Cuma, Şubat 29, 2008

Bir Haftanin Öyküsü ....




SACLARIMIZ...


Biliyorum,sen neredeydin !!!

Saçların içinde bulunan bazı atom molekülleri,kişinin geçmiş zaman içinde nerelerde bulunduğunu ifşa ediyor.

Yapılan çalışmalar neticesinde bunun artık gerçek olduğunu söylenmektedir
.
Tabii en çok da gizli kalmış cinayetlerin cözümüne ışık tutaçagi kanısındalar.
Saçlar bir çok kişinin gizemli taraflarını ortaya çıkarmaktadır.
Şimdiye kadar bilinenlerin çok daha fazlasını öğrenmenin mümkün olduğunu araştırmacılar söylemektedirler.
Son çalışma ile kişinin nerelerde bulunduğunu saçları ele vermektedir.
Araştırmaların saçın yapımı içindeki suyun incelenmesi ile cözüldügünü söylemektedirler.
Suyun kendine göre belgin bir yapısı olduğu bu durumun her ayrı mekanda başka bir içeriklik taşıdığı görülmektedir.
Kişinin içmiş olduğu suyun bir kısmının saçların oluşumunda yer aldığı, böylelikle saç içinde suyun nereye ait olduğunu arastırmaları neticesinde kişinin bulunduğu yerler belirlenmektedir.Bu belgeleme; saçın uzun olması ile daha da geriye doğru bulunduğu yerlerin tesbitini kolaylaştırmaktadır.
Bilim adamları bu metodun kıskaçından kurtulmanın tek çaresi, kişinin saçlarını feda etmesi veya mümkün mertebe kısa tutması gerektiğini söylemektedir.
Bu metodun net kazanmasının nedeni suyun ihtivasını belirliyen elementlerin ağarlığı,hafifliği gas formu veya donmuş şekli ile bulundukları mekanlara göre ayrı değerler taşıması ile gerçekleşmektedir.
Bu yeni metodla yapılmış olan bir harita üzerinde suyun içerikliğini işaretlenmesi ile kişinin saçları üzerinde yapılacak araştırma neticesinde onun harita üzerinde
bulunan değerlerle eşlendirilmesi ile zaman içersinde nerelerde bulunduğu tesbit edilebilmektedir.
Bu yeni buluşla krmalistler,arkeologlar ve bioyologların önünün açıldığını, her ayrı branjin bunu daha da geliştirerek cözülmesi çok zor olayları dahada çabuk cözebileceklerini söylemektedir.
Sacın araştırmaları içersinde biline gelen metodlardan bir taneside uyuşturucu maddesinin taşıyıp taşımadığı araştırması idi.
Bu çalışmalar neticesinde zoologların bile, hayvanların nerelerde bulundukları incelenen kıl üzeri çalışmalarla tesbit edebileceği de söylenmektedir.
Bu gün saç üzerine çalışmalar yurdumuzda da yoğun bir şekilde yapılmaktadır.
Bizde bu ilk aşamada olduğu bilinen bir gerçekdir.
Şu anda onun nasıl muhafaza edebileceğimiz konumu gündemin bir numaralı sorunu olduğu
hepimizce bilinmektedir.
İster inanç çerçevesi içersinde,istersek bir simge,veya yeni bir trend olarak saklamaya çalışsakda.
Bilim onu öğle bir şekilde gözler önüne sermektedir ki bizleri bile bir saç tanesinin
yaşamımızda ki gizemlerini nasıl ortaya koyabileceğini göstermektedir.
Onu ne kadar saklasakda bu gerçekden kaçamıyacağımız bilinen bir gerçekdir.
Eğer bir gün ortalıkda kafası kazınmış insan topluluğu görürsek bunun bir moda değilde gizemlerimizin ortaya çıkmamasının simgesi olacakdir.
Saygılarla.

Salı, Şubat 26, 2008

KUTSAL TOPRAKLAR...


Nasıl bir Ulusdur bu ulus ?
Bu gün dünyada yaşıyan semavi dinlere mahsup kişilere sorduğunuz zaman; neredir kutsal
topraklar dendiğinde, hemen orta doğuyu gösterirler.
Bu dünyada yer alan, sınırları içinde yaşıyan hangi etnikden olursa olsun Anadolu insanına sorulduğunda ayağını sertçe toprağa vurur burasıdır der kutsal topraklar.
Babam yatar der; benim oğlum,dedem, atam yatar burada.
Bakarım güneşden kararmış derisi, senelerin çizgilerini taşıyan o insana, cinsiyeti bana bir şey ifade etmez, ister başında kasketi olsun, isterse yemenisı.
Neden diye sorarım neden ?
Eline bir tutam toprak alır savurur rüzgara doğru, bak der nasıl hür uçuşuyor.
Onu bana atam emanet etti. Onun için kutsal topraklardir benim için.
Ya inancının toprakları nerde diye sorarım ?
Onu bu toprakların kutsallığına inanananlar görür, o buradadır der kalbini gösterir.
Nasıl bir Ulusdur bu ulus diye sorarsanız alacağınız cevap budur.
Eğer kutsal toprakları aramaya kalkarsanız ayaklarınızın altındaki can suyu ile sulanmış yerlere bakın.
İnancınız ise o topraklar için atan kalbinizin ta içersindedir.
Bu gün birlik günüdür.Hangi etnikden olursa olsun onların can suyu ile sulanmışdır, yaşadığımız bu vatan.
İnancımız ise gönül gözü açık olan her kişinin görebileceği yerdedir.
Ona ne bir şekil verebiliriz, nede bir ad.
Bu gün toprağa düşen her bir gülü, içimizden gelen dualarla yoğurulmuş göz yaşları ile sularız.
Bana sordukları zaman nerdedir senin kutsal toprakların derlerse bende bu uçu buçağı
olmıyan gül bahçelerini gösteririm.
Saygılarla.

Pazartesi, Şubat 25, 2008

İNSANLIK DERSİ !!!


'ÇÖZÜMÜ ÖLÜMDE GÖRMEK İNSANLIK DEĞİLDİR'

TSK ile AK Parti'nin sorunu ölerek ve öldürerek çözme kararı verdiğini savunan Ayna 'Buna karşı duracağız' dedi. Operasyona destek veren AK Parti milletvekillerini eleştiren Ayna 'Onlar Kürt değiller. Sorun Kürt olup olmamakla da alakalı değil. Sorun insan olmakla alakalıdır. Bu operasyondan yana olanlar insan değildir. Çözümü ölümde görmek insanlık değildir.' dedi. DTP olarak bir süreç başlattıklarını, 'Demokratik Çözüm Yürüyüşü' ile operasyonlara karşı duruşlarını gösterdiklerini ve devam edeceklerini belirttiklerini söyleyen Ayna, şunları dile getirdi: 'Diyarbakır'dayız. Merkez yöneticilerimizin çoğuyla Diyarbakır'da öğleden sonra bir araya geleceğiz. Neler yapılabileceği konusunda bir tartışmamız olacak. Bunu da kamuoyuna duyuracağız. Ama bilinmesi gerekiyor ki sessiz kalmayacağız. Sessiz kalmayacağımız eylemlerimize, halkımızın katılımını bekliyoruz. Halkımızı da sessiz kalmamaya çağırıyoruz.'
Sayın Millet vekili Ayna yapmış olduğu sözlerle yerden göğe haklıdır.
Arada unuttuğu tek şey bu sözleri bana değil yukardaki yaşama hakkı olan bebeğe söylemelidir.
O ne TSK bireyi nede bir AKP liydi.Hele hele Milletvekili hiç değildi o sadece yaşama hakkı olan bir bebekdi.
Ağzınızdan çıkan her kelimeden önce bu resme bir kere daha bakın.
Böyle bir resmi Kıbrıs'da da yaşamışdi bu ulus.
Cevabınıda çok çabuk vermişdi, ne pahasına olursa olsun.

Saygılarla.

Pazar, Şubat 24, 2008

GÖNÜL SARKILARI...


ERDIL

ELLER AYA BİZ YAYA !!!


Eskiden Pazar'ın sohbeti diye atardım başlığı.
Bu Pazar bir kaç haberi bir araya getirerek başlığı değiştirdim.
Ne dersiniz yazıları okuyunca bir karara varabilecekmisiniz ?
Türban konusunda ısrarla,anayasayı bile değiştirenlerin ne kadar haklı olduğu görülmüyormu !

Türban uzaya da giriyor (Nedeni ?)

Çene altı mı olsun yoksa 'sıkmabaş' mı? Yoksa başka bir tarz mı benimsenmeli? Hiç bilinmedik, görülmedik?
Yoksa yoksa... Zarafet timsali Audrey Hepburn'un birkaç filminde başına bağladığı eşarptan mı yola çıkmalı? Taa Audrey'e kadar gittik...

Madrid'de düzenlenen bir defilede görüp görebileceğiniz en fütüristik, en yaratıcı 'türban'la karşı karşıyayız.

Esasına dönelim...

Türkler uzaylıymış!

Türk medeniyetinin uzaylılar tarafından kurulduğunu, Göktürkler’in de uzaylı olduğu ileri sürdü

ABD’deki UFO konferansında konuşan “Türk UFO bilimci” Farah Yurdözü, Türk medeniyetinin uzaylılar tarafından kurulduğunu, Göktürkler’in de uzaylı olduğu ileri sürdü. Yurdözü’ne göre uzaylılar Türkler’le ortak bir ırk kurdu...

Tüm dünyadan binlerce uzay ve UFO meraklısını Los Angeles’ta bir araya getiren Uluslararası UFO Konferansı’nın en çok merak edilen konuşmacılarının başında “Türk UFO bilimci” Farah Yurdözü geliyor. Türkiye topraklarındaki medeniyetlerin 5 bin yıl önce dünya dışından gelen varlıklar tarafından kurulduğunu iddia ettiği “Bir Türk Ufoloğun İtirafları” adlı kitabıyla ses getiren Yurdözü, bu iddiasını yarın yapacağı konuşmada katılımcılara anlatacak.

İşte böyle ...
Hayırlı Pazarlar dileği ile...
Saygılar.

Cumartesi, Şubat 23, 2008

GATETENİN YANLIŞ BAŞLIĞI !!!


-INDEPENDENT: "YENİ IRAK İSTİLASI"-

* İngiltere'nin en ünlü gazetelerinden Independent'tan küstah manşet!.. İngiliz gazetesi Mehmetçiğin teröristlere yönelik düzenlediği kara operasyonunu "Yeni Irak İstilası" olarak manşetine taşıdı. Bununla da yetinmeyen gazete eli kanlı PKK teröristlerini yine 'Kürt Gerillalar' olarak tanımladı.

Haberde ayrıca Barzani yönetimindeki Kuzey Irak'ın Irak'taki en güvenli bölge olduğu ve Yerel Kürt Yönetimi'nin ABD'ye bölgede tam destek veen nadir gruplardan olduğu belirtildi. Independent kara harekatının güvenli olan tek bölgede de istikrarsızlığa yol açacağını savundu.

Irak'i istila eden ülkelerden bir tanesi de İngiltere değilmiydi ?
İstila ettikleri yerlerde güller açıyor.
O güllerin her yaprağından kanlar damlıyor.
Bu gün sivil halka dokunmamaya itina gösteren Mehmetçik için, başlık atana kadar.
Aşağıda ki haberi başlık yapsalardı.
LONDON.
* İngiliz askerleri istila ettikleri sırada 20 sivili yakalıyarak işkence ettiler; parçalayıp öldürdüler.
Bir çok görgü şahidinin vermiş olduğu ifade nezdinde İngiliz'lerin Madschar al Kabir'deki kazernelerine götürerek orada işkence yapılarak öldürdüler.Dava açmaya hazırlanan Londra da ki İngiliz avukatları bu gibi olayların yaşandığı, bunun da bir tanesi olduğunu söylemektedirler.Ellerindeki görgü şahitlerinin ifadeleri resmi belge ve fotoraflar ölüm raporları eşliğinde dava açmaya hazırlanıyorlar.
İngiliz Savunma Bakanlığ bu işkence olaylarını her ne kadar inkar etsede gerçeklerin
hiç bir zaman kapanmıyacağı er geç tarih onları gözler önüne sereceği bir bilinen gerçekdir.
Bu gün bir mücadele veriliyorsa bu vatanın evladları o veya bu yolla kandırılarak
vatan haini olmamasının mücadelesi verilmektedir.
Şimdi sormazmıyım ? İngiltere nere, Madchar al Kabir nere ?
Şimdi sormazmıyım ? İstiladan sonra neden 1 Milyon insan öldü ?
Şimdi sormazmıyım ? Neden Irak'da açan güllerin yapraklarından hala kanlar damlıyor.
Biz yarın o toprakları terk ettiğimiz halde sizler hala istila kuvvetleri olarak orada kalacağınız muhakkak.
Bırakın böyle başlık atana kadar önce kendi pisliklerinizi halkınıza açıklayın.
Saygılarla.

Perşembe, Şubat 21, 2008

AY TUTULDU...

Çarşamba, Şubat 20, 2008

HESAPLAR YANLIŞ OLURSA !!!



Görland'da buzlar tahminlerden de çabuk eriyor.Amerikalı bilim adamları eriyen buzları bu sefer çok daha detaylı inceledi.

Ulaşılan netice ise; deniz seviyesinin yükselmesi, tahminlerin iki katı olatak gözler önüne seriliyor.
Görland'da katılaşmış buz tabakasını, suya dönüşümünü düşünmek bile korkunç.Yapılan ölçümler bu kütlenin kalınlığı 2 kilometreyi buluyor.Bu da adayı tamamen kaplıyor.
Bir gün bu kütle eriyip de denize karıştığı taktirde deniz seviyesinin 7 metre yükselmesine neden olacaktır.
Bu gün bilim adamları eriyip veya erimiyeceği üzerinde soru sormayı çoktan bıraktılar.
Bu gün merak edilen konu ne kadar zaman dilimi içinde eriyeceği olmaktadır.
IPCC "Dünya Klima komisyonu 21.nci yüz yılın sonunda şu seviyesinin 59 santime ulaşacağını söylüyor.
Diğer bilim adamları ise bunun çok daha fazla olacağını idda etmektedir.
Düne kadar bilinmezlik içinde görülen bu Buz adası; sürratla erime periyodu içersinde, deniz seviyesinin yükselmesi ile dünyamızın değişiminin neler olabileceği üzerinde çalışıyorlar.
Bu hızda erimenin getireceği felaketler alarm çanlarının çalmaya başladığı konusunda bi fikir içine sokmuştur.
Bufolo ünüversitesinin detaylı ölçümleri neticesi bölgelere göre 36-118 arası bir deniz yükselmesinin 21 nci yüz yılın sonunda olacağıdır.
Bu rakkamlarda şimdiye kadar yapılan tahminlerin iki misli olduğunu göstermektedir.
Bu yükselmeye toprak kaymaları "kıtaların hareketleri" neticesi olası artış hesap edilmemişdir.
IPCC'nin 2007 verileri 2004 senesi verileri olarak verilmeside bir başka acı gerçeği gözler önüne seriyor.
Bilim adamlarının iklim değişikliği neticesinde son iki sene içersindeki seviyenin yükselmesini, çekilen digital fotoraflarla analize etmeğe çalışıyorlar.
Araştırmacılar yağlanmış börek tepsisindeki hamurun eğilim karşısında kayması ile aynı tutmaktadırlar.Tıpkı hamurun tepsi kenarlarına akması gibi.
Buz kütleleride denizlere doğru bu şekilde kaymakda.
İklim ısınması ile buz tabakasının orta bölgelerinin erimesi,suyun tabana ulaşması, kütlelerin denize kaymasını hızlandıracağıda yapılan gözlemlerle tespit edilmişdir.
Bu da deniz seviyesinin yükselmesi erimeyi katlıya katlıya hızlandıracağıdir.
1997 senesinden 2007 yılına kadar eriyen buz kitlesinin rakkamlara dökmeye kalkarsak her sene 13 kilometre uzunlukda 10 metre kalınlıkda erime olduğu görülmektedir.
1912 yılında Titanik gemisi de böyle kopup eriyen bir buz kitlesinin kurbanı olmuşdu.

Yukarda seyrettiğiniz 3 D filmin sizlere beklenen felaketleri bir ölçüde anlatmaya çalışmaktadır.

Deniz seviyesinin yükselmesi kıyıları olan bütün ülkelerin coğrafyasını değiştireceğini göstermektedir.

Saygılarla.

Salı, Şubat 19, 2008

NEREDEN NERELERE...

Bu gün posta kutuma bir e-mail düşdü.
Bu yazıyı bir Pazar günü 25.Kasım.2007'de Milliyet'de Can Dündar'in yazısında okumuşdum.
Zevkle tekrar okudum.
Yorum yapmak geldi içimden.
Karşıma "zaman" çıktı.
Bana dedi ki "Bak,Gör,Yaşa".


Çankaya sırtlarında oturan Ankaralılar, şehre Reşit Galip Caddesi'nden geçerek inerler. Pek azı bu ismin kim olduğunu bilir. Bu bilinmezlikte belki Dr. Reşit Galip'in 41 yaşında göçüp gitmesi rol oynamıştır, belki de İnönü'yle yıldızının hiç barışmaması...

Rodos'ta doğan Reşit Galip, ortaokulu bitirince kardeşiyle bir sandala binip Marmaris'e gelmiş.

Liseyi İzmir'de okumuşlar.

Kardeşi Hüseyin Ragıp (Baydur) diplomatlığı seçip büyükelçilik yapmış.

Reşit Galip ise İstanbul Tıp'a gidip doktor olmuş.

Öğrenciyken gönüllü olarak I. Dünya Savaşı'na katılmış. Kafkas Cephesi dönüşü öğrenimini tamamlayıp fakültede asistanlığa başlamış.

1923 Mart'ında, hekimlik yaptığı Mersin'e Mustafa Kemal Paşa geldiğinde Paşa'nın huzurunda konuşmuş ve gözlerine doğru bakarak şöyle demiş:

"Muhterem Gazi, sen yalnızca bu milletin bir kahramanı değilsin, sen bunlardan
çok daha büyüksün. Sen bu milletin bir ferdisin. Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir."

Herkesin yüceltme yarışına girdiği günlerde Gazi'yi "milletin bir ferdi" sayan

30 yaşındaki bu hatip, herkesin dikkatini çekmiş.Tabii en çok da Gazi'nin...

Kemal Paşa ona milletvekilliği önermiş ve Dr. Reşit Galip, Ocak 1925'te Meclis'e girmiş.

Bir süre İstiklal Mahkemesi üyeliği yapmış. CHF İdare Heyeti'nde görev almış.

Türk Ocakları'nda, Halkevleri'nde çalışmış. Yine Atatürk'ün isteğiyle Serbest Fırka'ya girmiş. Ve Atatürk'ün sofrasına oturmuş. Onu bakanlığa taşıyan süreç de o sofrada başlamış.

Bu sofra sahnesi pek çok tanığın anılarında vardır:

1931 sonbaharıydı.

O geceki tartışma, Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet'in bir yakınmasıyla başladı.

Esat Mehmet, Atatürk'ün Harbiye'den "tabya öğretmeni"ydi. Kazım Özalp'in "Atatürk'ten Anılar" kitabında (T. İş Bankası Y., 1992, s. 48-49) yazdığına göre konu,

kız öğrencilerin kıyafetinden açıldı. Esat Mehmet, "kızların kısa etek, kısa çorap

ve kısa kollu gömlek giymelerini uygun görmediğini
" belirtti. Bir tamim yayınlayıp daha kapalı giyinmelerini isteyeceğini söyledi.

Bunun üzerine Reşit Galip söz aldı: "Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi" dedi.

"Bu bir geriliktir. Kadınlar eski durumda yaşayamazlar. inkılaplardan en mühimi,

kadınlara verilen haklardır.
Başka türlü, Batılılaşmakta olduğumuzu

iddia edemeyiz."

Sofra gerildi. Gazi, vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan hoşlanmadı.

"Bu konuyu uzatmayalım. Kısa çorap giyip giymemek çok önemli değildir, sonra tartışırız" dedi.

Ama Reşit Galip alttan almadı.

"Af buyurunuz Paşam! Bu, inkılap ve zihniyet meselesidir. Müsaade buyurursanız fikrimizi söyleyelim. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki, sizin huzurunuzda bu sofrada inkılapları zedeleyeceği icraattan bahsedilmesi küstahlıktır, hoş görülemez."

Reşit Galip'in tartışma yaratmasının özel bir nedeni vardı: Halkevi'nde sanatı yaygınlaştırmak için tiyatro çalışmaları yapıyor, ancak sahneye çıkacak kadın oyuncu

bulamıyorlardı. Buna gönüllü kadın öğretmenler için, Maarif Vekaleti'nden izin alamamışlardı.

Reşit Galip

"Bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez" diye kestirip attı.

Atatürk'ün kaşları çatıldı.

"Sözlerinizde müsamahalı, ölçülü olunuz" diye çıkıştı.

Herkes yaklaşan fırtınayı hissetmişti. Ama Reşit Galip bulutların üstüne gitti. 57 yaşındaki Milli Eğitim Bakanı'nı işaret ederek dedi ki:

"Devrimci devrimcidir. insanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Meclis'te bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle yaşlı kimseleri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır."

Atatürk yeniden uyarma gereği duydu:

"Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş olması

sence bir değer taşımıyor mu?"

"Kusura bakma Paşam, taşımıyor! Okuttuklarının içinde sizin gibi bir devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır."

"Sizi de eleştiririm!"

Bunun üzerine Gazi'nin sabrı taştı:

"Bu sofrada hocama ve bir Milli Eğitim Bakanı'na hakaret etmenize müsaade edemem" diye haşladı.

Ama Reşit Galip sineceği yerde hepten üste çıktı:

"Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız,

sizi de eleştiririm. Mesela Rose Noir'a verdiğiniz 15 bin liralık kredi mektubu da

siz yaptınız diye hata olmaktan çıkmaz."

ilk kez Atatürk'ün sofrasında Atatürk bu kadar sert eleştiriliyordu.

Reşit Galip'in sözünü ettiği Rose Noir, Beyoğlu'nda, Rus karı-kocanın işlettiği

bir barın adıydı. Atatürk bir gece oraya gitmiş,

mekanın sahibi Madam Senya'dan "İş Bankası'ndan kredi alamıyoruz"

yakınmasını dinlemiş ve orada bir kağıda İş Bankası Genel Müdürü'ne hitaben

"yardımcı olunması" isteğini yazmış, Rus çifte vermişti.Reşit Galip bu iltimas talebini eleştiriyordu.

Atatürk bu kez kızmadı;

"Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin" diyerek kibarca Reşit Galip'i sofradan kovdu.

Ama genç devrimcinin yılmaya niyeti yoktu. Yıllar yılı bir efsane gibi anlatılacak

çıkışını o an yaptı:

"Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır."

(*) Atatürk kendi fikirleriyle kendisini vuran bu genç adama baktı, sonra yanındakilere dönüp

"Öyleyse biz kalkalım" dedi.

Sofradaki bütün heyet ayaklandı; Reşit Galip'i sofrada yapayalnız bırakıp çıktılar.

Bu müthiş sahnenin devamı daha da ibret vericidir:

Reşit Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı'nda pencere kenarındaki bir koltukta geçirir.

Atatürk uyandığında Genel Sekreteri'ne Reşit Galip'i sorar.

"Sabaha kadar bekledi, mahcubiyetini size iletmemizi istedi. Ankara'ya gidecek kadar

borç para istedi. 25 lira verdik" derler.Atatürk

"Ankara'ya gidecek adama 25 lira mı verilir.Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira

verseydiniz" der.

Sonra "Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor.

Parası yok ama cesareti var" diye ekler.

1932 sonbaharında Atatürk, Reşit Galip'in Ankara Radyosu'ndaki bir konuşmasını dinler; "Devrimleri her yerde, herkese karşı savunacağız. Gerekirse babamıza ve
çocuklarımıza karşı bile
" demektedir.

Atatürk birkaç gün sonra kendisini yeniden sofraya davet eder.Hemen yanındaki sandalyeye buyur eder.Onun yanına da, hocası Esat Mehmet'i oturtur.

Ve orada yeni Milli Eğitim Bakanı'nın 39 yaşındaki Reşit Galip olduğunu açıklar.

Rose Noir olayı mı?

Onu da hatırlatalım:

İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş, Atatürk imzalı kağıdı alınca

doğruca Dolmabahçe Sarayı'na gelmiş, Ata'nın ricacı olduğu krediyi vermeye

kuralların uygun olmadığını bildirmiş, talebi reddetmiştir.

Reşit Galip'in bakanlığı sadece 13 ay sürdü. Bu süre içinde Darülfünun'dan üniversite reformunu başlattı. Öğretmenlere genel bütçeden maaş ödenmesini sağladı.

Eşi Zübeyre Hanım'ın deyimiyle "deli gibi çalışıyor" ama Atatürk'e çıkışacak kadar ayarsız dili yüzünden her gün işe cebinde istifa mektubuyla gidiyordu.

Aslında Atatürk'le araları iyiydi. O Gazi'ye "Paşam", Gazi de ona "Doktor" diye hitap ederdi.

Torunu Feyhan Oran'a "Peki ne oldu da ayrıldı?" diye sordum.Bir gün sofradan ayrılırken, Atatürk, "Seni eve ben bırakacağım" demiş. Eve bırakınca o da saygıdan, "Ben de sizi uğurlayacağım Paşam" karşılığını vermiş. Ama kendisinin arabası olmadığından yürüyerek uğurlamış.

O gece zatürree olmuş.

Dinlenmesi tavsiye edilince 1933 Ekim'inde görevden ayrılmış.

1934 yazında Moda'daki bir deniz kazasında kızlarını kurtarmaya çalışırken akciğerlerini hepten üşütmüş.

Bir mucize eseri kurtulduğu bu kazadan sonra ölümü bekleyerek, hastalığını takip etmeye başlamış. Keçiören'deki bağ evinin kütüphanesine demir yatağını taşıtıp
yedi ay kitaplar arasında yatmış.

1934'te, 41 yaşında hayata veda etmiş.

"Öldüğünde cebinde 5 lira parası varmış" dedi hiç görmediği torunu Feyhan:

"Anneannem üç çocuğunu büyütebilmek için Afet İnan'dan yardım istedi.

Atatürk'ün yardımıyla krediyle bir ev aldılar. O evin bir odasına sığışıp

diğer daireleri kiraya vererek geçindiler."

Her sabah okul öğrencilerini güne başlatan "Türküm doğruyum çalışkanım" andı

var ya... Geçenlerde sevgili hocam Prof. Dr. Baskın Oran'ın eşi Feyhan, "Biliyor musun o andı kim yazdı?" diye sordu.

"Kim?" dedim merakla...

"Dedem."

"Deden kim?"

"Reşit Galip..."

İnanılır gibi değil. Ne o andın 1933'ün 23 Nisan günü Reşit Galip'in kaleminden çıktığını

biliyordum Ne de Feyhan'ın Atatürk döneminin Maarif Vekili Reşit Galip'in torunu olduğunu...

Feyhan ilkokulda her sabah içtiği andın dedesinin kaleminden çıktığını

ilkokul sonda annesinden öğrenmiş.

Saygılarla.

(*) Dolmabahçe Sarayı'ndaki o gecenin üzerinden dört ay geçmiş. Gazi, Çankaya'daki eski köşkte dostlarıyla. Bir ara Dr.Reşit Galip'ten de söz açılacak. Gazi:

"-O nerelerde? Hiç görmüyorum." diyecek ve biraz sonra da yaverine, Çankaya'da yakınlarda bir yerde oturan doktoru çağırmalarını söyleyecek. O Çankaya gecesinin tanıklarından biri de Yakup Kadri Karaosmanoğlu. Ondan dinleyelim:

"-Reşit Galip, yemek salonuna girdiği vakit, hepimiz. Zorlu bir imtihan devresi geçirecek sanıyorduk. Fakat her şey hafif bir şaka içinde geçti. Reşit Galip'e sofrada yer gösterip oturttuktan beş on dakika sonra, dışarıdan iki nöbetçi eri çağrıldı. Mustafa Kemal: 'Şu efendiyi oturduğu yerden kaldırınız!' dedi ve iki kuvvetli Anadolu çocuğu, bir hamlede Reşit Galip'i kucaklayıp havaya kaldırdılar. Mustafa Kemal gülerek:

'-Biz adamı böyle kaldırmasını da biliriz!' dedi.

Ve bu sahne, bu söz, Reşit Galip'in üç dört ay evvel Dolmabahçe Sarayı'ndaki sofrada:

'-Sen beni buradan kaldıramazsın! Çünkü bu saray ve bu sofra milletindir!'sözüne bir cevaptı."

Pazartesi, Şubat 18, 2008

DENİZLERİ SÜRRAT YOLU OLARAK KULLANIYORLAR.



Denizleri "Okyonusları" sürrat yolu gibi kullanıyorlar.Rotalarına sahip çıkıyorlar.Her türlü şartlarda, konaklama yerlerine sadık kalıyorlar.
Şimdiye kadar köpek balıklarının başı boş olarak denizlerde yüzdükleri sanılmaktaydı.
Yapılan araştırmalar, bunun tam aksini ispatlamakda.
Bir çok cinslere takılan sensorlar neticesinde, onlarında tıpkı göçmen kuşlar gibi, birer rotaları olduğu görülmüşdür.Bu göcü tıpkı sürrat yolarında hareket edercesine çok büyük sürratle yaptıkları gözlenmişdir.
Beyaz köpek balığı olarak tanıdığımız cins, bu göcü en başarıyla sürdürenlerin başında gelmektedir.
Kaliforniya ünüversitesinin yapmış olduğu araştırmalarda; takmış oldukları sensörler sayesinde, bu göç sırasında nerelerde mola verdikleri, hangi yolları tercih ettiklerini tespid etmişlerdir.

Bu güne kadar onların başı boş olarak denizlerde dolaştığı zannediliyordu.
Denizlerde avlanabilecekleri yerlerde konuşlandığı sanılmaktaydı.
Çekiç köpek balığının, Doğu Pasifik Okyonusun da seçmiş olduğu rota üzerinde çok büyük sürratle hareket etttiğini, verdikleri molaların her zamanki yerler olduğuda yapılan araştırmalar neticesinde tesbit edilmişdir.
Tercihlerini kıyıya paralel adalar veya deniz altındaki volkan çevreleri olarak seçmektedirler.
Böylelikle yok olma tehlikesini de bir noktada garantilemektedirler.Bazı turistik gezilerde onların mola noktalarında daha yakından yaşam tarzlarını gözlemek imkanıda olmaktadır.
Araştırmacı "Jorgensen" 150 beyaz köpek balığı üzerinde yapmış olduğu incelemede kış mevsimi başlangıcında Kaliforniya sahillerindeki fox balıkları kolonilerini terk edip daha sıcak sulara doğru göç ettikleri görülmüşdür.Bu göcün avla ilgili olmadığıda bir başka teoriyi göstermektedir.
İlk istasyon olan Meksika ve Hawai arasında bir bölgede toplanmaktadırlar.Bilim adamları oraya kahve molası adını vermişlerdir.Burada bir lokma yemek bulma karşısında bir çok cinsin orada mola vermesi görülmeye değer olarak nitelendiriliyor.
Köpek balıklarının popülasyonları çok fazla avlanılması karşısısnda gittikçe tehlikeli bir durum aldığıda yapılan araştırmalar neticesinde görülmüşdür.
Son yapılan araştırmalar neticesinde, kullandıkları rota üzerinde ve mola istasyonlarında avlanmanın, kanunlarla kontrol altına alınması, denizlerin bu cinslerini koruma altına alacağıda görünen bir gerçekdir.
Saygılarla.

Pazar, Şubat 17, 2008

PAZAR SABAHI BİR RESİM !!!



Internetde gezinti yaparken bu hafta çekilmiş bir resim gözüme takıldı.
Huzur ve sesizliğin göstergesi gibi.
Karlarla kaplı dağlar, "uykuya dalmış pamuk prenses".
Koskaca kum dalgaları, sesizliğin tımsali, kaplıyor çevreyi.
Suriye'yi, Ürdün'ü,Irak'i kucaklamış.
Lübnan'nin karlı dağlarının biraz aşağısında;İsrail'ın en büyük göllerinden biri 165 Kilometrekare olan deniz seviyesinden 213 metre aşağıdakı,Genezareth.
Yaşam veren bölgenin en büyük su rezervesi göz kırpıyor.
Kahverengi ile resmi süsleyen kum dalgaları arasında sıkışmış stepler; buralarda dünyanın en ünlü Arap atları dünyaya gözlerini açarlar.
Bu uyuyan güzelin gerdanlığı Fırat ve Dicle'yi de görmeden geçemeyiz.
M.Ö. 3500 seneleri buralarda yaşıyan medeniyetleri arkeologların buluşları ile öğrendikçe dudak ısırmakdan geri kalmıyoruz.
O medeniyetlerin beşiği olan bu bölgeye zaman mevfumu içinde kutsal inançların doğumu ile bir başka değer kazandırmışdır.
Bu güne dek uzanan inançların beşiği olan topraklar.
Resme baktığımız zaman bize bu pazar bunu anlatıyor.Binlerce kilometre yüksekden bir Satelitin gözünden.
İnsan oğlunun ayakları bu topraklara bastığı zaman onu bekliyen acı hakikat ise.
Terör ve vahşet.Her gün buralarda insanlar ölüyor; toprağa karışan kanlar,ölen çocukların çığlıkları.
Belki bir pazar günü bu dünya da bir internet paylaşıcısı sayfasına bir resim koyacaktır.
O resim bu sefer o topraklarda, gökde dolaşan bulutları, yıldızları,günes'i görselliyecektir.Huzur ve dostluk içindeki bahçelerinden.
Hayılı pazarlar.

Saygılarla.

Cumartesi, Şubat 16, 2008

CIZGILER...


Iyi hafta sonlari.
Saygilarla.

Cuma, Şubat 15, 2008

ÇOCUK ve POLİS...


Internet gazetesinde bir haber vardı.
* Sıradan bir haber.
Polis ile gösterici çocuk ...
"Batman'da terör örgütü elebaşının yakalanış gününde 19 Mayıs
Mahallesinde bir grup gösterici, aralarına çocukları da alarak polise
taşlı saldırıda bulundu".
Müdahalede bulunan polis, taş atan çocuklardan, göstericilerin
yanından ayrılıp yanlarına gelmelerini istedi.
Yanlarına gelen çocuklara nasihatte bulundu."Siz onlara uymayın. Evinize gidin. Yarın karakola gelin sizlere ayakkabı dağıtacağız".
Bunun üzerine bazı çocuklar, karakol amiri Sönmez'e "Bize bilgisayar da
alacak mısın?" diye sordu?
Karakol amiri "Benim evimde bile bilgisayar yok. Size nasıl alayım".

Karakol amiri ile çocuklar arasında yaşanan samimi diyaloğun ardından,
çocuklar göstericilerden ayrılarak sessizce dağıldı.AA.

Resme baktım en fazla 12 yaşında idi.
Polis amcası bir gün emekli olacak.
Belki o zaman; bir interneti olacak; benim gibi internet sayfalarından sıradan bir
haber okuyacak.
12 yaşındaki çocuk şimdi; haberin içinde....?..... olarak geçecek.
Birilerinin bu haberi sıradan değilde.
Bataklığın nasıl oluşduğunu görerek okuması gerekir.
O küçük bügün bizim çocuğumuz, ya yarın !!!
Yorum sizlerin.
Saygılarla.

Perşembe, Şubat 14, 2008

YAZISIZ.


Degisdim ???

SEVGİLİLER GÜNÜNE BAKIŞ...


Niçin 14.Şubat.Valentinday "Sevgililer günü olarak kutlanır".
Şubat ayının ondördü bir çok ülkede; bilhassa İngiltere ve Amerika'da sevgililere adanmışdır.
Sevenler birbirlerine kart atarak ufak hediyeler vererek kutlarlar.
Peki bu günle sevginin bağlantısı ne olabilir.Bu konumda bir çok rivayet olmasına rağmen, günün gizemi hala cözülmüş değildir.Ekonomik boyutlarıda bu güne bir başka önem kazandırdığıda başka gerçekdir.
* 14.Şubat Terni'li Aziz Valentin'e adanmış bir gün.
* 14.ncü yüzyılda İngiltere ve Fransa'da genç sevgililerin kutlanıldığı gün.
* Bazı araştırmalar Romalılar devrinde delikanlıların loteri gibi genç kızların isimlerini çekerek eylendikleri gün olarakda geçmektedir.Böylelikle bu eylencede yalnız kişi kalmamaktadır.
* Başka bir anlatıma göre ücüncü yüzyılda aziz Valentin ile ilgili. Roma da hıristiyanlık yasak olmasına rağmen İmparator Cladius hıristiyan adetlerine göre bir papaz tarafından nikahı kıyılmış askerler tarafından gizlice çiçekler verilmişdir.
Daha sonra papaz 14.Şubat'da idam edilmişdir.
* Bir başka teori ise, orta çağın inançlarına göre 14.Şubat'da yabani kuşların çiftleşme başlangıcı olarak anılır.Fransa ve İngiltere'de Valentin ve Valentine adı altında sevgililer bir sene müddetince nişanlanarak beraber olurlardı.Bu durumu bir çok generasyon devam ettirilmişdir.
* Bir mitolojik anlatımına göre, ilk delikanlının genç bir kızın evinin önünde sevgisini ilan etmesi dolasıyla bu güne Valentin tag sevgiler günü verilmişdir.
* İngiltere'de bu günde genç çiftlerin ilerdeki eşlerini belirlediği gün olarakda geçmekteydi.
* Orta çağdan günümüze kadar akıp gelen bu anane her 14.Şubat'da kutlanmakda olup o günlerde hediye,ziyafetler büyük dans partileri,Sevgiler günü ile faschingin"maskeli sokak eylenceleri" başlaması olarakda görülmüşdür.
Günümüze kadar gelmiş olan "Sevgililer Günü" ister ekonomik günlerden biri daha diye söylensede; sevgiyi simgeleyen bir gün olması nedeni ile insanlığın yaşamında sevgi olduğu müddetçe yerini alacakdır.
Nerede olursa olsun bütün sevenlerin gününü kutlarım.
Saygılarla.

Çarşamba, Şubat 13, 2008

Şiir defterinden. 'Devr-i Alem'


Göründü memleketin iç yüzü,çöktüyse temel.
Şimdilik harice karşı yüzümüz olsa dahi
Yüzümüz yok bakacak kabrine ecdâdımizın.
Tükürür zannederim çehremize, vatanın tarihi.
1943

Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden,
Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.
Kara bir kinle taassub pusudan çıktı yine,
Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bürüdü.
Kim demiş kanun alınmıştır ayaklar altına,
Böyle bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir.
Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede,
Kaldırım olmazsa kanun-i hükümet çiğnenir.
1918

Kime sordumsa seni dogru cevap vermediler
Kimi alçak, kimi hirsiz, kimi deyus dediler.
Künyeni almak için partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre, simdi o mebus dediler.
1912

Kimse ta'yib edemez biz kafa,göz yarsak da,
Döğüşe,kavgaya var milletin elbet hakkı,
Yatalı beş senedir sade mısır ekmeğine,
Kalmadı halkımızın Hind horozundan farkı!
1915

Kim demiş bizde bir demokratik idare yoktur,
Ne demek,olmasa elbet dışarıdan alırız.
Şir edip karne usulüyle o gümrük malını,
Karaborsaya verir,biz bize benzer kalırız.
1932

Saygılarla
2008

Pazartesi, Şubat 11, 2008

GENE KANDIM...


Son günlerin trendi İnci.
Değerin; değer kazandığı kelime oldu birden.
Birileri aldı, onu eş değer koştu.
Asırların süsü birden benzetme oluverdi.
Unutmayın diyorlardı o değer bir istiridyeden çıkar.
O değeri koruyan bir kabuktur.
Nasıl benzetme ise !!!
14 Şubat sevgililer günü...
Gittim çarşıya iki kilo İstiridye aldım.
En irilerinden.
Kendi elimle sevgiliye bir gerdanlık yapayım diye.
Yeni kelime girdi dağarcığıma.Hüsran...
Gene kandırdılar beni...
Meğer her istiridyeden İnci çıkmazmış...
Saygılarla.

KARDAN ADAM !!!


Kardan adam kış mevsiminin vaz geçilmez simgesi.
Çocukların aklında her zaman kalan bir simge.
Kardan adamı nasıl yaparız ?
Önce avuçlarımıza bir miktar kar alır, onu sıkısıkı bir top haline getiririz.
Bu adamımızın kern noktasıdır.
Sonra ?
Onu çevremizdeki kar tabakasında yuvarlamaya başlarız.
Burası ustalık ister.Ne bu işlevi çabuk yapmalıyız; ne de yavaş her ikiside yapmak istediğimiz simgeye zarar verir.
İlk etapda büyükçe bir top bu adamı simgelemez.Sadece merak uyandırır..
Aynı kararla ikinci topu yaparız.Çocukların kafasında yavaş yavaş şekillenmeye başlar.
Son top artık diğerleri kadar büyük olması gerekmez.
Artık kardan adamımız kabaca ortaya çıkmıştır.
Bundan sonrasına devam etmemize ihtiyaç kalmaz.
Onu istediğimiz gibi şekillendirmek çocuklarımızın eline tutuşturacağımız.Gereçlerdir.
Kışın simgesi Kardan Adam artık ortaya çıkmıştır.
Tabii bu ebediyen kalıcı değildir.
Bir bakmışsınız bir anda güneş çıkar ortaya.O ortaya çıkanca, kışın simgesi yavaş yavaş erir gider.Erimekle kalsa iyi her taraf çamurla kaplanır.
İşte böyle bir şeydir.Kardan adam yapmak.
Saygılarla.

Cuma, Şubat 08, 2008

RAFLARDAKİ ÇORBALIKLAR


Büyük marketlerde rafları dolduran hazır çorbalıklar.Bu gün çalışan kesimin kolaylıkla sofralarını süsliyen gıda maddelerinden bir tanesi.
Satın aldığımız bu gıda maddelerinde bizleri aydınlatan bölümü; ufacık yazılarla basılmış.Nasıl hazırlıyacağımız,içinde bulunan maddeleri gösteren yazılar kısmende gr.la gösteriliyor.
Çoğumuzun anlamadığı bazı işaretler...
Bu kadar bir açıklama çoğumuzun anlamamasına karşın yeterlimi ?
Yazılmıyanlar acaba varmı ?
Üreticinin hazırlanışında gizli tuttuğu lezzet sırrı adı altında sakladığı maddeler nelerdir?
Glutamat (E 621-625), İnoşinat(E631-632) ve Guanylat (E627-628) bu gibi kimyevi maddelerin üretici firmalar tarafından belirtilmesi istenmemişdir.
Burada anlatmak istenilen şey bu gibi kimyevi maddelerin miktarı ve rizikoları hakkında bilinmesi gereken bazı noktalar vardır.
Çocuklarımızın zevkle içtiği harflı çorbalar,konserve içinde acılı Jili fasulyesi.
Bunların genteknikle bağdaştırmak hiç aklımıza gelmemişdir.
Bu yukarda verilen iki örnek binlercesi daha rafları doldurmaktadır.
Bizlere bu konuda üretici tarafından her hangi bir bilgi verilmemektedir.
Kırılma noktasıda genteknik bu durumda gıda maddelerinin hazırlanışı, lezzet ve daynıklılık periyodu içersinde katılan kimyevi maddelerin genteknikle meydana gelen maddeler olduğudur.Böyle olduğu için bizlere açıklanması diye bir zaruret ortaya çıkmamaktadır.
Bu durum uzun zamandır AB tarafından masaya yatırılmasına rağmen topluluğun 27 üyesinin bir araya gelip bu konuda hazırlıklı olmaması, bu durumu çıkmaza sokmuşdur.
Tüketici olarak bu gibi gıda maddelerinde detayları olarak değilde, kısaca bu gıda maddesinde Genteknik var veya yok diye belirtilmesidir.
Bu durum bazı firmaların imajını kaybedeceği korkusu bazılarının kullanmış olduğu normların ne derece sağlık konusunda sorumlu olabileceği akla gelen ilk konumdur.
Eğer bu gün kullandığınız gıda maddelerini doğal yollarda seçtiğimiz zaman bu gibi rizikoları kısmen azaltmiş olabiliriz.
Kısmen azaltabilirsiniz dememin nedeni doğadan aldığımız gıda maddelerinin yetiştirilmesi sırasında katılan bazı kimyevi maddelerinde genteknik kullanılarak hazırlanması nedenidir.
Bu gün bazı konumlarda,bazı haklar için günlerdir,"bazı haklar konusunda çırpınılmasına karşın".Tüketiciye ise seçme hakkı verilmemektedir.
Bu gün tüketilen et de bunun içine girebilmektedir.Hayvan yemleri içindeki kimyevi maddeler hangi Yeşil Genteknikle üretilmişdir?
Glutamat (E621-625) % 95 olarak Genteknik prodeksiyonudur.
Bu gün bazı ismini açıklamadığım firmalara sorulduğu zaman bu kimyevi maddelerinin çoğunluğu natur element Glikozdan üretildiği söylenmektedir.
Bu gün bir çok intütülerin yapmış olduğu araştırmalar Glikozun üretimi Genteknikle bağdaşdığı bilinen gerçekdir.
Bu gün tüketici olarak sağlıklı beslenmeyi benim tercihime bırakılması; ama bügün raflardaki ve marketlerdeki gıda maddelerinin üzerlerine genteknikle üretilip / üretilmediğine dair iki satır yazının yazılması başlangıç olarak ilk adım olabilir.
Bu gün aşağı yukarı her tüketici bu konuda internet kanalları ile bazı kimyevi maddelerin insan sağlığındaki rizikolarını öğrenebilir.
Belki bir poşet çorbanın içindeki kimyevi maddeler insan sağlığına zararı çok azlarda kalmasına rağmen.Bilinen bir gerçekde vücudumuzun depolama sistemi bu durumu
vahimleştirebilir.
Genteknikle vücudun bağışıklık sağlaması ne kadar bir zaman dilimi içersinde olacağı bu arada rizikoların sağlığımız açısından hangi boyutlara ulaşacağı halen gizemini saklamaktadır.
Saygılarla.

Perşembe, Şubat 07, 2008

EY TÜRK GENÇLİĞİ !




Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini,
ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur.
Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir.
İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek istiyecek,
dahili ve harici, bedahların olacaktır.
Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen,
vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan
ve şeraitini düşünmeyeceksin!
Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklal ve Cumhuriyetini kastedecek düşmanlar,
bütün dünyada emsali görülmemiş galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş,
bütün tershanelerine girilmiş, bütün ordular dağıtılmış
ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere,
memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar
gaflet, dalalet ve hatta hiyanet içinde bulunabilirler.
Hatta bu iktidara sahipleri şahsi memfaatlerini,
müstevlilerin siyasi emelleriyle tehvit edebilirler.

Millet, fakru zaruret içinde harapve bitap düşmüş olabilirler

Ey Türk istikbalinin evladı !
İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen,
Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurmaktır !
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

M. Kemal ATATÜRK

Salı, Şubat 05, 2008

Depresyon "Halk hastalığı"



Depresyon ; sinsi bir rahatsızlık, çoğunlukla kişinin kendi başına mücadele edemiyeceği ,psikolojik hastalık. Ailevi veya iş hayatının getirdiği stres'in meyveside diyebiliriz.
Bu gün onun kolları arasında kıvrandığımız halde, çoğu zaman bizlerin gizemi olarak kalmışdır.
Çoğumuz bu durumu uzman doktorlarla paylaşmadan çok uzağız.Bu durum bizleri itimatsızlık sendorumuna doğru sürüklemektedir.
Uzun çalışmaların sonucu olarak bu rahatsızlıkla mücadele edebileceğimiz bir çok metodlar bulunmuşdur.
Şans,sevinç,beklentiler; insanın yaşadığı,hissetiği anları deprasyonla birlikde yaşamak.WHO,
Dünya sağlık organizasyonun yapmış olduğu açıklamada insan sağlığı üzerinde negativ olarak yer alan rahatsızlıkların bile deprasyon kadar tehlikeli olamıyacağını söylüyorlar.
Bu gün yaşadığım ülkede "Almanya" çok tehlikeli boyutlara ulaşmış durumda. 4 Milyon insanın yaşadığı söylenmektedir.
2020 yıllarında Kalp hastalıklarının bu rahatsızlık karşısında ikinci sıraya düşebileceği yapılan testler sonucunda ortaya çıkmışdır.
Depresyon rahatsızlığının yoğunlaşması ölümlerin artışına yol açacakdır.
Ulrich Hegerl, şef pisikiyatri Uniklinik Leipzig ve orada çalışan uzmanların yapmış olduğu tesbitler, bu rahtsızlığın intiharları en yüksek noktalara kadar çekeceğini söylemektedir.Bu gün % 90 pisikoloji rahatsızlıklarının deprasyonla başladığı bu rahatsızlığın trafik kazalarında ölenlerin iki katı kadar ölümle sonuçlandığı bilinen bir gerçektir.İntiharlarda bu sayıya paralel olarak gitmektedir.
Depresyon ruhumuzu karanlığın içine sokmakla kalmayıp, aynı zamanda beynin dengelerini bozup, hormon bozukluklarına da yol açmakda, en fazla da stres hormonun yükselmesiyle, vücudumuz diğer hastalıkların cirit atacağı bir alan şekline geliyor.
Depresyonun davet ettiği rahatsızlıkların başında "Kalp krizi,Beyin kanamaları,şeker hastalıkları".
Bu gün çevremizde romatizma veya kanser rahatsızlıklarından müzdarip kişilerin dertlerini rahatlıkla anlatmalarına karşın, depresyon rahatsızlığı ise toplum arasında gizemini muhafaza etmeğe devam etmektedir.Bu rahatsızlığın diğer hastalıklar kadar ciddiye alınmaması karanlık sayıların daha da artmasına yol açıyor.
Bu durum içinde kalan kişiler hiç bir zaman kendi kendilerine bu hastalıkla mücadele edemiyeceklerini Pisikiyatri kliniği Lübek baş profesörü Fritz Hohagen de söylemektedir.
Sözlerine ek olarak rahatsızlığın ilerlemesi ile bir çok organlarımızda çalışamaz hale gelmesi olanakların içindedir.Gittikçe kişinin aile bireyleri ile kopukluğu,günlük yaşamı içinde alışveriş
daha sonraları da vücud temizliğine ehemmiyet vermemesine kadar gidebilecek arazlar.
Gözle görülebilecek derecede yaşam arzusunun eksilmesi,devamlı olarak yorgunluk hissetmesi,
uykusuzluk,konsantrasyon eksikliği,suçluluk hislerinin yoğunlaşması,çevresine karşı itimatsızlık,
kendine karşı güveninin gittikçe kaybolması rahatsızlığın belli başlı faktörleri olarak görülmektedir.
Bu durum karşısında aile bireyleri veya çevresindeki kişilerin yardım çabalarının hiç bir fayda vermiyeceğide uzmanlar tarafından altı çizilmektedir.
Aile birey veya çevresindeki kişilerin hafif rahatsızlıklarda yardımcı olabileceğine karşılık, depressiv rahatsızlıklar karşısında yapabilecekleri hiç bir olanak yoktur.
Bu halk hastalığı olarak da adlandırabilinir; zaman zaman yaşam tarzlarının getirdiği zorluklar karşısında, bu rahatsızlığın en yüksek noktalara kadar ulaştiği,zaman zaman karşısında alınan bazı önlemlerle büyümenin durdurabilineceği var sayımlar arasındadır.
Bu durumlar karşısında yapılacak en önemli unsur hastalığın başlagıcı sıralarında uzman kişilere gidilerek yardım almak alacakları terapi ve ilaçlar sayesinde dönüşü olmıyan yola girmemekle bu hastalığı yenebileceğimizi yapılan araştırmalar neticesinde önlenebilineceği söylenmektedir.
Çağın bu tehlikeli rahatsızlığa karşı yapılacak en önemli adım tabuları yıkmak en kısa yoldan kendi kararlarımız çerçevesi içersinde ilk yardımı alabilmemiz.
Kendi başımıza hiç bir zaman cözemeyeceğimiz problemleri uzman kişilere biraz itimad ederek yardım almamızdır.
Saygılarla.

Pazartesi, Şubat 04, 2008

E- SIGARA


Elektronik, sigara tiryakilerininde hayatına girdi.
Sigara illetinden kurtulmak için,nikotin içeren yakılar,çıkletlerden sonra E-Sigaralar piyasaya sürülmeye başladı.
Yeni Zellandalı uzmanlar uzun çalışmalar sonunda E-Sigaraları yaptılar.Bu sigaralar nikotin içermesine rağmen tütünün vermiş olduğu zararı minimuma indirdiğini söylemektedirler.
Nikotin kana karışması ile 7 saniye içersinde beyine ulaşmakda olup, oradaki sinir sistemine aktivetelerini göstermektedir.
Uzmanların yapmış olduğu testlerde E-Sigarasının tıpkı normal sigaraların görümünde olması
uç kısmındaki led ile yanan bir sigarayı andırması, bu arada çıkartmiş olduğu suni duman ile
sigara tiryakilerinin sigara içimine cevap verdirilmeye çalışılmıştır.Bu arada bir miktar nikotin de unutulmamıştır.Bir zamanlar çıklet veya yakı ile alınan nikotin, bu şekilde daha da real bir şekil almışdir.
Klinik Trials Research Unit ünüversitesi Auckland da yapmış oldukları testler neticesinde kişinin E-Sigaraları ile Nikotine daha çabuk ulaşdıkları.Sigara bırakma terapisinde bu tip sigaranın şimdiye kadar kulanılan çeşitlerine karşı daha etkili olduğu görülmüşdür. Dr. Hayden McRobbie, normal sigaradan içe çekilen nikotin dumanın bu tip E-sigaralarda olamadığını bir avantaj olarak görmektedir.
Tiryakilerin sigarayı bıraktikdan sonra ki devirlerde tekrar başlama isteği.E-Sigara tiryakilerinde görülmemektedir.Sağlık kurumlarının ilk etapda sigara bırakma terapisi sırasında E-sigaranın diğer çeşitlere nazaren daha çok yardımcı olduğunu söylemektedirler.Bu sigara ile her ne kadar nikotin bağımlılığı devam etmekle beraber.Tütün içindeki diğer maddelerin olmaması herşeyden önce zift gibi çok büyük zarar veren maddenin bulunmaması en büyük avantaj olarak görülmektedir.
E-sigarayı eğer normal sigaraya alternatif olarak görmek en büyük yanlış olur.
E-sigarayı ilk etapda normal sigaranın vermiş olduğu diğer zehirlerden arınmış olması ile değerlendirebiliriz.
Hiç sigara içmiyen bir kişinin kullanması ile sigara alışkanlığına bu E-sigara ile başlıyabileceği diğer bir gerçekdir.
Uzmanların sigara bırakma terapisi içersinde bu alternatifin diğer yedekler arasında en iyi
yeri aldığı kanaatindeler.
Eğer yapabiliyorsanız.Sağlığınız için hiç sigara içmemeniz.Eğer bırakma olağınız olmadığı taktirde bu konuda uzman kişilerden bilgi alarak tercihinizi yapmanızdır.
Saygılarla.

Pazar, Şubat 03, 2008

BURKA "Yeni Trend"


Evet Burka nihayet Avrupa'nın yeni trendi olmaya başladı.
İngiltere de "Goggle Çeket" adı altında piyasaya sürüldü.
Çeket tamamen yüzü kapatmakta; gözlerde büyük bir gözlükle kapatılmakda.
Her ne kadar bu yeni modayı gülünç bulsalarda.Polisin de bu ceketlere her hangi bir itirazı olmamakda.
Peter Webster,Carter firmasının sözcüsü 3 hafta içersinde 450 nin üzerinde ceketin güney İngiltere de satıldığını söylemekde.
Butiklerde pek ilgi görmesede.Büyük mağazalarda satışların iyi gittiği görülmekde.
Çeketi inceliyecek olursak; kapsonla yüzü içine alan büyük gözlükle de tamamlıyan bir ceket.
Bir çok firmalar bu ceketi 70 ile 120 Euro arası piyasaya sürmekde.Alıcılar 15 ile 25 arası erkekler.Kadınlarada Pseuda - Burka adı altında sunulmakda.Siyah, Pembe, Crem renkleri arasında seçim yapıla bilmektedir.Bazı İtalyan firmaları deri üzerine çalışmalar yapmaktadır.
Hoş geldin Burka Avrupa'ya, her ne kadar erkekler giysede.
Bakalım bizde ne zaman yüzünü gösterecek, belkide bir tarza rakip olacak.
Saygılarla.

Cumartesi, Şubat 02, 2008

GLOCK "HAYALET TABANCA"


GLOCK NEDİR?

Glock tabancanın temsilcisi Erdoğan, silahın 1963 yılında makina mühendisi Gaston Glock tarafından, plastik ve madeni parçalar üretimi amacıyla kurulduğunu, Glock firmasının, 1980 yılı başlarına kadar küçük askeri ürünlerin tasarımıyla da üretimini desteklediğini, aynı yıl Avusturya ordusundan yeni ve modern bir hizmet tabancası tasarımı için davet alması üzerine bu silahı ortaya çıkardığını anlattı ve “devrim niteliğindeki polimer gövdeli, emniyetli mekanizma sistemine haiz, yarı-otomatik Glock” tarifi yaptı.
Türkiye sıraya girdi suikast silahı alacak!

Talep patlamasına MKEK'den çözüm: Herkese bir Glock

Devletin ithal kararı aldığı Glock tabanca, önce sivillere sunulacak. Parasını yatırıp Glock alabilmek için sıraya girenler çok olunca, herkese sadece 1 Glock verilmesi kararı alındı. Glock yetkilisi, “Bu, ilk kez oluyor” dedi.

Kamuoyun “hayalet silah”, “suikast silahı” olarak adlandırılan, pekçok faili meçhul cinayette kullanıldığı belirtilen, son olarak Ergenekon Terör Örgütü’nün yazar Orhan Pamuk’a suikast için aradığı haberleri çıkan ‘Glock’ marka tabanca, artık Türkiye’ye kaçak yollardan değil, devlet tarafından ithal edilerek girecek. Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’nun (MKEK) 825 Glock tabanca ithali anlaşmasının ardından; çok sayıda müşterinin parasını yatırarak sıraya girdiği; talebin çok olması nedeniyle “Herkese bir Glock” verilmesi kararı alındığı açıklandı. Silahın önce sivil pazara sunulduğu, askerlerin ise deneyeceği ve beğenirse isteyeceği bildirildi.

İnsanın yazıyı okuyunca tüyleri diken diken oluyor.
Hayalet,suikast; kelimeler namludan çıkan kurşun gibi beyinlere saplanıyor.
Avrupalı üretiyor.Bizlerde onlara sahip olabilmek için yarışıyoruz.
Hemde devletin kurumları vasıtası ile.
Neden diye sorgulasak hiç olmazsa kaçağı önlüyoruz diye cevap alırız.
Peki bu silahı üreten ülkelerde talep ne kadardır.Hiç onu sorguladıkmı ?
Şöyle biraz inceleme yaptım.
Talep yok sivil toplum arasında.Belkide komşu ülkeler ?
Gene yok.
İhtiyaç duyulmamasının nedeni acaba diye düsünüyorum...
Aldığım cevap hep aynı oluyor.
- Beni koruyacak kurumlar var, hukuk var.
- Meraklısı yokmudur; silah sahibi olmaya?
- Olmaz olurmu bunu hobi yapan insanlar var.Koloksiyon yapanlaratış poligonlarına gidip hobi,sport olarak kullananlar.
- Onlarında silah sahibi olmaları için ruhsata ihtiyaçları varmı ?
- Tabiki var.
- Peki bu kişiler bu ruhsatları olmasına rağmen silahlarını yanında taşıyorlarmı ?
- Hayır sokaklar atış poligonu olmadığına göre yanlarında taşımalarına ihtiyaç görmüyorlar.

Ne garip dünya birileri silah üretir.Kullanmazlar başkalarına satarlar para kazanırlar.O parayla bu dünyanın tadini daha doğrusu yaşamın güzellikleri ile iç içe yaşarlar.
Birileri ise o silaha sahip olup beline takar sokaklar birer poligon olur.Bazen onlara sokak magandaşı, bazende eşkıyası deriz.
Kaza kurşunları havada uçuşur ölene Allah rahmet eylesin vuranada Allah kurtarsın deriz.
Onun adı hayalet/suikast silahidir.
Saygılarla.

Cuma, Şubat 01, 2008

AMUDA KALKMAK !!!


Rektörler amuda kalkmasın 1 Şubat 2008

TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, türban düzenlemesine tepki gösteren rektörleri eleştirerek, "Amuda kalkmak çözüm değil, hukuk devleti ne derse o yapılacaktır" dedi.

Kim demiş, niçin demiş,kime demiş...

Bazı şeyler vardır ki, çok hassas konumlar için söylendiği taktirde,kelimelerin dikkatle seçilmesi gerekir.
Sayın Kuzu, rektörlerin Amuda kalkmamasını söylüyor.
Şimdi rektörler sormazmı bu yasak niye diye.
Böyle bir beyan; bizim düşünce organımıza saldırı değilmi?
Galiba tam olarak izah edemedim.
Baştan alayım :)
Amuda kalkmak.
Bilindiği gibi vücudumuzda iki çeşit kan dolaşımı vardır."İlk okul sıralarında öğrenmiştim"
Birincisi böyük olani. Kalbimiz pompalar, ta ayak uçlarında ki en ufak kılcal damarlarımıza kadar ulaşır.
İkincisi ise bunun bir küceğidir.O da beyne pompalar taze kan gider, kirli olarak tekrar döner.
Bazı anlar olur ki bu düşünce makinasına yardım gerekir.Kanın daha çabuk ulaşmasını sağlamak.
Bunun da tek çaresi "AMUDA KALKMAK" dır.
İşte bu işlevin ne kadar önem taşıdığı ortada, bu günlerde günde iki defa amuda kalkmamız lazım.
Lütfen ...
Saygılarla.

ISTANBUL


Erdil