Çarşamba, Nisan 29, 2009

GRİP DİYE GEÇMİYELİM.. .



Krizler birbirini kovalarken, şimdi de Domuz Gribi ile karşı karşıyayız.
Haberlere yapılan yorumların çoğunda bizi teğet geçer yazılarını okudukça hayatı ne kadar ciddi aldığımız belli oluyor.
Biraz; Grip diye ciddiye almadığımız bu hastalığı hatırlamaya çalışalım.
Sene 1918 - 1920 İspanya GripI ölü sayısı 25 Milyon diye istatisliklere geçmiş, her ne kadar bu sayının 50 Milyon olduğu söylensede.

İkinci dalga Asya Gripi diye adlandırılmış. 1957 - 1959 yılları arasında 2 Milyon insan ölmüş.Zaman zaman kendini hala göstermekte olduğunuda unutmamak lazım.

Üçüncü dalgada Kuş Gribi olarak kanatlı hayvanlar sayesinde tanıdık. Hongkong Gribi diye de adlandırıldı. 800 bin insan hayatını kaybetti. 30 bin kişinin Almanya'da olduğunu biliyormuyduk.

Meksika Gribinden önce 1977 de Rus Gribi 23 yaş altı 700 bin genç hayatını kaybetti.

Meksika sokaklarında insanlar maskelerle dolaşıyor.13 Nisan'dan bu yana 1300 kişi bu
hastalığa yakalnmış durumda.

Domuz Gribinin damlaçıklarla yayıldığı, bu da öksürük, aksırık, öpüşme ve yakın temasla geçebileceği uzmanlar tarafından ifade ediliyor.Bu durum karşısında yukarda söylenenleri yapmamak, ayrıca sıkça ellerimizi en az 20 saniye sabunla
sıcak suyla yıkamak eğer bu imkanlara sahip değilsek dezfeksiyon mendilleri ile sıkça temizlememiz gerekiyor.Ellerimizle yüz ve gözlerimizi oğuşturulmamasi tavsiye ediliyor.Bilmeden bu vürüsü taşıyan kişilerden bu yolla geçebileceğidir.

Korunmanın bir yoluda maske takılması olduğudur.Hastalığın gıda maddeleri ile geçme olanağı çok az çünkü 72 derece bir ısı karşısında öldüğüdür.Ciğ olarak et yenmemesi
tavsiye edilmektedir.

Bu vürüse karşı bir aşının en az 10 - 12 hafta içersinde oluşturulması için ilaç sanayisi çalışmaktadır.
Vürüsün bulaşmasından bir kaç saatle, iki üç gün içersinde belirtileri görülmektedir.
Rahatsızlıklar üşütme ile görülen belirtilerle aynı olup.Ateşin 38 derece üzerinde seyretmesi, yorgunluk, iştahsızlık, adale ağrıları, kramplar, ishal, kusma baş ağrışı, burun akıntıları, nefes almakta zorlanmalar olarak görülmektedir.
7 günlük bu süre içersinde bağışıklık sistemimizi yıpratmaktadır.Bu süre çocuklarda daha da uzun olabilmektedir.
Bağışıklık sisteminin zayıflaması ile olabilecek rahatsızlıklar esas tehlikenin canlarını çalabilmektedir.
Saygılarla.

Salı, Nisan 21, 2009

Eskici dükkanı...


Turistik kasabaların, kendini muhafaza etmeye çalışan dar sokakları vardır. Onlar bu hızlı değişime karşı kendilerini hep saklamaya çalışmışlardır. Bir bahar sabahı kendimi böyle bir sokakda buldum. Sıvaları dökülmüş, bahçe duvarlarından baharın kendine öz renklerini vermeye çalışan çiçekler gelişi güzel sıralanmışlardı.
Bu sokaklarda, sahil kenarlarının tek renklerine karşın; solukda olsa bir çok rengi bir arada görebiliyordum.
Bir ara evlerin arasına sıkışıp kalmış ön cephesi koyu mavi pancurları sarı boyalı bir dükkan gözüme takıldı.
Kırmızı zemin üzerine yazıları silinmeye yüz tutmuş tabelasında eskıcı yazılı bir dükkan.
Camları halen kışın izlerini taşıdığı için içerisi pek seçilemiyordu.
Hafifçe kapıyı araladim. Gözlerim loş bir zemine alışabilmesi bir kaç dakikamı aldı.
İçeride sararmaya yüz tutmuş kitaplar, tahtadan yapılmış çeşitli el işleri, örtüler,
seramikler gözüme ilk takılanlar olmuşdu.
Elinde kalın bir kitabı okuyan yaşlı adamı çok daha sonra fark edebildim.
Oturduğu yerden kalkmadan bana buyrun ilginizi çeken bir şey varsa ben buradayım dercesine hafifçe başını selam verircesine salladı.
Şehirlerde bu tip yerlere antikacı denirdi; burada yerini eskıcı olarak adlandırdığını fark ettim.
O kadar çok şey saklanmışdı ki her birini keşfetmeye kalksam saatlerimi alabilirdi.
Bir şey almak için tahta sehbanın üstünde duran ufak parfüm şişesini aldım.
Yaşlı amcaya gösterek içinde yok denebilecek kadar kalmış parfümün ne olduğunu sordum.
Yüzünde hafifçe bir tebessüm belirdi.
- Kızım o bir koku değil. Sadece yaşamın işaretlerinden bir tanesinin görselini saklıyan bir şişe.
- Anlıyamamışdım içinde bir kaç damla bir iksirmiydi ?
- Biraz açıklarmısınız ...
Parmağı ile okuduğu yeri kaybetmemek için sayfanın üstüne koyduktan sonra,
- o bir göz yaşı şişesidir.İçindeki bir kaç damlanın sevincimi yoksa kederimi temsil ettiği ise bir gizemdir; diyerek bıraktiği yerden kitabını okumaya başladı.
Senelerce çalışma masamın üstündeki rafda yaşamıma refakat etmişdir bu ufacık şişe.
Ne zaman pınarlarımdan bir kaç damla süzülse, o damlaçıkların hüzünümü yoksa sevincimi temsil ettiğini sorgulamam.O bana yaşadığımı, duygularımın senbolü olduğunu hatırlatır.
Kimbilir sizde bir eskıcı dükkanında bir şişe içersinde benim yaşam simgeme rastlıyabilirsiniz.
Eğer sizde bu gizeme ortak olmak isterseniz.Bir ufak şişede o anı ölümsüzleştirebilirsiniz.
Saygılarla.

Pazar, Nisan 19, 2009

KILIF !!!


Posta kutuma gelmiş bir e-maili sizlerle paylaşmak istedim.

Osmanlı döneminde yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş.Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış sahibini bekleyen nefis bir ördek var.... Karakuşi Kadı, fırıncıya:
- 'Ben bunu aldım' demiş. Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin asil sahibi gelmiş:
- 'Hani bizim ördek?' Fırıncı boynunu büküp:
- 'Uçtu' deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış... Gayrimüslim de peşinde kovalıyor...
Bir duvardan atlarken, bilmeden duvarın öteki
tarafındaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan
fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da
kızıp peşlerine takılmış... Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı'nın karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş...
Ördeğin sahibi,
- 'Bu adam ördeğimi hiç etti' diye
şikáyet etmiş. Karakuşi Kadı, fırıncıya sormuş:
- 'Ne yaptın bu adamın ördeğini?' Fırıncı
- 'Uçtu' demiş. Kadı, kara kaplı defterini
açmış:
- 'Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar 'Uçar' anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil' diyerek, fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş. Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş. Onun şikáyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş:
- 'Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla... Davacı:
- 'Benim tek gözüm çıktı. Şimdi ne olacak?' diye sorunca Karakuşi Kadı,
- 'Şimdi' demiş, 'Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız. Tabii gayrimüslim şikáyetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş. Çocuğunu düşüren kadının kocasına da Karakuşi
Kadı:
- 'Tamam' demiş, 'Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.' Böyle olunca adam da şikayetini anında geri almış, fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş Yahudi'ye:
- 'Senin şikáyetin nedir bre?'… Yahudi bir süre düsündükten sonra ellerini açmış,
- 'Ne diyeyim kadı efendi' demiş, 'Adaletinle bin yaşa Sen, e mi !'
Kıssadan hisse:
- Ananı "öpen" kadı ise, kimi kime şikáyet
edeceksin?..

Güzel günler sizin olsun.

Cuma, Nisan 17, 2009

IKI SENEDE BÜYÜK ILERLEME !!!







Tarih : 08-07-2007 ; CUMHURİYETİN KAÇ YAŞINDA OLDUĞUNU DÜŞÜNEN, KENAN EVREN’İ TANIMAYAN VE PAVAROTTI’Yİ BILL GATES ZANNEDEN GENÇ KIZLARIN YARIŞTIĞI YENİ BİR YARIŞMA BAŞLADI…
Show TV ekranlarında ‘Güzel ve Dahi’ adlı bir yarışma programı başladı. Programda 8 erkek ve 8 bayan yarışıyor. Erkeklerin birçoğu mühendislik bölümünde öğrenci. Hepsi de hayli zeki çocuklar. Kızlar ise tam bir felaket. Birçoğu model olan kızların genel kültürle uzaktan yakından ilgileri yok.

Programın ilk sınavı genel kültür oldu. Erkekler bir sandalyede, kızlar da masanın üzerinde oturdu. Kızlara genel kültürle ilgili sorular soruldu. Erkekler bu bölümde sadece sessiz kalmakla görevlendirildi. Kızlardan ekrana çıkan resimleri tanıyıp, o resimler hakkında 15 sn. konuşmaları istendi. Her şey iyi hoş ama ‘güzel!’ kızlarımızdan bazıları Kenan Evren’i tanımadı, bazıları Pavarotti’yi Bill Gates zannetti, bazıları da Hamlet adlı oyunda Hamlet’i canlandırmak istediğini söyleyip güldü. Ağlanacak hallerine gülmeyi tercih eden kızlar, yanlış cevap verdikleri takdirde masanın üzerinde oynamakla cezalandırıldı. Tabii bu onlar için ceza sayılır mı bilinmez!..

Tarih ; 17.04.2009 ; 4 lisede yapılan ankete göre Türk gençleri tarihe damga vurmuş pek çok kişiyi tanımıyor!

ANTALYA'da, TÜBİTAK için 4 lisede 289 öğrenciyle yapılan bir araştırma, öğrencilerin Türk ve dünya tarihine damga vurmuş kişileri çok fazla tanımadığını ortaya çıkardı. Fotoğrafları gösterilen 12 Eylül darbesinin lideri ve 7'nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren'i `Tanımıyorum' diyen erkek öğrencilerin oranı yüzde 69, kızların yüzde 88 çıktı. İstiklal Marşı'nın yazarı Mehmet Akif Ersoy'u da erkek ve kız öğrencilerin yarısından fazlası tanımadı. Küba'da devrime imza atan Che Guevara, Sultan Vahdettin ve Karl Marx'tan daha çok tanınırken, `50 Cent' adı ile popüler olan ABD'li rap müzik sanatçısı Curtis James Jackson, tanınırlıkta ünlü piyanist Fahir Atakoğlu, Ayhan Işık, Müşfik Kenter, Ayşe Kulin ve Orhan Pamuk'un toplamını geçti.


.................................... Tanıyorum..... Tanımıyorum
.................................... Erk...Kız............Erk.Kız
Mehmet Akif...............49.... 41 .......... 51... 61
Mevlana...................... 77.... 72 ............23...28
Yunus Emre............... 77.... 65............ 23...35
J.K,Rowling.................. 2...... 5............ 98...95
Orhan Pamuk............ 49.... 45............ 51...55
Ayşe Kulin.....................3....... 1........... 97...99
Mona Lisa.................. 87...... 91.......... 13.... 9
Kaplumbağa
Terbiyecis...................35...... 31.......... 65... 69
Apollon Tapınağı
(Antalya)...................... 5........ 5.......... 95... 95
Pisa Kulesi(Roma)..... 61...... 45......... 39... 55
Angelina Jolie............. 78...... 91......... 22.... 9
Brad Pitt..................... 81...... 88......... 19... 12
Ayhan Işık................. 22....... 77......... 78... 73
Müşfik Kenter............. 2......... 5......... 98... 95
50 Cent...................... 92....... 82........... 8... 18
Fahir Atakoğlu............ 0......... 3.......100... 97
SultanVahdettin........ 45...... 24......... 65... 76
Enver Paşa................. 15....... 11......... 85... 89
Che Guevera............... 75...... 66......... 25... 34
Kenan Evren............... 31...... 12......... 69... 88
Karl Marx................... 16......... 5......... 84... 95

Saygilarla

Pazartesi, Nisan 13, 2009

SEYİRCİNİNDE EMEKLİ OLMA HAKKI VARDIR.


Güzel bir pazar günü, güneş doğaya uyan artık dercesine sıcaklığını yayıyor.Büyük ekran
televizyon ise, teras kapısından ben hazırım diyor.Sağımda Fenerbahçe formasını giymiş genç
solumda bir Galatasaray'lı oturuyor.Ekrandan sunucu ise saha atmosferi gösterirken; dünya derbisine dakikalar kaldı diyor.
Çaylarımızı yudumlarken gençlerle beraber böyle bir şölene katılmanın zevkini yaşıyorum.
Maç başlıyor:
Top her zaman olduğu gibi, sahanın en çalışkanı, o kadar tekmelendiği halde ses çıkarmadan bir köşeden bir köşeye dolanıp duruyor.
Sahadaki oyuncuların istenileni verememesi biz seyircileri günlerce beklenen bu
seyirden uzaklaştırmaya başlıyor.
Bunu maçı seyreden gençlerin başka başka mevzularda konuşmalarından anlıyabiliyorum.
Ya sahada futbol adına bir şey veremeyen aktörler !
Onlar ise yorgunluklarının ilacı, hırçınlığa vermeye başlıyorlar.
Bu hırçınlıkları dalga dalga sahanın her köşesine dağılmaya başlıyor.
Kelimeler birbirine karışıyor.
Tabii lügatlarda olupda yan yana gelmiyen bu kelimelerin duyulmaması için ses tonu kısılıyor.
Futbol çoktan bitmiş durumda...
Ekranı karartmak yerine, merak sevdası ile bakışlar o büyük çerçeveyi takip ediyor.
Futbol yerini boks maçına bıraktı desem; haksızlık ederim.Orada kaideler daha katı.
Raundların sonunda birbirini acımacızsa yumruklıyan kişiler birbirlerine sarılıp,
öpüşüyorlar.
Her spor dalının bir tanesine benzetmeye kalksamda başaramıyorum.
Berlin Olimpiyat stadında önümde oturan Fenerbahçe formalı 10 yaşındaki çocuğun
Arda agbi en büyük sensin sesleri, ailece Galatasaraylı olmamıza rağmen evin manevi
oğlu Semih'i o iğrenç arenanın içinde görmek Türk Futbolunun seyircisi olarak
emeklilik zamanı geldiğinin kanaatine varıyorum.Ağzımdan bu düşüncem sesli olarak
çıktığı için yanımda oturan daha 20'li yaşlardaki Fenerbahçeli genç aynen sana katılıyorum Hakkı amca diyor.
Akşam Spor yazarları ekranlarda bir daire içinde toplanmışlar.Hangi oyuncunun bu duruma neden olduğunun analizini Pazar günü başlayıp Pazartesine kadar konuşuyorlar.
Ertesi günü gazetelerde boy boy resimler hangi oyuncu bir diğerine nasıl tekme atmış.
Verilecek ceza hakkında yorumlar, kim haklı kim haksız, hangi oyuncu daha fazla suçlu diye yapılmış anketler.
Şu son seneler içersinde hep birlikte elele veripde, katlettiğimiz Futbolu yazan yok.
Eskidende küfür yokmuydu diye soranlarda çıkabilir.Evet benim zamanımda da küfür vardı.Maçların oynandığı tek stad da açık trübünlerin birbirine karşı ettikleri küfürleri duyardık.Her iki takımın karışık olarak oturduğu kapalı, numaralı
trübünlerdeki seyirciler hiç unutmamışlardır.Cünkü ; açık tarfında oturan seyirciler bir zaman sonra birbirlerine ettikleri o meşhur "bir baba hindi indi bindi" küfürünü
kaplıda oturan seyirciye söylerlerdi.
Maç dağılımında ise yenik tarafın tabutu ellerde Taksim'e kadar taşınır ve orada biterdi.
Modern futbol anlıyışı, çok ilerlemiş beraberinde getirdiklerine benim yetişmem imkansız.
İyisimi hatıralara leke sürdürmeden seyircilikden emekli olayım.
Olayım diyorumda kafam bir noktaya takılıp kalıyor o gencecik yanımda oturan Fenerbahçeli gence Futbol adına sen daha çok derbileri seyretmeye devam etmen lazım nasil
diyebileyim !!??
Saygılarla.