kacan noktalarin sunumu bu.
Saygilarimla.

Perşembe, Kasım 23, 2006

BIR YENI DÜNYA KESFETTIK!...



'TV'ler ilkokul 4. sınıf seviyesine göre'



Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Üst Kurul üyesi Avukat Mehmet Dadak, yaptıkları tespite göre, Türkiye'nin ortalama eğitim seviyesinin ilkokul 4. sınıfa tekabül ettiğini kaydeden Dadak, televizyon kuruluşlarının da yayınlarında ağırlıklı olarak bu kesime hitap ettiğini kaydetti.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ile Emniyet Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol gereği, yerel ve bölgesel radyo ve televizyon yayınlarını izleyerek kayda alan İl Emniyet Müdürlükleri bünyesindeki izleme birimi görevlilerine yönelik seminer, Antalya'da başladı. Üç gün devam edecek eğitim seminerine Türkiye genelinden toplam 22 İl Emniyet Müdürlüğü personeli katıldı. Seminer öncesi bir konuşma yapan RTÜK Üst Kurul üyesi Avukat Mehmet Dadak, ilgin konulara dikkat çekti. Türkiye'de nüfusun yüzde 12'ye varan bir kısmının okuma yazma bilmediğini anlatan Dadak, medya üzerinden yapılan tüketim büyük bir çoğunluğunu bu insanların yaptığını söyledi.

MEDYA, EĞİTİMSİZLİĞİ BÜYÜK BİR FIRSAT OLARAK KULLANIYOR
Dadak, 'Ülkemizde 7.5 milyon kişi okuma yazma bilmiyor. Bu nüfusumuzun yüzde 12'sidir. Yaptırdığımız bir tespite göre Türkiye'nin tahsil durumu ortalama ilköğretim 4. sınıf düzeyindedir. Bunun yanında bir o kadar da engelli vatandaşımız bulunmaktadır. Yani Türkiye nüfusunun yarıya yakını, okur yazar seviyesinde olmadığından medya sahipleri bunu çok iyi kullanmaktadır ve bu insanların durumlarına göre yayım yapmaktadırlar. Çünkü bunların tüketim çoğunluğunu bu insanlar oluşturmaktadır. Onun içi toplum eğitim düzeyini düzeltecek yayın yapılmasını istiyoruz.' diye konuştu.

Dadak, medya ve özellikle ulusal, bölgesel radyo ve televizyonları Avrupa Birliği sürecinde o ortama taşımaya çalıştıklarını söyledi. Bu süreç içinde zaman zaman medya patronları ile karşı karşıya kaldıklarını belirten Dadak, 'Önümüzde yasal engeller ve medya patronları var. Ama biz devletin ve milletin temsilcileri olarak bunların üstesinden geleceğiz.' dedi.
Kaynak:Yazmiyorum kusuruma bakmayin bende 4 nci sinif mezunuyum.
Baslik esasinda Adam Amerikayi yeniden kesfetti olabilir.
Nerdenmi diye soracak olursaniz ilk okul 3'ncü sinifta Kolombos amcayi arkasindan da Vespuci amca diye iki kisiyi okutmuslardi.3 ncüsüde attigim baslik herhalde.
Esasinda yazi baska olacakti ama onuda yarina birakayim.
Saygilarla.

KOKULARIN ALGISI...



Bu gün duyularimizin "Burnumuz kanali" ile olan bir yönünü incelemeye kalktigimiz zaman;Marcel Proust der ki: “Nesnelerin kokusu ve tadi bizlere birseyleri hatirlatmak üzere hazir bekler...anilarin devasa binasi”. Tek bir koku veya sesin geçmiteki bir çok aniyi bugüne tasimasi bilindik bir olaydir. Britanyali arastirmacilarin basini çektigi sinir bilimci bir küme bu olaya bir açiklama getirdi.
Arastirmacilar belirli bir olay ile ilgili anilarin beynin duyusal merkezlerine tasitildigini, ancak bu anilarin yerlerine ait kayitlarin ise hipokampüs diye adlandirilan bölgede siralandigini iddia etmektedirler. Böylece bir duyunun bir aniyi çagirmasi, diger duyulari canlandiran diger anilari da tetikler.
Bu,daha önceleri anilarin geri getirilmesi konusundaki bir çalismaya önderlik etmis olan Jay Gottried’a (Londra Üniversitesi Sinirbilim Görüntüleme Labrotuvari) göre asina oldugumuz bir sarkinin veya eski sevgilinin parfümünün, geçmisin detayli bir resmini neden olusturdugunu açiklayabilir.
Ve ekliyor “Bu bizim hafiza dizgemizin güzelligi”. “Düsünün , kumsalda güzel bir gün. Günes denizin kokusu, daha önce birlikte oldugunuz arkadaslariniz, yudumladiginiz bira... Bunlardan herhangi bir tanesi hikayenin bütün anilarini canlandirabilir.”
Gottfried’in takimi bu açiklamaya, deneklere herbiri ilgisiz bir kokuyla çiftlenmis resimleri göstererek vardilar. Deneklerden her resim-koku çifti arasinda bir baglanti kurmalari istendi. Örnegin,bir ördek resmi ile gül kokusunun eslendigi durumda denekler, gül bahçesi içinde dolasan bir ördek düsünümüs olabilirler. Sonrasinda denekler yine ayni resimlere, kokular yokken ve arada yeni resimlere göz atarak baktilar. Eylem sirasinda arastirmacilar deneklerin beyin hareketlerini kaydetti. Asina olunan resimlerin hem hipokampüsü hem de koku duyusu ile ilgili piriform kabuk bölgesini aktive ettigi görüldü. Yeni resimlerin ise yukaridakine benzer bir etkisi olmadigini arastirmacilar Neuron dergisinde açikladilar. Çalismada görsel uyaranlarin da daha önceleri karsilasilmis kokularla ilgili beyin bölgelerini hareketlendirebilecegi gösterilmistir. Aslinda hersey öteki türlü mü oluyor ? Sonuç itibariyle koku, hatirda tutmayi en çok tesvik eden duyu olarak uzun zamandir ‘hafiza duyusu’ diye anilmaktadir.
Arastirmacilar direk olarak bu sorunun cevabini aramis olmalarina ragmen, Gottfreid: “Ama koku hafizasi unutmaya karsi en dayaniklisi” diyor. Önceki çalismalarda görme ile ilgili anilarin günler, hatta saatler içinde kaybolmasina ragmen, koku yoluyla hatirlamanin bir yil kadar bile bozulmadigini ortaya konulmustur.
Gottfried hipokampüsün yönetici rolünü terk ettigi durumlarda dahi koku kökenli hatiralarin kalici olabilecegini düsünüyor. Hipokampüsü zarar görmüs hastalar yakin geçmislerine kadar uzayabilen hafiza kaybina ugrayabilmelerine ragmen, çocukluklarindan kalma kokulari ise hatirlayabilmektedirler.
Fakat konunun uzmanlari halen burnumuzun anilarimiz üzerinde niye böyle bir etkisi oldugunu bilmiyorlar. Halamizin yaptigi kekin kokusunun bizi nasil çocuklugumuza götürdügü gibi siki iliskilendirmeleri beynimiz tam olarak nasil yapiyor ? Gottfried bu soruyu söyle cevapliyor: “Eger bu soruya bir cevabiniz varsa Nobel Ödülüne bakiyorsunuz demektir.” Evet dostlarim yasaminiz boyunca ilerde geriye dönük hatiralari tekrar yasamak isterseniz.Güzel kokularin bulundugu yerlerin kiymetini bilin.Bununda doganin güzellikleri olacagini hatirlatma,onlari elimizden geldigi kadar korumaya itimam göstermemizi yazmam sacma olur sanirim.Gözlerinizi kapayin cevrenizi koklayin bakalim sizlere hangi anilarinizi cagiristiracak.Bu satirlari yazarken kücükken mahallemizdeki bir Teyze aklima geldi.Onlara ziyarete gittigimiz zaman sarilir ve derin derin koklardi.Simdi onu cok daha iyi anliyorum.Bizler onun belleginde her zaman kalacak birer aniydik.
Saygilarla.

Çarşamba, Kasım 22, 2006

BITMIYEN CILE !...


1 yaşında ama 10 öğün yiyor !
Obezite'nin ciddi bir rahatsızlık olduğunun en somut örneği Van'dan gelen bir haber...
Muradiye'de aşırı yemek yiyen bir yaşındaki Muhammet Ali Polat, görenleri şaşkına çeviriyor. Zira henüz bir yaşında ve tam 20 kilo ağırlığında. Doğduğunda kilosu 4.5 olan küçük Ali, aşırı yemek sonucu bu hale geldi.
10 ÖĞÜN YEMEK YİYOR
Küçük Ali'yi doyurmak ailesi için çok güç. Çünkü 1 yaşındaki çocuk günde 10 öğün yemek yiyor. Sadece bu kadar da değil, en az 6 biberon da çay içiyor. Küçük Ali'nin yaşamı yemek yiyip uyumaktan ibaret. Aç kaldığı anda sürekli ağlıyor, yemeğini yediği anda ise hemen uyuyor.
Küçük Obezin babası Mahmut Polat, balıkçılık yaparak geçiniyor. Günde 10 öğün yemek yiyen küçük Ali'nin ihtiyaçlarını karşılakta zorlanan aile yardım bekliyor.
Kaynak:Istanbul Akis.
Üc gündür Tv.lerde gösterilen bir haber.Ilk seyredildigi zaman Bebegin o sirin durusu.Arkasindan gelen Resimler biraz bizleri düsünceye sevk ediyor.
Bu haberde neler gördüm :
1.Tipik bir anadolu ailesi.Rizkini Allah verir bir kac Sene icersinde 6 Kisilik bir aile.
2.Ilk cocuk kiz olunca bir daha, bir daha 4 ncü cocuk da erkek evladina kavusma.
3.Babanin ifadesi Erkek oglunun obeze rahatsizligi ve itiraf Akraba evliligi.Esi Hala kizi imis. "Bunun bilincinde"
4.Caresizlik yardim nidalari.Tv.nin yardimi ile tedavi icin bebegin hastaneye götürülmesi.
Resimlerin karelerine dikkatli olarak baktigim zaman icimi en fazla sizlatan ne oldu dersiniz?...
"Ufacik tefecik annenin o 20 kilo'luk bebegi tasimasi.Baba nin masallahi var tasi siksa suyunu cikarir ama.Erkek cocuk diye kisa zamada 4 cocuga sahip olmasina ragmen o güclü kuvvetli adamin bebegi kucagina alip tasimamasi."
5.O bir erkek, Anadolu erkegi.Sanina yakismaz.O minik anne bir gün hastalanir cöker yerine bir yenisimi gelir ?
Bitmiyen Cile diye bir baslik attim.Yoksa sizin akliniza gelen baska bir baslik varsa deyin de degistireyim.
Saygilar.

GÖZLER...

Blog images



Göz öyle bir hassedir ki, ruh bu alemi o pencereden seyreder.
Bediüzzaman Said-i Nursi
Kadınlar erkeklere söyleyeceklerini gözleriyle söylerler.
Hz. Muhammed
Kapalı gözler, ruhu seyretmenin en güzel şeklidir.
Victor Hugo
Kalbin gözleri, vücudun gözlerinden çok daha iyi görür.
Reşad Nuri Güntekin
Kalp kör olduktan sonra gözün görmesinde yarar yoktur.
Hz. Ali
İnsana kimse gözü gibi lalalık edemez.
Mevlana
Kadınlar erkeklere söyleyeceklerini gözleriyle söylerler.
Alphonse Daudet
İnsanın ancak iki gözü var, fakat görmek için yüz tane gerek.
Theodor Storm
Leyla'nın güzelliğine ancak Mecnun'un gözüyle bakmalısın ki, onu seyretmenin sırrı sana da görünsün.
Şeyh Sadi Şirazi
İnsan, ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayasını gözler göremez.
Saint Exupery
Hayatın ışıkları kısıldığı zaman, yalnız sevginin gözü uyanık kalır.
Bordilon
Hissi göz, güneşe zebundur, İlâhî bir göz ara.
Mevlana
Gözlerin konuştuğu dil her yerde aynıdır.
George Herbert
Dilin ağır, gözün çabuk işlesin.
Cervantes
Gözler övülünce, geri kalan yerler hiçbir şeye yaramıyor demektir.
Lermontov
Aşkın dili, gözlerdedir.
Phineas Fletcher
Bazen dudakların bitiremediği cümleleri, gözler tamamlar.
Ahmet Hikmet Müftüoğlu

Aklın binlerce gözü, kalbin ise bir tek gözü vardır.

Duyularimizda gözü ele aldigimiz zaman yukarda gördügümüz söyleslerde onun bizim yanliz görme islevinde kullanmadigimizi neleri nasil görebilecegimizi neleri de görsek bile algilamak istemedigimizi gösteriyor.Anatomik bir görmeden bahs etmiyelim.Cünki o organimiz devreden ciktigi taktirde onun yerini.Duyma,dokunma koku ve tadma duyulari tamamliyacaktir.Her gördügümüz olan sey algilama yolunda bize hakikatlerin aynasi olabilmektemidir.Yoksa bizler görmek istediklerimizin mi cabasi icinde bocalariz.Bu duyumuz ile hangi duygularimizin kapisini aralariz.Telapati,ESP vs.vs bu konumlara daha fazla girmeden peki bu duyumuzda rahatsizlanma ile gelecek olan seyler neler olabilir.
AGNOZİLER: “Gnozis” Yunan sözü olup, tanımak (idrak) “a” ise inkar manasına gelir; kelime olarak yani tanımanın bozulması demektir. Agnozi’ye duyu organlarının anatomik ve fizyolojik bozukluğu ile değil beyin korteksinin yüksek integratif bölümlerinin zedelenmesi neticesinde meydana gelir. Agnoziler bütün duyu organlarına ait olabilir.Biz ise bu bölümde görme duyumuzu ele aldigimiz icin; Görme (optik) agnoziler nisbeten daha çok ortaya çıkmaktadır. Buna “Ruhî Körlük” de denir. Böyle bir bozukluğu olan hasta, her hangi bir eşyayı bakmakla tanıyabilmiyor, lakin eşyaya eli ile dokunduğunda bu eşyayı düzgün olarak kavrayabiliyor. Meselâ, hasta herhangi bir şekle bakarken orada tasvir olunan hadisenin özelliklerinin anlayabilmiyor. Bazı harfleri tanıyamadığı için, yazıyı okuyamıyor, (aleksiyon), bazen not yazılarını (optik amuziya), rakamları, renkleri, bir sıra durumlarda ise hasta tarafından çok iyi bilinen eşyalar sanki ilk defa görüyor gibi olmaktadır.
İllüzyon, Fransızca olup; aldatıcı tasavvur, yanılma veya yanılsama demektir. Başka şekilde ifade edilirse tahrif olunmuş veya bozulmuş kavramadır. Duyu organlarına bağlı olarak illüzyonlar beş gruba ayrılır. Bunlar görme, işitme, koku, tad ve taktil illüzyonlardır. Bazen illüzyonlar psiki olarak sağlam insanlarda da ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda, olayı bir hastalık gibi değil, şu veya bu sebepten dolayı kavramanın zorlanma sonucunda veya fizikî hadiselerden dolayı ortaya çıkan patolojik olmayan illüzyonlar olarak kabul edilmelidir. Mesela kulağı ağır duyan veya gözü zayıf gören adamın ses ve eşyaları düzgün kavraması veyahutta içinde su bulunan bir kaba batırılan kaşığın kırılmış gibi görünüşü v.s. söylenebilir. İllüzyonlar bazen fizikî ve mânevî yorgunluk neticesinde de meydana çıkabilir.
Ruhsal bozukluklar sonucunda oluşan illüzyonlar meydana geldiğinde, hasta kendi hatasını düzeltebilmek iktidarında olmuyor. Yanlış kavrama bu durumlarda uzun müddetli devam edebilmektedir. İllüzyonlar düşünce bozuklukları ile ortaya çıkan hastalıklar döneminde (mesela, yüksek ateşle seyreden hastalıklar veya intoksikasyonlarda) daha çok karşımıza çıkmaktadır. Böyle zamanlarda illüzyonlar, aynı zamanda bir çok duyu organını da kapsayabilmektedir. Meselâ, hasta; hastahane personelini kendi akrabaları gibi görüyor, muhtelif alet ve cihazları acaib hayvanlara benzetebiliyor. Hastaların veya tıp personelinin birbiri ile yaptıkları sohbeti onun hakkında konuşuyorlar gibi algılıyor, mutfaktan gelen kokuyu insan etinin pişirilmesinden kaynaklanan kokuya benzetiyor v.s.... Duyu organlarına mahsus illüzyonlara ilave olarak, üç tür daha illüzyonlar mevcuttur. Bunlar affektif, verbal ve pareydolik.
Affektif (affektogen) illüzyonlar, duyguların, hissiyatın, güçlenmesi ile birlikte korku ile sıkıntı içinde bekleme dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Bu durumdaki bir hasta duvarda asılı olan paltoyu bir hırsıza, ağacın eğri budağını ona hücum etmeye hazırlanan zehirli bir yılana, pencere camından düşen gölgeyi bir caniye benzetebilir.
Pareydolik illüzyonlarda, etraftaki cisimlerin detayları, mesela duvarda asılmış bulunan bir halının nakışları ve muhtelif çizgileri, gökteki bulutları fantastik sahneleri hatırlatan hadiseler gibi algılanabilir. Bu çeşit illüzyonlar, delirium halinin (alkol psikozu) başlangıç safhalarında ortaya çıkabilir.
Hallüsinasyon (Hallücinatio)-Latin söz olup hayal görme (karabasma-sersemleme) demektir. Hasta bu dönemde, beynin kavrama merkezinde olmayan şeyleri hayalî olarak oluşturur. Yani objesiz kavramadır. İllüzyonlar gibi hallüsinasyonlarda duyu organlarına bağlı olarak beş çeşitte karşımıza çıkabilir. Bunlar görme, işitme, tad, koku ve taktil hallüsinasyonlardır. Hallusinasyonlar izole duyu organlarına münhasır olabildiği gibi, bunların birkaçı veya tamamını da kapsayabilir. Mesela hasta, bir dönemde koluna bir yılan dolandığını görebilir, onun nefesini işitir ve soğukluğunu hissedebilir.
Görme hallüsinasyonları bazen sade olabilir. Mesela kıvılcım, parıltı, tütsü, çizgi v.s. şeklinde olabilir. Bunlara fotopsiya denir. Bazan ise karışık ve murekkep tipte olabilir. Bu durumda hastalar, objektif olarak mevcud olmayan hayvanlar, muhtelif insanlar, hadiseler (mesela kavga meydanını hatırlatan sahneler v.s.) gördüğünü söyleyebilir. Ağır ruhsal hastalığa tutulmuş bir hasta şöyle demiştir; “Karşıma üç nefer adam geliyor. Birinin elinde bıçak, diğerinde tabanca, üçüncüsünde ise balta vardır. Onların üçü de benim.”
Taktil hallüsinasyonlarında hastalar bedenlerinin muhtelif bölgelerinde uyuşma, karıncalanma, gerilme, ağırlık, kaşınma gibi hislerin oluştuğunu, bedeninde böceklerin veya karıncaların gezdiğini söyleyebilmektedir. Bazı durumlarda bu böcekler sanki bedeni dişliyor, tırmalıyor ve rahatsızlık veriyor.
Taktil hallüsinasyonların visseral tipinde, hastalar dahili organlarında (yemek borusu, mide ve bağırsaklarında, eklemlerinde v.s.) diken, bıçak veya canlıların (arı, karınca, böcek, v.s...) olduğunu bildirmektedir.
Hallüsinasyonlar hangi duyu organına ait olmasından temel almayarak hakiki ve yalancı olmak üzere iki gruba ayrılır.
Hakiki hallüsinasyonların objektif (halusina tor obraz) kişinin dış muhitinde yerleşmiş olur. Mesela, ses duvarın arkasından, sokaktan, komşudan veya diğer odadan geliyordur.
Yalancı hallüsinasyonlar (pseudohallüsinasyonlar) daha karmaşık özelliklere haiz olup, sadece kavrama yetenekleri üzerinde değil, aynı zamanda düşünce yeteneklerini de kapsamaktadır. Bu zaman hallüsinasyonlar bedenin kendisinde yerleşmektedir. Bu durumlarda hasta sesi, kokuyu, acaib hayvanı bedenin içinde hisseder. Hastayla konuşulduğunda, seslerin beyninin içinden geldiğini söyler. Koku midesinden gelmektedir. Vahşi hayvanları ise “Beynimin gözü ile görüyorum” demektedir.Görme duyumuzun aksakliklari halinde ola gelebilecek seyleri biraz olsun anlatmaya calistik.Bu duyumuzu diger duygulara felsefe yoluylada anlatabilir yelpaze icersinde yaymaya kalktigimiz zaman bu bes duyumuzun su anda 33 duyu ile baglantisi olarak görüldügü 5 duyunun yavas yavas tarihe karistigini görecegiz.Yarin biz gene yeni ufuklara dalmadan öteki duyularimizdan bahs edelim.
Bu duyumuzun bize verdigi getiri ve götürülerini bizce ne kadar bir önem tasidigini soracak olursaniz.Orasi da size kalmistir.Onu yorumlamak ise sizlerin tekelindedir.
Saygilarimla.

Salı, Kasım 21, 2006

GÖZGÖZE GELDIK !..


Oturmus aksam haberlerini seyrediyordum.Egitim YÖK,Papa derken .Birden
bir arabanin carpip kactigi kenarda yatan bir köpegi gösteriyordu.Sansli bir köpek; Diyeceksiniz ki nesi sans bunun araba carpmis öylece kaderine birakip
gitmis bu isi yapan canavar.Bu gün köpegi yarin seni veya beni onun icin hic fark etmez.Gelelim konumuza sans köpegim tam Oran sitesinde Sayin Ecevit'lerin evinin karsisinda olmasi.Sn Rahsan hanim yarali hayvani görür görmez kapidaki korumalara derhal:
- haber verin belediye'ye bu yarali hayvani tedavi icin götürsünler.Kisa bir an sonra iki Belediye görevlisi geliyor hayvani arabaya yüklüyorlar.Rahsan hanim insanlik görevini yapmisti.Her duyarli kisi gibi.Iste tam o anda ben odamda Rahsan hanim ise ekranda idi gözgöze geldik.
Kisa bi bakisma oldu, ikimizde ayni seyi düsünmüstük.Ben odamda yapacagim bir sey yoktu ama onun vardi.Hemen üstüne mantosunu alarak Belediye arabasinin arkasindan tedavi masasina yatirilip tedavisi olana kadar takip etti.
Ekrandan ayrilirken gene göz göze geldik.O beni anlamisti ben ise insanin tasidigi 6 duyum ile ona tesekkür ettim.O güzel gencecik hanima.
Saygilarimla.

BES DUYU !...


Yasama ilk adimdan itibaren, annemizin karnindan basliyarak.Son noktamiza kadar bizi takip edecek, ana temeller .Okul yillarina kadar onun ne oldugunu anlamaya calisirken!Ilk okul yillarinda bize ana temellerini ögretmenimiz den almaya baslariz.Icimize ektigimiz bu minik tohum yasamimiz boyunca büyür büyür bizi yönlendirmeye baslar.Onlarin sayesinde yeni yeni duygular olusur icimizde.Güzeli,cirkini,renkleri,materyel diye adlandirdigimizi bir seri seyi görürüz.Bu gördüklerimizin ayrintilari ile yeni yeni duygu seline kapiliriz.Görmek bizim icin yeterli olmadigi icin ona dokunur.Duyar, koklar,tadma hissine kalkariz.Peki bu ana bes duyu hakikaten bizleri her zaman dogru yön de mi etkiler.Her gördügümüz.Her duydugumuz.Dokundugumuz,kokladigimiz,tadina ulasdigimiz.Bizlere dogrularimi gösterir?Yoksa bu duyularin altinda bastirilmis duygularin birer kalkanlarimidir.Neden bir duyunun olmadigi yerde digeri onun yerini almaya calisir.Bizleri manipule edebilmekte ana temel olmaya calisirlar.Onlarin önümüze serdigi yasam oyunun birer atriksi olmalimiyiz.Yoksa zaman zaman onlari durdurmaya calismalimiyiz.Ne dersiniz ilk duyu'yu "görme"yi masamiza yatiralim.Bakalim bizlere verdigi ve bizlerden neler götürdügünü inceliyelim.
Saygilarla.

Pazartesi, Kasım 20, 2006

PAZAR'in ERTESI!...


Pazar Günü siteme söyle baktigim zaman sitenin sol kösesine yapistirdigim Aktif Haberi söyle bir karistirdim tam iste o an Umur Talu'nun bir yazisi gözüme takildi.Yazisinin bir bölümünün icerikligi söyle geciyordu :
"O, Hilal Coşkuner.
12 yaşında, Trabzon 24 Şubat İlköğretim Okulu öğrencisi.
Kenan Taşkın, cuma günü Sabah'ın iç sayfasındaki haberinde, Hilal'in yaptığını ve yapmadığını duyurdu: Kros yarışına katılanlardan biriydi.
Önde koşuyordu. Son 200 metreye de önde girmiş, birinciliğe gidiyordu.
Arkasındaki "başka okuldan rakibi" çığlık atarak yere yığıldı.
Hilal, finişe koşmak yerine geri döndü. Düşen Sibel' in yanına gitti. Elini verdi. Kaldırmaya çalıştı. Rakibi baygındı. Sonra bir doktor da geldi.
Hilal "yarış"ı kaybetti. Bu sözde ortak, tuhaf, amansız hayatımız Hilal'i kazandı.
Kutlayanlar, eksik olmasınlar, eksik olmadı.

Kazanacakken düşene elini uzatıp yarıştan vazgeçebilen 12 yaşında bir çocuk ne milli geliri artırdı, ne ihracatı, ne Borsa'yı yükseltti.
AB'ye girmeyi, Avrupa'ya sesimizi duyurmayı, medyaya daha çok Alman sermayesi gelmesini, Nobel yahut Avrupa şampiyonluğu almayı da sağlamadı.
Ülke kaderini değiştirmedi; eğitimde reform, laiklikte güvence, 301'e çare, inanç özgürlüğüne kol kanat olmadı.
Bebek ölümlerinin azalmasını, kapkaçın önlenmesini, Trabzon'un liderliğini de getirmedi.
İleride belki, umarım büyük damgalar da vurur, hem de bu tevazuu ile ama şunu hatırlattı:
Sen koşarken, olur ki arkanda yere düşen biri varsa, elini uzatabilirsen, hiç kötü olmaz.
Bu, yapılabilir; evet bu da yapılabilir.
Ne iyi ki, şu amansız itiş kakış, horlama ve aşağılama silsilesi içinde, Hilaller de var.
Onlar varsa, hep ümit de var.
"
Evet dedim kendi kendime iste bu; yazi, ihtiyacimiz olan, icimiz de özledigimiz duygular.Belki cogunuz okumussunuzdur.Belki de gözünüzden kacmistir.
Onun icin haftaya dün okudugum bu güzel duygulari yeni bir haftanin baslangic gününde sizlerle paylasmak istedim.
Tesekkürler " Sn.Hilal Coskuner",
Tesekkürler " Sn.Umur Talu"
Saygilarla.

Pazar, Kasım 19, 2006

PAZAR'IN SOHBETI BIR KUS OLSAM





Her pazar sizlerle oturup bu sayfalarda Pazar'in Sohbetini yapiyoruz.Kiziyor yaziyoruz.Sevinclerimizi paylasiyor.Sakayla ciddiyeti hamur yapip ikramda bulunuyoruz.
Bu Pazari ise yazarak degil okuyarak degil.Bir kus misali gönlümüzde yasattigimiz yerlere ucarak gecirelim.Ben bir kus olsam sehrimin üzerinde tur atsam dedim bu pazar.Sevdiklerimin yasadigi sehre kus misali baksam dedim.Ya sizler! Gözlerinizi kapayin, sevdiklerinizin ellerinden tutup, onlarla birlikte kus misali gönlünüzün sevdigi diyarlara, sehirlere ucunuz.Mutluluklar sevgiler sizin olsun Dostlarim.
Saygilarla.
H.A.E

Cumartesi, Kasım 18, 2006

ENERJI !!! E=mc 2

image hosting file



Bu gün Enerji ihtiyacinin sene orani/Sanayi kalkinma hizi ile birlestirdigimiz zaman verilere göre % 8 olarak görülmekte.Bu durum karsisinda acilen alinacak Enerji alternatifi ne olabilir.Bu gün Dünya da kullanilan Atom Reaktörü.Evet dedigimiz zaman bunun ilk temel atimi ile üretime gececegi zaman 4,5-5 sene bu zaman icersinde ihtiyaci karsiliyacak olan enerji eksiginin karsisinda kac tane Reaktöre ihtiyac oldugu ve bunun maliyeti.Maliyetin yap kulan sys.temi altin da düsünecek olursak.Ilerdeki günlerde kullaniciya maliyeti ne olacaktir.Senelerin gösterdigi politik seffaflik.Her hangi bir tehlike aninda halka ne derecede yansiyacak.Bunu Cernobil kazasinin arkasindan cay icen milletvekillerimiz bizlere gösterdigi hala aklimizdan cikmamistir.Ikinci bir konu ise atiklarin saklanmasi.Daha Fabrika atiklarinin skandallari süre gelirken.Aci tarafi ise bunu yapanlarin bir kac ufak cezalarla kurtuldugu bir ülkede .Bazi noktalarin bir kac defa düsünülmesi gerekmezmi.
Atom reaktörlerin bu günkü enerji maliyeti diger alternatifler icersinde secenek olmasi sartmidir.Sakin bunun karsilastirmasini Ucak ve otomobil kazalari ile karsilastirarak komik seyler yapmaya da kalkmiyalim.
Radyasyon Kazaları 1944-2001

Dünya Genelinde 1944-2001 arası 420 radyasyon kazası meydana gelmiş, bu kazalarda en az bir kişi yüksek oranda radyasyon ile ışınlanmıştır,
3000 kişi yüksek doz almış, 133 ölüm olayı gerçekleşmiştir.
Ancak, radyasyon kaynaklarının kontrol dışı kalması sonucu daha ciddi kazaların olacağı öngörülmektedir (Avrupa'da 30.000 kayıp kaynak).
Ikinci bir alternetif olarak Rüzgar Panellerini ele alacak olursak.
bu gün temel atimina basliyacak olursak 1 sene icersinde üretime basliyabilecegi veriler icersindedir.Sizlere 2006 senesi olarak yasadigim ülkenin bu payi rakkamlarla vermeye kalktigim zaman.70 Milyon Sanayi ülkesi olan Almanya'nin enerji ihtiyacini 6,8 ni karsilamaktadir.Bu oran tüketimin bizim tüketim rakkamlari ile mukayese yaptigimiz zaman.Cok cok daha yukarilarina cikabilecegini tahmin edebilirsiniz.Bu günki sayisi 18.054 adet olmakta ve alinan enerji miktari senelik 26,5 milyar kilowat/saat.Bu arada bu secimle hava kirlenmesinin önledigi C 02 miktari ise 26 milyon ton.Acilan is sahasinda calisan insan sayisi 2006 senesi ile 64 bin is yeri.
Günes enerjisini ele alicak olursak.Bu günki sartlar altinda maliyetin biraz daha yüksek olmasi.Kullanan ülkelerin cografi durumlari bu sektöre yapilan yatirimlari biraz agarlastirmistir.Bu durum ancak senelik %1 artimi göstermis olmasina ragmen.Mevcut Atom reaktörlerinin devreden cikarilmasi yönündeki calismalarin karsiligi olarak 2013 senesinde bunun 49 TWh ya ulasmasi planlamis ve yatirimlar ona göre yapilmistir.Ülkemizde ise yapilan ölcümlerle günlük 7,2 saat günes enerjisinde olmasi bu alternatifi ön plana cikartmaktadir.Bu enerjinin senelik kirlenme önlemesi C02 olarak 20-30 milyon ton olarak hesaplanmaktadir.
Bugün Dünya da 500 milyar m3 Hidrojen üretimi olmakta bu konumda Türkiye'de de calismalar yapilmaktadir.En cok Petrokimya endüstürisinde kullanilmaktadir.Su anda
Ticari bir üretime gecilememistir.
Diger alternatiflerin bizim konumuza uyan bölümlerinin maliyet ve bölgelere yayayarak bu Enerji ihtiyacinin karsilanmasi en az tehlikeli boyutlara ulasilmadan
yapabileceginin kanisindayim.Iki günlük yazi dizimde sizlere biraz olsun alternetifleri anlatmaya calistim.Bu konular da panige katilmadan cok iyi düsünülmesi gereken konulardir.Bu gün yapilan panellerde tabiki cok yönlü ele alinmaktadir.Bilim adamlarinin düsünceleri ile cevreci kisilerin düsünceleri hic bir zaman uyusmasini beklemek yanlis olur.Benim kendi fikrime göre cografi durumumuzu
göz önüne getirerek.Maliyet hesaplarinin en iyi sekilde yapilmasi ile bir de kafamizi kumdan cikarirak diger ülkelerin kulandiklari bu günki enerjilerin yerine yeni enerji konseptlerine bakarak acele etmeden karar vermemiz gerekmektedir.Bu gün
Atom reaktörlerinin alternetiflerini devreye sokarak yavas yavas bu enerji den vaz gecilmeye baslanmasinin her halde bir nedenleri bulunmaktadir. Unutulmamasi gereken en önemli konumlarindan bir tanesi de secilecek olan enerji lerde eger hava kirlenmesini önliyecegi faktörleri tasiyorsa bu konumda ayrilan mali yardimlardan faydalanmak icinde calismalar ve hesaplar yapmamiz geregini düsünüyorum.Ab standartlari olsun veya bir cok ortakliklarda maddi yönleri iyi etüd ve incelemeler de bulunmadigimiz icin faydalanabilecegimiz, bir cok kapilari acmakta gec kaldigimiz konumundayiz.
Bazi bilgilerin hic olmazsa medyanin katkisiyla alt tabana aktarilmasinin zamani gelmis de gecmektedir.Unutulmamasi gereken sey hepimizin ayni gemide olamizdir.Bu gün birey olarak; atilan her imza ve anlasmalarda bizlere düsen payin ne oldugu veya bizlerden neler götürecegini bilmenin zamani gelmis de gecmektedir.Bu gün herzaman söyledigim gibi AB ülkelerinde yasiyan bireyler AB konusunda tam olarak bir bilgiye sahip olmamalarina ragmen kendilerini ilgilendiren her konuyu menfaatleri icersinde aninda ögrenmektedir.Orada bu kararlari cikaranlari oraya gönderenlerinin kendileri oldugunun bilinci icersindedirler.
Saygilarimla.

Cuma, Kasım 17, 2006

ENERJI PRIZ'den GELIYOR!!! "E = mc2"



Önümüz deki günlerde bizleri bekliyen sikintilarimizdan biride Enerji ihtiyaci olacaktir.Bu gün Sanayi'ye dönük calismalarin ana ihtiyaclarinin basinda gelen enerji problemi.Bu gün Dünya üzerinde bulunan enerji üretiminden bir kac örnek vermek istedim.Bu alternatiflerin hangisinin tercihi ve bizlerin bunlardan hangilerin den faydalanmamizin getiri ve götürülerini incelemek istedim.Yazimda bu Enerji cesitlerinden bir kacini göstermek, yarinda bunlarin hangilerinin altindan kalkila bilecegini ele almak istedim tabii bu sizlerin de yorumlari ve katkilari ile olacagina inaniyorum.
Nükleer enerji nedir?
Uranyum gibi ağır radyoaktif atomların, bir nötronun çarpması ile daha küçük atomlara bölünmesi veya hafif radyoaktif atomların birleşerek daha ağır atomları oluşturması sonucu çok büyük miktarda eneji açığa çıkıyor. Bu enerji 'nükleer enerji' olarak adlandırılıyor.

Nükleer santrallerin geçmişi:

Dünyanın ilk nükleer enerji santrali İngiltere'deki Calder Hall'de 1956 yılında kuruldu.

Bugüne kadar dünya çapında birkaç önemli nükleer kaza meydana geldi. Bunlardan en önemlisi 1986'daki Çernobil nükleer faciası oldu. Kazanın sonuçları, 20 yıl sonra bile hala milyonlarca insanı etkiliyor.

Avantajları:

İyi yapılmış nükleer santraller, kömürle çalışan santrallere oranla daha temiz olabiliyor.

Radyoaktif maddeler, aynı miktardaki fosil yakıta göre daha çok enerji üretiyor.

Nükleer santraller, fosil yakıtla çalışan santrallere göre daha az sera gazı etkisi yaratıyor.

Dezavantajları:

Uranyumun çıkarılması 'temiz olmayan' bir işlem.

Ayrıca nükleer santrallerin atıkları, yüzyıllarca zehirli etkisini sürdürüyor. Bu atıkları kalıcı biçimde depolamanın ya da yok etmenin bir yolu yok.

Bir hata durumunda çok fazla sayıda insanı ve çevreyi etkileyebilecek felaketler yaşanabiliyor. (Örnek: Çernobil)
Uranyum kaynakları kısıtlı

Ayrıca nükleer enerjinin, tehlikeli kazalar, radyoaktif salımlar ve radyoaktif etkisinin geçmesi yüzyılları bulan atıklar gibi riskleri de var. Petrol fiyatlarındaki artış ile birlikte beklenmedik bir bahar yaşamaya başlayan nükleer enerjinin uzun vadeli bir alternatif olmadığı ise Greenpeace’in örgütünün dünyadaki uranyum kaynağına ilişkin bir araştırması ile ortaya çıktı. Buna göre, şu anda bilinen uranyum kaynakları gittikçe artan ihtiyaca en fazla 65 yıl cevap verebilecek.

İhtiyaç artış hızına göre uranyum kaynaklarının 2026 - 2070 yılları arasında tükenmesi bekleniyor. Son beş yılda uranyum fiyatındaki artış da talep artışına olduğu kadar kaynakların kısıtlılığına da bağlı. Nükleer tesislerde kullanılacak uranyum çubuklarının yapılması için kullanılan U308’in yarım kilosu 40 dolarla beş yılda neredeyse beş kat arttı.
’60 YILIMIZ KALDI’

Prof. Dr. Demir İnan, doğal ve tükenmeyen enerji kaynaklarının günlük yaşamda kullanılabilmesi için gelişmiş ülkelerin AR-GE çalışmalarına büyük önem verdiğine işaret ederek, Türkiye’de üniversiteler ve TÜBİTAK’ın bu alanda çalışmalar yürüttüğünü söyledi. Kömür ve petrol gibi fosil enerji kaynaklarının 60 yıl içinde tamamen tükeneceğini anımsatan İnan, 21. yüzyılda alternatif enerji kaynaklarının kullanımında ciddi bir artış yaşanacağını da sözlerine ekledi.
Rüzgar Teknolojisi

Rüzgar enerjisi Betz teoremine göre max. %59,3 etkinlikle mekanik enerjiye çevrilebilir. Bu çevirim, rüzgar türbini tarafından yapılır. Böyle bir türbin; çevredeki engellerin rüzgarı kesemeyecek kadar yükseklikte bir kule üzerinde bulunması gerekir. ayrıca yüksek verim için geniş düzlükler bu enerji kaynakları için daha elverişlidir. Türbinin rüzgara göre yönlendirilmesi, rotor ekseni ile rüzgar doğrultusu arasındaki yav açısını kontrol eden mekanizmayla sağlanır. Elektrik üretimini sağlayan bu makineye rüzgar jeneratörü adı verilir.

2000 yılı için kurulu kapasite hedefi ABD'de 2800 MW, Avrupa'da 6340 MW, Asya'da 3817 MW civarında olması tahmin edilmektedir. Avrupa'da en büyük kapasite Almanya'da 2000 MW olacak ve onu 1000 MW'la Danimarka takip edecektir. Gelecek 10 yıl sonunda ABD elektrik üretiminin %20 sini rüzgar enerjisinden sağlamayı hedeflemiştir. Avrupa Birliği ise 2005 yılında elektrik enerjisinin %20 sini yenilenebilir. kaynaklardan sağlamayı hedeflemektedir. Bu projede ise rüzgar enerjisine %2'lik bir pay ayrılmıştır.
GÜNEŞ ENERJİSİ VE TEKNOLOJİLERİ
Güneş enerjisi, güneşin çekirdeğinde yer alan füzyon süreci ile açığa çıkan ışıma enerjisidir, güneşteki hidrojen gazının helyuma dönüşmesi şeklindeki füzyon sürecinden kaynaklanır. Dünya atmosferinin dışında güneş enerjisinin şiddeti, aşağı yukarı sabit ve 1370 W/m² değerindedir, ancak yeryüzünde 0-1100 W/m2 değerleri arasında değişim gösterir. Bu enerjinin dünyaya gelen küçük bir bölümü dahi, insanlığın mevcut enerji tüketiminden kat kat fazladır. Güneş enerjisinden yararlanma konusundaki çalışmalar özellikle 1970'lerden sonra hız kazanmış, güneş enerjisi sistemleri teknolojik olarak ilerleme ve maliyet bakımından düşme göstermiş, çevresel olarak temiz bir enerji kaynağı olarak kendini kabul ettirmiştir.
TÜRKİYE'DE GÜNEŞ ENERJİSİ
GÜNEŞ ENERJİSİ POTANSİYELİ
Ülkemiz, coğrafi konumu nedeniyle sahip olduğu güneş enerjisi potansiyeli açısından birçok ülkeye göre şanslı durumdadır. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünde (DMİ) mevcut bulunan 1966-1982 yıllarında ölçülen güneşlenme süresi ve ışınım şiddeti verilerinden yararlanarak EİE tarafından yapılan çalışmaya göre Türkiye'nin ortalama yıllık toplam güneşlenme süresi 2640 saat (günlük toplam 7,2 saat), ortalama toplam ışınım şiddeti 1311 kWh/m²-yıl (günlük toplam 3,6 kWh/m²) olduğu tespit edilmiştir.
HİDROJEN
Hidrojen 1500'lü yıllarda keşfedilmiş, 1700'lü yıllarda yanabilme özelliğinin farkına varılmış, evrenin en basit ve en çok bulunan elementi olup, renksiz, kokusuz, havadan 14.4 kez daha hafif ve tamamen zehirsiz bir gazdır. Güneş ve diğer yıldızların termonükleer tepkimeye vermiş olduğu ısının yakıtı hidrojen olup, evrenin temel enerji kaynağıdır. -252.77°C'da sıvı hale getirilebilir. Sıvı hidrojenin hacmi gaz halindeki hacminin sadece 1/700'ü kadardır. Hidrojen bilinen tüm yakıtlar içerisinde birim kütle başına en yüksek enerji içeriğine sahiptir (Üst ısıl değeri 140.9 MJ/kg, alt ısıl değeri 120,7 MJ/kg). 1 kg hidrojen 2.1 kg doğal gaz veya 2.8 kg petrolun sahip olduğu enerjiye sahiptir. Ancak birim enerji başına hacmi yüksektir.
Hidrojen doğada serbest halde bulunmaz, bileşikler halinde bulunur. En çok bilinen bileşiği ise sudur.
Isı ve patlama enerjisi gerektiren her alanda kullanımı temiz ve kolay olan hidrojenin yakıt olarak kullanıldığı enerji sistemlerinde, atmosfere atılan ürün sadece su ve/veya su buharı olmaktadır. Hidrojen petrol yakıtlarına göre ortalama 1.33 kat daha verimli bir yakıttır.
Hidrojenden enerji elde edilmesi esnasında su buharı dışında çevreyi kirletici ve sera etkisini artırıcı hiçbir gaz ve zararlı kimyasal madde üretimi söz konusu değildir.
Hidrojen gazı farklı yöntemlerle elde edildiği gibi su, güneş enerjisi veya onun türevleri olarak kabul edilen rüzgar, dalga, ve biyokütle ile de üretilebilmektedir.
BİYODİZEL NEDİR?
Biyodizel, kolza (kanola), ayçiçek, soya, aspir gibi yağlı tohum bitkilerinden elde edilen yağların veya hayvansal yağların bir katalizatör eşliğinde kısa zincirli bir alkol ile (metanol ve ya etanol ) reaksiyonu sonucunda açığa çıkan ve yakıt olarak kullanılan bir üründür. Evsel kızartma yağları ve hayvansal yağlar da biyodizel hammaddesi olarak kullanılabilir.
BİYOGAZ; organik bazlı atık/artıkların oksijensiz ortamda (anaeorobik) fermantasyonu sonucu ortaya çıkan renksiz - kokusuz, havadan hafif, parlak mavi bir alevle yanan ve bileşimininde organik maddelerin bileşimine bağlı olarak yaklaşık; % 40-70 metan, % 30-60 karbondioksit, % 0-3 hidrojen sülfür ile çok az miktarda azot ve hidrojen bulunan bir gaz karışımdır.
BİYOKÜTLEDE GAZLAŞTIRMA
Yenilenebilir biyokütle ve biyokütleden elde edilen yakıtlar çevresel fayda sağlaması sebebiyle günümüz enerji kullanımında kolaylıkla fosil yakıtların yerine geçebilecektir.
Biyokütlenin gazlaştırılması; katı yakıtların ısıl çevirim teknolojisiyle yanabilen bir gaza dönüştürülmesi işlemidir. Sınırlandırılmış oksijen, hava, buhar veya bunların kombinasyonları reaksiyonu başlatmaktadır. Üretilen gaz karbonmonoksit, karbondioksit, hidrojen, metan, su ve azot'un yanısıra kömür parçacıkları, kül ve katran gibi artıklarıda içermektedir. Üretilen gaz temizlendikten sonra kazanlarda, motorlarda, türbinlerde ısı ve güç üretilmek üzere kullanılmaktadır. Gazlaştırma tekniği ile biyokütleden, yüksek bir randımanla petrolle çalışan güç ve ısı sağlayan tirbünlerde kullanılacak bir gaz yakıt elde edilebilir.
Yenilenebilir enerji kaynakları
Su Enerjisi
Yenilenebilir enerji kaynaklarının başında geliyor. Temel olarak nehirlere karışan yağmur suyu ya da eriyen kar, su enerjisine dönüştürülebilir. Buna en iyi örnek barajlardır. Su toplama havzalarında bırakılan su akar ve türbinleri döndürür, bu türbinlere bağlı olan jenaratörlerle elektrik üretir. Baraj inşa edildikten sonra, hidro elektrik enerjisi, maliyeti düşük olan bir enerji yöntemidir. Çevre kirliliğine neden olmaz ya da yakıt fiyatları karşısında zayıf değildir. Ancak yakın doğal ortam ya da çevrede yaşayanlar üzerindeki etkileri açısından eleştirilebilir. 2003 yılında, hidroelektrik enerjisi sayesinde dünyanın enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 16'sı karşılanıyordu. Norveç, enerji ihtiyacının yüzde 99'unu hidro elektrik santrallerden karşılıyor.
Dalga ve Gelgit Enerjisi
Okyanuslar, henüz kullanılmamış büyük bir enerjiyi içlerinde barındırıyor. Dalga ve gelgit enerji teknolojileri de güneş ve rüzgar enerjisiyle kıyaslandığında, nispeten yeni ve büyük ölçüde keşfedilmemiş enerji türleri. Bu enerjinin geliştirilmesi maliyetli bir iş olduğundan, yakın gelecekte alışıldık enerji kaynaklarıyla mali açıdan yarışacak bir aşamaya gelmesi olası görünmüyor. ABD Enerji Bakanlığı'nın verilerine göre, dünyanın tüm sahillerinde oluşan dalga enerjisi toplandığında, 2 ilâ 3 milyon megavatt enerji açığa çıkıyor. Gelgit ve dalga enerjisinin zengin olduğu yerler: İskoçya'nın batı sahilleri, Kanada'nın kuzeyi, Güney Afrika, Avustralya, ABD'nin kuzeydoğu ve kuzeybatı sahilleri.
Jeotermal Enerji
Jeotermal enerji, Dünya'nın kilometrelerce altındaki merkezinde, erimiş kayalardan oluşan mağmadan gelen ısıyı kullanıyor. Bu ısı ya kuyular açılarak ya da yüzeye yakın yerlerdeki su kaynakları ya da kayalardan elde edilir. Dünyada tüketilen enerjinin sadece yüzde 0.4'ü bu yolla elde ediliyor. Örneğin İzlanda'da sıcak jeotermal sular, ısıtma amacıyla kullanılmak amacıyla doğrudan binalara pompalanır. Jeotermal enerji doğrudan ya da dolaylı olarak ABD, Filipinler, İtalya, Meksika, Endonezya, Japonya ve Yeni Zelanda gibi pek çok ülkede kullanılıyor.
Okyanus Enerjisi
Derin okyanus sularıyla Güneşin ısıttığı yüzey suyu arasındaki sıcaklık farkını kullanarak elektrik üretmek mümkün. Bir tahmine göre, okyanuslardan gelen güneş enerjisinin yüzde 0.1'inden azı, ABD'nin günlük enerji tüketiminin 20 katından fazlasını sağlayabilir. Ancak, bu teknolojinin kullanımına daha vakit var.
Bu yukarda vermis oldugum bazi örneklerin yaninda daha arastirmalar icersinde daha bir cok enerji calismalari var.Biz bu gün bunlarla yetinelim.
Yazi dizimizde siradan insan olarak bu konuda ne fikir yürütebiliriz.
Saygilarimla.