Çarşamba, Ocak 28, 2009

KRİZİN GERÇEK YÜZÜ.


Teyet geçtimi, geçmedimi ?
Bu da Almanya'da Vergi Dairesinin kapısındaki ölçer.
Vatandaşa anlık olarak ne kadar borcunun olduğunu gösteriyor.
Çekilen resimde 1 Trilyon, 517 Milyar, 117 Milyon, 012 Bin, 888 Euro.
Bu durumda da saniyede 4 439 € eklendiğini gösteriyor.
2009 senesi bütçesi ile 140 milyar küsürat daha eklenecekmiş.

Perşembe, Ocak 22, 2009

İMLA İŞARETLERİ !!! ???


Baba yatalak üç kızı var; ortanca kızı 14 yaşında ilköğretim öğrencisi.
Bir gün kızcağız aile fertlerinden bir tanesine derdini açıyor. Komşusunun kendisine söz ve elle tacizde bulunduğunu (57 yaşında)bu durumunda, 5 yıldır sürdüğünü, korktuğunu söylüyor. Aile hemen durumu yetkili makamlara bildiriyor. Savcılıkda doğruluk derecesini tesbitini, hatta suç üstü yapılmasını istiyor.
Kızın anlattığı gibi, şahıs evinden bakkala gitmek üzere alışverişe giden kızın peşine düşüp, kolundan tutarak boş bir binaya sokarak kıza elle taciz hatta dahada ileri giderek para teklifinde bulunuyor.
Sucüstü yakalanan aynı zamanda üç çocuk babası gözaltına alınıyor.
Adalet mekanizması çalışmış çok daha vahim hadiselere neden olabilecek olayları önliyebilmişdir.
Buraya kadar herşey olması gereken bir prosüdürdü.
Suçlu ortada, mağdurda 9 yaşından 14 yaşına kadar taciz edilen bir kız çocuğu.
Ya bundan sonrası, mağdurun durumu neydi? 6. İhtisas Kurulunun önüne geliyor;
"Beden ve ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede patolojik araz tespit edilemediği" diye mağdur hakkında bir rapor verilerek.Suçlu tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor.
Her ne kadar 5 yıllık tacizin 10 dakikalık incelemeyle tesbit edilmeside tipda ne kadar ilerlediğimizin bir göstergesidir.
Zaten kişinin ceza alıp almaması pek o kadar bizleri rahatsız etmiyor !!!
Bizleri rahatsız eden şey aynı haberlerin, sıkça haber olması galiba.
9 yaşında veya 14 yaşında bir çocuğun psikoloji bozulmuş olsa ne olur, olmasa ne olur...
"Evlilik iki şeyden ibarettir: İlki aralarında kontrat olması. Bu evliliğin ilk şartıdır. İkincisi ise karınızla seks yapmanızdır. Evliliğe girmek için minimum bir yaş yoktur. Bir yaşındaki bir kızla bile evliliğe girebilirsin. 7-8-9 yaşındaki kızlardan bahsemetmeye bile gerek yok. Bu bir rıza anlaşmasıdır. Veli genelde baba olmalıdır. Çünkü baba kararı zorunludur. Böylelikle kız, kadın olmuş olur.
Pardon:
Suudi evlilik yöneticisinin verdiği fetva.
Alıntı yapmanın sakıncaları.Haberi kopyala yapıştır.Bizim konumuzla ne alaka değilmi.
Saygılarla.

Perşembe, Ocak 15, 2009

BIR ÖYKÜ ...


Yaşlı kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak yaşlı ciğerlerini sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Abdestini aldı, sabah namazını kıldı. Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı. Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti. Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. Yaşlı kadın 'Günaydın Anne, Günaydın Baba' dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. 'Günaydın Kocacığım' dedi. Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. Artık gözlerinden yaş damlıyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp 'Günaydın Evlatlarım' dedi. Tüm çerçevelere kısaca göz atıp 'Sizleri, hepinizi çok özledim' dedi.

Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama 'Bir taksi istiyorum' dedi ve adresi verdi. Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. Ağır ve dikkatli bir biçimde iniyordu. Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu. 'Patlama be adam' dedi. Nihayet taksiye binebildi. 'Teyze hoş geldin' dedi 25-30 yaşlarındaki şoför. 'Nereye gidiyoruz?' Kadın kısa bir sessizliğin sonunda 'Tüm bir gün beni taşırmısın?' diye sordu. 'Sana 500 lira veririm.' Adam küçümser bir gülümseme ile, 'Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze' dedi.

Kadın gülümsedi

'O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?'

'Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?'

'Anıtkabir'e'

'Anıtkabir'e mi?

'Evet'

'Tamam teyzeciğim'

'Yaş kaç teyzeciğim?'

'Seksen sekiz'

'Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim'

'Allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum'

'Haklısın teyzecim'

Taksi Anıtkabir'in kapısına gelmişti. Şoför 'Teyzeciğim geldik' dedi. Dalgın görünen kadın 'Evladım burada yardımına ihtiyacım var' dedi. 'Benimle gel' Adam şaşırmıştı. 'Tabii teyze' dedi. Kuşkulu gözlerle 'Bizi buraya alırlar mı?' diye sordu.

O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak 'Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?' dedi

'Hayır'

'Kaç yıldır Ankara'da yaşıyorsun?'

'Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme'

'Ee o zaman'

'Ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum ben'

Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı.

Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar. Merdivenlere geldiklerinde Şoför kuşkulu bir şekilde

'Nasıl çıkacaksın Teyze?' diye sordu.

'Her ay nasıl çıkıyorsam öyle'

'Her ay geliyormusun?'

'Evet'

Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti. 'Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım' Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha okumaya başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra 'Hadi gidelim' dedi.

Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı. 'Yoruldun mu Teyze' dedi.

Kadın sustu. Bir süre suskunluktan sonra 'Evet hem de çok yoruldum' diye cevapladı.

'Nereye gidiyoruz?'

'Bankaya'

Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk'e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı.

'Teyzeciğim bir şey sorabilirmiyim?'

'Sor bakalım evladım'

'Anıtkabir'de Atatürk'e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?'

'Uzun hikaye evladım'

'Olsun be teyze anlat ne olur'

'Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Bende 'Adalet' dedim. Bunun üzerine 'Ne güzel ismin varmış' dedi. 'Okulu bitirince ne olacaksın' dedi bana. Hemşire dedim. Oda 'Güzel meslek ama bence sen Hakim ol ismine çok yakışır' dedi. Ben kadından hakim olmaz ki dedim. Kaşlarını çattı, 'Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hakim olacaksın' dedi .'

'Sen ne dedin peki?'

'Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim.'

'Peki olabildin mi Adalet Teyze?'

'Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim.'

'Vay be. Sende ne hikaye varmış Adalet Teyze'

'Herkesin bir hikayesi vardır evladım. Herkesin hikayesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin'

'Haklısın Adalet Teyze. Bu bankamı gelmek istediğin'

'Evet'

'Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?'

'Hayır. Sen burada bekle lütfen.Bu arada adın neydi evladım'

'Osman teyzeciğim'

'Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?'

'Tamam teyzeciğim'

Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet hanımı düşündü. 'Kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür' diye düşündü. Tam vaktinde bankanın önündeydi. Adalet hanım 15 dakikalık gecikme ile geldi.

'Hoş geldin Hakim Teyze'

'Çok uzun zamandır bana Hakim denmemişti.'

'Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?'

'Yok aksine hoşuma gitti. Sağol'

'Nereye gidiyoruz?'

'Seyranbağlarına'

'Tabii'

'Hakim Teyze çok yer gezmişsindir sen'

'Tüm Anadolu'yu karış karış gezdik rahmetli kocamla'

'Ne iş yapardı amca?'

'Subaydı.'

'Ne zaman vefat etti?'

'1952′de'

'Çok olmuş.Gençmiş'

'Kore savaşında şehit oldu.'

'Allah rahmet eylesin Hakim teyze'

' Sağol'

'Seyranbağları'na geldik nereye gideceğiz?'

'Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.'

'Tamam.Buyur Hakim Teyze.Geleyim mi ben'

'Yok bekle burada'

Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı. 'Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu' yazısını okudu. Anlam veremedi. 'Bu kadın burada ne yapar ki?' diye düşündü.

Yarım saat sonra Adalet hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Adalet hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. Kadın 'Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin' dedi.

Adalet hanım, buğulu gözlerle 'İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın' dedi.

Araba hareket etti.

'Nereye Hakim Teyze?'

'Hemen iki sokak öteye'

Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti. Bu binada da 'Ankara Seyranbağları Huzurevi' yazıyordu.

'Bekle beni'

'Tabii Hakim Teyze'

Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım'ın gözlerinden akan yaşları fark etti.

'İyi misin Hakim Teyze'

'İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor'

'Nereye gidiyoruz?'

'Cebeci Asri Mezarlığına'

'Tamam'

'Teyze nerelisin sen?'

'Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke'ye döndük. Allah'a Şükür Babam'da sağ salim döndü savaştan.'

'Sonra ne oldu?'

'Liseye Aydın'a gönderdi babam. Orada Atatürk'le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul'a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye'de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik..'

'Çocuğunuz var mı?'

'Bir kızım bir oğlum vardı.'

'Neredeler şimdi?'

'Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.'

'Ne güzel'

'1978′de Fransa'da Ermeniler öldürdüler.'

'Üzüldüm Hakim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani'

'Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.'

'Amin. Ya kızın?'

'O eşi ve çocukları ile İzmit'te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999′da depremde hepsi vefat ettiler.'

'Allah rahmet eylesin.Boş boğazlığımla üzdüm seni Hakim Teyze kusura bakma'

'Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım.Sen üzülme sağol'

'Geldik Teyze'

'Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin.'

'Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim eve bırakayım.'

'Yok beni alacaklar buradan'

'Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim. Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 'yi ona veririm. Gerisi kalsın. Bende para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.'

'Çocukların var mı?'

'İki tane ellerinden öperler.' Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.

'Adları nedir?'

'Kemal ve Ayşe'

'Oğlumun adı da Kemaldi.'

Sessizliğin ardından Osman'ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım..

'Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk'ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.'

Osman Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi. Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken; Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu. Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı. Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. Bu gün daha fazla çalışamazdı.

Ertesi gün Ankara'da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti. Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi. Siyaset doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı. Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti.

'Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden Adalet YILMAZ'a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ'ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları'ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ'ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.'

Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar. Bir daha da hiç anlatmadı Osman bu yaşadıklarını. Herkesin tek bildiği Osman'ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında 'Gökler bile sana ağlıyor' diyerek ağladığı…

NOT: Bu Öykü, Sayın Nuriye ÖZDİNÇER tarafından gönderilmiştir.
Sayglıarla




Şerefle bitirilmesi gereken ,En asil görev, hayattır.Bir lokma ekmek için,Şerefini çiğnetmeye;Bir anlık eğlence için,Servetini tüketmeye;Bir zamanlık mevkii için,El ayak öpmeye;Günlük menfaatler için,Onurunu terketmeye,Bir kısım insanlara kızıp;Tüm insanlara düşman Olmaya değmez bu hayat.

Çarşamba, Ocak 07, 2009

PALÄSTINE / FILISTIN

60 yılın kanlı hikâyesi...



Her şey 1917 yılında imzalanan ve Osmanlı'dan kopuş anlamına gelen Balfour Deklarasyonu'nun imzalanması ile başladı.
İngiliz bakan Arthur Balfour, Siyonistlerin lideri Lord Rotshild'e resmi bir mektup yazdı. Bu mektupta Balfour kendisinin ve İngiltere'nin Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması için Siyonistleri sonuna kadar destekleyeceğini yazıyordu. Bu mektup 'Balfour Deklarasyonu' olarak tarihe geçti.
Bu deklarasyon uyarınca Yüz binlerce Yahudi Siyonizm projesi kapsamında İngiliz mandası altındaki Filistin'e göç ettiler.
Planlı Yahudi göçü ve bunun sonucunda Filistin'de Arapların 6'da 1'i kadar çoğalan Yahudi nüfusuna karşı bir tepki olarak Nisan 1920'de iki büyük Filistin ayaklanmaları yaşandı.
1947de İngiltere, Filistin sorununun çözümünü Birleşmiş Milletler'e devretti. Birleşmiş Milletler Filistin'i iki parçaya bölüp %56.5unu Yahudilere,%43.5'unu Araplara vermeyi teklif etti. Filistin bu fikre sıcak bakmamasına rağmen, 33 ülkenin oyuyla bu plan kabul edildi.
Bu kararın ardından da 14 Mayıs 1948'de bağımsız İsrail Devleti'nin kurulduğu dünyaya açıklandı.
15 Mayıs 1948de İngiltere Filistin'de mandalık yönetimini bitirmek istediğini duyurdu. Yahudi militanlar 1948 yılının Aralık ayında Filistin'in Arap köylerinde etnik temizlik başlattılar. İsrail bağımsızlığını 14 Mayıs 1948de ilan etti.

Siyonist Irgun ve Lehi örgütlerinin militanları 9 Nisan'da Deir Yasin köyünde katliam yaptıktan sonra binlerce Filistinli Lübnan, Mısır ve Batı Şeria'ya kaçtı. İsrail bağımsızlığını ilan ettikten bir gün sonra Ürdün, Mısır, Lübnan, Irak ve Suriye İsrail'e saldırdı,ama İsrail orduları onları geri püskürttü. Bu savaşlardan sonra Mısır Gazze'yi, Ürdün Kudüs etrafında küçük bir bölgeyi ve Batı Şeria'yı aldı. Bunlar Filistin'in %25iydi.

1964'de Filistin Kurtuluş Hareketi kuruldu.

5 Haziran 1967de 6 gün savaşı başladı. Orta Doğunun haritası bu savaşta değişti. Israil Gazze ve Sina yarımadasını Mısır'dan, Golan tepelerini Suriye'den aldı ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs'ü işgal etti. İsrail toprakları bu savaştan sonra neredeyse 2 kat büyüdü. Birleşmiş Millet bu savaştan sonra 242. kararını alıp İsrail'in bu savaşta kazandığı toprakları işgal edilmiş olarak kabul ederek, bir an önce çekilmelerini istedi ancak İsrail, 500.000 Filistinli'nin mülteci durumuna düştüğü bu savaş sonucunda işgal ettiği topraklardan çekilmedi.

1968'de Yaser Arafak Filistin Kurtuluş Örgütü'nün başına geçti. 1974te Yaser Arafat Birleşmiş Millet Güvenlik Konseyi'ndeki ilk konuşmasını yapıp barışçıl isteklerini vurguladı.

1977de Irgun ve Lehi örgütlerinin mirasçısı Likud, İsrail seçimlerini kazanıp iktidar partisi oldu. Likud, Israil'in bütün vaadedilmiş topraklara (Ürdün, Filistin, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır ile Türkiye ve İran'ın bir bölümü) yayılması gerektiğini savunuyordu. O zamanki tarım bakanı olan Ariel Şaron da Likud partisindendi.

1979de Mısırlı başkan Enver Sedat Israille barış anlaşması imzaladı ve böylece Mısır, İsrail'i tanıyan ilk Arap ülkesi oldu. Bu anlaşma çerçevesinde Gazze Filistinliler'e verildi.

1982de Ariel Şaron, İsrail-Lübnan savaşını başlattı. Falanjistlerin de desteğiyle Sabra ve Şatilla mülteci kaplarına girerek tarihin en büyük katliamlarından biri gerçekleştirildi, binlerce Filistinli sivil öldürüldü. Sabra ve Şatilla kamplarında öldürülen sivillerin görüntüleri, insanlık tarihine kapkara bir leke olarak geçti.

1982'de İsrail, Lübnan'a karşı savaş ilan etti.

1987de Gazze'de Intifada adındaki ayaklanma başladı. Kısa bir süre sonra intifada Batı Şeria'ya da yayıldı. Aynı yıl, Filistin'de Hamas, Şeyh Ahmed Yasin'in önderliğinde kuruldu. 1988de Filistin Özgürlük Topluluğu Arafat'ın liderliğinde Birleşmiş Milletlerin 242. kararını ve Filistin'de iki devlet fikrini kabul etti.

1992de Israil'de İşçi partisi iktidara gelince bir barış süreci de başlamış oldu. 1993te İsrail ve Arafat Oslo Barış Anlaşmasını imzaladırlar. Bu anlaşmanın sonucunda Arafat sürgünden kurtulup Filistin'e geri döndü. 1994te Filistin Özgürlük Harekâtı ve İsrail Kahire'de görüştü. Bu görüşmelerde yapılan anlaşmanın sonucunda İsrail'in Gazze'nin çoğunu ve Batı Şeria'daki Erila şehrini Filistin'e bırakmasına karar verildi.

Eylül 200'de Ariel Şaron'un Mescidi Aksayı ziyaret etmesi, Filistinliler arasında büyük bir öfkeye ve protesto gösterilerine yol açtı. Bu olay 2. İntifadanın başlangıcı oldu.

2006-2007 yılları arasında Bu kez El Fetih ve Hamas arasındaki çatışmalar gündeme demgasını vurdu. Bağımsız Filistin için mücadele eden bu iki gücün birbirine düşmesi İsrail'in de işine yaradı.

2007 yılında Arafatın ölümünden sonra yerine geçen Mahmud Abbas ile Şimon Peres, Annapolis'te bir araya geldi.

İsrail, 27 Aralık 2008'de, Yahudilerce 'düğme dikmenin' bile yasak olduğu cumartesi günü Gazze'ye 'Dökme Kurşun' adını verdiği bir operasyon başlattı. Bir hafta havadan devam eden bombardımana bir hafta sonra kara birlikleri de dahil oldu.

Dünyanın en büyük toplama kampı olarak nitelendirilen Gazze'de nüfus yoğunluğu o kadar yoğun ki bir metrekareye 5 Filistinli düşüyor.

Hamas'ı hedef aldığını iddia eden İsrail'in tonlarca bomba attığı Gazze'de ölü sayısı her geçen dakika artmakla birlikte 566'ya yükseldi. İsrail'in iddialarının aksine ölenlerin üçte biri, sivil ve çocuklardan oluşuyor.K.Zaman Online/Harita Aksiyon Dergisi'nden alınmıştır.

Pazartesi, Ocak 05, 2009

ÖZÜR DILIYORUZ..

İsrail senelerdir yani başındaki teoristlerle mücadele etmektedir.
Kolay değil gün be gün Dünyanın en modern Tanklarına sahip Filistinliler İsrail halkına bomba yağdırıyor.Savaş uçakları helikopterlerden bahs etmek bile istemiyorum.
İsrail yerden göğe haklıdır.Filistin diye bir millet gel İsrail toprakları üstünde devlet kurmaya çalış.İşin acı tarafı bu Filistinliler ellerindeki bu kadar korkunç silahları İsrail üzerinde kullanırken bütün dünya bu katlima seyirci kalmakta.
İsrail elinden geldiği kadar bu kuvvetler karşısında büyük mücadele vermektedir.
Aşağıda görüleceği gibi.Bu teoristleri de son hamlelerle yok etmeyi çalışıyorlar.
















Bu teoristler yüzünden "alıştık" İsrail'den de ÖZÜR DİLİYORUZ.

Pazar, Ocak 04, 2009

PAZARIN SOHBETI...


Devran değişiyor; ayak uydurmak lazım diyerek Türk Dil Kurumunun en yeni Sözlügünü getirtdim. Faydasıda olmuyor desem yalan söylemiş olurum. Keşke birde kavramların sözlügü olsa...
Geçenlerde haberleri dinlerken Sn.Başbakan aynen söyle diyordu: Gazeteler çarşaf çarşaf fakir fukaraya dağıtılan kömür, gıda maddelerinin halka verilen sadaka olarak nitelendiriyorlar diye dert yanıyordu.
Yerden göğe kadar haklı...
Ayıptır ya; hiç milyonların okuduğu bu gazeteler bu kelimeyi kullanırmı!!??
Hemen elime yeni sözlüğümü elime alıp SADAKA kelimesinin karşılığına baktım. "Değişikliğe Uğramışmı diye".
Aynen söyle yazıyor. Sadaka: is Ar sadaka 1.Dilenciye verilen para. 2. Yoksullara yardım olarak karşılıksız verilen şey...
Sn.Başbakanım yerden göğe kadar haklı, hiç böyle bir kelime kullanılırmı.
Ayıptır ayıp.
Sezar'in hakkını Sezar'a vermek lazım. Ayakta alkışladım..
Ya sonra ...
Devam ediyor:
Velev ki bu yardımlar sadaka olarak kabul etsek. Bizim dinimizde sadaka vermek vardır.
Bunda gocunacak ne var. Kötü bir şeymi yapılıyor diye sözüne devam ediyor. Bundan sonrasını dinlememe hacet yok Tv.yi kapatıyorum.
Kavramların da bir sözlügü olsa keşke...
Ben alım terimle kazanır yer içerim bu benim dünyalık hakkım. İnançlarıma göre bu alın terimle kazandığımı, ihtiyacı olanla gönlümden geçtiği kadarını paylaşırsam bu da ahiret hakkımdır.İnancıma göre ister buna sadaka deyin isterseniz başka bir kelime kullanın o benim alım teri ile kazandığımdır.
Gelelim öteki kavrama vatandaş çalışır vergi adı altında kazancının bir kısmını
hükümete verir. Hükümet ise onu hizmet olarak geriye dönüştürür. Bu da onun görevidir.
Hangi yerde ihtiyaç varsa oraya aktarır. Bu sadaka olmaz. Niyemi o alın teri ile o parayı kazanmamıştır. Bu sadece onun bir ücret karşısında yapması gereken bir görevidir.

Sosyal Devlet banbaşka bir kavramdır.
Toplanan paraların adaletli olarak geriye dönüşümüdür. Bunu yapmaya mecburdur, yoksa devlet olamaz.
Hangi parti hükümet olursa olsun bunu gerçekleştirmeğe mecburdur.
Eğer tv.lerde gördügümüz manzaralar. Ezilenler, itişip kalkışanlar. Bir bidon su için birbirine yiyen insanları görüyorsak.

Kendimizi sorgulamamız lazımdır. Doğru seçim yapmaktan bu kadar acizmiyiz...

Geleim 2008 senesinde gazetelerin tiraj veya internet sitelerine girimi hakkında verilen rakkamlara. Hepimizin aşağı yukarı bir defa o sayfalara girdiğimiz gazeteler.
Bir de hicmi hiç uğramadığımız gazeteler vardır.
Onlar bizleri çıldırtacak yazılar yazarlar. Kendi çizgileri içersinde zaman zaman bizleri kızdıracak derecede başlıklar atarlar. Tıpkı son günlerde olduğu gibi.
Buraya kadar anlaşılmayan bir şey yok. Zaten onların okuyucusu yok kadar azdır.
Kimseninde umrunda olmazlar.
Gene yanıldık.
O hergün tıkladığımız gazeteler o yazıları alıp önümüze sunarlar.
Şimdi sorarım size bu gibi örümcek kafalı insanların yazıları filanca gazetenin köşe yazısından daha fazla kamuyu oyalamıyormu !!
Devlet halkını tanımak zorundadır.Elinde veriler vardır. Eğer eğitim seviyesi ilkokul ise o dille konuşmak zorundadır. Benim evimin dört duvarı arasında yüksek tahsilim geçerlidir. İş yerine gittiğim zaman da aynen. Sokağa çıktığım zaman o geçerlilik kaybolur cünkü orada o toplumun eğitim seviyesi geçerlidir.
Bunu anlamadığımız zaman suçu eğitime yükler geçeriz. Çare üretmek ise hayal mahsulü olur.
Örnek mı istiyorsunuz :
Aktüel olan son zamanların gaz kaçakları yüzünden kayıplarımız.
Uzman çıkıyor elinde bir alet devamla bunun değeri 10 lira bile değil diyor. Eğer o cihaz olsa idi. Bu hayatlar sönmiyecekdi.
Onu söyliyen, yazanda egitim seviyesi ne olursa olsun benim gözümde ilk okul mezunu bile değildir.
Dikkat ettimde içinden bir kişi çıkmıyorki maliyeti bu kadar düsük cihazları seri olarak kullandığımız araçlara takılı olmasından yana teklifde bulunsun.
Bunun sorumlusu gene devletin sorumlu kişileridir.Cünkü piyasaya çıkmadan evvel o cihazların sertifakalarını onlar vermektedirler.
Tıpkı AB de her ev sahibinin o evde oturabilmesi için Belediyelerin koymuş olduğu
standardlar içersinde firmalar tarafından yaktığı yakacağa göre aralıklı olarak bacalarının temizlenmesi gibi.
Hem hava kirlenmesini önledikleri gibi can güvenliklerinide bir nezhe de koruyabilmektedir.
Eğer örnek verilmesi gerekecek olursa binlerce yazabilirim.

Kalın sağlıcakla iyi pazarlar.
Saygılarla.

Cuma, Ocak 02, 2009

2008 UGURLADIK