Cuma, Ağustos 31, 2007

906 RAKIMLI TEPE .1

Perşembe, Ağustos 30, 2007

Çarşamba, Ağustos 29, 2007

RESİMLERİN DİLİ OLSAYDI !!!




2 b


Çekmeköy Ormanı'nın içine yapılan villalara, orman vasfını yitirmiş alanların satışını öngören ve dört ay yürürlükte kalan 2-B yasası sayesinde tapu alındı..
Sabah


Tarlabaşı çocukları


Sokaktaki çocukları temiz bir hayata kavuşturan "Tarlabaşı Toplum Merkezi" parasızlık nedeniyle kapanma noktasına geldi. Merkez kapanırsa çocuklar suç dolu Tarlabaşı sokaklarına geri dönecek.. Sabah

2’nci Cumhuriyet'in 1'nci Cumhurbaşkanı


DÜN yazı işleri masasında bir yandan Meclis’teki oylamayı izliyor, bir yandan da vereceğimiz manşeti tartışıyoruz.

Manşet önerim şuydu:

"İkinci Cumhuriyet’in birinci Cumhurbaşkanı."

Burada bir parantez açıyor ve komplocu arkadaşlara sesleniyorum.

Sakin olun, sadece bir şakaydı...
Ertuğrul ÖZKÖK

Milliyet

Saygılarla...

Salı, Ağustos 28, 2007

VEZÜV




ZAMAN BOMBASI VEZÜV

Avrupanın en tehlikeli volkanın altında 3 Milyon insan yaşıyor.Napoli ve çevresi.
Bir çok volkan araştırmacısının korkusu her sene olan patlamalar tıpkı Pompeyi'nin sonunu getiren bir patlamının olabileceği görüşünde birleşiyorlar.

"Büyük bir gürültü, dolu gibi yağan lavlar köyün sakini kadınla erkek doğuya doğru kaçışa başlamışdı.Lavlar tepeler oluşturuyordu.Kaçış ormanların iç taraflarına doğru başlamışdı."
Kaçan bu çifti Tanrılar ateşten taşa tutmuşdu.Yorgun düşen çift karanlık ve yorgunlukla oldukları yere çöktüler.Her nefes alışları gittikçe zorlaşıyordu.Acı ve işkence içersinde nefessiz kalarak can verdiler.
"İnsanlar ancak bir kaç metre önlerini görebiliyorlardı.Ölüm bulutları üzerlerine cöküyordu.Bu gün Antropologi müzesi Napoli de bir cam vitrini altında saklanan bu iskeletler o günleri bütün canlılığı ile ortaya koyuyordu."
Bimtaşlarının içinde kalan genç bir kadının o günün vahşetini bütünlügü ile göz önüne seriyordu.
"Pompeyi lavlar altında yok oldu.İnsanlar ise ani bir ölümle karşı karşıya kaldılar.Bazı antropologlar ise yapmış oldukları iskeletler üzerinde ki çalışmalarda ölümlerin bu kadar çabuk olmadığını söylemektedirler.Bazı insanların yüzlerini koruduğu ve taşlaşmış şekilde kaldığı görüldü bu onları sonsuzluğa doğru yola çıkarttı.
Volkan araştırmacıları böyle bir felaketin Napoli ve çevresinide beklediğini söylemektedir.
Saygılarla.

Pazartesi, Ağustos 27, 2007

BERAT KANDİLİ




27 Ağustos Pazartesi gününü 28 Ağustos Salı’ya bağlayan gece bir af, merhamet ve mağfiret gecesi olan Berat Kandili’ni idrak edeceğiz.

Müslümanların, Yüce Allah’ın bağışlamasıyla günahlardan arınmayı umdukları, kutlu bir zaman dilimi olan bu gece, aynı zamanda Kur’an ayı olarak da kabul edilen rahmet ve mağfiret mevsimi mübarek Ramazan ayına yaklaştığımızı müjdelemektedir.


Bireysel ve toplumsal huzurumuz için doğru ve güvenilir kaynaklara dayalı bir din algısının, manevi ve ahlaki gelişimimiz için de sağlıklı bir din eğitiminin vazgeçilmez bir önem taşıdığını her geçen gün daha iyi anlamaktayız. Üç ayların manevi gölgesinde İslâm’ın Kur’an ve Sünnet kaynaklı evrensel mesajının günümüz insanının evrene bütüncül bakarak kendini anlamlandırması ve yaratılışın nihai anlamını kavraması için yegane fırsat olduğunu bir kez daha derinden fark etmekteyiz.


Yüce Dinimiz İslâm, bir taraftan insanın özünün bozulmasını önlemeyi, diğer yandan da bireyin kendisi, çevresi ve Yüce Yaratan ile ilişkilerini sağlıklı şekilde kurabilecek bir iç barış ve özgüvene kavuşmasını gaye edinmiş; dünya ve ahiret, madde ve mana dengesi ile iman, akıl, düşünce, duygu ve bilginin ahenkli birlikteliğine büyük bir önem vermiştir.


Berat kandilinin aydınlattığı manevi ortam, bizlere böyle bir dengeli hayatı kurmamızı, dinin genel ibadet ve hayır anlayışına uygun olarak kendimiz ve çevremiz için yararlı davranışlarda bulunmamızı sağlayacak bir bilinç tazeleme imkanı sunmaktadır. Bu bilinç tazelemenin ve yenilemenin gerçekleşebilmesi için önce Cenâb-ı Hakka içtenlikle yönelmek, işlediğimiz hata ve günahlardan dolayı pişmanlık duyarak O'ndan af dilemek, benzeri hata ve günahları bir daha işlememek için kararlı bir duruş sergilemek ve istikamet sahibi olmak gerekir.

Kur’an'ı Kerim de ve Sevgili Peygamberimiz’in hadislerinde inanarak ve içtenlikle yapılan bir tevbe ile Cenâb-ı Mevlâ'ya yönelen gönüllerin, açılan ellerin geri çevrilmeyeceği özellikle vurgulanmaktadır.Diyanet.
Avuçların açıldığı, gözlerin yaşardığı, ilahi esintilerin kalpleri okşadığı anın bir asra bedel olduğu bu gece dualarda birleşmek dileğiyle kandilinizi kutlarım.
Saygılarla.

Pazar, Ağustos 26, 2007

PAZARIN SOHBETI..

Senelerdir TÜRBAN diye her iki kesimden sesler geliyor.Hep merak etmişdim.Hakikaten
bu mesele o kadar önem taşıyormu diye !!!
Benim için aksesuardan ileri bir şey değildi.
Kimi zaman giyimine dikkat eden hanımlarda çok da şık duruyor.
Eğer bir insan onu inancının bir parçası olarak kabul ediyorsa saygı duyarım benim için hiç de sakıncası yok.Hatta ve hatta o aksesuarı nerde takarsa taksın.O onun kendi seçeneğidir.
Benim için taktığı TÜRBAN değil onun içindeki 'cevher' insan değer taşır.
Bazen bu ağaz dalaşı, insanları bir başka düsüncelere kaydırmak için kullanılan bir taktik olarak da görmüyorum desen yalan söylemiş olurum.
Benim insanım ister baş örtüsü taksın ister TÜRBAN taksın hiç umramda bile olmaz.
Bu benim görüşüm; inanıyorum ki aydın bir çok insanin da benim gibi düşündüğünü.
Ta ki aşağıdaki bu yazıyı okuyana kadar.
Saygılarla.
Gül’e destek olmadım diye bana sürtük dediler 26 Ağustos 2007
AKP MKYK üyesi Ayşe Böhürler, dün Yeni Şafak Gazetesi’ndeki köşesinde, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını desteklemediği için bazı dincilerin kendisine "Sürtük" dediğini yazdı.

Tesettürlü yazar Böhürler, ’kendi mahallesinde’ gördüğü bu tavrın, daha önce de tesettürlü bir kadının denize girme macerasını yazan Nihal Bengisu Karaca’ya gösterildiğini belirtti. Böhürler, "A’raf" makalesinde şunları yazdı: "Tek sesli bir koroya dahil olmak istemezseniz de tepkilere hazır olmalısınız. Öncelikle kendi mahallenizden gelir suçlamalar. ’Niye bizim gibi düşünmüyorsun’ soruları, sürüye boyun eğmek zorundasın yaklaşımı, imani bir sorgulamaya bile dönüşebilir çoğu zaman. ’Müslümanların başa geçmesini istemiyor musun’, ’Başörtüsünü çıkar, niçin kullanıyorsun’ ve en acımasızı da ’Gül’ün niye cumhurbaşkanı olmasını istemiyorsun sürtük’ diyen dinciler. Dinciler diyorum çünkü Müslüman ahlakını benimsemeden dindarlık iddiasında olanlarla da, bir kadına sadece siyasi alanda farklı fikirlerin tartışılabilir olmasını seslendirdi diye hakaret edebilenlerle de kardeşlik hukukumuzun olmadığını düşünüyorum." K.Hürriyet.
Sürtük : Vaktini çok gezerek geçiren evinde otumıyan (kadın).Or..pu.
YANIYORUZ / YANIYORLAR
Alevler Atina şehrinin kenar mahallerine ulaşdı.AB her zamanki gibi gene geç kaldı.


Cumartesi, Ağustos 25, 2007

O 75 YAŞINA BASTI...



Güzel bir Cumartesi sabahı eşiniz ve çocuklarınızı da yanınıza alıp şehrin gürültüsünden uzaklaşmak için arabanıza biniyorsunuz.
Doğanın güzelliği arasından otomobilinizle süzülürken bir eksiklik hissediyorsunuz güzel bir müzik sesi.
Parmağınız bir düğme üstünde duruyor bir anda kulaklarınızda tatlı bir ses.
O ses nereden geliyor diye sormaya kalkarsanız size onun kısaca öyküsünü anlatayım.
O 75 sene evvel doğdu.15 kilo ağırlığında arabanızın aküsünü çok çabuk boşaltan.
Ona sahip olabilmeniz için çok ama çok paranız olması gerekiyordu.Işin aslına bakılacak olursa Kralların arabalarını süslüyordu.
Beyaz renkli bir Ford 1932 senesinde sahara çölünde yol alıyordu.Arabayı kullanan ülkesinden çok uzaklarda bir yerde arabasına monte ettiği bir aleti denemek istiyordu.Nerdeyse büyüklügü ufak bir valiz kadardı.Büyük bir heyacanla denedi ve sevinçle Ülkesinden binlerce kilometre uzakta olmasına rağmen bir cöl ortasında Alamanca yayın yapan bir istasyonu buldu.Bu bir ilk araba radyosu idi.
1920 yıların sonlarına doğru Amerika da ilk radyo üzerinde çalışmalara başlamış.1931 yıllarında seri üretime geçerek 100,000 üzerinde satış yapmışdı.Bu dönemde Alman mühendisleri radyoların lambaları üzerinde yenilik yapımı için uğraşıyorlardı.Kullandıkları akü lambaları çok büyük olması, enerji yönünden verimsiz oluyordu.İlk olarak kuvvetli lambaları Berlin de İdeal fabrikasında Blaupunkt adı altında üretime başladılar. Model AS 5 çok kuvvetli bir radyoydu hacmi 10 litre ve 15 kilo ağırlığındaydı.400 adet üretildi.Saygılı müşterilere dağıtımı yapıldı.Bunlardan bir tanesi de Japon Kralı idi.Maliyeti ise o zamanın parası ile 465 Mark'dı.Bu değeri bu günkü değerle karşılaştırdığımız zaman bir araba radyosunun parasına orta halli bir araba alınabilmekteydi.
1933 Senesinde Berlin de yapılan Funk Fuarında halka tanıtıldı.İlk radyolar arabayı kullanan kişilerin dikkatini aldığı için bir çok kazalara da neden oldu.
Seneler birbirini kovalamaya başladı araba radyosu merakı gittikçe artmaya başladı.1941 senesinde Amerika da sayıları 8 milyonu bulmuşdu.Buna karşılık Avrupada 1938-39 yıllarında sadece bu sayı 23 bin civarındaydı.
50'li yıllara geldiğinde bu radyolar araba fabrikalarında üretilmeye başlandı.Hatta öpörlerin kablolarını 5 metre uzun tutarak piknik alanlarında bile faydalanma yönüne gitmişlerdi.
Bu gün ise bir arabanın radyosuz olması düşünülemez bile.Teknik o kadar çok ileri bir şekil almışdırki bu cihazlar tamamen elektronikleşmişler telefon Cd.ler Mpg.dvd.Navigasyon "uydu aracılığı yol göstericisi" ile donatılmıştır.
Tek değişmiyen nokta ise bu cihazların halen dikkati dağıtıp kazalara neden olduğudur.
İyi müzikler...
Saygılarla

Cuma, Ağustos 24, 2007

DEMİR ve SESSİZ DÜNYANIN ÇIĞLIĞI



Alzheimer & Parkinson

İyi ve kötü element DEMİR.
İnsanın ihtiyacı olan ve vazgeçilmezden bir taneside DEMİR.
Bu arayış içinde iyi element kötü elemente dönüşmesi ile Beynin zarar görmesine neden olmaktadır.

Beyin Alzheimer hastalarında almış olduğu Protein gıdaların içinde demir'in açtığı tehlikeler; kan bozukluğuna,yorgunluk,Baş dönmesi/ağrısı ve mide barsak rahatsızlıklarına neden olmaktadır.Böylece demir beyinde negatif bir durum yaratmaktadır.
Bunun için Düke Üniversitesin de Durham, North Carolinada ki kimyağerler bir yol bulmak için çalışmaktadırlar.Beyine giden bu elementi filitreden geçirerek diğer organlar için ihtiyaç olan Demirin özelliğini bozmadan beyinin zarar görmemesi üzerinde çalışmaktadırlar.

Birazda doğamızın yaşam tarzından bahs edelim.
Doğanın bir parçası olan yeşil dünya.
Onların gizemli yaşamı !!!
İnsanlar tehlike karşısında kendilerini müdafa yoluna gider ve yardım isterler.
Hayvanlar arasında da bu yol geçerlidir.Peki ya bitkiler ?
Araştırmacılar bu hususda bir çok araştırmalar içinde bulunmaktadırlar.

Bir bitki üzerinde yapmış oldukları deneylerde bir cımbız,Jilet,makas,Tirtilin işlevini yapacak bir robot kullanarak test yapmışlardır.Bitkinin bu test karşısında nasıl reaksiyon verdiğini anlamaya çalışmışlardır.Bildiğimiz gibi onlar sessiz dünyanın canlılarıdır.
Bitkiler tehlikeyi çok akıllıca tanımaktadırlar.Kendilerini koruma sistemi taşıdıkları çok çeşitli kimyevi maddelerdir.
Jenaer Max-Planck-Enstütüsünde Kimya ve Ökoloji bölümünde bir Tütün bitkisi üzerinde deneme sonucu bitkilerinde düsünüp kendini müdafa ettiği ve bir noktadan sonra da yardım istediği tesbit edilmişdir.
llk olarak cımbız ve diğer aletlerle yaralama yönüne gidilmiştir.Bu durum karşısında bitki karşı korunma sistemine geçmediği görülmüşdür.Almış olduğu yaraları.Rüzgar veya bir dolunun verdiği zararla eş tutmuşdur.
Bilim adamları bu sefer tırtıl görevini gören robotu devreye sokmuşlardır.
Robot aynı bir tırtıl gibi kemirme işlevine başlamıştır.
İşte tam bu anda bitki kendi için bir tehlikenin oluştuğu kanısına vararak müdafaya geçmişdir.Bu arada da müdafada kullandığı kimyevi maddelerde elinde geldiği kadar dikkatlı harcama yönüne gitmeyide elden bırakmamışdır.
Araştırmacılar bu sefer robotun kesici bölümüne bir tırtılın salgısını da eklemişlerdir.
Bitki tam bu anda tehlikenin çok büyük boyutlar içinde olduğunu algılıyarak koruma sistemini tam bir tur olarak çalıştırmaya başlamışdır.
5 ve 10 dakika sonra aynı ritimde robotun bitkiyi kemirmesi devam ettiğini gören bitki artık yardım çağırması gerektiğine varmışdır.Ürettiği bir çok kimyevi maddeler fayda vermemişdir.Bu andan itibaren yardım çığlıkları başlamışdır.Sessiz dünyanın canlısı bunu bizler gibi yapamadığı için yeşil bir salgı ile bütün yaraların üzerine salar bu ağır bir kokudur.Bu koku kilometrelerce uzaklığa kadar yayılır.
Bu yardım çığlığı bir saat sonra faydasını göstermeye başlar.Gelen ilk gen bitkiyi tehlikeye karşı tekrar programlar.
Aradan geçen 5 saat sonra hazırlamış olduğu zehir kendisinin yok olmasına neden olacak tırtılın kendisini terk etmesini sağlıyacak veya onun sonunu getirecektir.
Doğa öyle bir şey.
Kalın sağlıcakla sağlıklı mutlu bir hafta sonları.
Saygılarla.

Perşembe, Ağustos 23, 2007

AYIP DEGIL....


Tebrikler Okul aile birligi.
Saygilarla.

Salı, Ağustos 21, 2007

ANKARA'NIN TAŞINA BAK/GÖZLERİMİN YAŞINA BAK.




O benim 'cumhurbaşkanım' olmayacak...
GÖRDÜĞÜNÜZ gibi AKP merkeze oturmuş falan değil.
AKP; laik cumhuriyetle ve Atatürk devrimleriyle hesaplaşması olan, din merkezli bir partidir.
O "AKP merkez sağ parti oldu" iddiası ise, sadece bir kandırmacanın ve körlüğün gizlenmesiydi.
İşte en yakın kanıt:
Türban için Türkiye Cumhuriyeti'ni Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne veren Abdullah Gül cumhurbaşkanıdır.
Daha kanıt ne istersiniz?..
*
Artık türban devletin başındadır...
Devletin temsil edildiği birinci sıradaki kamusal alana tesettürün adım atmasıyla; AİHM'nin, bizim Anayasa Mahkemesi'nin, Yargıtay'ın, Danıştay'ın ve evrensel hukukun tüm "Laik yönetimlerde dini simge olmaz" kararları çöpe atılmaktadır.
Bizim 235 türbanlı eşe sahip TBMM tarafından...
Bundan böyle tesettürü tapu dairelerinde, nüfusta, bankalarda, karakollarda, belediyelerde, okullarda, üniversitelerde nasıl yasaklarsınız?
*
Ve artık kimse "laik devlet"ten söz edemez.
Dincilerin, bu ülkeye el koyma ve karşı devrimi gerçekleştirme planları aksamadan tıkır tıkır yürüyor.
"Siyasi İslam" bir adım daha attı.
Devleti tesettür temsil edecek.
Bir anda Türkiye'nin fotoğrafı size "Atatürk Türkiyesi"ni değil, "Ilımlı İslam Türkiyesi"ni anlatacak.
Ve ordularımızın "başkumandanı" Abdullah Gül'dür.
Bundan böyle bir gecede çıkartılacak ve Çankaya'da yirmi dakikada imzalanacak yasalarla, neler olacak göreceksiniz.
*
Doğrusunu isterseniz "Göbeğini kaşıyan adam"ın zaferidir bu.
Taa genel seçimlerde kararı o verdi.
Çocukları için aydınlık Türkiye isteyenler meydanlara dökülürken, o uzakta bıyık altından güldü, göbeğini kaşıdı ve dinci devletin yolunu açtı...
Abdullah Gül tam ona göredir.
Zaten onun cumhurbaşkanı olacaktır.
Benim değil...
GİT KİMİ SEÇERSEN SEÇ "Bazıları çıkıp ’benim cumhurbaşkanım olamaz’ diye ifadeler kullanıyor. Maalesef edep adap bilmeyenler de var. Bunu diyenler önce TC vatandaşlığından çıkmalı. Cumhurbaşkanı kim olursa olsun hepimizin cumhurbaşkanı. Senin değilse çık vatandaşlıktan, git kimi seçersen seç.

İki ayrı düsünce her iki düsünceye de Demokratik çerçeveler içersinde hürmet etmek gerekir.
Bu gün bir seçim yapılmıştır.Millet olarak görevlerimizi yerine getirmiş, var olan sistem içersinde vekiller seçilmiş.Meclise giden bu vekiller de aralarında gene sistemin getirdiği vecibeler içersinde bir Cumhurbaşkanı seçecektir.Seçilen Cumhurbaşkan'ı da istesenizde istemesinizde TÜRKİYE CUMHURİYET'inin CUMHURBAŞKANI dir.
Gelelim Sn.BEKİR ÇOŞKUN'un yazmış olduğu yazıya :
Her yazdığı kelime harfi harfine doğruluk taşımaktadır.Şu anda Türkiye'nin Cumhurbaşkanı da hali hazırda Sn.Necdet Sezer dir.
Bu da demektir ki.Sn Coşkun basın mensubu, bir köse yazarı olarak eğer basın özgürlügü var ise, fikirlerini yazmakda özgürdür.
Eğer Sn.GÜL Cumhurbaşkanı seçildiği ve yemin ettiği taktirde böyle bir yazı nasıl etik olur o da ayrı bir meseledir.
Gelelim Sn.Başbakanımızın sözlerine :
Daha Yeni bir Cumhurbaşkanı seçilmeden bu sözlerin ne kadar etik olduğuda düşünülür.
Eğer benim bu sözlerim doğruluk taşıyor diye israr ederse.
Milyonlarca TÜRK VATANDASI kendisine şu soruyu sorar :
Vatandaş olarak Askerlik görevini yapıyoruz.Bir Türk vatandaşı olarak gereken her ilkeleri yerine getiriyoruz.Bizlere ise seçme hakkının verilmemesi "bu bir iki kişi değil sayı olarak Türkiye'nin bir çok şehrinden daha fazla seçmen sayısı".
Eğer o TÜRK vatandaşları siz benim vekilin değilsiniz derlerse o zaman nasıl bir cevap verilecektir.Bu gün sınır kapılarında izinli olarak gelen vatandaşların oylarıda Türkiye bazında eşit olarak dağılımıda o vatandaşın kullandığı oyun değerini etik olarak ne kadar değer kazandırır.
Özet olarak; Sn Başbakanım Bekir Coşkun'a vatandaşlıktan çıksın derse.
Milyonlarca seçme hakkı elinden alınan TÜRK vatandaşlarıda ne demeleri gerekir !!!
Saygılarla.

Pazar, Ağustos 19, 2007

PAZARIN SOHBETI .../YAZIYOOR, YAZIYOR...




Bu Pazar sizlerle iki alıntı ile olmak istedim.
İlk çağlarda Roma'da duvar gazeteleri (fırınlanmış kil tabletler) ile başlayan basın hareketleri XV. yüzyılda matbaanın Gutenberg tarafından icat edilmesi ile hızlı bir yol alma sürecine girmiştir. Çağdaş olarak yayınlanan ilk gazete, 1605'te Anvers'de Fransızca ve Flaman dillerinde, 1609'da Strasbourg'da Alman dilinde yayınlanmıştır.

İlk gazetelerin birkaç yüz adet basılmasına karşın, gelişen basım teknikleri ve dağıtım olanaklarıyla birlikte baskı sayıları milyonları bulmuştur.

XX. yüzyıl basını, iletişimin en son etkinliklerinden yararlanan ve hızla hedef kitlesine ulaşabilen bir noktaya gelmiştir.

TÜRKİYE'DE İLK GAZETELER VE DAĞITIMLARI
İlk Türkçe gazete, devlet yönetiminde 1831'de çıkarılan Takvim-i Vekaî'dir. Özel sektör tarafından çıkarılan ilk Türkçe gazete ise Tercüman-ı Ahval' dir. (21 Ekim 1860)

1831 yılında yayınlanan Takvim-i Vekaî, 250 adet basılmaktaydı. Sadece devlet büyüklerine, bilim adamlarına, yüksek rutbeli memurlara, taşradaki yöneticilere ve elçiliklere gönderilmekteydi. Takvim-i Vekaî'den sonra 1840'ta çıkan Ceride-i Havadis ve 1860'ta çıkan Tercüman-ı Ahval'de gazete baskı sayısı birkaç bin adetle sınırlı kalmıştır.

1862'de ise basılan gazeteler, ücretli çalışan personel tarafından belli yerlere götürülüp bırakılmakta ve okuyucular bu noktalardan gazeteleri sağlamaktaydılar.

Ülkemizde 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren gazete yayıncılığı önemli bir haberleşme aracı olmuştur. Genellikle İstanbul'da yayınlanan gazeteler, yine İstanbul ve yakın çevresindeki belli sayıdaki okuyucuya ulaştırılabiliyordu.

Ülkemizde seyyar gazete satıcılığı (müvezzilik) 1878 yılında oldukça ilerlemişti. Müvezzilik sisteminde, gazete satan kişi, kolunun altına aldığı ve bir iple omuzunda taşıdığı gazete veya gazeteleri, "yazıyor,yazıyor, ...." gibi ifadelerle sokaklarda bağırarak gazete satışını yapmıştır. Bu sistem, Türk basınında 1980'lere kadar, başarıyla uygulanmış bir dağıtım ve satış yöntemidir.Kaynak.Yay.Sat

Gazete nedir? Okuyucu kimdir?



Bu hafta biraz bizim meslekten yani Gazete’den ve Gazeteci’den ve okuyucudan bahsetmek istiyorum.

Hergün elinize aldığınız ve okuduğunuz gazetenin ne olduğunu, gazetenin ne işe yaradığını öğrenelim.

GAZETE, her medeni insanın vaz geçilmez bir ihtiyacıdır. Tıpkı hava, su ve ekmek gibi. Dünyada nelerin olduğu, nelerin yaşandığı gazeteler ile öğrenilir.

Gazetelerde haberlerin yanı sıra, ekonomik, sosyal, kültürel - sanatsal yazılarda yer alır. Bunlar insanları bilgilendiren ve kültürünü arttıran fikri gıdalardır.

Bir de GAZETECİ KİMDİR? diye sorarsak bu sorunun cevabını basitçe şöyle verebiliriz;

- Gazeteci, mensup olduğu meslek adına halkını temsil eden bir müfettiştir.’

Tanınmış bir Fransız gazeteci ise şöyle tarif eder;

-Gazeteci bir Diojen’dir. Elinde feneri, yaşamdan gelip geçen ve her yerde her zaman hakikatı arayan kimsedir.’

Tanınmış Gazeteci- Yazar Emin Çölaşan ise bir gazetecide bulunması gereken özellikleri şöyle sıralıyor;



1-Geçmişi temiz olacak

2-Geçmişinden gocunmayacak

3-Alnı açık olacak.



Gazete ve Gazeteci’yi tanıttıktan sonra şimdi gazete okuyucularına

dönelim. Her gün para vererek veya ücretsiz temin ettiği gazeteden okuduğu haberleri, yazıları-bilgileri dağarcığına katan insandır okuyucu.

Okuyucu, okumak ve bilgilenmek için aldığı gazeteyi iyi seçmek zorundadır.

Bugün piyasada ciddiyetten uzak, sırtı halka dönük, ‘Bulvar gazetesi’ diye tarif edilen hafif meşrep gazeteler çoğunluktadır. Bu sebeble okuyucu eğer kültür seviyesinin yükselmesini istiyorsa bunlara çok dikkat etmeli seçimini ona göre yapmalıdır. Gazetenin görevi; tarafsız yayın yapmak, belli bir ideolojiyi savunup okuyucuya enjekte etmekten kaçınmak, halkı eğitmek, aydınlatmak, haktan ve halktan yana olmaktır..



..Ve Medya’da saygınlık kazanmak



Tüm dünyada Medya’ya ‘4 ncü Kuvvet’ denmesinin ve böyle kabul edilmesinin önemi büyüktür. Medya’ya saygınlık bu güçten dolayıdır. Peki bugünkü Medyanın 4. Kuvvet olduğu söylenebilir mi?



Bence ‘HAYIR!



Medya’ya bu 4. Kuvvet denilmesinin nereden geldiğini bilmeyenler olabilir. Bunuda kısaca burada açıklayalım.

* 1’nci Kuvvet devlet,

* 2’nci Kuvvet Parlamento,

* 3’ncü Kuvvet Ordu.



Demek ki bunlardan sonra yani dördüncü güç olarak Medya gelmektedir.



Her ne hikmet ise son yıllarda Medya bir ticari amaç, siyasi bir güç oluşturma yani çıkar vasıtası oldu. Medya sahip ve yöneticiliği tüccar zihniyetli kimselerin eline geçti. Bu tüccar zihniyetli kimseler Medya’yı silah olarak kullanıp servetle-rine servet katma yarışına girdiler. Böylece halkın sesi, gözü ve kulağı olma özelliği taşıyan Medya, halkı unutup çıkar çevreleriyle karşılıklı alış-veriş’e başladı.

Ayrıca çağdaşlık (!) iddiasıyla ahlaki anlayışlar, düşünceler bir kenara itilip gazetelerin sayfaları çıplak kadın resimleri, televizyon ekranları da kültürden, sanattan uzak kimselerin ve eşcinsellerin showları ile doldu..



Halkını-okuyucusunu unutan, çıkar peşinde koşan, tüccar zihniyetiyle bu mesleği yürütmeğe çalışan Medya sahiplerinin, yöneticilerinin ‘Biz gazeteciyiz. Gazetecilik yapıyoruz’ diyebilirler mi?..

Neticede gerek ülkemizde, gerekse dünyada (tabii bunlara yurt dışındaki bazı Türkçe gazetelerde dahildir) bu tip yayın yapanlara inanabilir ve saygı duyabilir miyiz..

Bir insanın ‘Gazetecilik yapıyorum’ di-yerek toplumda saygınlık kazanması için rahmetli Muhsin Ertuğrul’un şu sözünü daima hatırlaması lazımdır;

‘Bir insanın saygınlık kazanması için beyninden para ihtirasını, şöhret deliliğini, kendini beğenme budalalığını çıkarması lazımdır.’





NOT=Diyojen (Diogenes) bir Fransız Filozofunun adıdır.
Kaynak :http://users.tpg.com.au/hulusi/112.htm

Neden bu iki alıntı yazıyı bloğuma koydum diye soracak olursanız !!!
Bilmem orasıda sizlerin yorumlarınız da saklı olduğu kanısındayım.
Iyi Pazarlar dileği ile kalın sağlıcakla.
Saygılarla.

Cumartesi, Ağustos 18, 2007

Vah benim Polisim...


İki gündür Tv.haberlerinde gazetelerin 3 ncü sayfa görüntüleri yer alıyor. Şöyle bir hatırlamaya çalışalım.
" Şarkıcı Azer Bülbül’ün konserinde önde yer kapma kavgası kanlı bitti. Bıçakla sahneye kaçan kasiyer genç, peşini bırakmayan 50 kışilik grubun saldırısına uğradı, kaldırıldığı hastanede öldü "
Hatırladığıma göre bu ikinci linç bir de camii önünde olmuşdu.
Hadi bu iki hadiseyi bir kenara bırakalım ya dünkü görsel haber.
Bir Trafik kazası, araba bir diğer arabaya arkadan çarpıyor.Her iki arabada hasar büyük; sevindirici tarafı can kaybı olmaması hatta yaralanan bile yok.
Buraya kadar her şey normal bu arada Trafik ekipleride kaza yerine geliyor.Hasara uğrayan vatandaş telefonla durumu tanıdıklarına bildiriyor.Kısa bir zaman sonra üç kişi meydana çıkıyor.Başlıyorlar avaz avaz bağırarak bu arabaya kim çarpdi diye.
Polis da bu arada kazaya neden olan şok içinde kalan kişi ile meşguller .O üç kişi suçluyu bulmuş oluyorlar .Başlıyorlar hakaretle sen bu arabaya nasıl çarparsın ve adamı Polislerin gözü önünde arabasının içinde bir tekme ile hastanelik ediyorlar.
Gelelim benim Polisime hemen devreye giriyor tekme darbesi ile kendinden geçmiş kişiyi bir cankurtarana bindirerek hastaneye gönderiyorlar.
Sonra nemi oluyor hiç bir şey saldırıyı yapan kişiler birazda polislere bozuklarını atarak çekip gidiyorlar tabii bu arada çekimi yapan kameramanlarda kısmetlerini alıyorlar.
Ya bizler ekranlarda bir sınama filmi gibi olayları seyrediyoruz.
Pardon belki bu filim gibi olayı Emniyet amiride seyrediyor.Her halde Ey be neleri göreve göndermişim dercesine.Tabii bunun içine görevli savcıyı daha saymakla bitmez.
Sıradan bir görüntü.Ekranın arkasından gelen bir ses sen dua et orada beğenmediğin Polis vardı, ya olmasaydı o üç adam onu linç ederlerdi.
Tıpkı iki gün evvel olan gibi.Vatandaş şanslı alt tarafı ya kaburgası kırılmıştır ya da karaciğeri yırtılmışdir.O da onu kazada olmuş gibi kabullensin.
Bakalım daha neleri göreceğiz.
Bu arada tavsiyem kendinizi koruyamıyacak durumda iseniz kaza yaptığınız zaman arkanıza bakmadan kaçın her zaman bu kadar şanslı olamazsınız.Öyle bir tekme, öyle bir yerinize gelirki b... yoluna gitti ....., olursunuz.
Bana bu şekilde yazdım diye sakın kızma Emniyet amirim veya savcım bende tv haberinde gördüklerimden yazıyorum.
Eğer böyle bir durumda AB ülkesinde geçerse ne olurdu diye soracak olursan bir email at o ünüformayı taşıyan Polis nasıl davranırdı anlatayım.
Saygılarla.

Cuma, Ağustos 17, 2007

KİMSE VARMI ORADA !!!

Kaybettiklerimize rahmet; o acı günleri yaşamış olan kardeşlerimize bir daha böyle acıları yaşamamalarına duacıyım.







Saygılarla.

Pazartesi, Ağustos 13, 2007

Yaşam dediğin buysa !!!



Ankara'da vahşet

ANKARA'nın Elmadağ İlçesi'ne bağlı Hasanoğlan Beldesi'nde bir köpek, işkence yapıldıktan sonra canlı canlı yakıldı.

Hasanoğlan Beldesi'nde boş bir arazide bir köpeğe önce işkence yaparak yaralayan kişiler, ardından hayvanı ateşe vererek canlı canlı yaktı. Vahşeti öğrenen hayvaseverler, bir canlıyı bu şekilde öldürenlerin insan olamayacaklarını belirterek, olayı gerçekleştirenlerin bir an önce bulunup cezalandırılmasını istedi.


2 kadını ezerek öldürdü içerken yakalandı
Olay Kartal Soğanlık’ta önceki gece meydana geldi. Real Market’te bir ayakkabı mağazasında çalışan 24 yaşındaki Filiz Koç, saat 22.00 sıralarında işten çıkıp eve gitmek icin kaldırımda yürümeye başladı. Bu sırada Kartal Otosanayi Sitesi’nde kaportacılık yapan ve alkollü olan 25 yaşındaki Oktay G., 34 CMT 40 plakalı Murat 131 marka otomobiliyle caddeye hızla girdi. Aracının kontrolünü kaybederek kaldırıma çıkan Oktay G., evine giden tezgahtar kızı ezdikten sonra durmadan yoluna devam etti.
İkinci cinayeti işledi yine kaçtı
Otomobilyile kontrolsüz şekilde savrulan Oktay G., iki yüz metre ileride yine kaldırıma çıkarak bu kez de düğünden eve dönen 35 yaşındaki Ayten Akdoğan’a çarparak öldürdü. Ardına bile bakmadan da olay yerinden kaçtı.
261 promil alkollü çıktı
Görgü tanıklarının kaçan aracın plakasını verdikleri polis ekipleri, alarma geçerek çevrede çalışma başlattı. Ve genç sürücüyü Soğanlık Yan Yol’daki çamlıkta içmeye devam ederken yakalandı. Kartal İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne götürülen Oktay G., yapılan kontrolde 261 promil alkollü çıktı.K.Vatan Gaz.

Sakın bana bunları yapanlar insan değil demeyin.
Bunları yapanların hepsi insan...
Şimdi soruyorum ben kimim.Bu haberleri okurken beynine kan çıkmış okuyucum kim.Onun sıfatını nasıl bulacağız.
İnsan olsam küfür ederdim lanet okurdum.
Yok yok önce kendime bir kimlik bulmalıyım.
Saygılarla.

ÇEVRECİLİĞİN BİR PARCASI OLMAK İSTERMİSİNIZ.



Akşam haberlerin de bir tv muhabiri pazar yerinde röportaj yapıyordu; elindeki siyah renkli bir naylon poşeti göstererek bu torbaların kanser yaptığını biliyormusunuz diye soruyordu.Aldığı cevap ise evet, onun için biz pembe renklisini kullanıyoruz diyordu.
Siyah renkli poşetlerin içindeki kansören maddesi taşıdığı almış olduğumuz gıda maddelerine de geçebileceği vs.
Ağlanacak halimize gülelim mi...
Diyelim ki duyarlılık yaptınız siz kullanmadınız.Peki ya komşunuz kullanırsa ?
Bana ne o da düşünsün...
Peki o torbalar ne işe yarıyor, ilk görevlerini bitirdikten sonra.
Efendim !!!
Cöp torbası.
Gittiği yer cöplük.
"İşte tam orada gene müşterek bir sorunla berabersiniz.
İçinde barındırdığı kimyasal maddeler nedeniyle ancak 500 ile bin yıl arasında toprakta yok olabilen naylon poşetlerin, tek kullanımdan sonra çöpe atılmasıyla çevreye büyük zarar verdiğini, bu nedenle market ve alışveriş merkezlerinde kullanımının durdurulması gerektiğini savundu."
''Çöp sahalarında toprağa gömülen bu poşetler, maalesef içinde barındırdığı kimyasal maddeler nedeniyle çok zor yok oluyor. Kimyasal maddeler içeren poşetler, zadece toprağa değil, içine koyduğumuz sebze ve meyveler aracılığıyla insan sağlığına da zararlı olabiliyor. Kaldı ki piyasadaki birçok poşet ikinci üçüncü kalitede ürün olduğu için sağlık için çevre için tahmin edildiğinden çok daha fazla zararlı.''
"Çevreye ve insan sağlığına zararları nedeniyle naylon poşetlerin marketlerde kullanımının kaldırılması gerekmektedir;bunun yerine Avrupa ülkelerinde kullanılan kağıt torba veya file sistemine geçilmesini önerildi.
Ülke genelindeki tüm marketlerin bu uygulamaya gönüllü olarak bir an önce geçmesi , ilerleyen dönemlerde AB'ye uyum için bu uygulamaya geçişin zorunlu hale getirileceğini bildirdi."
Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA)
Avrupa bu duruma yıllar önce tedbir almış.Bu gün alışveriş yerlerinde bu torbalar, büyüklüğüne göre 15-50 Cent arası satılıyor.
Bu durum kullanımı % 75 azaltıyor.Diğer % 25 de cöp toplama merkezlerinde tekrar dönüşüm için ayıklanıyor.
Doğa dan rızkımı kazandığım için ona ne verebilirim diye düşünmüşdüm.
Her firma gibi bende müsterilerime reklam kaynaklı eşantiyonlar veriyorduk.Benim ki ağarlıkla yukarda resmini gördügünüz bez torbalardı.
Saygılarla

Pazar, Ağustos 12, 2007

NOSTALJI



Cumartesi, Ağustos 11, 2007

Sadece siyahi olmak !!!


O daha altı yaşındaydı yaşamının çok başlarında.Ufaçık fakir bir köyde yaşıyordu.
Bir gün o kücük çocuk anlıyamayacağı şeylere şahit olacaktı.Atların, develerin üzerinde silahlı adamlar geldi köylerine.Annesini, babasını daha bir çok kişinin üstlerine kurşun yağmaya başlamıştı.O kücücük çocuk bu silahlı insanlar köylerini terk ettiğinde bu katlıyamın getirdiği acı manzarayı anlamaya çalışıyordu.Artık annesi ve babası yoktu.Gökyüzünde bir gürültü koptu alacaktan uçan uçaklardı bunlar, köyün üstüne doğru alçaldılar bombalamadan uzaklaşıp gittiler.Nedeni ise atlıların gerekeni fazlası ile yaptığıydı.
Hayatta kalan o kücük çocuğun ninesi söyle diyordu.
Köyde bulunan işe yarıyan eşyaları, yiyecekleri,canlı ev hayvanları ve genç kızları toplayıp gittiler.
Bir ay sonra tekrar geldiler.Geri kalan hayvan sürülerini ve köyü tamamen yok etmek için.Sabahın altısı idi.Köy halkı kahvaltı yapıyordular.Bu gelişlerinde Sudan askerleride birlikteydi.Köyü ateşe verdiler.Alevler gökyüzüne yükselmeye başladığı zaman şaşkınlıkla olayları seyreden kücük çocuğu gördüler.
At ve develerine bindikleri zaman bir el o kücük çocuğa uzandı.Ayakları yerden kesilmişti havada kısa bir uçuş yaptıktan sonra kendisini Alevlerin içinde buldu.
Nine yanan alevlerin arasına dalarak o küçük çocuğu çıkarttı.O küçücük vücudu kısmen yanmıştı bu gün 10 yaşına başmış o bedeni o günün izlerini taşımaktaydı.
Sakatlar ordusuna bir çocuk daha katılmışdı.Onun için güzel günler çoktan bitmişdi.
Bu gün o sakat çocuk yardım organizasyonlarının kurmuş olduğu bir kamp da yaşıyor.
Bu gün o kampların yerleri ve buna benzer yaşanmış olayların açıkça belirtilmesi bile çok büyük tehlike taşıdığı söyleniyor.
Kücük çocuğa sorulduğu zaman alevlerin içine nasıl atıldığını ve ninesi tarafından kurtalışını hatırlıyamıyor.Bildiği tek şey anne ve babasının gözleri önünde öldürüşü.
Bu gün orada kendi ırklarından olmıyan insanların katlıyamı var.Onlar Arap değil; sadece siyah tenli Afrikalılar, birer köle olarak görülmekteler.Arap atlıları ve Sudan askerleri tarafından gün be gün yok edilmektedirler.Onlar için Arap ırkından olmıyan bu insanlar üzerinde hakları olduğu kanısı.
İnsan hakları komitesi raporlarına geçen olaylardan bir kaçı:
Sıra sıra dizilip kurşuna dizmek, daha sonra ölülerin diğerleri tarafından gömülmesi ta ki sıra onlara gelinceye kadar.
Toplu olarak aileleri gözü önünde kadınlara tecavüz edilmesi.Daha sonra o kadınların, aileleri gözünde utanç içinde yaşamlarını sürdürmeleri.
50 yaşında kadınların cinsel organları jiletle sünnet edilmesi.
Darfur, Sudan'da çoğunluk olarak hristiyan siyah Afrikalıların yaşadığı bir bölge. Sudan'daki Arap - müslüman hükümetin Darfur'a kendi şeriat kanunlarını zorla kabul ettirmeye çalışması sonucu Darfur'da ayaklanma başlıyor ve hükümetin bu isyana karşılığı çok sert oluyor. İç savaş katliama hatta soykırıma dönüşüyor.
Darfur'da ölü sayısı çatışma alanının genişliğinden dolayı tam olarak bilinemiyor. En az 200 bin insanın hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. 2 milyon insan göç etmek zorunda kaldı ve kıtlık halinde.
BM Güvenlik Konseyi, Sudan’ın batısındaki Darfur’a yaklaşık 26 bin kişilik barış gücü konuşlandırılmasını kararlaştırdı. İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre ise , dünyanın en büyük barış gücünün kurulmasının önünü açan bu karar için çok geç kalındı.
Barış gücü, 31 aralık 2007 tarihinden geç olmamak kaydıyla, Darfur’da görev yapan Afrika Birliği barışı koruma gücünün yerini almış olacak.
Sivilleri, yardım görevlilerini saldırılardan korumakla görevlendirilecek barış gücü, gerekirse silah kullanabilecek.
Saygılarla.



Cuma, Ağustos 10, 2007

MİRAC KANDİLİ



ERDIL


Recep ayının 27. gecesi mübarek Mirac Kandilidir. Sevgili Peygamberimizin İsra ve Mirac mûcizesinin olduğu gecenin yıldönümüdür. Böyle bir gecede Allah’ın elçisi Cebrail tarafından Mekke’den alınıp Kudüs şehrindeki Mescid-i Aksa’ya götürülmüştür. Oradan da göklere doğru yükseltilmiştir.O gece Allah’ın Rasûlü Hz. Muhammed yedi kat gökleri geçmiştir. Beytü’l Ma’mura ve Sidre-i Müntehâ’ya ulaştırılmıştır. Kendisine Yüce Allah’ın kudretinin ne kadar büyük, ilminin ne kadar geniş olduğunu belirten alametler gösterilmiştir.

Böyle olağanüstü olaylara Mûcize denir.

Peygamber Efendimizin en büyük mûcizelerinden

birisi de “Mirac olayını yaşamasıdır.


ERDIL

Bakiler sevgiler adına nice dilekler vardır.
Ölümü bile ayırır saymayan gönüller vardır.
Mesafeler araya set çekmişse ne çıkar,
dualarda birleşen gönüller vardır.
Hayırlı kandiller..
Saygılarla.

Perşembe, Ağustos 09, 2007

KLIMA GERCEGI. /DÜN. / BERLIN...


Şehrin üzerinde bir anda kara bulutlar.Sanki bir Yaz yağmuru gibi.
Bir kaç saat sonra güneş o bulutların ardından yüzünü gösterdi ya Şehir !!!
Saygılarla.

Çarşamba, Ağustos 08, 2007

YA SABIR !!!


SULARI TÜKETTIK 5 GÜN DAHA SABIR

Salı, Ağustos 07, 2007

Daha ne çılgınlar göreceğiz !!!


Amerika'da seçim mücadelesi başladı.
Cumhuriyetçi partisinden aday Tom Tancredo tv.de yapmış olduğu konuşmada.Amerika'ya karşı yapılacak teröre misilleme olarak İslam dünyasının kutsal şehirlerinden Mekke ve Medine'nin bombalanması gerektiğini söyledi.
Amerikan dış işleri bakanlığı bu açıklama karşısında derhal karşı kritikde bulundu.
Tom Tancredo'nun yapmış olduğu bu açıklamayı bu günki Amerikan hükümeti şiddetle kınadı.Dış işleri sözcüsü McCormack Washington.
Bu açıklamanın ardından diğer Cumhuriyetçi adaylar Tom Tancredo'ya mesafe koydular.
Adaylardan Tommy Thompson böyle bir bonbandırman teröre karşı önliyeci bir çare olmakdan ileri, dünyada yaşıyan 1 milyarın üstündeki müslümanları Amerika ile karşı karşıya getirir dedi.
Amerika'daki en büyük islam birliği bu gibi açıklamalar karşısında Tom Tancredo'nun sözlerinden dolayı özür dilemesini istedi.Bu gibi açıklamaların fanatiklerin ekmeğine yağ sürecektir dedi.
Tancredo kimdir : Kolorado eyaleti meclisinde bir vekildir. 61 yaşında olup kendisi anti terör ve kaçak olarak Amerika'da yaşamaya çalışanlarla mücadelede aktiv çalışmaları ile tanınmaktadır. DPA.
Bu gün Amerika'nin Orta doğu da çıkmazı.Kafasında yarattığı yeni haritalarla daha ne kadar terör örgütleri yaratacakdır.
Atılan her yanlış adım, söylenen her yanlış söz terörü dahada çok körükliyeceği ap açıktır.
Saygılarla.

Pazartesi, Ağustos 06, 2007

Kacarmıydım ?


Güneşli bir gündü ön bahçede çiçeklerimle haşır neşir olurken acı bir fren sesi ile irkildim.
Manzara hiç iç açıcı değildi.Bir otomobil hemen önünde kücük bir çocuk.
Sesi duyan bir kaç kişi ile olaya el attık bir kişi hemen çarpan arabanın arkasına ikaz işareti koyarak trafiğin akışını sağladı.Sert komutlarla meraklı kişilerin yola devamını sağlıyordu.Bir kişi çocuğun başında ilgili merciye telefonla durumunu anlatmaya ve kazanın nerde olduğunu bildiriyordu.Diğer bir kişide kazayı yapan kişinin başına geçmiş onu sakinleştirmeye çalışıyordu.
Çarpan bayan bir sürücü idi.Normal bir sürratle yoluna devam ederken annesinin elinden fırlıyan bir kücük çocuğa her ne kadar fren yapmış olsada bu da yerdeki izlerden belli oluyordu.Kazayı önliyememişdi.
10 dakika geçmeden her iki istikametten cankurtaran arabaları olay yerine ulaştılar.
Derhal ilk müdahaleyi yaparak çocuğu hemen hastaneye götürdüler.Annesinide aynı arabaya alarak.
Diğer cankurtaranda ki görevli kazayı yapan bayana yaralanıp yaralanmadığını yardıma ihtiyacı olup olmadığını soruyordu.Eğer istediği taktirde hemen kendisinin de hastaneye götürülebileceğini söylüyorlardı.
Kendisinin iyi olduğunu duyduktan sonra cankurtaran da olay yerinden ayrıldı.
Bayan ise arabasından inmiş kaldırımın kenarına oturmuş hala kazanın şokunu atlatmaya çalışıyordu.
Aradan 25 dakika geçmişdiki ikinci bir siren sesi duyuldu.Gelen Trafik polisi idi.
Hemen kaza yerinin trafiğe uygun bir şekilde olup olmadığını kontrol ettiler.Polislerden bir tanesi kazayı yapan bayanın yanına gelerek.Nasıl olduğunu sordu.Daha sonra kimlik tesbiti ve kazanın oluşu hakkında bilgi almak için Polis arabasına bindiler.İkinci polis ise elinde fotoraf makinası ile yeri fotoraflıyor.
Elindeki kağıda çizmiş olduğu kroki üzerinde yapmış olduğu ölcümleri yazıyordu.
Daha sonra kazayı gören olup olmadığını sordu görenlerde polis arabasında olayı anlattılar.Kimlik ve adres tespitinden sonra kendilerine bir kaç gün içinde bir mektup geleceğini görmüş oldukları olayı o kağıda yazarak göndermelerini istediler.
Çarpan arabada hasar yoktu.Görevli polis çarpan hanıma arabayı kullanıp kullanamıyacağını sordu.
Kullanamıyacak durumda iseniz; müsade ederseniz,arabanızı bir kenara park edelim.İsterseniz bir çekici çağırarak adresinize götürsün.Size de bir taksi çağıralım dediler.
Eğer arabanızı kullanabilecek durumda iseniz gidebilirsiniz.Fakat size bu durumda araba kullanmamanızı tavsiye ederiz diyerek olay yerini trafiğe açarak terk ettiler.
Sonradan gazetelerden öğrendiğimize göre çocuk vefat etmiş.
Neden bu anımı anlattım diye soracak olursanız!!!
Bu durum o bayanın Türkiye'de başına gelmiş olsaydı ne olurdu...
Böyle durumlara birey olarak ne kadar hazırız işlevler bizde ne kadar yürüyebilirdi.
Yoksa başımıza gelebilecek her hangi bir olay yüzünden olay yerini terk edip kaçarmiydik.Daha sonra her hangi bir karakola sığınarak teslim mi olurduk.Veya başımıza gelebileceklerden korkup yapmış olduğumuz kazayı ömür boyu vicdan mahkemesinemi bırakacaktık.
Neden kaçarım sorusuna bu gün okuduğumuz veya haberlerde gördügümüz kazaların akabinde ki olaylarmı bizleri kaçmaya zorlamaktadır.
Karar sizlerin.
Saygılarla.

Cuma, Ağustos 03, 2007

BİR KAÇ FİNCAN KAHVE !!!



Japon Sağlık Bakanlığı gittikçe artmak da olan Barsak Kanserine karşı alınacak tedbirleri artırmışdır. Bilim adamlarının çalışmaları, bir kaç fincan içilen kahvenin rizokoyu azalttığını tesbit etmişlerdir.
Kahvenin aynı zamanda Kolosterini düşürdüğü ve Safra asidinide ayarladığı yapılan araştırmalar neticesinde tesbit edilmişdir.
Kadınların günde bir kaç fincan kahve içmeleri onları Barsak Kanserinden koruduğu, buna karşı erkeklerde bu durumun görülmediği tesbit edilmişdir.
Bunu da erkeklerin sigara ve alkolü kadınlara nazaran çok daha fazla kullandıkları.Nikotin ve alkolün,koffeinin yapmış olduğu koruma faktörünü yok ettiğini tesbit etmişlerdir.
Bilim adamları yapmış olduğu bu çalışmalarda kahvenin kadınlar üzerindeki yapılan testlerde % 56 olarak bu rizikoyu ortadan kaldırdığı görülmüşdür.Bu çalışmalar da Tokyo'da halka açıklanmışdır.
Bu gün kahvenin ilaç gibi görülmesi ne kadar doğrudur ?
Aynı zamanda koffeinin adale yorgunluklarına ve deri kanserine de iyi geldiği söylenmektedir. Yoksa Küba'lıların söylediği gibi seks ve puronun sağlıkla bağlaştırılması gibi bir rivayetmidir...
Araştırmacılar uzun çalışma neticesinde 96,000 kişi üzerinde yapmış oldukları test neticesinde yalnız 40 ile 69 yaş arası 726 erkeğin buna karşı 437 kadının Barsak Kanserine yakalandığını söylemektedirler.
Saygılarla.

Perşembe, Ağustos 02, 2007

INCE UZUN BIR YOLDAYIM


Yaş 6 .
Yaş 60 ..
İnce uzun bir yoldayım ...

Çarşamba, Ağustos 01, 2007

MAZOT ve VÜCUDUMUZDAKİ YAĞLAR


Damar tıkanıklığına neden olan, yaşamımızdaki ikili :
Mazot ve yağ ;
Yapılan araştırmalar neticesinde Mazotlu araçların ekzozundan çıkan kurum vücudumuzdaki yağ ile birleşiminde damarlarımızın iltihaplanması,tıkanmasına yol açmaktadır.
Bu riziko kalp hastalarında çok büyük tehlikeli boyutlara ulaşdiği tesbit edlmiştir.
Tıp adamlarının Kloesterin veya Mazot kurumlarının tek başına vermiş olduğu zarar her ikisinin birleşimi ile tek olarak vereceği zararın çok, çok daha üstünde olduğunu söylemektedirler.
Kaliforniya da Los Angeles (UCLA) Ünüversitesi de yapmış olduğu testler neticesinde
bu durumu doğrulamıştır.
Araştırmacılar yapmış oldukları kan testlerinde Genlerin derhal aktiv duruma geçmeleri ile bu iki elementin çok tehlikeli bir şekilde kan damarlarında iltihaplanmaya yol açtığı görülmüşdür.
Hava kirliliğinin solunum yolu ile açtığı zararların gittikçe fazlalaştığını buna karşı çok acil önlemler alınması gerektiğini söylemektedirler.Bilim adamları her iki madde üzerinde yoğunlaşarak Mazot kurumları ve Yağ asitlerinin LDL-kolestrin oluşturduğunu söylemektedir.Her ikisinin hücre ve gevebeler üzerinde zarar verdiğini kanaatine varmışlardır.Bu durum damarlarımıza büyük bir oranda zarar vermektedir.
Özetlememiz gerektiği zaman Mazot kurumları ve yağlar ile birleşimi kalp sektelerini
ateşlemektedir.Kolesterin birkimine,hücrelerin zedelenmesine,burun ve solunum,ak ciğerlerimizde tehlikeli bir yoğunlukda zarar verdiği.Kalp tıkanıklığı ve krizlere neden olduğu tesbit edilmişdir.
Bu gün Tıp raporlarında belirtilen bu durum karşısında bazı gelişmiş ülkeler, bazı normlar getirmiş olup bu partikillerin havaya yayılmasını önliyebilmek için önümüzde ki seneler içersinde filitre zorunluluğu getirmekte "şu anda kullanilan flitre dışında" balon bölgelere bu yıl
içersinde filitre normlarının son ölcümlere uymıyan vasıtaların girmesini yasaklamaktadır.
Bilim adamlarının en büyük yardımcılarından bir taneside arılardır.Yapılan araştırmalar hava alanları civarına yerleştirilen kovanlar sayesinde alınan bal örnekleri ile kerozinin hava kirliğine neden olan miktarın net olarak tesbit edilebilmesini saglamaktadir.Bu kirliliğin polenler vasıtası ile yayılma durumuda göz önüne alınacak olursa boyutların ne kadar tehlikeli bir durum yaratabileceği konumda yoğun çalışma içersindedirler.
Saygılarla.