Pazartesi, Haziran 30, 2008

SIYAH ALTIN KÖMÜR. II.




Petrole karşı Kömür üzerinde Amerikalı uzmanlarda çalışmaları hızlandırdılar.Kömürün sıvı yakıta çevrilmesi ile hava kirlenmesine neden olacak gazların arıtılmasını sağlıyacak havuzların kurulması ile gerçekleşebileceğini söylemektedirler.Bu tip rafinerilerde günlük 24500 ton kömürden 4,5 Milyon litre mazot elde edilebiliniyor.Böyle rafinerilerin maliyeti bir milyar euronun üzerinde olması Petrol fiatlarının en az barel başına (159)litre 60 Doların üstünde seyretmesi karşısında maliyetin sağlanabileceğini söylemektedirler.Bu günkü 140 dolarlık barel fiatı üzerinde olması bu gibi rafinerilerin kendilerinin çok kısa bir zaman içinde maliyetlerinin karşılanabileceği kanısındalar.
Aynı zamanda bu enerji alternatifini doğal gazın sıvılaştırılması ile Almanya'nin geliştirmiş olduğu bir başka yakıt sistemininde bu yarışa katılacağı söylenmektedir.
Kömürden elde edilecek olan sıvı enerjinin kullanılması karşısında gerekli katasöletörlerin yapılması gerektiği bu şekilde hava kirliliğini kısmen önliyebileceğini söylemektedirler.
Odun artıkları ile elde edilen sıvı enerjide bu çalışmaların bir parçası olacağıdır.Zamanla enerji konumunda özelliğini kaybeden kısmen üretimi durdurulmuş kömür tekrar hayata dönme yolunda.Kahverenkli kömürden elde edilecek bu enerji gittikçe değer kazanmaya başlıyacaktır.
Şu anda labor çalışmaları düzeyinde olan bu yakıt kısa zaman içersinde hayatımıza girecektir.
Olumlu bir şekilde hayata geçebilmesi için hava kirliliğini artıracak olan gazlardan arıtılması gerekmektedir.
Diğer konum ise bu tip kömür elde edilebilmesi için eko sisteminde yok olan alanlarında tekrar kazanılması gerekliliğinide bir kenera atmamak gerekir.Kahverengi kömür çıkarılan bu alanlar
bir cöl görünümü içersinde olduğu oradaki yaşam alanlarının tamamen öldügü bir başka gerçektir.Yapılan çalışmalara, bu alanlarında tekrar yapay olarak kazanılmasıda bir gerçektir.Bu da maliyetin artmasına neden olabilecekdir.
Bir başka bölümde bu gibi alanların dengeleri nasıl bozduğu ve yapay alanların getirilerinin neler olabileceği konusunda bilgi vermeye çalışacağım.
Saygılarla.

Pazar, Haziran 29, 2008

SIYAH ALTIN KÖMÜR. I.


Kömür petrole alternatif olma yolunda.Uzmanların uzun zamandır çalışmaları neticesinde, kömürün piyasaları çıldırtan petrole kullanabileceği kanısındalar.Şu andaki çalışmaları neticesinde kömürden elde edilen sıvı yakıtın endüstri alanında kullanabilecek durumda olduğunu bildiriyorlar.Çalışmalarını hızlandıran uzmanlar yakın zaman içersinde araçların tanklarınıda doldurucağını söylemektedirler.
Bu günün sihirli kelimesi sıvı kömür olacağıdır.
Güney Afrika bügün Petrol ihtiyacının 3 de birini bu metodla karşılamaktadır.Sasol mineral konzerin açmış olduğu üç fabrika bu metodla kömürü petrole dönüştürmektedir.25,5 litre Mazot,Benzin ve diğer petrol ürünlerini günlük olarak üretmektedir.Buda 160,000 Barel olmaktadır.Hatta bu elde edilen yakıtı uçaklarda bile kulanmaktadırlar.
Konzern kömürden elde edilen bu sentetik petrolün,dünyaca hava yollarında kullanılması için lizens talebinde bulunmuşdur.Internesyonal Hava Yolları Birliği petrolün bu şekilde artması karşısında bu yakıtın kullanılmasına sıcak bakmaktadırlar. Enerji açlığı içinde olan Çin'in bu yakıtla ihtiyacının %70 ni karşılama yolundadır. 3,2 milyar dolarlık yatırım yaparak enerji ihtiyacını bu sistemle karşılamaya başlamışdır.Bu enerji kazanımı II.nci dünya savaşında Alman kimyacıları tarafındanda yapılmış kullanılmış olması bu metodun yeni bir buluş olmadığını göstermektedir.O zamanlar Petrol ihtiyaçında yabancı ülkelere muhtaç kalmamak için yapılan bir çalışma olduğuydu.Bu günde ücretlerin bu şekilde artması ile bu metodun tekrar hayata geçmesine neden olmaktadır. Petrol fiyatlarının düşmesi ile raflara kaldırılmış tozlanmaya bırakılmışdı.Var olan bu fabrikalar hurda olarak 2004 senesinde Çin'e satılmıştı.Bu gün yapılan araştırmalar kömür rezervelerinin 150 ile 350 yıl yeteceği kanısındadırlar.
Güney Afrika,Mongolay ve Avustralya bu metodla bu krizin içinden çıkmasını bilen ülkelerdir.Çin'de bu ülkelere katılmak için elinden geldiği kadar hız vermiş durumdadır.Uzmanların yapmış olduğu araştırmalar neticesinde Kömürden elde edilecek enerjinin ömrünün Petrol enerjisinden 80 yıl gibi daha uzun ömürlü olduğudur.
Bu enerji sisteminin bazı tehlikeyide beraberinde getirmektedir.Bu da hava kirlenmesi yönündedir.Eğer şu andaki durumda kullanılması karşısında hava kirlenmesi (Klima/İklim değişimi"Küresel ısınma")ikiye katlanacağıda bir başka gerçektir.
Yazının II.nci bölümünde Ekolojik ve Politik yönüyle bu sistemi ele alalım.
İyi Pazarlar dileği ile.
Saygılar.

Cuma, Haziran 27, 2008

SU



Sıhhatlı yaşamın anahtarı SU
Mineral zenginliği ile insan sağlığının vazgeçilmesi su bu gün bir çok ülkede diğer içecekleri çoktan geçmiş durumdadır.Bu gün raflarda 700 yakın çeşidinin bulunduğu,bunların kaynak suları ve bazılarınında bir çok rahatsızlıklara iyi geldiği şekilde önümüze konmaktadır.Hakikaten denildiği kadar bu sunulan sular sağlığımıza faydalımıdırlar.Çoğumuz bunun farkında bile değiliz.
Bu gün Avrupa'nin çok lüks lokantalarında Şarap kartlarında onun ne değerde olduğu hakkında bilgilendirildiği gibi.Yemek yerken içtiğimiz suların içerikliğini gösteren kartlar yer almaya başlamışdır.

Bu gün tıpkı Şarap içicilerin titizliği su tüketicilerin titizliğinin gerisinde kalmaya başlamıştır.Yıllık tüketim kişi başına 130 litreyi geçmesi ile bu sektörün
daha da önem kazanarak tüketiciyi aydınlatma yönüne gitmesine neden olmuşdur.

Aynı zamanda değerlerin ekolojik yönünde de değer kazanması bu yönde daha koruyucu yöntemlerede neden olmaktadır.Bir çok ülkede bu değerli içeceğin Turizim dalında da yer aldığı görülmektedir.

Sportif yaşam süren kişilerin Natrium ve Magnezyum'a ihtiyaçları diğer yaşam tarzlarından daha fazladır.Vücudumuz terleme yolu ile vücutdaki suyu dışarı attıkları zaman beraberinde çok değerli minarelleride birlikte atmaktadır.Örnek vermemiz gerekirse Magnezyum kaybı bizlerde adale krampları ile karşımıza çıkabiliyor.Onun için içtiğimiz suların etiketlerini de dikkatle okumamız ve seçici olmamız gerekiyor.Bir litre su'yun içersinde 50 mlgr.Magnezyum,200 mlgr.Natrium olması o suyun Sportiv kişilerin içeceği olarak sınıflandırabiliriz.

Vücudun kaybettiği karbonhidratıda yapacağımız meyve karışımı ile kazanabiliriz.
Hamile kişilerinde yaz sezonu içersinde mineral kayıpları çok daha fazla olacağıda göz önüne alınmalıdır.En dikkat edecekleri konumda kalsiyumdur.Kemiklerin gelişiminde büyük rol oynıyan bu mineral tükettiğimiz bir litre suda 150 mgr.olması gerekmektedir.Emzirme periyodunda olan annelerin sütleri bu minerali toplamakta anneninde bu durum karşısında daha çok kalsiyuma ihtiyacı görülmektedir.Bu durum aynı zamanda yaşlılar içinde geçerlidir.

Bu günlerde tükettiğimiz suyu dikkatle incelememiz gerekmektedir.Nedeni ise yukarda verdiğim değerlerin aksine eğer yüksek tansiyon veya böbrek rahatsızlığı çekiyorsanız.
Bu değerleride kullandığınız suda değiştirmeniz gerekmektedir.Örneğin Natriyum 1 litre suda 20 mlgr.dan az olmalıdır.Bu durum bebeklerimize vereceğimiz su içinde geçerlidir.

Dikkat edilmesi gereken noktalardan bir taneside kaynak suların nerelerden çıktığıdır.
Bazı elementler su bileşiminde tesbit edilememektedir.Tıpkı uran radyum gibi.Bu durumda böyle bölgelerdeki kaynak sularında da dikkatlı olmamız gerekmektedir.Bir önemli noktada da aldığımız suların bizlere nasıl sunulduğudur.Suyun PET-Polyethylenterephthalat şişelere " Acetaldehyd" karışa bilmektedir.Buda migde rahatsızlıkları ile karşı karşıya gelebileceğimizdir.Tercihimiz cam şişelerden yana olmasıdır.

Tükettiğimiz sular da asidli veya asidsizinimi tercih etmemiz gereklidir diye bir soru sorduğumuz zaman ancak onu bu şekilde cevaplıyabiliriz.
Asidlı suyu cam siseden içtiğimiz taktirde onun bir çok faydalarını görebiliriz.
Hazımsızlığa karşı faydası, aynı zamanda da diş temizliğinde çok büyük rol oynıyabilmektedir.Sportiv aktivetilerde bulunan kişilerin ise suyu bir içimde tüketmeleri nedeni ile tam aksine asidsiz suyu tercih etmeleri gerekmektedir.
Asid oranı ise tamamen damak tadı olarak değerlendirebilirsiniz.Tıpkı suların biraz tatlı,tuzumsu,acımsı olması sadece damak tercihi ile algıyabiliriz.

Tükettiğimiz sularda mineral değerler 1000 mlgr.bir litrede olması gerekmektedir.
Yoksa musluk suyu olarak sınıflandıra biliriz.

Kaynak suları her ne kadar toprağın derinliklerinden gelmesine rağmen içerikliğinin temiz olması diye bir kaide yoktur.Muhakkak içerikliğindeki değerler
etiketlerde belirtilmesi gerekmektedir.Asidli sularda ise demir miktarının olmaması
veya arıtılmış olması gerekmektedir.
Biraz olsun bu mevsimde tüketeceğimiz sular hakkında bilgi vermeye çalıştım.Bu bilgiler buz dağının görünen kısmı olarak görünüz.Bu konuda internet sayfalarında daha geniş bilgiler yer aldığı muhakkaktır.
Kullandığımız suların etiketlerini okumak sadece, bizlerin bir kaç saniyesini alacağıda bir gerçektir.
Kalın sağlıcakla.
Saygılarla.

Perşembe, Haziran 26, 2008

HAYASIZLIK SUCU !!!


‘Hayasızlık suçu’nu anlamaya çalıştık
Bir kadın “uygunsuz giyindiği” gerekçesiyle TCK’nın “hayasızca hareket” suçundan mahkum oldu. Peki ne demek hayasızca hareket? Donla denize giren adam, transparan giyen ya da rüzgarda eteği uçan kadın, sokakta öpüşen çift bu suçtan mahkum olabilir mi?

Gülcan Köse, şikayetçi güvenlik görevlisinin ifadesine göre olay günü "içini gösteren" bir kıyafetle balık tutuyordu.

Haya herkese göre değişir. Herkes kendi terbiye sınırları dışındaki hareketleri “hayasız” bulabilir. Ama, bu “hayasızlığın” 1 yıla kadar hapisle cezalandırılacağı söylenirse ne dersiniz? Devlet, “hayasızca hareketler” diye bir suçu TCK’nın 225. maddesinde düzenliyor. İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi de, balık tutarken “uygunsuz giyindiği” gerekçesiyle bir kadını bu suçtan mahkum etti. NTVMSNBC hangi hareketlerin “hayasızlık suçu” olabileceğini hukukçulara ve kadın örgütlerine sordu. Bu tariften herkesin başka bir şey anladığını, bu nedenle karşı çıktıklarını anlatan uzmanlar, yeni TCK’nın tartışıldığı dönemde Adalet Bakanlığı danışmanı olan ceza hukuku profesörü Doğan Soyaslan’ın ders kitabına yazdığı “Rüzgarda açılan eteğini kapatmayan kadın hayasızca hareketlerde bulunmuş sayılır” ifadesini ve taslak metinde bu maddeye konan “Vücudun herhangi bir bölgesinin görünmesi” tarifini hatırlattılar.
Madde 225 - (1): "Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nin kararından hareketle, TCK'daki "hayasızca hareketler" suçunu hukukçular ve kadın örgütleriyle tartışmaya açtı.

Yeni TCK'yı hazırlayan komisyonun üyesi Prof. Dr. Adem Sözüer, TCK Kadın Paltformu'ndan ve Ka-Der Başkanı avukat Hülya Gülbahar, Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği'nden Liz Amado ve avukat Habibe Kayar'ın görüşleri şöyle:

Prof. Dr. Adem Sözüer (İ.Ü. Hukuk Fakültesi):

HİÇBİR KIYAFET BU SUÇLAMAYA GİRMEZ

Gerçekten mi? Bu maddeden dolayı mı? Ne erkeklere ne kadınlara bu madde uygulanmaz kardeşim. Bu kararı veren mahkeme biraz olayı anlamamış. Komisyonda da bu çok tartışıldı. Maddede, "Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan" diyor. Teşhirciliğin psikiyatride özel bir anlamı vardır, hiç bir şekilde bir insan uygunsuz kıyafet giydi diye teşhirci olmaz. Teşhirciliğin anlamı, kişilerin cinsel organını göstermesidir. Parka giderken adam çırıpçıplaktır, birden önünü açar gösterir. Bütün psikiyatri kitaplarını açın bakın, teşhircilik bu şekilde tanımlanır. Hakimlerimizin de bu konuları araştırması lâzım. Mahkemenin kararını kesinlikle doğru bulmuyorum. Eskiden alenen hayasızca bazı hareketler vardı, bunun ne olduğu bilinmiyordu. O yüzden bu madde kaldırıldı, yerine teşhirciliğin teknik anlamı olduğu için getirildi. Teşhirciler genellikle dengesiz tiplerdir. Sadece bu durumlarda sözkonusu olur. Onun dışında şu veya bu kıyafetin giyilmesi kesinlikle bu maddeyle ilgisi olmayan bir durum.

Avukat Hülya Gülbahar (Ka-Der Başkanı):

KADININ AMUDA KALKMASI GEREKİR

Allah allah, cinsel organını teşhir etmek ne kadar zor bir şeydir ya!.. Ben mi yanlış düşünüyorum? Erkeklerin cinsel organını teşhir etmesi kolay bir şey. Kadının cinsel organını teşhir etmesi için amuda kalkması falan gerekir. Komik... Kadının cinsel organını teşhir etmek için bacak arasını açarak oturması veya yatması lazım.

"RÜZGARDA AÇILAN ETEĞİNİ KAPATMAYAN KADIN"

TCK'nın tartışıldığı dönemde Adalet Bakanlığı danışmanı olan ceza hukuku profesörü Doğan Soyaslan, "Rüzgarda açılan eteğini kapatmayan kadın hayasızca hareketlerde bulunmuş sayılır" diye ders kitabına yazmıştı. Soyaslan, TCK tartışılırken Adalet Bakanlığı danışmanıydı ve ders kitabında hukuk öğrencilerine ülkenin yargıçları, savcıları, avukatları olacak hukuk öğrencilerine, "rüzgarda açılan eteğini kapatmayan kadın hayasızca hareketlerde bulunmuş sayılır" diye yazıyordu.

VÜCUDUN HERHANGİ BİR BÖLGESİ NERESİ?

Bu madde tartışılırken "Vücudun herhangi bir bölgesinin görünmesi" ifadesi, maddenin içinde ve gerekçesinde vardı. Ve biz buna, "Vücudun herhangi bir bölgesi neresi?" diye itiraz etmiştik. Yüz müdür, omuz mudur, dirsekler midir? Çünkü birine göre saçının telinin görünmesi hayasız harekettir. Bir başka insana göre ise sokakta yapılan bikini defilesi de hayasızca harekettir.

CİNSEL SALDIRININ CEZASI 57 YTL AMA...


Yılbaşında, Taksim meydanında 'cinsel saldırı'nın resmi. Cezası 57 YTL...

Biz çifte standartlı maddeler istemedik. Bu tür maddeler öncelikle ve özellikle toplumun ve erkeklerin, bütün kadınları kontrol altında tutması için kullanılan maddelerdir. Bu son olay, TCK Kadın Platformu ve kadın hareketinin TCK'da "hayasızca hareketler"gibi bir madde olmaması görüşünün ne kadar haklı olduğunun somut bir göstergesi oldu. Yüzlerce binlerce erkek, yılbaşı akşamı kadınlara kameraların ve herkesin önünde topluca cinsel saldırıda bulunduğunda Kabahatler Kanunu'na göre 57 YTL ceza ile serbest bırakan hukuk sistemi, "Elbisesinden içi görünüyor" diye bir kadına aylarca sürecek ceza vermekten geri kalmıyor.

BAKAR GEÇERSİN...


"Hayasızca hareketler" denen madde, o kadar içeriği belirsiz olarak düzenlenmiş ki, hangi kritere göre olduğu belli olmayan, genel ahlaka aykırı görülebilecek her türlü tutum ve davranışı hapisle cezalandırabilecek ve toplumsal hayatı bir takım ahlak bekçileri aracılığıyla; köprü görevlisi, belediye görevlisi aracılığıyla zapt-ı rapt altına alacak bir madde. Bu tür maddelerin ceza kanunlarında yeri olmaması gerekir. İçinde bulunduğu toplumun hoş görmediği bir kıyafetle dolaşılmasının karşılığı, o topluluk tarafından bundan hoşlanılmadığının belirtilmesinden ibarettir, bakar geçersin.

Liz Amado (Kadının İnsan Hakları):

BU MADDENİN KALDIRILMASINI İSTEMİŞTİK

Zamanında TCK kampanyasında sorunlu kalan maddelerden bir tanesi de bu maddeydi. Kabul ettiremediğimiz dört tane talepten biri de buydu. Bu "hayasızca hareketler", tamamen kadın bedeni ve cinselliği üzerinden gündeme geliyor. Ataerkil ahlakın, namusu kadın bedeni üzerinden kurgulayan yaklaşımın ta kendisi. Biz bu maddenin kaldırılmasını talep etmiştik. Hayasız hareketler edep, namus, haya bunlar zamana göre ve kişiden kişiye değişen kavramlar. Biz hâlâ bu maddenin kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Kişilerin hak ve özgürlüklerini korumak amacını taşıyan bir kanun, kadınların özgürlüklerini kısıtlamak için kullanılıyor. Yürürlükteki TCK'ya da, uluslararası hukuk normlarına da aykırı bir madde. Ayrıca erkeklere karşı kullanılmıyor. Benim eteğim 30 cm. olunca "hayalı", 20 cm. olunca "hayasız" mı olacak? Bunun ölçüsü ne?

ERKEKLER DE DONLA DENİZE GİRMESİN

Bu madde sadece kadınların bedenini ve cinselliğini kontrol etmek için kullanılıyor. O zaman bu maddeye göre hiçbir erkek donla denize girmesin. Veya üzerine t-shirt giymeden sokakta dolaşan bir adam belki birilerini rahatsız ediyor olabilir. Ama bunun düzenleneceği yer ve şekil bu değil ve kimse gidip de onlara "hayasızca davranıyor" demiyor. Biz erkekler de ceza alsın demiyoruz, ama ahlak tartışmalarının bu boyutlara geldiği günlerde, ahlakın kadın ve kadının bedeni üzerinden üretilen ve kadınlara karşı kullanılan söylem nedeniyle çok tehlikeli buluyorum.

Avukat Habibe Kayar:

DAR PANTOLON DA HAYASIZCA SAYILABİLİR

"Hayasızca hareketler"den ne anlaşılması gerektiğini hiç kimse bilmiyor, o böyle joker bir ifade. Bence bu düzenlemenin herkes tarafından aynı şekilde anlaşılacak şekilde düzeltilmesi lâzım. Yoksa mağduriyete yol açıyor. Köprüdeki bu kadının giyimiyle vatandaşlardan bazıları hiç ilgilenmemiştir, birilerinin de dikkatini çekmiştir. En çok da kadınların kıyafetleri, giyimi, dolaşması olarak algılanıyor. Ne olduğu bilinmeyen, kişilere ve zamana göre değişebilen bir ifade. Bazılarına göre sokak ortasında öpüşmek de hayasızca hareket olarak görülüyor. Yani kişilerin kültürlerine, değerlerine, olayları nasıl yorumladığına bağlı olarak değişebiliyor. Toplumsal yaşantıyla gerekli ilişkiyi kurmamış biri için dar pantolon giymek de hayasızca hareket sayılabilir. Bunun ölçüsü yok. Böylesi yuvarlak ifadeler kişilerin mağduriyetine yol açmaya fazlasıyla uygun.
YASEMİN ARPA NTV-MSNBC

Salı, Haziran 24, 2008

Atatürk hakkında bilmediklerimiz (2)


Babam anlatıyor:
"-Balkan Savaşı felaketi yetmiyormuş gibi Dünya Savaşı'ından da yenik çıkan ülke
parçalanmış ve tam bir kargaşa içine yuvarlanmıştı. Ankara'da ise Seymenlerin o sıradaki dağınıklığından yararlanan eşkıya her yanda kol gezerken devlet güçleri çaresizlik içinde çırpınıyordu.
1919'un Mayıs ayı sonlarında bir gün Anafartalar Kahramani"Sarı Pasa"nın bir kaç arkadaşıyla birlikte Samsun'a çıktığı haberi Ankara'ya ulaştı.Ekmek parası için
ceride sattığım günlerin verdiği alışkanlıkla ne bulursam okuyor ve bu kötü gidişe birilerinin elbette "dur" diyeceğine inanıyordum.Koskoca Türk Milleti yok olup dünyadan silinecek değildi ya! Haberleri peşpeşe gelen "Amasya Tamimi",Erzurum ve Sivas Kongreleri" ise Mustafa Kemal Pasa'nin kötü kaderimizi değiştireceği umutlarını körüklüyordu.Derken Pasa'nin Ankara'ya geleceiği duyuldu ve yer yerinden
oynadı.Öyle ki, babamın ölümünden sonra bir dağılma süreci yaşayan Ankara Seymenleri bile Toparlanmış ve kendilerine yeni bir "baş" seçmişlerdi."
"Nihayet, 27 Aralık 1919 Cumartesi günü saat 15,30'da Mustafa Kemal ve arkadaşlarını getiren ve adeta güclükle yol alan eski otomobiller göründügünde Ankara ve civarından koşup gelen yüzbin kişilik muazzam bir kalabalık her yanı doldurmuştu."Benz" marka,patlamış lastikleri çaputlarla doldurulmuş ilk otomobilde Mustafa Kemal'den başka Mazhar Müfit ve Hakkı Behiç Beyler... ikincisinde ise Hüsrev (Gerede),(Alfred) Rüstem,Süreyya (Yiğit) ve Refik (Saydam) Beyler bulunuyordu.Otomobiller, Vali Vekili Yahya Galip (Kargı) Bey'le Garnizon Kumandanı Ali Fuat (Cebesoy) Pasa'nın önüne gelince durdu.Ankara Şehri adına Pasa'yi gelenler ise Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri Müftü Rıfat (Börekçi) Efendi'nın yanı sıra Kınacızade Ali, Hanıfzade Mehmet ve Bulgurzade Tevfik Beylerle arkadaşlarıydı. Ankara Seymenleri ise,önde yaya arkada atlılar olmak üzere bu heyetlerin karşısında ve kınından çıkarılmış "tekepalalarla" dimdik duruyorlardı.
Babamın hatırına olacak,beni de ön safta aralarına almışlardı."
Yol yorgunluğunu gizlemeye çalışan Paşa, hayal ettiğimden daha narın yapılıydı ama bambaşka bir insan olduğu hemen belli oluyordu.Üzerinde beli kuşaklı şık tvit paltosu,,siyah astıragan kalpağı,parlak çizmeleri ile herkesten öyle farklı idi ki! Karşılayıcı heyetin ellerini tek tek sıkıp teşekkür ettikten sonra birden bize yöneldi. Sağ elindeki bastonu yere dayayıp hiçbir şey söylemeden bir süre yüzlerimize
baktı.Geldiği yolun son kilometleri boyunca sağlı sollu dizilmiş Seymenlerin O'nu çok etkilediği anlaşılıyordu."
"Böyle tam karşımıza gelip durunca "Yaşa!...Varol!..." sesleri de kesilmişti.Kararmaya başlıyan havada bir kuş kanat çırpsa sesi duyulacaktı.
Sakin fakat kararlı bir sesle bu inanılmaz sessizliği gene kendisi bozdu :
- Merhaba efeler.
Hep bir ağızdan gürledik:
- Sağol Paşa Hazretleri.
- Arakadaşlar buraya niçin geldiniz ?
- Millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik Paşa Hazretleri.
- Fikrinizde sabit misiniz ?
Tekrar, gök gürlemesi gibi cevap verdik.
- Andolsun !
Gözleri yaşarmıs,berbat yollar üzerinde eski bir otomobille yaptığı uzun yolculuğun tüm yorgunluğu üzerinden sanki akıp gitmişti. Gözleri çakmak çakmaktı :
"- Varolun yiğitlerim!".
Saygılarla.

*Bir Ankara ailesinin Öyküsü.

Cumartesi, Haziran 21, 2008

BAZI KARELER !!!



ERDIL


Bitmiyen dakikalar.

Son düdük, sokaklar mutluluk sesi ile inliyor.

Avrupa'da yaşıyan Türklerin bu anları kutlaması bir başka oluyor.Korna sesleri,Türkiye,Türkiye diye gecenin sessizliğini bozan o muhteşem anlar.
Teşekkürler o mutluluğu bizlere yaşatan kardeşlerimiz.

Teşekkürler birbirine bu denli kenetlenen insanlar,

teşekkürler bu sevinci kalbinde yaşıyan sevgi seli olup akan insanlar.


Bu turnuvada sadece galibiyet dışında futbol severler bir şeyi daha hatırladılar.

Maçlar hakemin son düdügü ile neticelenir.


Onlar sadece sahada mücadele etmediler,karşılarında uzman olduklarını idda edenlerlede savaş verdiler.Şu anda inzivaya çekilen bu kişiler.Yeri geldiği zaman bizler görevimizi yapıyoruz,biz yazmasaydık,demeseydik buralara gelinemezdi teranesi ile karşımıza çıkacaklar.


Dün çoğumuzun gözünden kaçan bir kare daha vardı.Bu kare eğer Türkiye'de her hangi bir sıradan karşılaşmada yaşansaydı ne olurdu ?


Bu kareyi haber olarak yorumluyan gazeteden yaptığım alıntıyı aşağıda aynen veriyorum.


"Petric'in kullandığı ve Rüştü'nün çıkardığı atıştan sonra maçın İtalyan hakemi Roberto Rosetti'nin yaptığı hareket özellikle Türk seyircilerin gözünden kaçmadı.

Karşılaşma sırasında pozisyonlardaki takdirlerini çoğunlukla Hırvatlar lehine kullanan Rosetti, penaltı atışını kaçıran Petric'in yanına gitti ve bir Hırvat taraftarı gibi bu oyuncuyu teselli etti.

İtalyan hakemin dün akşam gösterdiği sarı kartlardan dolayı Emre Aşık, Tuncay Şanlı ve Arda yarı final maçında cezalı durumu düşmüştü."

Hakemlerinde son düdükten sonra, sıradan insan olduğunu kabul edemezmiyiz !!!
Onlarda bu şölenlerin bir parçası değillermidir ?
Galip gelen bir takımla veya malup olan takımın bir anlık bile olsa duygularını paylaşamazlarmı ?
Tıpkı maçın bitiş düdügü ile o anıyı perçinlemek için bir oyuncunun formasını alamazmı ?
Veya bir anda yıkılmış göz yaşlarına boğulmuş oyuncuya " üzülme bu sadece bir spor daha çok sevinçli anlar yaşıyacaksınız" diye teselli edemezmi.
Eğer bu kişileri bu gözle görmeğe başladığımız zaman, ayyıldızlı kokartları böyle futbol şölenlerinde tekrar görmeye başlıyacağımızın kanısındayım.

Saygılarla.

Perşembe, Haziran 19, 2008

HA BABAM DE BABAM




Hakemleri bitirdik,sıra Anterönerlerde !!!

Saygılarla.

Çarşamba, Haziran 18, 2008

EŞLER AYRILMAYA KARAR VERİRSE...



Bir aile kurmak ne kadar doğal bir durum ise,eğer bu bütünlük yürümediği taktirde dağılmasıda o kadar doğaldır.
Ailenin diğer parçası çocuklar bu durumu nasıl karşılıyorlar.Onlara nasıl izah edebiliriz.
Çiftler ayrılmaya karar verirlerse bu durum onlar için doğru bir çıkış yolu olsada,negatif ağırlığını çocukların çektiği bilinen bir gerçektir.Bu durumu gizli yürütmek,kararları gayet tatlı bir dille izah etmek onların üzerinde vereceği tepkiyi dahada çıkmaza soktuğu yapılan araştırmalarca görülmüşdür.Pisikologlar böyle durumlarda çocuklara anlatımın kısa ve öz olması onların üzerinde yapacağı tepkiyi azalttığı kanısındalar.Çocukların her şeyden önce bu ayrılıkda hiç bir suçlarının olmadığı, bu durum sadece çiftlerin arasındaki uyumsuzlukdan dolayı olduğununa ikna edilmesi gerekmektedir.Hiç bir zaman aralarındaki detayların içine çocuklar çekilmemelidir.
Verilen kararların kelimelere dökülüşü "ben ayrılmaya karar verdim." olarak sert ve son söz olarak geçtiği halde bu durum çocuklara karşı ise gayet yumuşak olarak aktırılmaya çalışılması görülmüşdür.Bir demet çiçek gibi sunulan acı gerçek ise çocuk pisikolosi karşısında onların bu durumu algılaması.Gerçeği kabullenmesi, anne ve babalar kadar kabul görmemektedir.
Pisikologların yapmış olduğu tetkikler sonucunda,çocuklara bu karar bildirilirken anlatımın aktırılmasında kullanılacak kelimelerin kısa ve öz olması gerektiğidir.
Çoklukla anne ve babalar bu durumu çocuklarına aktarmaktansa onları içindeki bulundukları kaosun dışında tutmaya çalışmakta oldukları,aile yapısının değişikliğinin, çocukları için yaratabileceği tepkiden uzak tutmaya çalışmalarıdır.
Gençlik odaları ve aile psikologları bu durumun çocuklar üzerinde yararlı olmadığı yapmış oldukları araştırmalarla görülmüşdür.Bu durumun çocukların üzerinde hafif geçmesi için yaşanan kaosu tam olarak görmeleri gerektigi kanaatindeler.

Yaşadığım ülkede her sene 170,000 kız ve erkek çocuğu istatisliklere, aileleri boşanmış çocuklar olarak geçiyor."çocukların bu durumu kendilerinin yaşam garantilerini tehlikeye attığı"görüşünde olduğu olarak görülmektedir.Bu durumu anne babaların geçimsizliği olarak algılamayıp daha çok kendilerinin yüzünden böyle bir durumun ortaya çıktığı olarak ele alamaya başlıyorlar.
Anne ve babaların yapabileceği tek alternatif çocuklarına her ne kadar ayrı ortamda yaşamlarının devam etmemelerine rağmen.Çocuklarına hala annesi olduğunu veya babası olarak bu durumunda hiç bir zaman değişmiyeceğini, onun anlıyacağı bir dille veya alınacak tıbbi yardımla inandırılması gerektiğidir.Ve bu ayrılıkda hiç bir zaman onların bir suçu olmadığının ikna edilmesi gerekir.
Anne babanın ayrılığı her çocukda ayrı bir reksiyon gösterir.Kücük çocuklarda korku ,ilgisizlik,temizlik konumunda gerileme,şiddet ve ağlama krizleri olarak görülmektedir.
Okul çağı çocuklarda ise bu durum sıkca migde ve baş ağrıları,eğitim yönünde gerilemelere olarak görülmektedir.
Her ayrılık ne kadar dostça olsa bile onların dünyasında bir depreme neden olmaktadır.Bu durum şiddet olarak neticelenmiş ise çocuklar üzerinde çok daha ağır izler bıraktiği gibi, bundan kurtulması bazen ömürleri boyunca bilinç altında sürebilmektedir.
Bu gün istatislikler şunu göstermektedir ki :
Anne ve babaları ayrılan çocuklar büyüdükleri zaman bu durumu algılamaları bir katagori içinde ele alındığında % 30 anne ve babalarının ayrılmasını halen kabullenmedikleri. % 42 sinin aile birleşimi hakkında tererddüte kapıldığı.% 61 ise
yaşamları içinde bu ayrılığın kendine çok kayıplar getirdiği kanısındadırlar.
%45 ebeveynlerin dostça ayrılığına rağmen kendilerini evlerinde yabancı gibi görmeleri.% 19 ise iki ayrı yaşam içine girdiği görülmüşdür.
Beklentileri içersinde ebeveynleri tarafından onlar için hangi yaşam tarzının bu ayrılkla getirdiği doğru ve yanlışlar açıklanmamışdır.Kendi dünyaları içinde bu ağırlığı taşımalarına bırakılmışdır.
Yapılması gerekenler bir çok araştırmacılar tarafından kitaplara dökülmüş.
Özetle; çocukların bu zaman çerçevesi içersinde daha fazla yaşam hakkında bilgilendirilmesi,dikkatlerini daha çok diğer aktivetiler üzerine çekilmesi,spor,kitap,sosyal aktiviteler.
Çocuklarının ailelerin ayrılmasına rağmen onların kendi dünyalarında bir bütün olarak görmelerini, en ufak sıkıntılarında yardım alabileceği kişiler olduklarını
sağlamak, varlıkları onlara, hala şans ve ileriye dönük destek olabileceklerini hissetirmeleridir.
Ayrılmış anne ve babaların her şeyden önce çocuklarına var olduklarını,yaslı bir yaşam yerine pozitif bir yaşama, adım atmalarını sağlamak olacaktır.
Saygılarla

Salı, Haziran 17, 2008

GÖZLERIME BAKARAK CEVAP VER...


Jandarma ekiplerinin incelemesinde, öğle saatlerinde karaya vuran balığın, kuyruğuna naylon ipe bağlı 2 parke taşı sarıldığı ve karın bölgesinden kuyruğuna kadar sert bir cisimle yarıldığı tespit edildi.


Datça Kaymakamlığı yetkilileri, ilçe çevre ile tarım müdürlüğü ekiplerinin balığı incelediğini, ilk bulgulara göre, yunus balığının, balıkçı ağlarına takılarak ölmüş olabileceğini ifade etti.


Parke taşlarının balıkçı ağlarında ağırlık olarak kullanıldığını belirten yetkililer şunları söyledi:


'Yunus balığı balıkçı ağlarına takılmış olabilir. Ağlarda ağırlık olarak kullanılan parke taşları yunus balığının kuyruğuna sarılmış. Kuyruk bölgesinde kesikler oluşmuş. Ağlar ya da taşlar, balığın karın bölgesini de yarmış. Veterinerlerin raporunu hazırlamasının ardından balığın ölüm nedenini açıklayacağız.''



İncelemelerin ardandan balık, sahilin yakınlarına gömüldü. Konuyla ilgili soruşturma başlatan güvenlik güçleri, bölgedeki turistlerin ifadesine başvurdu.Haberler.

Beni bir kere katlettiniz bu ifadelerle ikinci defa katletmiyin.
Saygılarla.

Pazartesi, Haziran 16, 2008

O TÜNELDE 90 DAKİKA.


Dün akşam nefesler tutuldu.
90 dakika heyecan tünelinde koşuldu.Zaman zaman ayağımız kaydı;zaman zamanda ses duvarı aşıldı.Islak, yorgun ama başı dik bir 90 dakika daha yaşadık.Bu da sporun güzelliğinin örneği idi.
Spor diyorum.Onun içinde kazanmak kadar kaybetmeninde olacağı heyecan dolu dakikalar.
Futbol dünyasıda onun bir parçası.İster dost olsun ister ise kırgın.İster beyaz,siyah,şarısın,isterse inançları değişik olsun.Hepsini bir araya getirir.Yanyana oturturur.Renk cünbüsü içinde bu tünele sokar.Çığlıklar atılır,gözlerden yaşlar akar.Valizler toplanır bir başka bahara diye.Belkide o heyacan, bir başka 90 dakikaya bırakılır.O; sporun dalı Futboldur.
Onu, o yapan emektarları vardır.Kimisi sahnenin önünde kimisi ise arkasındadır.Bizlere kalan o şöleni yaşamakdır.En güzelide o şölende görev alan kişileri ayakta alkışlamaktır.
Bu gün gazetelere bir göz attığım zaman neler yazılmış neler...
Alkışı gürültüye çevirmiş yazılar.Övgü adı altında yazılan yazıların altında parantez içinde onlarca, yüzlerce ammalar.Yazıların altında ki yorumları okurken.Sanki maçı sadece yorum için seyreden kişisel yorumlar daha neler neler.
Spor programında yorumcu bu yazıyı yazarken söyle diyordu.Haydi çocuklar bu akşam Türkler gibi sokaklara dökülüp onlar gibi bu zaferimizi kutluyalım."Alman spor kanalında"
O anda duraklayıp şu satırları yazmak istedim.Sayın Spor yazarları,o yazılara yorum bırakanlar.
Bırakın ammaları, sizde Türkler gibi sokaklara dökülüp, o zaferi kutlayalım.
Tıpkı bir zamanlar Dünya birinciliğini kaçırıpda, üçüncü olduğumuz zaman, o takımın antörenörün takım elbisesinde kalmıylım.
Şu anda o gurubun içindeyiz ve hala devam ediyoruz.
Her 90 dakikanın tadını yaşıyalım.
Kaybetsek bile genede kazançlı olduğumuzu unutmıyalım.Dört veya beş sene sonra aynı heyecanı yaşamıyacakmıyız.
Bırakalım sporun dalı olan bu futbolu bu günlerde dolu dolu yaşıyalım.Emin olun bir ülke kupayı kaldırıp evine götürecek, bizlerde onları alkışlıyacağız.Eğer orada isek ,onlar bu ülke olma çabası verirken, bizlerde onların destekçesi olalım.
Dedimya bu bir spor, kazanmakda var kaybetmekde.O zevki ancak kavrıyabildiğimiz zaman yaşıyabiliriz.
Takımıma bundan sonraki mücadelelerinde iyi şanslar diliyorum.Benim için sizler bir bütünsünüz.Kazansanızda kaybetsenizde herşeyden önce benim takımımsınız.
Sağ olun var olun.
Saygılarla.

Pazar, Haziran 15, 2008

ATATÜRK'ü NASIL GÖRÜYORLARDI..


NOBEL Ödülü Komitesi Başkanlığına
(Oslo-Norveç)



Atina 12 Ocak 1934




Bay Başkan,
Yedi asıra yakın bir süre zarfında Yakın Doğu ve Orta Avrupa'nın büyük bir kısmı kanlı mücadelelere sahne olmuştur.Osmanlı İmparatorluğu ve Sultanların mutlakiyetçi idareleri bunun başlıca amili idi.
Hıristiyan milletlerin İmparatorluğa bağlanmaları ve bundan mütevellit Salibin Hilal'e karşı yaptığı kaçınılmaz mücadeleler,kurtulma emeli ile bu milletlerce yapılan isyanlar Osmanlı İmparatorluğu Sultanların idaresinde kaldığı sürece devamlı tehlike kaynağı eden bir durum husule getiriyordu.
Mustafa Kemal Paşa'nin muhassimlarına karşı yaptığı milli harekatın galibiyetle sonuçlanmasını mütakip 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması bu istikrarsız duruma son verdi.
Bir milletin hayatında bu kadar kısa bir süre içinde böylesine köklü bir değişme nadir vuku bulmuştur.
Teokratik bir rejim içinde yaşıyan,din ile hukuk kavramlarının birbirine karıştığı cökme yolundaki bir imparatorluğun yerini güç ve hayat dolu modern ve milli bir devlet almışdır.
Büyük devrimci Mustafa Kemal Pasa'nın başlattığı hızla mutlakiyetçi Sultanlar rejimi
yıkılmış ve gerçekten laik bir devlet kurulmuştur.Millet tümü ile çağdaş uygarlıkların önünde yer almak için şevk ile ilerleme yolunda bir atılım yapmıştır.
Barışı takviye harekatı yeni ve seçkin Türk Devletine bu günkü görüntüsünü veren iç reform hareketleri ile birlikte yürümüştür.
Türkiye yabancı unsurlarla meskun vilayetlerini terketmek hususunda tereddüt etmemiş ve Anlaşmalarda da belirtildiği üzere kendi milli sınırları ile samimi şekilde iktifa ederek Yakın Doğuda barışın gerçek savunucusu olmuştur.
Kanlı mücadeleler nedeni ile uzun yıllar Türkiye ile düşman durumunda kalan biz Yunanlılar Osmanlı İmparataorluğunun yerini alan bu ülkede vuku bulan bu köklü değişikliğin etkilerini duyan ilk kimseler olduk.
Anadolu faciasının hemen akabinde kendini yenileyen Türkiye'ye bir anlaşma fırsatı görerek elimizi uzattık.O bu uzanan eli samimiyetle kabul etti.
Ciddi anlaşmazlıklarla ayrılmış olan milletlere samimi bir barış örneği veren bu yakınlaşmadan iki ülke için olduğu kadar Yakın Doğu barışı için de yararlı sonuçlar doğmuştur.
Barışın medyun olduğu bu kıymetli katkının sahibi kişi Türkiye Cumhurbaşkanı Musta Kemal Pasa'dır.Bu nedenle 1930 yılında Yunan Hükümet Başkanı sıfatı ile ben Türk Yunan Paktının imzası ile Yakın Doğuda barışa doğru yeni bir devir başlarken Mustafa Kemal Pasa'yı Yüksek Nobel Barış Ödülü için aday göstermekle şeref kazanırım.
İhtıramatı falıkamın kabulünü rica ederim Bay Başkan.



E.K.Venesilos
İmza

Kaynak Atatürk'ün Milli dış Politikası-K.B. Atatürk dizisı.Cilt 2 Sayfa :241-245.

Saygılarla.

Cumartesi, Haziran 14, 2008

AVNİ ANIL /biraz kül biraz duman



İstanbul’da 23 Nisan 1928 yılında doğan Anıl, Selimiye’deki Ondokuzuncu İlkokulu bitirdi, Paşakapısı Ortaokulu ve Haydarpaşa Lisesinde okudu, askerlik sonrası Polis Enstitüsüne girdi. Anıl, 1955 yılında polislikten ayrıldı ve gazeteciliğe başladı, Akşam gazetesinin sanat sayfasını 3 yıl yönetti. İstanbul Radyosunun haber servisinde 1955-1967 yılları arasında çalışan Anıl, 1967 yılında “Anıl Yayın Ajansı”nı kurdu, Dünya gazetesinin sanat sayfasını yöneten Anıl, “Musiki ve Nota” adlı dergiyi çıkardı.

Anıl, “Musiki Sözlüğü” adı altında dört ciltlik eserinde musiki tarihi için önemli hatıralar yayımladı. Anıl’a 1988 yılında Devlet Sanatçısı unvanı verildi.

Çok sayıda sevilen şarkıya imza atan Anıl’ın, “Mihrabım”, “Bu Akşam Bütün Meyhanelerini Dolaştım İstanbul’un” “Bir Ateşim Yanarım, Külüm Yok, Dumanım Yok”, “Kader Kime Şikayet Edeyim Seni Bilemem”, “Şarkılar Yazdım Sana” gibi bestelerini yaptığı sevilen şarkıları vardı.

120’yi aşkın eseri bulunduğu bildirilen Avni Anıl evli, iki kız ve bir erkek çocuk babasıydı.
Sanat çınarından bir yaprak daha düşdü.
14 Haziran 2008 Cumartesi Sabaha karşı saat 08.00’de vefat etti”



Sanat severlerin ve ailesinin başı sağ olsun.
Saygılarla.

Cuma, Haziran 13, 2008

BIR MISAFIRIM VAR.

Bu gün bahçemdeyim.Buyrun oraya .Oradaki misafirimi çocuklarla tanıştırmak istiyorum.Tabii büyüklerde gelebilir.
Saygılarla.

Perşembe, Haziran 12, 2008

BABALAR O GÜN NE YAŞARLAR...


Bir pazarı daha, Babalar Günü diye kutluyacağız.
Belki erken kalkacak baba, hazırlanacak, odasının kapısından gözliyecek..
Kücük bir paket eline alacak, bir çiçek; çoğu zaman anneler önderlik edecek bu günün mutluluğuna.
Baba mutlu, baba gururlu, baba sevgi dolu.
Bide ondan yoksun çocuklar olacak o günde.Anne, baba olmaya çalışacak.
Düşünecek baba nasıl olunur diye!!!

Ya babalar ?
O günde yalnızlık korüdoruna girecek, kendi babalarını arıyacak sessiz sedasız.
Tıpkı günün kaptanı annenin, babasını aradığı gibi.

Babaların; babalarının yanına gittiği yerden, geriye baktıkları zaman bırakmış olduğu sevgi orada ise gün yokluğunu doldurmuş olacak.

Baba evladını dizine alıp da saçlarını okşadığı an dolduracakdır onun yokluğunu.

Baba olmak kolay değildir.Bazen düzeltilemiyecek yanlışlarla doludur.
Erkek çocuk onun gibi olmak ister, özenir.
Kız çocuğun bir tutanağıdır yaşamı içersinde.
Bir gün gelir hepsi silik anı olur, bırakılmış sevgi, kalır geride.
İşte o gün odayı dolduran bir nefes kadar gerçek olandır.

Bana soracak olursanız bu günde seni en mutlu eden nedir diye.
Dizime oturtupda 40'nda 35'inde 27'inde çocuklarımın saçlarını okşarken anlık gözlerinin kaymasını görmekdir.
Onlar her zaman bilirler, onları ne kadar sevdiğimi, o gün bir başkadır.
Onlar beklerler, o gün benim onları kucaklamamı.
Senelerin izlerini taşıyan parmakların saçları arasında dolaşmasını.
Alınmış olan nefesi dinlerim.O beni alır sürekler babamın kucağına doğru.

Sevgili babalar; yaşları kaç olursa olsun alın çocuğunuzu kucağınıza.
Oksayın saçlarını, o an onlar içim ölümsüzleşecekdir.
Bir Pazar günü orada olmasanız bile o sevgiyi yaşıyacaklardır.
Biliceklerdir siz onları hiç terketmediniz.

Babalar günü, babalığın bilincine erişenler için kutlu olsun.


Saygılarla.

RESIMLERIN DILI OLSA






GELIN MISIR PATLATALIM...

Çarşamba, Haziran 11, 2008

DOĞA HARİKASI...


İçindeki “ciarin” maddesi karaciğer, safra kesesi, böbrekler ve bağırsakların düzenli çalışmasına yardımcı oluyor.



İlkbahar aylarından itibaren tezgahlara çıkan ve yazın habercisi, tipik bir Akdeniz bitkisi. Eski çağlardan beri bilinen ve kral sofralarının en geçerli yemeği olarak anılır, “çok yıllık” bir bitki olduğu, “ toprak üstü organları bir yıllık, toprak altında bulunan kök kısmı ise çok yıllıktır. Bulunduğu yerde 8-10 yıl kalabilir ve ürün verir. Sofralarımızı süsleyen değerli bir sebze, besin değeri çok yüksektir. Birçok sebze türünden farklı olarak yüksek düzeyde karbonhidrat ve protein içerir. A, D, D2, B6 ve C vitaminlerini içinde barındırır” dedi.

Mineral maddelerce de son derece zengin olan, kalsiyum, magnezyum, manganez ve fosfor içeriğiyle dikkat çeker,
“icinde bulunan ‘ciarin’ isimli madde karaciğer, safra kesesi, böbrekler ve bağırsakların düzenli çalışmasına yardımcı olur. Ayrıca romatizma, üre, kolesterol ve damar sertliğini de iyi gelir. Sebze olarak yenmesinin yanı sıra yapraklarının da kaynatılarak suyunun içilmesinin faydalı olduğu bildirilmiştir. Sağlık için mevsiminde tüketilmeli. Aslında sağlık açısından mevsiminde hangi meyveyi hangi sebzeyi yersek yiyelim faydalıdır.”

Türkiye’de “erkenci ve geçiçi” çeşitleri bulunan, pazarlarda yüksek değer bulduğu, bu değerli sebzenin yabancı ülkelerde çocuk mamalarının yapımında, kozmetikte, içki ve boya sanayisinde de kullanılmaktadir.

Kültüre geç alınan bir sebze olması nedeniyle ekim alanlarının sınırlı kalmişdır.
“Yetiştiriciliğinin fazla gelişememesinin önemli nedenlerinden biri de bitkinin iklim yönünden çok seçici olması ve tohumla üretilmemesidir. Bitki, toprak altındaki köklerden alınan bölümlerle çoğalıyor. Özellikle Fransa’da tohumla üretilebilen çeşitler geliştirildi. Bu çeşitler de ülkemize girmeye başladı. Dolayısıyla gelecek yıllarda bu sebzenin daha geniş alanlarda daha yüksek miktarlarda yetiştiriciliğinin yapılacağını düşünülüyor.”
Merakmı ettiniz bu sebzenin ne oldugunu ?
O zaman size birde tarif vereyim.
Tıkla.
Saygılarla.

Salı, Haziran 10, 2008

YORUMSUZ....

GİZEMLİ "TİCARI MAL"


Zincire vurulmuşlardı.Dayak yiyorlardı.Tecavüze uğruyorlardı !!!
Dünyada yaygın bir sektör.Gittikçe yaygınlaşan Avrupa'da büyük bir problem.

Onlar mal olarak görülmekde.Çok ucuza temin edilip.Büyük karlarla satılmaktadırlar.
Büyük karlar sağlıyan ticaret mali.
Günlük 3000 kadar piyasaya sürülmekte.Onları internet sayfalarında,piyasada çok şık anbalaj içersinde bulabilirsiniz.
Sadece büyüklere sunulan bir mal.
Her ne kadar bu malların satılması kanunen yasak olmasına rağmen.Talep büyük olduğu için sektörün popüler kalmasını sağlıyor.Her türlü teknoloji bu ticaretde kullanılıyor.Işin acı tarafı bizlerin gözleri önünde bile olabiliyor.Açığa çıktığı zaman tekel kibriti gibi bir an parlıyor sonra küllenip hafızaların çok gerilerine itilebiliyor.
Dünya piyasalarında süre gelen bu ticari malin cirosu senelik 12 Milyar dolar.
Bu ticareti yapanların aylık kazançları 30.000 dolar.
Avrupa'da gelişmiş bir ülkenin istatisliklerine bakacak olursak 2003 yılında bu mallara olan ilgi 34,4 milyon.
Bu ticaret alanı silah ve uyuşturucunun önüne geçmiş durumda.
Şimdiye kadar az gelişmiş ülkelerde bu ticaret yapılırken bu gün gelişmiş ülkelerde çok daha fazla yer almaktadır.
Eski komünist ülkelerinin sınır bölgeleri 2005 senesi ile her yedi de bir nisbetinde bu ticarete alet olmuşdur.
Bu gün İsviçre de bir çok aile bu tür ticaretle uğraştığı yapılan araştırmalar neticesinde tesbit edilmişdir.
İnternet yolu ile piyasaya sürülmektedir.
Bazı aileler bu ticaret sayesinde saat de 3000 euro bile kazandığı tesbit edilmişdir.
Sadece bu sektörün malları büyük şehirlerde piyasaya sürülmekle kalmayıp tatil yörelerininde bir parçası olmuşdur.
Bir çok aileler bu durumu karlı ticaret haline koymuşlardır.
Bahsedilen mallar çok gizli yerlerde muhafaza edilmekde el altından ihtiyaç karşılığı piyasaya sürülmektedir.
Bu gün Asya turizim sektöründe bu mallar 1 milyon olarak tesbit edilmiş.
Bazı ülkeler bunu bir yerde normal karşılamaktadır.
Bu ticaret ile ilgili yazılacak o kadar çok şey varki.Belki ilerdeki günlerde bu konuda dahada geniş bilgiler verebilirim.

Yukarda ki bu ticaret malı hakkında bir bilgiye sahip olabildinizmi.
Yok ne olduğunu bilemediniz ise yorum bölümünde sorabilirsiniz.
Saygılarla.

AKP Anayasa Mahkemesi'ni askıya mı alacak?




TBMM Adalet Komisyonu Başkanı AKP'li Ahmet İyimaya, Anayasa Mahkemesi kararlarının askıya alınabilmesi için öneride bulundu. İyimaya'nın teklifine göre TBMM, Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararı ortadan kaldırabilecek



ANKARA - AKP Ankara Milletvekili ve TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya, Anayasa Mahkemesi kararlarının askıya alınması önerisinde bulundu.

İyimaya, konuyla ilişkin öneri taslağını, yaptığı yazılı açıklamayla duyurdu. İyamaya’nın öneri taslağına göre, TBMM, üye tam sayısının en az üçte birinin yazılı teklifi ve beşte üçünün gizli oyu ile Anayasa Mahkemesi'nin iptal ve itiraz davalarına ilişkin kararları ile yürürlüğü durdurma kararlarını askıya alabilecek.

Askıya almak için, Anayasa Mahkemesi kararının Anayasaya açıkça aykırı olması, dürüst yorum ilkeleri ile bağdaştırılamaması, temel normun birden fazla anlam içermesi yahut kararda kanun yada Anayasa koyucu gibi davranılmış olması hallerinden birinin gerçekleşmesi şart olacak.

Milletvekillerinin özlük hakları ile Anayasanın ikinci kısmının ikinci ve dördüncü bölümlerinde ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalarda yer alan temel hak ve hürriyetlerin geliştirilmesine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararları askıya alınamayacak. Askıya alma teklifinin, Anayasa Mahkemesi kararının yayımını izleyen 10 gün içinde TBMM’ye verilmiş olması ve en geç 3 ay içinde sonuçlandırılması gerekecek. Askıya alma teklifinin sonuçlandırılmasına ilişkin TBMM kararları, Resmi Gazete'de yayınlanacak.

Askıya alma kararı, Anayasa Mahkemesi kararını bütün hüküm ve sonuçları ile ortadan kaldıracak. Mahkeme kararında denetlenmiş olan kanun ve kanun hükmünde kararname, hiçbir işlem gerekmeksizin, yürürlüğünü sürdürecek. Askıya alma kararının üzerinden 5 yıl geçmedikçe, Anayasa Mahkemesi aynı kuralı yeniden denetleyemeyecek. Anayasa Mahkemesi kararları, Resmi Gazetede yayımından itibaren 10 gün geçmedikçe yürürlüğe giremeyecek. Süresinde verilen askıya alma teklifinin 3 ay içinde sonuçlandırılmaması yahut reddi halinde Anayasa Mahkemesi kararı derhal yürürlüğe girecek. Anayasa Mahkemesi kararları yasama ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacak.

AKP'li İyimaya, konuyla ilgili yazılı açıklamasında da Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini esastan iptal etmesi kararının, Türkiye’de var olan Anayasa Mahkemesi krizini bütün boyutları ile somut şeklide görünür kıldığını savundu. Anayasanın TBMM’ye tanıdığı, "Tali kurucu iktidar yetkisi"nin, Yüksek Mahkemenin bu kararı ile pratik olarak sona erdiğini ileri süren Ahmet İyimaya, şunları kaydetti: "Krizin asli muhatabı, iktidarı ve muhalefeti ile siyaset kurumudur. Siyaset kurumunun ortak bir refleks geliştirmesi, suçlayıcı demeçlerle yetinmemesi; demokratik ve anayasal sorumluluğunun kaçınılmaz gereğidir. Tanımlanan görev tarifleri içinde egemenlik (yasama-yargı) çatışması, kabul edilebilir ve makul bir durum olarak nitelenemez. Aynı anayasa ve adalet vatanında yaşayan sorumlu bir kişi olarak, çözüm yolunda geliştirdiğim bir öneriyi, ’Askıya alıcı veto’yu kamuoyu ile paylaşıyorum."Kaynak Radikal.

Ülkemizde Anayasa Mahkemesi ilk kez 1961 Anayasası’yla kurulmuştur. Türk siyasal sistemini inceleyenler, 1961 Anayasası’nın yasama işlemlerinin yargısal denetimi için özel bir Mahkeme olarak Anayasa Mahkemesi kurmasını, bu Anayasa’nın en radikal özelliği olarak yorumlamışlardır. Anayasa Yargısı, bazı değişikliklerle birlikte 1982 Anayasası’nca da korunmuştur.

1945 yılında çok partili yaşama geçiş ve 1950 yılında yapılan demokratik seçimler ile iktidarın muhalefete geçmesiyle sorunların bitmediği anlaşılmış ve yasama meclisinin denetlenmesi gereksinimi duyulmuştur. Önce aydınlar tarafından ortaya konulan bu anlayış, daha sonra siyasal partiler tarafından da desteklenmiş ve 1961 Anayasası’yla ilk kez Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Amaçlanan ve umulan, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’da yazılı temel hak ve özgürlükleri korumasıdır.

27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri iktidarı ele aldıktan sonra 1961 Anayasası’nı hazırlayanlar, Yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek konusunda bir Anayasa Mahkemesi kurmanın gerekliliğine karar vermişlerdir. Gerçi kurulacak Mahkemenin yapısı, oluşumu, işleri, örgütü, yargıçların seçimi ve anayasaya uygunluk denetiminin biçimleri konusunda kimi tartışmalar olmuşsa da, anayasa yargısının gerekliliğinde herkes birleşmiştir.

1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nın “Ulusal Egemenlik” ilkesinden değişik bir egemenlik anlayışını kabul etmiştir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nca da benimsenmiştir. 1961 Anayasası’nın 4. maddesine göre “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”. Maddenin bu ilk fıkrası, 1924 Anayasası’nın 3. maddesinden olduğu gibi alınmıştır. Ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarının egemenliğin nasıl kurulacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası’ndan oldukça değişik bir içeriktedir: “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar tarafından kullanır.” Türk Anayasa tarihi yönünden ele alındığında bu kuralın temel amacının, Parlamentonun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir. Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi. İlk kez 1961 ve ondan sonra da 1982 Anayasası’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülmesiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. Özellikle, Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahiptir. Çünkü, Anayasa Mahkemesi,Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verebilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin, siyasal kurumların,özellikle Parlamentonun yetkilerini kötüye kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu engelleyeceği düşünülmüştür.

Anayasa Mahkemesi’nin temel görevi, yasama organının kimi işlemlerinin Anayasa’ya uygunluğunu denetlemektir. 1982 Anayasası’nın 148. maddesine göre, “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler”. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliklerinde Anayasa’da belirtilen biçim kurallarına uyulup uyulmadığı bakımından da denetim yapar. Başka bir deyişle, Anayasa değişikliklerini öz bakımından denetleyemez. Anayasa değişikliği konusunda iptal kararı verebilmek için üçte iki oyçokluğu gereklidir (Madde 148 ve 149).

Biçim açısından yasaların denetlenmesi, son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığına ve Anayasa değişikliklerinde de teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülme yasağına uyulup uyulmadığıyla sınırlıdır. Olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan yasa hükmünde kararnameler bakımından çok önemli bir sınırlama vardır. Olağanüstü hallerde çıkarılan yasa hükmünde kararnamelerin biçim ve öz bakımından Anayasaya aykırılığı savıyla, Anayasa Mahkemesi’nde dava açılamaz (Madde 148). Ancak, bu tür KHK’lerin Anayasa’nın anayasal niteliklere uygun olup olmadığı incelenir, uygun bulunmazsa denetimi yapılır. Ayrıca, bu durumlarda çıkarılan yasa hükmünde kararnameler Resmî Gazete’de yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunulur. Onaydan sonra da normal bir yasa biçimine bürüneceğinden Anayasa Mahkemesi’nce denetlenebilir (Madde 121 ve 122).

Yasaların biçim bakımından Anayasa’ya uygunluğu denetimi, Cumhurbaşkanı veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Her ne kadar iptal davası açma hakkı, iptali istenen yasa, yasa hükmünde kararname ya da TBMM İçtüzüğü’nün Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altmış gün sonra düşerse de, biçim bakımından iptal istemi yasanın yayımlandığı tarihten başlayarak ongün geçtikten sonra yapılamaz ve itiraz davası yoluyla da ileri sürülemez (Madde 151 ve 148).

Şunu da belirtmek gerekir ki, yöntemine uygun biçimde yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmalar yasa hükmünde ise de,bunlar hakkında Anayasa’ya aykırı oldukları gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz (Madde 90).

Anayasa Mahkemesi, anayasaya uygunluk denetimi dışında Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir. Bu görevler kısaca şunlardır :

1.Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanı’nı, Bakanlar Kurulu Üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar. Yüce Divan’da savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya vekili yapar. Yüce Divan kararları kesindir (Madde 148).

2.Siyasî Partilerin kapatılması, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanır (Madde 69).

3.Siyasî Partilerin malî denetimi de Anayasa Mahkemesi’nce yapılır (Madde 69).

4.Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düştüğüne Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce karar verilmesi durumunda, bu karar tarihinden başlayarak bir hafta içinde ilgili üye ya da milletvekillerinden herhangi biri tarafından bu kararın Anayasa’ya veya İçtüzük hükümlerine aykırılığı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabilir. Anayasa Mahkemesi bu iptal istemini onbeş gün içinde karara bağlar (Madde 85). Anayasa Mahkemesi esas olarak tüm işleri dosya üzerinden inceler. Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar bundan ayrıdır. Gerekli gördüğü durumlarda sözlü açıklamaları dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir.Kaynak.Anayasa.gov.tr
Saygılarla

Pazartesi, Haziran 09, 2008

APTAL OLMANIN FAYDALARI...



Araştırmacıların yapmış olduğu bir tesbiti sizlerle paylaşmak istedim.Eğer isterseniz mecaz olarak kullanır.Arzuya göre kıssadan hisse olarak da algılıyabilirsiniz.
Gelelim araştırmacıların neleri tesbit ettiklerine:
Aptal sinekler, akıllı sineklerden daha fazla yaşarlarmış.

Akıllı olmak her zaman büyük avantajlar sağlamıyor - bu durumu sinekler için diyelim.
İsviçreli araştırmacıların tesbiti bu.Akıllı sineklerin yaşam süreleri ,aptallardan üçte bir nisbetinde daha az oluyormuş.Bunu da beyin çalışmasının, hayvanlar için en kıymetli olan enerjinin bu yönde harcanması olarak görüyorlar.

Koku ve plansızlık; sinir sisteminin son enerjisinide çalmakta,insanların bu durumu
akıllıca görmemesine rağmen."Sineklerin beyinlerininde çok gelişmiş olmamasının ,derin bir nedeni olduğu kanısındalar.
Lausanne ünüversitesinde akıllı sineklerin 50 veya 60 gün yaşam süresine ulaştıkları.
Aynı cinsden akranlarından aptalları ise 80 ila 85 gün yaşam süresine ulaşıbildiğini işaret etmektedirler."Evolution" dergisinde açıklamışlardır.

Uzmanlar yeni doğmuş meyve sineklerinden "Drosophila"yı iki guruba ayırarak birinci gurubu açık alanda yaşamaya diğer gurubu ise labaratuvar kapsamında değişik kokularla
beslenme yolu üzerinde teste tabii tutmuşlardır.Sineklerin kısa bir zaman içersinde
kalite ve besin maddelerinin bulumunda/seçiminde, beyin aktivetelerini arttırdığını görmüşlerdir.
Yapılan testler sonucu 30 ila 40 generasyon sonra sineklerin ilk nesile karşın daha akıllı olduğu, öğrenme kapasitelerinin gittikçe gelişdiği, buna karşın ise yaşam sürelerinin kısaldığı görülmüşdür.
Görülmüsdür ki; sineklerin dünyasında akıllı olabilmek ömrü kısaltmaktadır.
Peki ; insanların dünyasında bu durum, nasıl bir geçerlilik göstermektedir.
Yoksa akıllı nesilleri çok çabukmu kaybediyoruz !!!
Saygılarla.

Salı, Haziran 03, 2008

Ha babam de babam !!!


Domatesin faydaları çok

Daha önce kansere karşı etkili olduğu belirlenen domatesin bir faydalarına bir yenisi eklendi.
Bilimadamları domatesin kanı daha akışkan hale getirerek damar tıkanıklığı ve daralmasını engellediğini açıkladı. Domates suyu da benzer bir etki yaratıyor.
Vücutta bir yara açıldığı zaman kanın pıhtılaşmasını sağlayarak kan kaybını engelleyen kan pıhtısı hücreleri çok yoğun olduğu zaman damar tıkanıklığı ve daralmasına neden olabiliyor.

Bazı kişilerde de pıhtılaşmayı sağlayan ‘Platelet’ maddesi çok yoğun olarak bulunuyor, bu da damardaki kan akışını giderek zayıflatıyor ve zamanla damar tıkanıklığına neden oluyor. Yapılan araştırmalar domateste bulunan bir maddenin pıhtı hücrelerinin neden olduğu kan yoğunluğunu azalttığını ve kanı daha akışkan hale getirdiğini gösterdi.

Rusya Bitki Koruma Dairesinin (Rosselhazdarzor) Türkiye'den domates, patlıcan, patates, üzüm ve limon ithalatını, bazı ürünlerde prestit ile nitrat adlı kimyasal maddelerin 'izin verilen orandan yüksek olması' nedeniyle 7 Hazirandan itibaren durdurma kararı aldığını duyurmuştu.
Rusya'nın zirai ilaç kalıntısı nedeniyle Türkiye'den yaş meyve sebze alımını 7 Haziran tarihinden itibaren durdurma kararı alması, domates fiyatlarını iç pazarda yarı yarıya ucuzlattı.
Kaliforniya biberi 200 Ykr, kapya biberi 150 Ykr, Cam sera domates 20 YKr, salkım domates 80 Ykr, taze fasulye 10 Ykr, dekorluk kabak 20 Ykr, Aysberk marul 10 Ykr, patlıcan 20 Ykr ucuzladı.

Millet olarak bizi yönetenler sayesinde her şeye karşı dayanıklı olduk.
Bi de küt diye ölmemeğe alışabilsek.
Ondan sonra bak bizim kıymetimize; dünyada ne kadar araştırmacı uzman varsa burada olur.
Turizim sektörüne al sana bir kapı daha.
Yanarım yanarım sinekten yağ çıkarır gibi aylık eflasyon rakkamlarında büyük düşüş,
fileler dahada, bir fazla dolacak ...
Varsın adam sende biraz kimyasal bize ne yaparki.
Saygılarla.