Pazar, Eylül 30, 2007

ONUN ADI SINBAD III.


Aradan seneler geçmişdi o mahalleninde sevgilisi olmuşdu.Komşular ona alışmış geceleri rahatlıkla dolaşabilmesi için geçebileceği kadar çitlerde aralıklar bırakmışlardı.O minik bebek heybetli kocaman bir köpek olmuşdu.Tek kusuru ünüformalı kimselere tahammül edemiyordu.Bazen düşünüyorum da acaba Bulgar polisinin bana sert davranmasımı onda bilinç altı yapmışdı.
Anarşinin kol gezdiği bir devirde gece bahçeye giren Polis memurları onun kaderini değiştireceğini kimse bilemezdi.Annem sabah kalktığı zaman köpeğin altında bir ünüformalı Polisi bulmuşdu.Kendisine zarar vermemiş ama sabaha kadarda ayaklarını göğsüne dayamış Annemin gelmesini beklemişdi.Tabii annem derhal yanına çağırmış korkudan sabaha kadar ecel terleri döken memur bunun hesabını vereceksiniz diyip derhal bahçeyi terk etmiş.
Annem çok sevdiği köpeğinin başına geleceğini tahmin ederek onu kardeşimle bir başka şehirde tanıdığı çiftliğe göndermiş.Hadiseler unutulana kadar.
İki sene sonra izinde köpeğimizi sorduğum zaman bu hadiseyi öğrendim.Çok şey geçmişdi aradan hadiseler coktan unutulmuşdu.Kardeşime hadi gidip emaneti alalım dedim.
Koskocaman bir çiftlikdi.Kahyayı bularak durumu izah ettik bize köpeği yoldan geçen
bir kamyonun çarptığını öldgünü söyledi.İçim tuhaf olmuşdu tam o sırada yaşlı bir hanım yanımıza geldi.Kahyaya kimdir bu misafirler diye sordu.O da bu beyler sizin oğlunuzu soruyorlar hanım ağam diye cevap verdi.
Ben hemen bir yanlışlık oldu oğlunuzu değil iki sene evvel size emanet ettiğimiz bir köpek vardı onu almaya geldik dedim.Yaşlı kadının gözleri buğulandı gelin benimle dedi.Ciple 15 dakika kadar gittik kahya arabayı durduttu.
Bir kaç yüz metre ilerde bir sürü vardı.Sadece eliyle orayı gösterdi emanetiniz orada diye.Arabadan indim bir kaç metre sürüye doğru yanaştım bir şey göremiyordum.Biraz daha yanaştım bir anda sürü dağıldı tam ortasından şaha kalkmış bir yaratik bana doğru koşmaya başladı sanki kücük bir at yavrusu gibiydi.Birden onun bir köpek olduğunu gördüm.Aramızda sadece 10 metre kalmışdi avazım çıktığı kadar Simbad diye bağırdım.O anda olduğu yerde kala kaldı.Arka ayaklarının üstüne oturdu göz göze geldik sonra ön ayaklarını
büktü gözlerimiz birbirimize bağlanmış gibiydi.Sadece iki damla gözyaşı gördüm.
Hadi oğlum artık ayrılık bitti dönme zamanı geldi dedim hemen kalktı yanıma geldi.
Benimle adımlamaya başladı.Bir kaç adım yürümüşdük hanım ağanın sesini duydum oğlum diyordu.Bir anda durdu kafasını yarım çevirdi kadına baktı.Sonra bana döndürdü yanıma geldi elimi yaladı tekrar döndü hanım ağanın ayaklarının dibine oturdu.Gözleri hala yaşlıydı burası benim yerim artık dercesine.
Onları ayıramazdım biz ona Sinbad diyorduk onun ismi ise şimdi oğlum olmuşdu.Kahyanın anlattığı gibi benim Simbad'ım yoktu artık.
Öykümüz iste böyle...
15 sene sonra bir gün yolum o şehre düstü aklıma çiftlik geldi.Biliyordum köpeğim yaşamıyordu ama olsun bir uğrayım dedim.Kapıyı yaşlı kahya açtı.Ben onu tanımakda zorluk çektiğim halde o beni hemen tanıdı.Buyrun dedi önce hanım ağayı sordum.Buyrun gidelim dedi o artık bizimle beraber değil bir yarım saat kadar yürüdük beyim şu tepeyi görüyormusunuz.O artık orada yatıyor dedi.Mezarının başına gidip bir Fatiha okuyum dedim.Fatiha okurken mezarın bir kaç metre yanında bir mezar daha vardı.Burada ....... nin oğlu yatıyor yazıyordu.
Kahya eli ile omuzuma dokunurken sadece oğlunu kaybettikden sonra 3 gün yaşadı dedi; bizde özel bir izinle ikisini yanyana gömdük.
Bu ne gibi sevgiydi daha doğrusu karşılıklı saygıydı.
Eğer yolunuz düşerse o çiftliğe Hanım ağa ile Oğlunun öyküsü halen söylenmektedir.
O çiftliği nasıl buluruz diye soracak olursanız çok basit oradaki köpeklerin isimleri oğlum veya kızımdır.
Saygılarla iyi Pazarlar.

Cumartesi, Eylül 29, 2007

ONUN ADI SINBAD II.


Günler birbirini kovalıyordu o bir avuç bebek gittikçe büyüyordu.Bir gariplik vardı,
3 aylık olmasına rağmen sanki 2 yaşında bir köpek gibi olmuşdu.Bide dikkatimizi çeken şey daha hiç sesini duymamıştık bunu cözmek için aldığımız kuruma gittik yapılan muayenede havlamaması için hiç bir nedeni olmadığını söylediler.Birde kendilerine neden bu kadar çabuk büyüdügünü sordum.Doktor güldü bunun cinsi böyle meğer kırma imiş Annesi Lessi "Colli". Baba da Alman Doggesi imiş.Sizin anlıyacağınız yaşında ayağa kalktığı zaman 2 metre kadar olabilirmiş.
Eyvah dedim bakalım ne yapacağız.
Bana karşı büyük bir saygı gösteriyordu.Sanki söylediklerimin her kelimesini anlıyordu.Bakımı annede idi yemeği suyu ile o ilgilendiriyordu.Çocuklarımı soracaksınız alt alta üst üste hani bana yapsalar bu kadarına isyan ederdim.Biri kuyruğuna yapışır.Diğeri üstüne at gibi biner ben yapmayın çocuklar dediğim zaman bana bakıp sen karışma biz onlarla oynuyoruz der gibi bakardı.Bebekliğinden bu güne kadar eve ne işemiş nede kakasını yapmışdı.Banyoda yer yapmışdik oraya yapabilsin diye hiç bir zaman yapmadı.Tek kusuru banyoda ki boruları kemirmesi idi bir kaç defa değiştirmek zorunda kaldık.Daha sonra nedenini öğrendim.Meğer yalnız kaldığı zaman tuvaletini yapmamak için sıkıntıdan yaparmış nerden bilelim.
İzin zamanı gelmişdi.Çocuklarla hanımı uçakla gönderdim köpeğin büyük olması nedeni ile anca kargoya alıyorlarmıs,üstüne üstlük birde uyutuyorlarmış.Binde bir olmasına rağmen basınç ve iğnenin nedeni ile uyanmama tehlikesi olurmuş.Bende bu nedenle beraber kara yolu ile arabamıza binip yola çıktık.Pasaportu aşıları hepsi tamamdi.E o zamanlar 3 kominist ülkesinden geçmemiz gerekiyordu, kapılar o zamanlar çok sıkı idi.Kış olması çabası idi.
Yugoslavya'da Belgrad'da mola verdim arabadan onu inderirken birde ne göreyim arabanın arka tavanı paramparça daha da 1 ay olmuşdu alalı deliye döndüm be hayvan dedim ne istedin yerin koskocaman yemeğin suyun hepsi var ne istedin benim tavandan.Suçunu anlamış gibi başını öne eğdi.Bulgaristan'a yaklaştığım zaman dikiz aynasından baktım gene tavanı didikliyormu diye.Tam aksine aynaya gözleri dikmiş ağlıyordu.
Yanlış anlamayın gözlerinden sicim gibi yaşlar geliyordu.O zaman hatamı anladım o arabaya çişini yapmamak için sıkıntısından yapmışdı da ben anlamamışdım.Onu suçsuz yere azarlamışdım.Hemen arabayı kenara çektim.
Boynuna sarıldım.Acaba beni hiç afedecekmi diye sorarken yanımıza bir Bulgar Polis arabası yanaştı bana neden durduğumu sormaya başladılar.İlk defa onun sesini duydum gözlerini Polislere dikmiş havliyordu koca köpeği görünce hemen uzaklaştılar.
İzinimiz sona yaklaşıyordu Köpeğimiz annemizin sevgilisi olmuşdu.Birbirlerine o kadar kaynaşmışlardıki çocuklar bile bu bağın karşısında dayanamadılar.Onların rızası ile annemle kaldı.Şimdi koskaca bir bahçeye sahipdi.Bir sürüde kedi arkadaşı vardı.Çocuklar son günü aynı odada geçirdiler hepimiz için çok hüzünlü bir gündü.Bizim için tek teselli ise o ihtiyar yaşlı kadının gözlerinin içindeki sevinç pırıltıları idi.Onu hiç unutamadık tabii öykümüz burada daha bitmedi.Onunla son bölümde gene beraber olacağız.
Yarın görüşmek üzere.
Saygılar.

Cuma, Eylül 28, 2007

ONUN ADI SINBAD I.


Çocuklar bu hafta sonu ne yapalım diye sordum.
Sizleri hayvanat bahçesine götüreyimmi ?
Pek istekli olmamışlardı bir yerde haklıydılar okulla devamlı gidiyorlardı..
Aklıma değişik bir fikir geldi sizleri bu hafta hayvan barınağına götüreyim dedim; hem orada hayvanlar hakkında bilgi veriyorlar birde filim oynatıyorlar.
Annemiz söyle bir kere yüzüme baktı bende ona hanım çocuklar birde madolyanın diğer yüzünüde görsünler istedim.
Bu bahs ettiğim yer sokağa bırakılan, sahipleri ölmüş, insanların davranışları yüzünden sorumlu hayvanların toplandığı bir yerdi.
Hep birlikde gezmeye başladık.Her kafesin önünde neden burada oldukları hakkında bilgiler vardı, rahatsızlıkları sorunları tek tek yazılmışdı.
Çocuklar saatlerce onlara bakıyorlar neden burada oldukları için bilgi alıyorlardı.
Büyük kızım sordu peki baba bu hayvanlara ne olacak diye.
Bende onlara biraz hakikatleri gizleyip yeni sıcak yuva beklediklerini söyledim.
Tam bir kafesin önünden geçerken iki köpek yavrusu gördük o kadar şirin şeylerdiki sormayın.
Kafes önünden tam ayrılırken kızım baba dedi.Dikkat ettim şu ufaklık varya devamlı seni takip ediyor.
Ben farkına varmamıştım amma kızım fark etmiş.
Döndüm hakikaten her hareketimi takip ediyordu.Gözlerimin içine bakıyordu.
Sonra asılı yazıyı okudum deliye döndüm hafta sonuna kadar bir kişi almadığı taktirde yavrunun bir tanesinin uyutulacağı yazıyordu.
Deliye döndüm nasıl böyle bir şey olabilirdi bu ne demekti.Gençliğin verdiği heyacanla beni oradaki personelin yatıştırması biraz zor oldu.Sizin anlıyacağınız bizim pazar gezisi zehir oldu.
Kızım yaşlı gözlerle baba ya senin miniği uyuturlarsa dedi.
Yok dedim benim ufaklığı kimse uyutamaz hemen oradaki ilgililerle konuştum.Ben bu bebeğe talibim dedim.
Hemen beni bir odaya aldılar başladılar imtihan etmeye köpekler hakkında bilgimin ne kadar olduğunu sanki zorlu bir imtihandan geçiyordum.
Nihayet kendilerini ikna edebildim.Sağlık ücretleri ve aşı paralarını ödedikten sonra bana köpeği verebileceklerini söylediler.Bir sürü kağıt imzaladım 3 ay içersinde yeni yuvasını istenilen gün ve saatte kontrol edeceklerini olumsuzluk karşısında hemen elimden alacaklarını ve bunu benimde kabul ettiğime dair bir anlaşma imzalattılar.
Hey Allahım diyordum ben sahip çıkmasaydım o iki yavrudan biri hayata veda edicekdi.Şimdi talip olduk ne kadar zorluk çıkarıyorlar demekdende kendimi alamadım.Maması ona ait olabilecek bir sürü malzemeyle evimizin yolunu tuttuk bir köpeğimiz olmuşdu aileye bir kişi daha katılmişdı.
Tabii bu yaşanmış öykümüz burada bitmiyor devamı yarın.Bu arada tv.de Sinbad diye bir filim oynuyordu.Çocuklar hemen önün adını Sinbad koydular.
Devamı yarın.
Saygılarla.

Perşembe, Eylül 27, 2007

ORKİDE...





Yeşil koridor adıyla anılan Thua Thien Hue bölgesinde "Vietnam" daha hiç keşfedilmemiş Orkide çeşitleri bulundu.
Orkidelerin yaprak taşımadıkları görüldü.
Bilindiğine göre yaprak bir bitkinin yaşıyabilmesi için en büyük faktör olamasına karşı.Bu bitkiler yaşamlarını ölü bitkilerden aldığı tesbit edildi.
Yapılan araştırmalar derinleşdikçe şimdiye kadar daha görülmemiş bitki ve hayvan türüne rastlıyabileceklerini söylemektedirler.
Bu yağmur ormanlarında bu orkide çeşitlerinin binlerce yıldır yaşam sürdükleri kanaatindeler.
Saygılarla.

Çarşamba, Eylül 26, 2007

VERİLEN EMANETLER...


Canlı türlerinin içinde en şanslısı bizleriz.Bizi yaratan yüce Allah bizler için en ufak noktaya kadar her şeyi bizim önümüze sermişdir.
Bunu bize indirdiği kitaplarla, gönderdiği peygamberlerle bilgimize sunmuştur.
Bu nimetler bizler olmadan evvel yaratılmıştır.Karşılığında bizden şükür istemiş yaratacına iman etmemimizi istemiştir.
Peki bizler bu mübarek günlerde biraz kendimizi sorgulamaya kalktığımız zaman bu emanetlere ne derecede sahip çıkmaktayız.O yeşil dünya olarak önümüze serilen bitkilere ağaçları nasıl sahipleniyoruz.
Onları gördüğümüz zaman;
onlardan faydalandığımız zaman;
sadece bizlere lütfedilen bir emanet olduğunun bilincindemiyiz.
Yoksa kendi menfaatlerimiz uğruna yokmu ediyoruz.Babalarımızdan aldığımız emanetleri çocuklarımıza emanet etmeye düşünemiyormuyuz.Bunun bir hesabı olabileceğini unutuyormuyuz.
Her geçen gün o canlı topluluğu bilerek veya bilmiyerek yok etmiyormuyuz.Sene geçmiyorki yanan ormanlar onunla birlikde bozulan dengeler, bizlerin birer eseri olmuyormu.Bizi yaratan yüce Allah bizlere akıl vermişdir.Bu akılla neyi yapabileceğimizi neyi yapmıyacağımızı bizlere bırakmamışmıdır.
Yoksa kendimizi çokmu üstün görüyoruz.Unutmamız gelirki koca Kral Nemrud'u bir sinek devirmişdir.
Gün geliyor bizlerin dostu olan o hayvanları canlı canlı toprağa gömüyor kimi zaman aklın bile duracağı şekilde işkence ediyoruz.
Onları bizler yaratmadık.Onlar bizler için yaratılan yaşam yoldaşlarıdır.Birer büyük emanetlerdir.Her zulüm bizden sorulacaktir.Bu dünyada bize sorulmasa canımızın bir parçası olan evlatlarımızdan onların evlatlarından sorulacaktır.Bize verilen bu emanetlere hiyanet etmeğe devam edersek.Geride bırakacağımız emanetse sadece hiyanetten başka bir şey olmıyacaktır.
Gelin bir ağacı ele alalım.Sizlere neler vermezki açlığını giderecek meyveler verir;yaprakları ile gölge olur aldığın her solukda nefes olur,gün olur yaşamından sonra kalem olur,kağıt olur donmaman için ateşde bir köz olur.O ağaçki sana son yolculuğunda eşlik eder tabut olur.
Ya eziyet ettiğin hayvanlar, seni yalnız kaldığın zaman terk etmiyen dostlar olmazmı.
İnsan oğlu sanma ki sen ondan üstünsündür.Onun duyduğunu duyamazsın, onun gördügünü göremezsin; içinde yaşadığın paylaştığın o her canlıyı görür.Kapında bekçi olur.Gönül gözünle ona baktığın zaman sana ne kadar bağlı olduğunu verdiğinin karşılığında bir şey beklemediğini görebilirsin.Seni üzmemek için elinde geldiğini yapar.Eğer o emanete de sahip çıkabilirsen senden gelen o zürriyetde en az senin kadar mutlu olur.
Verilen emanetlere sahip çıkalım yoksa gene kaybeden bizlerden başkaları olmıyacaktir.

Salı, Eylül 25, 2007

GENTEKNIK !!!


Yapılan testlerde ortaya çıkan veriler biraz şaşırtıcı oluyor.
Genteknik bügün bebe mamüllerinde de görülmeye başladı.
Yapılan testler neticesinde har gıda maddesinin 3 de 2 sinde genteknik izlerine rastlanmaktadır.
Hatta bu izler bio olarak adlandırdığımız ürünlerde bile görülmektedir.
Gensoya da olduğu gibi.
Sütün yedeği olarak görünen soyada olduğu gibi.
Bebe gıda maddelerinde bu durum İnek sütü alerjisine yol açmaktadır.Toz mamüllerinde ve sporcuların kullandıkları maddelerde soya'nin kullanılması ile genteknik bu maddelere karışmış olmaktadır.
Bu gün 0,9 olarak sınırlanması karşısında Soya kanalı ile her gıda maddesine karışmaktadır.Bu durum karşısında bio maddeleride nasiplerini almaktadır.
Bu gün Exo çalışmaları yapan bir institüt 33 çeşitli gıda maddesinde soya kanalı ile her aynı üründen 3 tanesinin genteknikle değişikliğe uğradığı tesbit edilmişdir.
Bebe gıdaları :
Toz gıdalarında testi kötü geçmişlerdir.Humana (SL Sütten arınmış özel gıda) ve Milupa (SOM sütten arınmış gıda) özellikle çocuklarda süt alerjisi yapmaktadır.
Her paketde 0,1 ila 0,2 arasında genteknik ile değişime uğrayan maddeler görülmüşdür.
Diyet ürünlerinden "MegaSlim vanilya tadında olan Soya/Süt/Bal" genteknik izleri görülmüşdür.Sporcuların kullandığı "Multan Enerji Soya-Eiweis plus L Carnitin" veya Wieder Soy 80 + Proteyin vanilya Flavour"
Bio gıdalarında biraz olsun yapılan testler yüz güldürücü olmuşdur.Yapılan 19 gıda maddesinde 9 tanesinde genteknik bulunmamıştır.
Genteknik deki itimatsızlık :
Bir çok tarım yetiştiricisi genteknik içeren ürün yetiştirmektedir.
Bu durum karşısında tüketici seçim yapma olanağı gittikçe daralmaktadır.Gittikçede genteknik yoluyla değişime uğratan maddeleri kullanımı artmaktadır.
Genteknikle üretilen alanlarla üretilmiyenler arasındaki mesafelerin tutulabilmesi olanaksız olma yolundadır.
Peki genteknik ile üretilen gıda maddelerinin bizler üzerindeki negatif etkileri neler olduğu görülmektedir;
bilim adamları bu konuda tam bir açıklama yapamamaktadırlar.
Yalnız bilinen nokta ise bu gibi gıda maddeleri bir çok alerji rahatsızlıklarına neden olduğu;antibiotikresistenzinin artışına cünki bir çok yetiştirilen bitkilerin
antibiotikaresistenz Gene ile çalışılmaktadır.
Saygılarla.

Pazartesi, Eylül 24, 2007

EĞİTİM NEREDE OLURSA OLSUN...



Bazen içimden avazım çıktığı kadar bağırmak geliyor!!!
Bu sözler x ülkesinde y şehrindeki ilk öğretimde ders veren eğitmenin sözleri...
Devam ediyor; daha bir kaç hafta geçmesine rağmen.Sinir sistemimiz sıfıra indi.
Çocukları okula motive yapmaktan gittikçe uzaklaşıyoruz.Disiplinden uzak, kendi başlarına buyruk hareket ediyorlar.
Yapmış olduğu gözlemlerine şöyle devam ediyor.
Sistematik bir eğitim yapmak olanaksızlaşıyor.Öyle anlar geliyorki kendimi sınıfda değilde banbaşka bir yerde hissediyorum.
Çocuklara verebileceğimiz eğitimden gittikçe uzaklaşıyoruz.
Bunu ailevi terbiyeye bağlıyabilirmiyiz.
Yoksa gittikçe çizgilerinden uzaklaşan eğitim organizasyonlarınamı bağlamamız gerekiyor.
Psychologlar,ailebirliği danışmanları,ana okulları, arasında bir kopukluğun aynası olarak sosyal bir kaosun içinemi giriyoruz?
Bu mesleği seçtiğim zaman birşeyler vereblmenin sevinci içinde idim.
Ya şimdi ?
Evime gittiğim zaman kendimizi günümüzün şartlarına uygun olarak, çizgiler dışına çıkmadan hazırlıyorduk.
Ertesi günde bu çalışmaları çocuklarımıza aktarmanın gururunu duyardık.
Bu gün ise eğittiğimiz çocuklar bu gibi çalışmalardan çok uzak kaldığını görüyorum.
Bu gün 50 li yaşın ortasındayım.Benden 15 yaş kücük arkadaşlarım.Şimdiden ilk sömestir tatilini iple çekiyor.O günler için planlar yapıyorlar.
Geçen sene ile bu sene arsında onların gözünde bir değişikliğin olmadığını görüyorum.
Galiba yavaş yavaş havluyu atmanın zamanı geldiğini düşünüyorum.
İçimdeki eğitmen aşkının yavaş yavaş küllenmeye başladığını.
Bu durumlar karşısında direnmeninde bir fayda göstermiyeceğinin farkındayım.

Bu bir öğretmenin çığlıkları, yazıyı okuduğum zaman böyle gelişmiş ülkede bir çok ülkelere nazaran çok daha fazla sosyal ve modern imkanlar içinde olmanında bir noktadan sonra fayda vermediğini gördüm.
Bir an bizim ilk eğitimi vermek için daha doğru dürüst okulları araç ve gereçleri olmıyan Anadolu köşelerindeki okullar geldi gözlerimin önüne.
Yanlız daha anne baba ocağından yeni kopmuş eğitmenler, belkide hayatlarında hiç görmedikleri koşullar altında bir şeyler verebilmek için çırpanışları.
Her nerde olursa olsun eğitmenlerimizin yaşam standartlarının bozulmaması.En önemlisi de ailelerin bu ilk basamakları çıkarken kooparatif olarak pasiv eğitmen olmaları gerektiğidir.
Yoksa temeli olmıyan bir eğitim sistemi kurmakdan ileri gidemeyiz.
Yazıyı okuduktan sonra o aç beyinlere verilecek bilgilerin nerde ne şartlar altında olmasının pekde büyük önem taşıdığını sanmıyorum.
Onu nasıl verebileceğimiz çok daha bir önem taşıyor.
Saygılarla.

HAKKARİ


Ülkemin

En yüksek yerlerinden

Birindesin sen.

En sarp

En geçit vermez

Dağlarında.

Toprak damlı evlerin

Karla kaplı yolların

Çıplak ayaklı çocukların

Ve ufuksuzluğunla

Ve kadınlığını yaşamayan kadınların

Ve çocukluğunu yaşayamayan çocukların

Ve ineklerin, öküzlerin

Keçilerin ve katırınla

Ve kendine özgü

Davar kokularınla

Ve kışınla

Ve soğuğunla

Ve Zap’ınla

Ülkemin garip

Ve en yoksul yerlerinden birisin.



İnsanlar şaşırıyor seni görünce,

Ben şaşırıyorum.

Ama yine de

Yine de seni seviyorum

Anlıyor musun beni

Hakkari.

Hakkari...



Şubat – 1988
Irfan Mutluer

Pazar, Eylül 23, 2007

PAZARIN SOHBETİ... /İNTERNET



Bu gün sizlerle biraz yaşadığımız iklim değişiklikleri ile ilgili bir sohbete girmek istiyorum.
Hepimizin dilinde olan Küresel ısınma; onun getirdiği doğal felaketler.Gittikçe bizleri köşeye sıkıştıran günlük ihtiyaçlarımızdan olan enerji, bunu çok yönlü olarak elede alabiliriz.Çoğumuz da ister istemez enerji konusunda bir şeyler yapmaya çalışıyoruz veya çalıştığımızı sanıyoruz.
Hakikaten bazı şeylerin tam olarak bilincindemiyiz?
Biliyorum bu gün eskisi gibi elektriği har vurup harman savurmamaya çalışıyoruz.İktisatlı ampul kullanıyoruz.Elektrik düğmesinide sık sık bilinçli olarak kullanıyoruz.Peki gözümüzden kaçanlar !!!
Örneğin şu anda birbirimizle iletişim kurduğumuz Internet ne ilgisi var diye sızlanmayın, bakın bu gün Internetin Küresel ısınma ile ne kadar çok bağlantısı var...
O bir Klima canavarı olduğunu biliyormuydunuz?
Açlığa doymıyan enerji tüketecisi ve gittikçe büyüyen iletişim kanalları sayesinde enerjiye doymıyan bir canavar.
Bu gün harcadığı enerji ve bu enerjiyi kazanabilmesi için havaya yapılan kirlilik.Bütün dünyadaki uçakların yaptığı kirliliğin çok çok üstünde.
Bunu burada rakkamlarla vermek istemiyorum kafalarımız karışmasın.Yalnız sunu söyliyebilirim.Bir iletişim servesinin harcamış olduğu senelik 1752 Kw/S.buda havaya salınan Co2 gazı olarak 1,17 ton.
Eğer gittikçe artan talep düsünülecek olursa enerji canavarınn nasıl gittikçe bizleri kıskacı altına aldığını görebiliriz.
Bu gün bilim adamları evlerimizde kullandığımız elektrikli aletler üzerinde ne kadar dikkatlı oldukları bu konumda alınan tedbirler karşısında titizlikle çalıştıkları her geçen gün artmaktadır.Son araba dünya fuarında da bu konuda bir çok ülkenin elele vererek havanın kirlenmesini önlemek için üretimleri ile ispatlama yolunda olduklarıda görülmektedir.Bu gün bu konumda büyük firmaları zorluyacak yasalarda çıkmış ve çıkmaktadır.
Bilim adamları bu arada atladıkları bu enerji canavarının yavaş yavaş nasıl büyüdügünü sonuç olarak büyümenin böyle devam etmesi karşısında şimdiye kadar alınan önlemlerin sıfırlanacağı kanaatine varmaktadırlar.
Yeşil bir internet !!!
Alarm canları çalmakda ve buna acilen bir çare bulunması gelmişdir.Her geçen dakika gittikçe daha büyük dönüşümü olmıyacak yaralar açabilecekdir.
Bilinen gerçek Atlantık ve Pasifik bu seneyi buzulsuz geçirmiş olamsında "küresel ısınmada" internetinde çok büyük rol oynadığı bilinmektedir.
2005 senesi rakkamları; dünyaca ihtiyacın karşılanması için 20 bin megawat enerji üretebilecek büyük Santarallere ihtiyaç olmuşdur.
Bu gün Freiburg Öko Instütüsünün yapmış olduğu araştırmaya bakıldığı zaman WWW'nin her 4 ay içersinde iki katına çıktığı bir gerçektir.
Bu gün hepimizin bildiği YOUTUBE bile iki sene evvel kulanılan bütün internet enerjisine ulaşmış durumdadır.
Bu gün faremizi her tıkladığımız zaman,arama motorlarına girerek bir konuyu araştirdiğimiz zaman.Harcamış olduğumuz enerji 1 saatlık iktisatli ampulun yaktığı enerji ile eşittir.
Bu gün ebay ve google'nin senelik olarak harcadıkları enerjiye ödedikleri milyonlarca doları göz önüne alırsak.
Gözlerimizden kaçanları çok daha bilinçlı olarak düşünebiliriz.
Sizlerle bu konunun çok daha derinlerine inebilir, eldeki verilerle bu korkunç ihmal edilmiş konuyu derinleştirebiliriz.Bu sadece Pazar Sohbeti olduğu için burada kesmeyi uygun buluyorum.
Yok bu konuda biraz daha bilgilenmek istiyorum derseniz.Ne yapalım sizde bir arama motoru kanalıyla daha geniş bilgilere ulaşabilirsiniz.Harcıyacağınız enerji bir saatlik iktisatlı ampulun harcadığı enerji'den ileri gitmiyecektir.
Sizlerle nerdeyse internet kanalı ile bir buçuk senedir beraberiz.Şimdi bilinçli olarak düsündüğüm zaman daha evvelki senelerde daha doğacı bir kişi olduğum ortaya çıkıyor.
Bazen hakikatler ne kadar acı oluyor değilmi ?
Sağlıcakla kalın iyi pazarlar.
Saygılarla.

Cumartesi, Eylül 22, 2007

DOKTORLAR...



Doktorlar ; o beyaz önlüklü sevimli insanlar.Hepimiz hayatımız boyunca onlarla birlikte olmuşuzdur.Zaman olmuş kimseye bile anlatamadığımız dertlerimizi onlarla paylaşmışızdır.Bizlere şifa dağıtmaya çalışan sevimli insanlar.
Peki ya onlar hasta olurlarsa yada onların bir dertleri olursa ne yapıyorlar.Aşağıdaki yazı acı ama bazı hakikatleri anlatıyor bizlere.
Bu istatislikler gözlemler Mavi Dünyamızın bir ülkesinde yaşıyan o beyaz gömleklileri anlatıyor :
Neden Doktorlar doktara gitmekden çekinirler ?
Hastalarına nasıl bir yaşam süreceklerini anlatırlar.Sigara içmiyeceksiniz,spor yapacaksınız,aldığınız besin maddelerine dikkat edeceksiniz.
Ne yazık ki yukarda tavsiyede bulundukları şeyleri kendilerine uygulamazlar.Her 5 doktordan bir tanesi sigara içer.Hastalandıkları zaman son dakikaya kadar beklerler ,doktora gitmezler.
Yapılan araştırmalar gösteriyorkı % 20 si sigara içmektedir.Hatta okul yıllarında bu rakkamlar her 3 kişide bir kişiyi işaret etmektedir.ABD'de %3 İngilterede ise %10 lardadır.Yapılan araştırmalar gösteriyorki ev doktorlarının çoğu fazla kilo gibi bir problemle karşı karşıyadır.Yüzdelerle ifade etmeye kalkarsak alumuit "hazir yemek" le beslenme yüzünde % 38 lere ulaşmaktadır.
Hastalarına yaptıkları Diyet programlarını kendilerine uygulama yönüne gittikleri zaman çoğunluğun yarı yolda bıraktıkları gözlenmiştir.
Bir diğer konum ise yapılan testler neticesinde doktorlar arasında asabı rahatsızlıklar,bağımlılık,ruhi bozukluğun çoğunlukda olduğu görülmektedir.Her üçde bir doktorun tedavi için gittiği doktor tarafından yanlış tedavi edildiği kanısında olduğu görülmüşdür.
Doktorlarımızın çoğu kendi sıhhatleri ile pek ilgilenmediği görülmektedir.Yarısı spor yapmamaktadır.% 18 kadarı iki haftada bir zoraki spor yaptıkları.Spor doktorlarını ziyaret ettikleri de parmakla sayılacak kadar azdır.
Bu durum karşısında yavaş yavaş örnek olma vasıflarını kaybetmektedirler.Bu durum onları ruhi bozukluklara sokmaktadır.
Yapılan araştırmalar göstermektedirki diğer meslek gurupları arasında intahar vakaları doktorlarda % 3,4 daha fazladır.Bayan doktorlar arasında bu 5,7 lere ulaşmaktadır.
Bu gibi ruhi bozuklukları için yardım almadıkları taktirde çok çabuk alkol bağımlısı veya daha ağar bağımlı olabilmektedirler.Buda diğer meslek gurupları arasında nerde ise ikiye katlanmaktadır.
Yapılan araştırmalar pisikolojik bozuklukların ana nedenlerinden bir taneside fazla çalışmaları ve maddi yönden pekde tatmin olamadıkları olarak görülmüşdür.
Şef doktorların dörtte biri yaşam tarzlarında memnun olmalarına rağmen.Asisten doktorlarda bu sadece % altılarda kalmaktadır.
Tesbitlerden bir taneside rahatsızlıkları esnasında diğer bir arkadaşına gitmektense ilaç ve kendi tesbitleri ile tedavi yolunu seçmeleridir.
Çoğu zamanda rahatsızlıkları ancak uzman doktorlar tarafından tedavi yolu ile olabileceğidir.
İşte böyle diyor X ülkesinin y doktorları için; tabiiki onlarada yardım edebilecek baş vurabilecekleri araştırma merkezleri bulunmaktadır.
Neden bir doktor diğer bir doktora gitmez !!!
Saygılarla.

Cuma, Eylül 21, 2007

HAYALMİ HAYALETMİ !!!




Bilmediğimiz dünyadan gelen görüntüler :

Sözde hayaletlerin evinizde dolaşması; bilinmiyen dünyadan gelen çağrılar,bir çok insanın onlarla karşı karşıya kalarak anlattığı öyküler.
Bu gün Almanya'da bu konumla ilgili tek bir kurum Freiburg şehrindedir.
O kurum böyle durumlarla karşı karşıya gelmiş insanlara yardımcı olmaktadır.
Yukardaki resim 19.12.2003 senesinde Londra'da Hampton Court şatosunun kapısında eski tarihi elbiseler giymiş bir hayaletin güvenlik kamerası ile çekilmiş resmi...
Walter von Lucadou, Freiburg şehrinde Parapsychologi Almanya şubesini yürüten araştırmacıdır.Kendisi böyle durumlar karşısında kalan kişilerle ilgilenmektedir.
Bu gün senede 3 binin üzerinde kişi, bu konuda yardım istemektedir.Bu gurup öğrenciden tutunda, yaşlısına kadar uzanan bir topluluk.
Bu gün medya,tv gazeteler,kitaplar,Sihir,fal ve bilinmiyenler hakkında yapılan yayınlar insanları ne dereceye kadar etkileri altında tutmaktadır ?
Böyle durumların etkisi altına giren kişilerin üzerinde açacağı bunalımlar dikkate alınacak kadar önem taşımaktadır.
Fizik ve Psychologi buna işaret etmektedir.
Her anlatımın bir doğruyu gösterdiği her ne kadar insana gizemli gelmesine karşılık, akli bir izahı olduğunu söylemektedirler.
Yapılan incelemelerde çocukların daha çok hayalet gördükleri söylenmektedir.Bununda çocuklarda bazı gelişmelerin büyüklere nazaren daha gelişmemiş olması; bu nedenlede bazı şeyleri canlandırabildikleri olarak izah edilmektedir.
6 yaş gurubu arasında düşünce seli içersinde Fantazi ve Realited bir birine karıştığı görülmektedir.Çoğu zaman yaratmış oldukları görünmez oyun arkadaşları arasında bir bağlantı kurmaktadırlar.
20 li yaşlara doğru „Parapsycholog“larca yapılan tesbitlerde, Hayaletlerin sadece bir insan ürünü olduğu söylenmektedir.
Örneğin bir aile çekip gönderdiği bir resim.
Neol zamanı onlar için gizem taşıyan bir resim göndermişler.Resimde bir dumanın yükseldiği görülmektedir süsledikleri çam ağacının altında.Daha ışıklar ve mumlar yanmadığı halde.Fizikçi araştırmacılar çamın çıkardığı ısının gözle görülemediğini fakat iyi bir kamera onu belirliyebileceğini söylemektedir.
Hayalet araştırmacası "Walter von Lucadou"bir ailenin dumanlar içinde hareket eden bir hayaleti gördüklerini söylemektedirler.Nasıl oluyorda böyle bir hayaleti görebilmektedirler.
Araştırmacı bu durumlarda. İnsan beyninin devamlı olarak bir şekil aradığını söylemektedir.Bu durumun aile bireylerinin bir tanesinin söylemesi ile başlayıp her bireyin o sis içinde şekillendirdiği mustalardır.
Bu gün gökyüzüne baktığınız zaman gözlerinizin önüne bir çok şekiller getirmezmisiniz.Eğer bunları beyninizin bir köşesinde öykülerle birleştirdiğiniz zaman o hayaletleri görmeniz işten bile değildir.
Böyle durumlar karşısında sükuneti seçmeniz tavsiye edilmektedir .
Bu gün bir çok vakalarda bozukluk görülen kişilerin içine bir şeytanın girdiği ve onun çıkarılması için ruhvani ve falcılara, büyücülere baş vuranların sayısınında az olmadığı görülmektedir.
Bunun sadece beynin ürettiği bir ürün olduğu ve bu kişilerin birikimleri ile birleşerek bir çok şekillere büründügü bir şekildir.
Kalın sağlıcakla eğer bir hayalet üretmek istiyorsanız sevebileceğiniz bir tane üretin.
Saygılarla.

Perşembe, Eylül 20, 2007

TIPKI BIZDEKI GIBI...

SONBAHAR'in GÜLLERI



Hiç bir çiçek öldügü zaman bile bu kadar güzel görünemez.Her bahçenin parçası olmuştur renkleriyle çiçeklerinin şekilleriyle.Bazı cinsleri 3,5 metreye kadar büyür.
Sihirli bir el onları pembe mavi renklere dönüstürür.Kış uykusunda bile bir başka güzeldir onlar.
Zevkler ve renkler tartışılmaz fakat onun gibi bir çiçek olunca evet.Sevginin sembolü beyaz bir top gibi olanına "Anabella" deriz.Kimimiz tabak şeklinde olan "Lacecaps"in hayranıyızdır.Meşe yaprağına benziyenlerininde meraklıları çoğunluktadır.Ya " H.sargentiana" Yeşilin en derini ipek gibi yapraklısına ne dersiniz.Ne derseniz deyin bu mevsimde bahçelerimizin renk cümbüsü olan o çiçekdir.
İngiliz bahçelerinde gruplar halinde dikilen bu çiçeklere bahçenin "First Lady"side derler.Onunla bahçede sanat eseri yaratır bahçe uzmanları.
O öyle bir çiçektir.Esasında yalnızlığı temsil eder.Kimi zaman bir büyük saksıda evinizin girişinde karşılar sizi.Bazen de renkler içinde yolunuzun sağına soluna dizilirler kendinizi askeri bir seromoninin içinde sanırsınız.
Bakımıda çok kolay bir bitkidir.Zaman zaman sizleride şaşırtır bir bakmışsınız renk tonunu değiştirmiş bir bakmışsınız yapraklarını.
Pembe renkli olani"Grandıflora".Veya limon yeşili Crem renginde uçları pembeye dönüsmüş "Limelight",hele uçucuları kendisine bir magnet gibi çeken "Kyushu" Herbir çeşidi kendine bir sevgili bulur.
Bahçelerin ünüversal çiçeği, bahçe tanzimcilerin vazgeçilmezden birisi olan bu bitki;
renk harmonisi ile bir bakmışsınız bir göletin çevresini.Beyaz ve Mavi renkleriyle kücük bir köy evinin rüyasi oluvermiştir.
Biraz gerilere gidecek olursak 1788 yıllarına doğru "Otaksa",cinsini İngiliz çiçek avcısı Sir Joseph Banks Japonya'dan Avrupa'ya getirmiştir.80 yakın çeşidi bulunmaktadır.Bu gün Güney Asya,Kuzey Amerika ve Chili'ye kadar yayılmıştır.Suyu seven bir bitkidir.Yoksa kendini hemen salar.Gölge,yarı gölgede yaşar.Güneşe dayanan cinsleri de vardır (Hydrangea paniculata),Bir yetiştirici Karl Foerster onun için :
Hiç bir çiçek öldügü zaman bile bu kadar güzel görünemez demiştir.
Bu Sonbaharın gülünü tanıdınızmı bizler ona Ortanca deriz.
Saygılarla.

Çarşamba, Eylül 19, 2007

ARILAR / VIDEO OYUNLARI...





Bal arılarının en büyük düşmanlarından bir taneside .Kendi cinslerinden bir tür, eşek arılarıdır.Onlar kovanlarına saldırır ballarını çalarlar.
Yapılan son araştırmalarda bal arılarının bu düşmanlarına karşı yeni bir metod geliştirdiklerini gözlemlediler.
Kovanları için tehlike yaratacağını fark ettikleri zaman hemen aralarına alarak.Nefes alacağı bölgesini bloke ederek boğularak ölmesini sağlamaktadırlar.
Bu gün arı yetiştiricelerin korkulu rüyasi olan eşek arılarının tehlikeli bir virüs taşıdığıda bilinen bir gerçekdir.
Bal arılarının yakınına yaklaşan eşek arılarını kovanlarının içine girmesini bile sağladığı görülmüşdür.Bir yumak gibi etrafını sararak kendilerini sokmasınıda önlemektedir.
Bu arada sıcaklıkları 44 dereceye kadarda yükselmektedir.Ne yazıkki eşek arıları 51 derece sıcaklığa kadar dayanabilmektedir.
Bu durum karşısında bal arıları bu metodu geliştirmişler.Düsmanlarının nefes borusunun bulunduğu bölüme vermiş olduğu sıcak hava ile içerdeki havanın yüzde 87 gibi bir bölümünün hava sürkülasyonu netçesinde dışarı çıkmasına sağlıyarak 1 saat içersinde onun boğularak ölmesini sağladığını tesbit etmişler.
Bu gün sizlerle biraz hayvanlar dünyasındaki yeniliklerden bahs etmek istedim.

Çocuklarımızı teknoloji dünyasında bekliyen tehlikelerden bir taneside.Video; şiddet gösteren oyunlar.
Onların beyin hareketlerinin kısıtlanmasına yol açtığı görülmektedir.
Bu gibi oyunların real düşüncelerini,sağlıklı olarak düşünme ve kontrollerini bloke ettiği görülmüşdür.
Bu gün spor aktivitetlerine yardımcı olaması için oyunlar hatta Alzheimer hastalarının bu gibi zarasız oyunlarla tedavi yönüne gidildiğide bir başka kanıt olarak gösterilmektedir.Indiana Ünüversitesinde bir gurup bilim adamı 44 çocuk arasında yapmış olduğu testlerde."Yaşları 13 ila 17 arası".Yarım saat kadar çocuklara normal şiddet içermiyen oyun oynatmışlar.Diğer guruba ise oyundaki şiddet gösteren bir liderin hareketlerini göstermişlerdir.Alınan netice bayağı korkutucu olduğu görülmüşdür.Birince gurup düsünce ve kontrolleri kendi normları çersinde olduğuna karşılık diğer grubun beyninde hareket ve ve düsüncelerin bloke edildiği
tesbit edilmişdir.Böyle oyunların çocuklarımız için ne gibi bir tehlike taşıdığı ap açıktır.Birde böyle oyunların devamlı olarak birikimleriinin açabileceği zararlar ilerde düzeltilmesi çok zor olacak neorolojik rahatsızlıklar olarak karşımıza çıkacaktir.
Bu gün anne ve babaların teknoloji dünyasında bu gibi oyunlardan çocuklarımızı korumamız gerekmektedir.
Saygılar.

Pazartesi, Eylül 17, 2007

HEPİMİZİN EŞİT OLDUĞU FANİ DÜNYA !!!



Bir ülke düşünün topraklarından siyah altın fışkırıyor.Zengin bir ülke bu nimetin nasibini çok yönlü harcıyabilen bir ülke.İnsanlarının çok mutlu olması gerekiyor.Orası bir krallık inançların bile kralların hükmü ve sınırları içersinde idare edilen bir ülke.
O ülkede erkeğin kadına üstün görüldügü her ne kadar inançlarında kadının anne olmasına rağmen cennet annelerinin ayakları altında desede hakların hiçde öyle olmadığı ülke.
Eskiden inançları için hiçde bir mesele olmamışken.Orada kadınlar develere ,eşeklere binerek kervanların ulaşımlarını yapmış. Sakınca görülmemiş bir ülke.
Zaman onlarada tekniğin nimetlerini önüne sermiş devenin eşeğin yerini arabalara bırakmış.Zenginliğin vermiş olduğu nimetler insanları kıskandıracak kadar güzel otomobillere sahiplenmiş bir ülke.
Ya kadın ona ne faydası olmuş.Deveyi eşşeği süren o sıcağın altında ona binen kadın
bu nimetleri görebilmişmi o ülkede ?
Koca bir hayır ona yasaklanmış.
Eğer bir erkeğin yanında refakati olmadığı taktirde bizler için sıradan olan şeylerin yasak olduğu bir ülke.İnançları öyle emreden bir ülke.
Otomobili dünyada bir kadının tek başına kullanamıyacağı bir ülke.
Nasıl olur diye sormayın.Alacağınız cevap çok basit ya kullandığı araba arıza yaparsa..
Ya bir kazaya maruz kalırsa...
Tamirci veya polis erkek olacak.Bir kadının yabancı bir erkekle karşı karşıya gelmesi yasak deniyor o ülkede.
21.nci Yüzyılda Allah huzurunda eşit olan kulların .Fani bir dünya da nasıl eşit olabildiklerinin bir aynası.
Orası hangi ülkemi orasınıda siz tahmin edin.
Saygılarla.

Cumartesi, Eylül 15, 2007

Ben , Sen , O...


Ben yazıyorum,
Sen yazıyorsun,
O yazmıyor...

Ben okuyorum,
Sen okuyorsun,
O gülüyor...


Ben konuşuyorum,
Sen konuşuyorsun,
O şaşırıyor...

Ben ana diyorum,
Sen ana diyorsun,
O kekeliyor .. sa,..sa diye.

Ben uzmanım,
Sen uzmansın,
O sade vatandaş...

Ben saklanıyorum,
Sen kaçıyorsun,
O ortada,o ortada, yalnız...

Saygılarla.

Cuma, Eylül 14, 2007

BOŞ CUVALLAR...


Yatmadan evvel Kuran'dan Bakara süresini okumaya başladı.Her kelimede, her cümlede kendini sorguladı.
Eksiklerini aradı, imtihan olurmuşçasına .Geçen günü,günleri araladı; sevgileri, duyguları, bilenmezliğin karanlığına bakmak istedi.Gözlerinin önüne yarım ayakkabıları ile okul yolunda koşuşan çocuklar geldi.Onların bu telaşını seyreden mahalle köpeğini gördü.Gözleri kaydı, birazcık büyük şehrin telaşı vardı. Önünde koşuşan insanlar, telaşlı insanlar.Hepsinin sırtında çuvallar,boş çuvallar. Düşündü acaba bu gün onlara neler dolduracaklardı?
Içlerinde ne öyküler olacakdı.Bellerini bükecek günahlar.Huzur saçacak sevaplarmı olacakdı.Dua etmek istedi, ayrım yapamadı, duasını ortaya yaptı nasılsa önünden geçen onu bulur diye.
Farkına varmadan serçe parmağı kadar, sayfaları okumuşdu.İpek ibrişinden yapılmış belleği arasına sıkıştırıp kitabı öptü yani başına koydu.
Gece bütünüyle ağarlığını üstüne sermişdi; yatağını açtı, duasını yapıp yeni bir güne açmak üzere gözlerini kapadı.
Şimdi odada alıp verdiği nefesinin sesi, bir de ahşap binanın çatırdaları geliyordu.
Günün ışıkları kalın perdenin arasından odaya süzülürken seslerin de şekli değişmişdi.Ahşap evin çatırtısı ihtiyar amcanın nefesini, sokağın telaşı kaplamışdı.
Odanın kösesinde boş bir çuval duruyordu.O çuval o köşede yeni bir sahip bulana dek boş kalacakdı.Sahipsiz kalmışdı günle birlikde.
Sevgiler sizin olsun dercesine uzun gibi gelen kısa yaşamda.
Saygılarla.

Perşembe, Eylül 13, 2007

HOŞ GELDİN...




Can dostlarım bu mübarek ay bize huzur, mutluluk,aydınlık,sıhhat,sevgi,kardeşlik getirmesini diliyorum.
Bu bir ay müddetince bu siteyi sizlerle canı gönülden paylaşmak isterim.
Erdil1@msn.com adresine o güzel yazılarınızı gönderirseniz bir ay müddetçe gene müsterek duyguları paylaşırız.
Geçen sene bunu başarı ile yapmışdık bu senede devam edelim o güzel duygular bir sayfada toplansın.
Ne yazalım diye sormayın gönlünüzden ne geçerse.
Saygılarla.

Çarşamba, Eylül 12, 2007

ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN



Günü şaşırdığımı sandınız.


Yok şaşırmadım.


Öğrenmenin günü, saati, yaşı olurmu ?


Efendim...


O zaman öğretmeninde günü, saati, yaşı olamaz.


Posta kutuma Sevgili bir dostan bir mektup geldi.Onu kendime saklamak bir egoistlik olurdu.Belki bir sitede bu yazıyı okumuşsunuzdur.Birlikde tekrar okuyalım.Paylaşalım o duyguları,yaşıyalım.






SON GECE


“Güneydoğuda eşiyle birlikte vurulan öğretmen arkadaşım Nuri’ye...”



Gece saat on da çalındı kapın. Eşin sana, sen eşine baktın. Kitabını, kalemini, defterini masanın üzerinde bırakıp, kalktın.

“Öğretmenim, okulların kapanmasına daha çok var mı?”
“Az kaldı çocuklar, iki hafta sonra karnelerinizi alıyorsunuz.”
“Benim karnemde zayıf var mı öğretmenim?”
“Benimkinde?..”
“Benimkinde?...”

Çocukların o hiç dinmeyen sesleri kulaklarında, dudaklarında tebessüm, yüreğinde belli belirsiz bir kıpırtı, oda kapısına yaklaştın. “Köpekler havladı mı?” diye sordun eşine, “Ben duymadım.”
Eşinin yanıtını gözlerinden aldın.

“Notların ne önemi var çocuklar. Hepiniz sınıflarınızı geçtiniz. Bir yıl boyunca çok çalıştınız, çok şey öğrendiniz ve sınıflarınızı geçtiniz. Sınıflarınızı geçmeyi hak ettiniz.”
“Ama biz notlarımızı da merak ediyoruz öğretmenim.”

Geri geri gidiyordu ayakların, içinde bir durgunluk, tarifi belirsiz bir sıkıntı... Yavaşça uzanıp koridorun ışıklarını yaktın.

Biliyor musunuz çocuklar, hayatta gerçek başarıların karşılığı yoktur. Ne notla ne de başka bir şeyle; bizim bildiğimiz ya da bilmediğimiz. Alacağınız en iyi not, sınıfınızı geçmeniz, gerçek başarı gibi gelebilir size. Bağışlayın beni, ama değil. Tabii ki iyi notlar almanız, sınıflarınızı geçmeniz gerekiyor. Fakat gerçek başarı bu değil çocuklarım. Burada, bu dağ başında, bir parça yufka ekmek, bir tutam otlu peynirle karnımızı doyurmak; birkaç parça tezekle sobamızı yakıp ısınmak da değil gerçek başarı. Bu olsa olsa günü geçiştirmek olur.

Kafanızı karıştırmak istemem, ama gerçek başarı çocuklarım, bildiğim tek başarı; bu dünyada yaşamayı başarmaktır. Yaşamak; dolu dolu, coşkulu...
Dağ başında da yaşayabilir insan, milyonluk kentlerinde de güzel yurdumun. Yaşamına anlam verememişse eğer, yaşamın anlamı kazanmak olmuşsa, daha çok kazanmak, ve bir karşılık biçmişse başarısına, bu, belki de en büyük başarısızlığıdır insanoğlunun. Çünkü kazanmak yavrularım, diğerlerinin kaybetmesini gerektirir. Oysa insan, daha üstün değildir diğer insanlardan. Kazanmak yavrularım; kol kola girip, ipi hep birlikte göğüslemektir.
Şimdi nasıl söyleyeyim ben size, küçücük yaşınıza, küçücük bedenlerinize nasıl söyleyeyim? Sessiz sözcüklerimi size nasıl dinleteyim. Sınıflarınızı geçtiniz. Bu dağ başında alınacak en iyi notları aldınız ve geçtiniz sınıflarınızı.
Haydi... Haydi, şimdi...

Odada kalmasını istedin eşinin. Gözleriyle sana “gitme” der gibiydi. “Gitme, açma kapıyı...” Dinlemedin. Dinlemek çözüm değildi, söyleyemedin.
“Kim o?” diye seslendin dışarıya. İlk kez sesinin bu kadar titrediğini fark ettin.
“Kim o?”
“Kim o?..”


Haydi, kırlara çıkalım çocuklar. Ciğerlerimizi tertemiz havayla dolduralım, çimlere uzanalım, kır çiçeklerini koklayalım. Bulutlarla selamlaşalım, salabildiğimiz kadar salalım ipini uçurtmamızın. Koşalım, bağıralım, oynayalım... Sonra uçurtmamızın ipi kopsun, ona el sallayalım, başka çocuklara sevgiler yollayalım.

Haydi çocuklar, bugün okulumuzu kırlara taşıyalım. Sınıfı, karneyi, notları... hepsini unutalım.

Yanıtsız kaldı soruların. Yaşadığın düş müydü anlayamadın. Kapı vurulmamış mıydı? Gelen hiç kimse miydi? Ya eşin, o da duymamış mıydı? Korkulu gözlerle arkandan bakmamış mıydı? Belki gece, sevinci de, acıyı da besleyen gece...

Gece yönümüzü Kutup yıldızına bakarak buluruz çocuklar. O hep kuzeyi gösterir. Oraya demirlemiştir. Dün oradaydı, bugün gene orada. Yarın da orada, aynı yerinde olacak. Dünyamıza aynı yerden, aynı yönden, o monoton gözlerle uzaktan bakacak. Sıkılır mı, sıkılmaz mı bilemeyiz ama o hep parlayacak.

Benim yönüm neresi Kutup yıldızı? Sabah ne zaman olacak?

Tekrar çalındı kapın. Henüz arkasından ayrılmamışken, geriye birkaç adım atmamışken. Hava bulutlu olmalı, diye düşündün.

Işıt dünyamızı kutup yıldızı. Diğer yıldızları da çağır. Siz ışıyınca geceler dost olurdu, bilirdim. Güneş kapımızı çalar, ben gülümserdim.

Çocukluk yılarını hatırladın. Komşularının zillerine basar; kaçar, saklanırdın. Onlar kapıyı açınca...

Siz bakmayın bana çocuklar, bir tuhaflık var bugün bende.

Birden, bir anda açtın kapıyı. Büyüdü gözlerin, büyüdü, büyüdü...

İrfan MUTLUER
TİRE - Ekim 2004
_________________
Güzel yazmak, doğru yazmaktan geçer...

Yazdın mı hiç bana, diyor.
Tüm yazılarımı sana yazdım, diyorum.
Göstersene, diyor.
Belleğimde, diyorum.
Demek yazmadın, diyor.
Bir gün yazacağım, diyorum. Sen de bana yazdığında.
Ben yazmayı sevmiyorum ki, diyor.
Kaleminize sağlık iyikı varsınız.


Saygılarla.

Salı, Eylül 11, 2007

Bitmiyen döngü !!!


Eğitim yılı ile Gazetelerin ilk sayfaları onunla ilgili yazılarla dolmaya başladı.Bu haberler daha sonra 3.ncü sayfalara doğru kayacak; beni anlamışsınızdır.Baharla birlikte haberler değerini kaybedecek bir başka döneme kadar.Arada bir karşılaştığımız haberler karşısında Eğitim diye kelimeyi kullanacağız.Yazıyoruz, okumuyoruz okusakda anlamıyoruz. Yoksa bir şeyler değişir.Senelerce okuyoruz okuduğumuzu öğrendiğimizi uygulayamıyoruz.Gençlerin yazımı gibi şöööyle diye başlıyalım.Taş devri ile Atom devrimi arasında eğitimde ne kadar ilerlemişiz.Değişen ne olmuş yaşamımızın kolaylaşması için her geçen gün bir şeyler keşfetmişiz.O kadar çok şeyler keşfetmemize rağmen üretici olan beynimizde sınıfda kalmışız.Eğitmenlerimizmi sınıfta kalmış yoksa öğrencilermi ?
Bu gün dünyamıza baktığımız zaman kalemlerin fikirlerin çarpışdığı dünya yerini nelere bıraktiğini görüyoruz. Demek ki mecaz bakımında Taş devri ile Atom çağı arasında pekde bir fark yok.Eğitimi verememiş, verilenleri de algılayıp uygulayamamışız.
Utopi olarak bir kenara yazılmış.

Gün aksiliklerle başlamışdı.Sınıfa zille birlikde girmişdim.Öğretmenime başımla selam vererek yerime iliştim.Sınıfda nedense bir gariplik vardı.Öğretmenimde beni görünce yüzünün şekli biraz değişmişdi.Unutmadan söyliyeyim okulda en çok bu öğretmenimle geçinemezdim.İkimizde biraz dik kafalıydık.Çoğu zaman dersler bizim fikir çarpışmalarımızla geçerdi.Onda beğendiğim tek şey araştırmacı olması idi.Bide bilgilerini aktarabilseydi, zaman zaman bu konuda tıkandığını görüyordum.Bir kaç defa bu konuyu sınıf öğretmenime açdım pekde fayda vermedi.Hatta bu konuyu üçlü bir toplantıyla okul pedolog eşliğinde masaya yatırmayı bile düşünmüşdüm.
Biraz olsun öğretmenimle ilişkilerimi anlatabilmişimdir.
Gelelim o günün garipliğine aradan bir kaç dakika geçmemişdiki yanımdaki arkadaşım beni dürttü hadi bakalım dedi sıra sende seç iki arkadaşda imtihan başlasın.Kafamı arkaya çevirdiğim zaman ne demek istediğini anladim.Arka sırada eğitimden iki görevli oturuyordu.Bu gün öğretmenin imtihan günü idi roller değişmiş onu imtihan yapacak olan talebeleri idi.Eğer bu imtihani geçdiği taktirde öğretmen olabilecekdi.
Bu ülkede okul bitirip öğretmen olunmuyordu son imtihanı sınıfda talebeleri yapıyordu.Iki hakkı vardı.
Göz göze geldik.Ona korkmamasını ima edecek bir bakışla baktım.Zaaflarını çok iyi biliyordum.Araştırmacı bir eğitmen olması, bana bu yönden saldırada bulunmamı men ediyordu.Ona bir şans verilmesi gerektiğini düşünerek imtihanını iyi bir derece ile bitirmesini sağladım.Tabii bunu daha sonra arkadaşlarıma anlatmakda bayağı zorluk çektim.Asil öğretmen olmuş, başka bir okulda eğitmen olarak hayatını idame etti.
Bir gün internette dolaşırken sitesini buldum.O günü nasıl yaşadığını sitesinde anlatmış.Öğretmen öğrenci ilişkisi adı altında yazısını okuyunca kendimi bir kahraman gibi gördüm.Yanılmamışdım iyi bir öğretmen kazandırdığım için.
Öğle anlatıyordu genç delikanlı anılarında.Hiç değişmedi kendisini geliştirmek uğruna gittiği seminerlerde öğretmenlerin hep bir numaralı dertleri olmuşdu.Birbirlerine sevgi saygı çerçevesi içinde.
Sorduğum zaman benim savaşım bitmez ben yaşadığım müddetçe bu bir fikir savaşı o savaş beni diğer kötülüklerden korur felsefesi ile yaşıyordu.
Bir başka anılarda beraber olmak üzere.
Alman eğitim sisteminden anılar.
Saygılarla.

Pazartesi, Eylül 10, 2007

PAPATYA FALI !!!


"Oy kullanma bu gece yarısı başlıyor
Cumhurbaşkanını halkın seçmesinin de öngörüldüğü Anayasa değişiklik paketi için yapılacak referandumda gümrük kapılarında oy verme işlemi bu gece yarısından sonra başlıyor. Gümrüklerdeki oy kullanma işlemi referandumun yapılacağı 21 Ekim Pazar günü saat 17.00'de sona erecek."

Ne mutlu bana bu hafta bir varsayım olarak izine geldiğimi düşünelim seçim sandığına giderek yeni anayasa değişikliğine ve Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesi ile ilgili bir karar vereceğim.
Bir ay sonrada sizler o sandığın başında olacaksınız.
İçinizden bir kişi bana söyliyebilirmi değişen Anayasanın içerikliğini ?
Hangi maddeler ne şekilde bir değişikliğe uğramıştır...
Cumhurbaşkanını halk mı seçsin ?
Bu hususta ne gibi değişiklikler daha doğrusu yetkilerinin ne kadar kısıtlanacağı hakkında bir bilgi lütfen.
Eğer Cumhurbaşkanlığı bir sembolik makam olacaksa neden Halk seçecek ?
Yok yetkileri bu günki gibi kalacaksa onayladığım taktirde tekrar bir seçim mi olacak.
Çok zor durumdayın bana yardımcı olun.

***
Bir sabah posta kutumu açtığım zaman bir kitapçık çıktı.Üzerinde anayasa değişikliği hakkında; merakla içine baktım.Aynen şöyle yazıyordu sevgili vatandaşım bu günki şartlar bizleri anayasadaki bazı maddelerin değişikliğe gitmemiz zorunlu oldu.
Değişecek olan maddeler eski yeni olarak bu kitapçıkda bilginize sunulmuşdur.
Maddeler paragraf paragraf tam metin olarak yazılmışdır.
Son olarak da bir not düşülmüs eğer anlaşılmıyan bir nokta varsa lütfen ücretsiz olan şu tlf'dan bilgi veya şu adreslere müracaat edebilirsiniz.
Bu kitapçık seçme hakkı olsun veya olmasın her kezin posta kutusuna atılmış.
Tabii seçme hakkı olmasada o ülkede yaşadığı için bilgi sahibi olması gerektiği düsünülmüş.
Her neyse aradan 3 ay geçmiş vatandaş evet hayır olarak seçimini yapmış.
Ben de merak, hakikaten vatandaş bu seçimi yaptıda ne kadar bilinçli olarak yaptı diye.
100 kişi arasında bir anket yaptım.Yapmış olduğum kişiler tanıdığım çevrem içersinde değişik mevkilerde görev yapan kişilerdi.
Hepsi oylamaya katılmış.
% 45 'i değişen maddlerin sayısını biraz olsunda içerikliği hakkında bilgi verebildi.
Diğer % 55 de sadece gidip oy kullanmış.
Böyle bir halk oylamasının bizim ülkemizde % delere vurulduğu zaman kaç olabilir ?
Sizi sandık başına gönderen sayın anayasa uzmanları biraz olsun halkın anlıyabileceği dilde açıklama yaptılarmı.
Yoksa sizlerde benim gibi papatya falına bakar gibi "seviyor/sevmiyor" diyemi onaylıyacaksınız.
Saygılarla.

Fotosentez / Kohlendioxid CO2


Kohlendioxid CO2 yaşamımızdaki rolü nedir ?
Dünyamızda element olarak ne gibi yer almaktadır.
Bu gaz dünyamızdaki 3.ncü canlı türünün bir numaralı elementidir.Onsuz yeşil bir yaşam düsünülemez.Onun sayesinde elde ettiğimiz ürün yaşamız için elzem olan gıda maddeleri.
Peki o gazın gereğinde fazlası olduğu taktirde bizleri bekliyen tehlike ne olabilir?
Kısacası bütün bir eko sisteminin altüst olması diyebiliriz.
Bu gün Kohlendioxid Bitki topluğunun bir gübresi olarak görmek lazımdır.
CO2 siz bir yaşam bitki canlı topluluğunun sonu demektir.Daha doğrusu yaşayabilmeleri bu gaza bağlıdır.Havadan aldıkları bu gazı Fotosentez sayesinde yaşamını idame edecek biolojik değişimlere çevirerek yaşamlarını sürdürürler.
Bununla kalmayıp.Bu mükemmel sentezin hayati önem taşıyan bir diğer ürünü de canlıların besin kaynaklarıdır. Fotosentez sonucunda ortaya çıkan bu besin kaynakları "karbonhidratlar" olarak adlandırılır. Glukoz, nişasta, selüloz ve sakkaroz karbonhidratların en bilinenleri ve en hayati olanlarıdır. Fotosentez sonucunda üretilen bu maddeler hem bitkilerin kendileri, hem de diğer canlılar için çok önemlidir. Gerek hayvanlar gerekse insanlar, bitkilerin üretmiş olduğu bu besinleri tüketerek hayatlarını sürdürebilecek enerjiyi elde ederler. Hayvansal besinler de ancak bitkilerden elde edilen ürünler sayesinde var olabilmektedir.
Son dönemde bitki dünyası için en önemli yaşam elementi gittikçe artmaktadır.Bu gün İnsan oğlu senelik 30 milyar ton CO2 gazını havaya salmaktadır.
Bu gittikçe artan CO2 gazının bitki dünyasında ne gibi bir reaksiyon vereceği gübre olarak görev yapan bu gazın bitki topluluğunun ekolojik olarak artmasının ne gibi problemler yaratacağı üzerinde araştırmalar yapılmaktadır.
Küresel Isınma üzerinde çalışan bilim adamlarının bir noktada aynı görüşe vardıkları
fikir bu durumun ısınmanın artabileceği yönünde olduğudur.
Bu durum karşısında yeşil dünyanın gittikçe çoğalmasına neden olacakdir.Tabii bu durum üreyen insan topluluğu için büyük bir avantaj olduğunuda göz ardı etmemek lazımdır.Bu gün bilim adamları 140 sene evveline göre havada artan CO2 gazı sayesinde alınan ürün miktarının 10 misli arttığını bu da 1.5 milyar insan artışını dengelediği kanısındadır.
Tarımın bu şekilde C02 nin artışı ile elde edilecek ürünün iki katına çıkacağını söylemektedirler.
Yumru sınıfında ki patates gibi ürünlerin artış 18 ve 75'e ulaşacağı.
Bezelye,fasulye,Soya'nin da 28 ile 46 olarak artacağını hesaplamaktadırlar.
Labor çalışmalarından alınan neticeler karşısında ısının da arttığı tesbit edilmişdir.Bu artış dengelenmediği takdirde ekolojik dengelerde bozulma meydana gelebilir. Örneğin atmosferdeki oksijen çok azalabilir, yeryüzünün ısısı artabilir, bunun sonucunda da buzullarda erime meydana gelebilir. Bundan dolayı da bazı bölgeler sular altında kalırken, diğer bölgelerde çölleşmeler meydana gelebilir. Bütün bunların bir sonucu olarak da yeryüzündeki canlıların yaşamı tehlikeye girebilir.
Bu araştırmalar halen büyük bir hızla sürmektedir.Bu gün erken davranılmadığı taktirde dengeleri doğa eline alacakdır ki bununda faturası çok ağar olacağıdir.
Bir araştırmacının dediği gibi.Bir zamanlar Kominizim tehlikesi vardı.O yerini teröre bırakti.Onun yerini ise hala güldür güldür gelen Küresel iklim değişikliklerine bırakıyor.
Saygılarla.

Pazar, Eylül 09, 2007

ORA NEREKİ !!!

Yazıların altını tıkladınızmı ?

PAZARIN SOHBETI /GURUR DUYUYORUZ !!!


"Polis memuru Hüseyin Durmaz'ı tabancayla yaralayan 7 yaşındaki N.A.’nın gözaltına alınan babası Erkan A., verdiği ifadede kızının polise ateş etmediğini, silahın kazayla patladığını öne sürdü. Ekipleri görünce tabancayı kızım N.A.’ya verip evimizde saklamasını istedim. Bu sırada silahı gören polis memuru kızımın peşinden koşarken, panik yapan kızım tabancanın tetiğine dokundu. Silah ateş aldı."
Sıradan adli bi olay olarak geçebilirdi.
Amma geçmedi.
Geçmemesinin bir nedeni vardı.Silah denen bir canlının hayatına kast eden alet 7 yaşında bir çocuğun elindeydi.
Bana kimse anlatmasın o silahı babası vermişde, kazaen silah patlamışda.!!!
Afedersiniz beyler o silah birilerin belinde ne arıyordu ?
Ruhsatlı / Ruhsatsız her kezin belinde bir silah.Birileri bana bunu açıklasın ...
Neden taşınır ?
Türklere has bir söz , at, avrat,silah !!!
Sokaklarda atlarlamı dolaşıyoruz ?
Yoksa eşimize avrat diyemi hitap ediyoruz.
Belimizde silah olunca kendimizi bir başkamı hissediyoruz ?
Coşkumuzu silahla paylaşıyor,maganda payesi ile.
Gittikçe ilkelleşiyor.
Kanunu kendimiz yerine getirmek istiyoruz.
Bir yerde haber okuyoruz devlet elindeki silahları kredi kartı ile taksitle vatandaşa satıyor.
Çerçeveler içersinde ruhsat adı altında vatandaşın beline silah dağıtıyor.
Suç makinasını hapse koyuyorsun demir parmaklar ardında silahlar patlıyor..
Çok merak ediyorum bu kadar çok silahın taşındığı ülkede bu ölüm getirecek aleti
o veye bu nedenle kullanan insanlar bir cana kasde aday değilmidirler ?
Eğer hayır diyorsanız o zaman ne diye taşıyorsunuz.
Bu gün ne şartlar altında olursa olsun kullanmıyacağım bir silahı ne diye taşıyayım...
Ben silah taşımıyorum nedenmi; korkak değilim.
Bir gün o lanet aletin karşısında kalmak zorunda olursam, karşılık verip bir cana kast etmektense başıma geleceklere katlanacak kadar cesurum.
Benim gözümde meslekleri nedeni ile "Polis ve Asker" hariçinde kim silah taşıyorsa korkaktır.

"7 yaşında ki bir çocuk silaha el sürüyorsa buna imkan veren bir topluma sahip isek onlarla gurur duyuyorum"!!!
Bundan sonra yeni doğan çocuklarımıza masallah, altın yerine birer silah takalım.
Allah sizi bu zihniyet den koruması dileği ile iyi Pazarlar.
Saygılarla.

Cumartesi, Eylül 08, 2007

NASIL BAŞLIK ATMALI !!!



Geçenlerde bir dizide galiba "iki aile" , baba arabasını değiştirecek 4x4 bir jeep masada oturan fertler hemen atılıyorlar hava kirlenmesi enerji konusunda en az yakıt kullanan arabayı tercih etmesi vs.
Bir yerde bir belgesel seyrediyoruz.Fosil yakıtın gittikçe azaldığını hala buna karşı bir alternatifin yoğun olarak devreye girmemiş olması.
Su dan nedenlerle bu yakıta sahip ülkelerin istila edilmesi milyonlarca insanın yok olması.
Alternatif olarak bio yakıt elde edebilmek uğruna ekim alanlarına yakıtta kullanabilmesi için ekilen tahıl.Netice olarak küresel ısınma adı altında ana gıda maddesi olan buğdayın gittikçe pahalanması.Açlık tehlikeleri.
Süper gelişmiş ülkelerin kafa kafaya vererek çıkarları çerçevesinde küresel ısınma için aldıkları kararlar."Dağların fare doğurması".
Bilim adamlarının şaşırtıcı açıklamaları altında bizleri bekliyen tehlikenin hasır altı edilmesi.
Dur be kardeşim benim zamanımı ne alıyorsun yazdıkların hepsini biliyoruz.
Bizim kıymetli vaktimizi yazı yazmak uğruna ne diye alıyorsun baktıksa başlığın uğruna baktık yazacaksan doğru dürüst bir şey yaz.
Öylemi peki öyleyse :)
Dünya'da üretilen bu yakıtın % 5 nin hiç kullanılmadan öylesine harcandığını biliyormusun ?
Bosu boşuna harcanan bu kıymetli yakıtın Atmosfere vermiş olduğu CO2 nin ne kadar olduğunu biliyormusun.
O zaman ben size bu rakkamları vereyim.Petrol kuyularının tepesinde öylesine boşu boşuna yanan gaz veya petrol miktarı Senelik 170 Milyar kubikmetre aşağı yukarı maddi değeri 40 Milyar dolar.Havaya vermiş olduğu kirlilik CO2 olarak kullandığın araba ile orantı yaparak hesapla.
Küresel ısınma, Kyoto-Protokolleri bilim adamlarının bu gözden kaçan hakikati haykırmaları petrol kuyularının tepelerinde yanan meşale misali havaya uçup gidiyor.
Bu gün US-Metoroloji kurumunun uydu resimleride tehlikenin ne kadar büyük olduğunu gözler önüne sermektedir.
Bu gün teknolojinin baş döndürücü bir şekilde ilerlemesine karşı.Biraz yatırım yapılarak sistemin değiştirilmesi üretici şirketlerin işine gelmediği gibi.Süper güç olarak adlandırdığımız ülkelerde bu duruma göz yunmaktadır.
Bu gün Dünya Bankası yetkilileri havaya uçup giden bu parayla açlık sınırında olan ülkelere yapılacak yatırımlarla ne kadar büyük işlere imza atılabileceğini raporlarında göstermektedirler.
Yukarda bahs ettiğim gibi bu tarafıda hasır altı yapılan kısmı.
Son olarak sizleri uzun uzun hesap sıkıntısında kurtarmak için havaya salınan kirlilik miktarını sene bazında vereyim.
400 Milyon Ton Kohlendioxid.
Saygılarla.

Cuma, Eylül 07, 2007

BAZI GÜNLER VARDIRKI !!!





O günleri bire bir yaşıyanlar çok iyi bilir.İstanbul'un gözdesi Beyoğlu'nun en kara günlerinden biridir.O zamanlar daha 8 yaşında idim.O dehşeti bir çocuk gözüyle nasıl görüp algıladığımı zaman zaman bu günlerde sorgulamaya çalışıyorum.Bir çok senelerdir
beraber bir arada yaşadığımız bu insanların parçalanması veya ülkeyi terk etmesi.O günlerde korkulu gözlerle bize gelip sığınan o dostlar.Tam olarak nelerin olduğu hep gizemli kalmış polisiye olaylar.O insanlara yardım etmeye kalkan dostların bile o nereden çıkan bu kişiler tarafından dayak ve işkence gördügü.Tek hatırladığım o günlerde aile fertlerimizden bir subayın sokağın başına koyduğu askeri araç nedeni ile o gözü dönmüş sürünün sokağa girememesiydi.Nereden aklına geldi diyecek olursanız Gazeteleri karıştırırken sayın ERGÜN BABAHAN 'nin Sabah da yazdığı yazıyı gördüm.Eğer o günleri yaşamış iseniz yorum olarak yazabilirsiniz.
Saygılarla.
6-7 Eylül olayları ve bugüne bakış
"Atatürk'ün evine bomba atıldı."
Artık MİT'e hizmet ettiği bilinen bir gazetecinin servis ettiği, yine gizli servise hizmet eden bir gazete yöneticisinin manşet yaptığı bu yalan haber, tarihimizin en karanlık sayfalarından birinin açılmasına yol açtı.
Beyoğlu'nda azınlıklara ait ev ve işyerleri zaten bir gece önceden işaretlenmişti.
Ertesi gün özel hazırlanmış serseriler güruhu sokaklara salındı ve tertipçilerin gösterdiği hedefler yerle bir edildi.
Saldırıdan nasibini alan yerler arasında kiliseler bile vardı.
İstanbul'daki 72 kilisenin 70'i tahrip edildi.
Milyonlarca dolarlık hasar meydana geldi, 13-16 arası Rum, bir Ermeni yurttaşımız hayatını kaybetti.
Korkunç olayların ardından binlerce Rum akın halinde Yunanistan'a göç etmek zorunda kaldı, İstanbul rengini, sesini yitirdi.
Bugün geri dönüp baktığımızda 6-7 Eylül olaylarının Lozan'da eksik kalan bir süreci tamamlamak üzere tezgahlandığını açıkça görüyoruz.
İstanbul Rumları mübadele kapsamına sokulamamış ve geride kalmıştır.
1955'teki olaylar zorunlu mübadele olarak nitelenebilir.
Ulus devleti yabancı unsurlarından ayıklama sürecinin bir parçasıydı 6-7 Eylül olayları.
Bugünün uluslararası hukuk anlayışı çerçevesinde dönemin yöneticilerinin Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanması gerekirdi.
Yargılanmadıkları için benzer bir tezgah yıllar sonra Kahramanmaraş'ta ve Çorum'da devreye sokuldu.
Yine evler işaretlendi. Bu kez kurbanlar Alevi yurttaşlarımızdı.
Toplumu tek tipe sokmak isteyen ve bu amaçla kan dökmekten çekinmeyenler tarih boyunca var olmuştur elbette.
Bugün için çıkarmamız gereken ders ise şudur: Farklılıkları zenginlik değil de düşmanlık kaynağı olarak gösterdiğiniz sürece bu tip tehlikelere davetiye çıkarırsınız.
Günümüz dünyasında dünyanın hiçbir ülkesinin tek tip insanlardan oluşması mümkün değildir.
Demokratik sistemin hüneri, inancı, etnisitesi farklı insanları barış ve huzur içinde bir arada yaşatabilmektir.
Onun için düşmanlık tohumları atmaktan çekinmeyenlerin daha dikkatli olması gerekir.
***
" 6-7 Eylül olayları da bu anlayışın en yoğun yaşandığı günlere denk gelmiştir. Yaşanan toplumsal facianın hemen ardından gerçekleştirilen gözaltılar, olaylardan aynı kişilerin sorumlu tutulacağının habercisi oldu. Ve olayların hemen ertesinde tutuklanan 45 kişinin adları bu güne "Komünist Fişli Listesi" ya da "45"lik Fişli Liste olarak anılmaktadır. Olayların ertesinde gözaltına alınanlardan Aziz Nesin'i öncelikle olaylar sırasında İzmir Lokantası'nda yemekteydi. Dışarıda kesilmeyen uğultu ve haykırışlardan sonra elinde Türk bayraklı fırtına gibi bir genç arkasında bir kalabalıkla Lokantanın önünde belirmişti. Bu çocuğu cezaevinden tanıdığını hatırlamıştı Nesin. Sonrasında karşılaşmışlar ne iş yaptığını sorduğunda cevap olarak Kıbrıs'la ilgili bir derneğe üye olduğunu söylemişti(Kıbrıs Türktür Derneği). Bayraklı delikanlı izin verdikçe arkasındakiler İzmir Lokantasına doluşuyorlardı. "Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır!" adım adım ilerliyorlar. Masadakilerde kaçmıyorlar, sıvışıyorlar. Lokantanın sahibi arkadaki masalardan birine çıkmış, çerçeveli büyük bir Atatürk resmini iki eliyle önüne bir kalkan gibi tutmuştu. Bu kalkanın arkasına gizleniyor ve arada bir başını çerçevenin üstüne çıkararak ağlamaklı bir sesle yalvarıyordu. Burası Rum lokantası değil diye yemin billah ediyordu. Sizce büyük bir içkili lokantada kaç tane çerçeveli Atatürk resmi bulunabilir? Aziz Nesin'in anlattığına göre bu sayı o kadar fazlaydı ki olayın seyrine inanamamıştı. Aziz Nesin'in tutuklanışını kendi ağzından dinliyoruz: "Bizi attıkları askeri tutukevindeki hücrelerde altmış kişi vardık. Kemal Tahir, kardeşi Ratip, Doktor Hulusi Dosdoğru, Mustafa Börklüce, Hasan İzzettin Dinamo, Veli, Emin Sekun, Örfi, Fehmi ilk aklıma gelenler. Daha ilk geceden ruh halim bozuldu burada. İkinci gece altımıza sermek için gazete almamıza izin verdiler. Çok eski gazetelerdi; çünkü gazete okumamız yasaktı. Ama kendi aramızda eğleniyorduk da. Tuvalete gitmek isteyen hücresinin kapısını vurarak nöbetçi eri çağırıyordu. Nöbetçi erlerden biri gelip kapıyı açıyor helaya getiriyor, hela kapısında bekliyor, işi biteni yeniden hücresine kapıyordu. Erler hangi hücreden kimi aldıklarını akıllarında tutamadıkları için heladan dönenler kendi hücrelerine değil, başka bir arkadaşının hücresine girip orda can sıkıntısından bir süre söyleştikten sonra, yine helaya giderek kendi hücresine dönüyordu. Bu yaşamımızdaki tek değişiklik, eğlenceydi ve biraz konuşup söyleşmenin dışında hiçbir amacı yoktu. Bazen nöbetçi erin canı sıkılıyor, birden gözetleme deliklerinin birinin kapağını açıveriyor ve içerdeki başka bir hücredeyse hücre numarasını söyleyerek onu aramaya başlıyordu: "filan numara, ulan bu filan numara nereye gitti?" Bir gün yine nöbetçi er bağırmaya başladı, hem bağırıyor hem de ağır sövüyordu: "ulan bu sekiz numaradaki hayvan kim?" 6-7 Eylül olaylarının baş sorumlusu ve bizi buraya attıran İçişleri Bakanı Namık Gedik'ti. Aklıma bu geldi ve hücremden seslendim: "sekiz numara Namık Gedik, Namık Gedik." O zaman nöbetçi er bağıra bağıra dolaşmaya başladı: "ulan Namık Gedik, nerdesin ulaaan." Sövüp sayarak geziyordu. Hücrelerden de kahkahalar yükseliyordu. Birden cezaevi müdürü Binbaşı Muzaffer'in sesini duyduk. Ere bağırıyordu: "ne diyorsun ulan, ne Namık Gedik'i, hangi Namık Gedik!"

2007-2008 EGİTİM YILI HAYIRLI OLSUN !!!

Image Hosted by ImageShack.us




2007 YILI ATAMA TABLOSU...


DERSIN ADI..........KADROLU...........KADROSUZ.......TOPLAM.

Din Ahlak Bilgisi ........600..................700............................1300.
Beden Eğitimi....................245..................450............................. 695.
Resim..................................150...................245............................. 395.
Müzik.................................. 150...................245............................. 395.
Matematik..............................30.......................0............................. 30.
Fizik..........................................15.......................0............................. 15.
Kimya.......................................30.......................0............................. 30.
Biyoloji......................................40.......................0............................. 40.
Kay.Eğitim Sen.

Öğrencisiz Öğretmenler

Halen Türkiye'de 200 bini aşkın işsiz öğretmen var. 200 bin öğrencisiz öğretmen. 200 bin susuz çiçek.
Bir aydır "İşsiz öğretmenler",
Kimi gün Türk dili ve edebiyatı öğretmenlerinin sesi gür çıkıyor: "17 bini aşkın işsiz mezunuz. Lise sayısı artıyor ama öğretmen atama kadrosu azalıyor. 2003'te Türk dili ve edebiyatı dersleri için 1.099 öğretmen atanırken, 2006'da bu sayı 34'e düştü. Kamuoyu tepkisi ve liselerin 4 yıla çıkmasının etkisiyle hükümet geçen ay 400 atama yapmak zorunda kaldı. Bu bile okul sayısının, dolayısıyla öğretmen ihtiyacının daha az olduğu 2003'teki atamaların yarısını bulmuyor."
Kimi gün Fransızca ve Almanca öğretmenlerinin çığlığı vicdanımızı sızlatıyor: "Onlarca üniversitede İngilizce dışında birçok yabancı dil öğretmenliği eğitimi veriliyor. Her yıl yüzlerce genç bu bölümlere girerken, yüzlercesi de mezun oluyor. Ancak bakanlık İngilizce dışındaki yabancı dil öğretmenlerine ihtiyaç olmadığını söylüyor."
Bazen tüm branş öğretmenlerinin ağıtı yükseliyor: "İşsiz lise branş öğretmeni sayısı resmi verilere göre 100 bini geçti. Ama her atama döneminde lise branşlarına ayrılan kadrolar 15, 20, 30 gibi komik sayılarda kalıyor. Sürekli yeni liseler açtıklarını söyleyen Milli Eğitim Bakanı'na soruyoruz; peki bu yeni liselerde hiç öğretmen açığı oluşmuyor mu?"
Cevabını da veriyorlar: "Kadro açığı ücretli öğretmenlik uygulamasıyla kapatılmaya çalışılıyor. Eğitim camiasında ' Ücretli kölelik' diye anılan bu sisteme göre, il veya ilçe milli eğitim müdürlükleri ihtiyaç bulunan branşlarda ücretli öğretmen görevlendiriyor. Onları ders başına 5 lira ödeyerek, ayda 300 liraya çalıştırıyor. Böylece kadrolu atayıp 930 lira maaş vermekten kurtuluyor." Bir gün okul öncesi öğretmenliği mezunları seslerini duyurmaya çalışıyorlar, ertesi gün matematik öğretmenleri kuyruğa giriyorlar.

Değersiz diploma fabrikası
Sorun şu: Halen Türkiye'de 200 bini aşkın işsiz öğretmen var. 200 bin öğrencisiz öğretmen. 200 bin susuz çiçek. AK Parti iktidara geldiğinde bu sayı 60 bin kadardı. Önlem alınmazsa her yıl en az 50 bin artışla 10-15 yıl sonra işsiz öğretmenler ordusu 1 milyon kişiye ulaşacak. Bakanlık ihtiyaç duyduğu öğretmenleri Kamu Personel Sınavı (KPS) ile alıyor. Bu yıl 205 bin işsiz öğretmen sınava girdi, 19 bin kadarı kazandı. 10 yıl sonra 1 milyonu aşkın öğretmenle sınav yapılacak, KPS yeni bir ÖSS trajedisine dönüşecek.
Bir başka sorun şu: 67 üniversitede görevi öğretmen yetiştirmek olan eğitim fakültesi bulunuyor. Bu fakültelere yüksek kontenjanlar veriliyor.
Üçüncü sorun şu: Kontenjanların bakanlık ve YÖK koordinasyonuyla belirlenmesi gerekiyor. Ancak iki kurum savaş halinde. Bakanlık kopukluğun sorumluluğunu YÖK'e yüklüyor, kurumu "İktidara karşı sistemli muhalefet yapmak"la suçluyor. YÖK ise sessizliğini koruyor ama yaraya neşter atılmadığı için eğitim fakülteleri diplomalı işsizler yetiştirmeye devam ediyor.
Son dönemde ciddi biçimde örgütlenen işsiz öğretmenlerle eğitimcilerin sendikaları, sorunun tek çözümü olduğunu savunuyorlar: Eğitim fakültelerine ihtiyaç kadar öğrenci almak, yani kontenjanları iyice budamak. Bir de örnek gösteriyorlar: Mezunları açıkta kalmayan Polis Meslek Yüksekokulları.
Bakanlık yetkilileri, yeni Anayasa ile YÖK sorununun aşılmasından sonra bu çözümü hayata geçireceklerini söyleyip, "Sabır" tavsiye ediyorlar.
Gelin de o sabrı 30 yaşında hâlâ anne-baba eline bakan 200 bin işsiz öğretmenden bekleyin. Hepsi de barut fıçısı gibi. Patlamaya hazır.Kay.Sabah
Şaka gibi !!!
Saygılarla.

Pazartesi, Eylül 03, 2007

SIZLERI SEVIYORUM !!!



ERDIL
Saygilarla.

Cumartesi, Eylül 01, 2007

906 RAKIMLI TEPE 2