Perşembe, Mayıs 31, 2007

Atatürk'ün lideri ...


47 kuşağından gelmeyim.
Bizim kuşak için çok şey yazılmış çizilmişdir.
Zaman onlarıda çizgileri için de bırakarak değiştirmişdir.Çoğu da hayatta bile değildir.
İlk önce belirtmek isterim siyaset den anlamam.
En fazla gördüklerimi,isyanlarımı,sevinçlerimi belirtirim.
İlkelerim varmıdır ? Vardır.
Dünyanın neresinde olursam olayım Türk'lüğümle övünür; vatanımı severim.
Bu her Türk için de geçerli olduğuna inanırım.Bizler Cumhuriyet'i kuran Atatürk'ün çocuklarıyız.
Tabii bu cümleyi kullanırken en önemli hususu unutmamak lazımdır.
Eğer onun ilkelerine sadık kalabilirsek.
Onu tanımak için hayatını, yaptıklarının hepsini okumakla onun çocukları olamayız.
O ulusların arasında Türk ırkına nasip olmuş bir önderdir.
Bir çok ulusa da ilkeleri ile çok şeyler öğretmiş kişidir.
Gelmişdir, yaşamışdır her fani gibi bu dünyadan göçmüştür.
Bildiğimiz gibi hep milleti için çalışmış; onların diğer uluslar arasında başı dik saygın bir millet olarak yerini alabilmesine çabalamışdır.
Bu kadarını hepimiz bilmekteyiz.Yazdıklarımdan çok daha fazlasını da bilmektesiniz.
Bize bıraktiği bu miras içinde, her konuşmasında,yaşamı içinde ispatlamış olduğu bir nokta vardır ki o da liderlik konusudur.
Bu da biz Türk milletinin en zaaf noktasıdır.
Biz Atatürk'ü bu ulusun lideri olarak görmüşüzdür.O ise ömrü boyunca hiç yorulmadan bizlere öğretmek istediği ve hala da öğrenmekte zorluk çektiğimiz bu konunun içinde bocalıyoruz.
Bize her zaman anlatmak istediği şey tek bir kelime idi.
Liderlik..
Liderler hiç bir zaman tekil olamaz.Olduğu taktirde çok çabuk onun yerini alan bir kişi tarafından boşluğa itilip kaybolurlar.
Bense onun ilkelerine bağlılığım, onun liderine hayranlığımdır.
Sakın garip gelmesin Atatürk'ün de bir lideri vardı.O liderine tapar kayıtsız şartsız canını bile verirdi.
Her kelimesi içersinde ona hayranlığın dan bahs ederdi.Ben de onun ilkelerin de yürüyen 47 kuşağıyim.Tıpkı bende onun gibi.Taptığı lidere taparım.Onun için canımı bile vermeye hazırım.Onun lideri benim liderimdir.
Son nefesine kadar liderine sadık kaldı.Eğer bende onun ilkelerinde yürüyeceksem /yürüyeceksek.
Ulus olarak zaafımız olan lider aramaktan vaz geçelim.Atatürkün taptığı lidere tapalım.
Onun lideri Türk Milleti idi.
Saygılarla.

Çarşamba, Mayıs 30, 2007

GÜNÜN INCISI !..


Akıl hastaları trafikte !...

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne başvuran hastalar arasında yapılan anket çarpıcı bir gerçeği ortaya koydu. Ankete katılan hastalardan 193'ü ruhsal tedavi görmesine rağmen araç kullanıyor. Uzmanlar ehliyet almak için kişilerin psikolojik denetimden geçirilmesinin, formaliteden ibaret olduğunu vurguluyor.Sabah Pervin Metin.

Yapılan en saçma denetim.Trafiğe çıkan her sürücü sonradan zaten psikolojik bozukluğa uğruyor.
"Sürat yolunda seyir yapan arabanın radyosundan söyle bir anons yapılıyordu.
- Dikkat ters yolda seyretmekte bir araba vardır.Lütfen sağ şeridinizde kalın sollama işlemi yapmayın.
Direksiyon başındaki bey hanımına dönerek :
- Bu ne diyor hanım ; ne bir arabası 100'lercesi ters yolda."
Saygılarla.

Salı, Mayıs 29, 2007

İŞÇİ ÇOCUKLAR..


Onlar bizim çocuklarımız.
Onlar ilerde bizlerin büyükleri.
Onlar istikbalimiz.
Okulların kapanmasına az kaldığı bu günlerde.Bütün bir kış sezonunda çalışarak öğrenmek için çabalıyan çocuklarımızı tatil heyecanı sardı.
Tabii bunu bütün çocuklarımız için söylemek doğru olamaz.
Bazı çocuklarımızı daha da zorlu günler bekliyor.
Onlar İŞÇİ ÇOCUKLARIMIZ.
Önce biraz yasalarımıza bakalım ne diyor :
"Yeni iş kanunu Kanun küçük yaştaki işçilerin sağlığını, öğrenim durumunu ve ahlakını korumak için bazı düzenlemeler yapmıştır. İş kanununa göre 15 yaşından küçüklerin çalıştırılması yasaktır.(İş K 71 mad) Ancak on dört yaşını doldurmuş ve ilk öğretimi tamamlamış olan çocuklar, bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişmelerine ve eğitime devam edenlerin okullarına devamına engel olmayacak hafif işlerde çalıştırılabilirler.
Çocuk ve genç işçilerin işe yerleştirilmelerinde ve çalıştırılabilecekleri işlerde güvenlik, sağlık, bedensel, zihinsel ve psikolojik gelişmeleri, kişisel yatkınlık ve yetenekleri dikkate alınır. Çocuğun gördüğü iş onun okula gitmesine, mesleki eğitiminin devamına engel olamaz, onun derslerini düzenli bir şekilde izlemesine zarar veremez."
Şimdi de gerçek yaşamın içinden bazı hakikatları ele alalım.
"Mevsimlik çocuk işçi yaşı 10’a düştü
Her yıl eğitimlerini yarım bırakarak aileleriyle çalışmaya giden Batmanlı öğrencilerin mevsimlik göçü yine başladı."Gazeteler.
Yetkililerin tüm çabalari, 17 bin öğrenci sayısını azaltamadı.
Yetkililer, tarlada ve bahçelerde aileleriyle birlikte çalışmaya giden öğrencilerin yaş ortalamasının 10’a düştüğüne dikkat çekiyor.
Türkiye'de terörün en fazla yaşandığı eğitimin içler açısı bir durumda olduğu olarak bilinen ve çareler aranan bir bölgeden gelen haberler.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun birçok kentinde olduğu gibi batman’da ailelerin mevsimlik göçü başladı.
Aileler tarla ve bahçelerde ürün toplamak için başka illere gidince bundan en çok öğrenim gören çocukları etkileniyor.
Her şeyi eğitim de aradığımız,sorguladığımız gerçekleri nasıl görebileceğiz.Çıkarılan kanunlar uygulamaya geçirilmedikten sonra neye yarar.
"Batman Milli Eğitim Müdürlüğü, öğrencilerin eğitimlerinin aksamaması için çalışmalarını sürdürüyor. Batman Milli Eğitim Müdürü Şinasi Soyer işçilerden dilekçe bırakmalarını ve nereye gittiklerinin tespitini istediklerini belirterek “Bu tespitten sonra orada 20 günlük dahi aksama olsa orada geçici işçi çocuklarımıza eğitim öğretim görüyor” dedi.
Bu konuda ki yorumu sizlere bırakıyorum.İyi niyet bir başlangacım simgesi olduğu söylense de acı gerçek ortada.
Yetkililer, mevsimlik işçi olarak çalışan çocukların yaş ortalamasının 15’ten 10’a düştüğüne dikkat çekiyor.
Genel bilgiler vermeğe kalkarsak karşımıza çıkan tablo :
• Çocukların Çalıştırılmasına Karşı Çalışma Programı'nın (IPEC) verdiği bilgilere göre, dünya genelinde çoğunluğu 5-17 yaş arasında olan 200 milyon çocuk işçi var. Bunların çoğunluğunun yaşı 16'nın altında olan kız çocukları
• Gelişmekte olan ülkelerde çocuklar beş yaşına geldiğinde aileleri, ‘aile ekonomisine katkıda bulunma’ gerekçesiyle çocuklarını hizmetçi olarak çalıştırmaya başlıyor
• Kız çocukları günde 16-18 saat arasında çalışmak zorunda bırakılıyor
• UNICEF raporunda, çocukların hizmetçi olarak çalıştırılması ‘çocukların en gizli şekilde çalıştırılması’ olarak belirlendi
• Özellikle küçük kız çocukları cinsel meta olarak kullanılıyor ve çocuk ticaretine maruz kalıyor
• Birleşmiş Milletlerin Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi, 18 yaşına kadar her insanı çocuk olarak kabul ediyor. Bu sözleşmeye imza koyan Türkiye de çocuğun yaşa bağlı tanımı konusundaki ölçütü kabul etmiş sayılıyor.
Eğer bizim yasalarımıza bakarsak o zamanda :
• 14 yaşın altında ve ilköğretimi tamamlamamış çocukların çalışması kanunen yasak
• Türkiye’de çalışan yaklaşık 3 milyon 850 bin çocuk var
• Türkiye’de 6-14 yaş grubu arasında çalışan 511 bin çocuk var
• 12-14 yaş grubunda kayıtlı çalışan çocuk sayısı 469 bin
• Zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılmasıyla çocuk işçi sayısında yaklaşık yüzde 50 azalma oldu
• Kentlerdeki çocuk işçilerin yüzde 55.6’sı kırsaldan göç eden ailelerin çocukları
• 6-17 yaş grubundaki çocukların yaklaşık yüzde 58’i tarımda, yüzde 22’si sanayide, yüzde 10’u ticarette, yüzde 10’u da hizmet sektöründe çalışıyor.
Eğer bu gerçeklerle sizleri üzdümse affınıza sığınırım.
Saygılarla.

Pazartesi, Mayıs 28, 2007

Iktidar ve bayraklar.


Sıcak havalarla beraber meydanlarda gittikçe ısınmaya başladı.Zaman görevini aksaksız yapıyor; belki de vazifesine en sadık element yaşamımız içinde.
Siyasetin kokuları, telaşı odalarımıza kadar ulaşti.Bir tarafta kararlılığımız, diğer tarafta da merakımız.
Sandıktan ne çıkacak ?
Kurmuş olduğumuz düzeni düşünüyoruz.Eğer bu düzenden biraz olsun memnunsak, geçmişle kıyasladığımız zaman, sandık başın da vereceğimiz karar daha da zorlaşıyor.
Bu günkü iktidar partisi koalisyon devrini teslim aldığı zaman politik anlaşmazlıkların içine girmeden iş başı yapmıştı.
Yapmış olduğu analizler içersinde hazırlanmış olan ekonomik paketlerini akıllıca kullandı.Bu da bazı seçmenin gözün de doğru bir seçim yaptığı kanaatini uyandırdı.
Yarım kalmış bir türlü icraata geçirelememiş yasalar tek başına iktidar olma rahatlığı ile yürürlüğe sokuldu.
Bu gün iktidar partisinin kendi bir çizgisi olduğu hepimiz için belliydi.
Onu tek parti haline getiren seçmen bunu da gayet iyi biliyordu.
Muhalefet başlarda yok sayılacak kadar bir politik içinde kalmış.İktidarın önünü açmıştı.
AB yolunda ilerlemeler,piyasaların biraz olsun canlılık kazanması.İktidara daha da
çizgisi içersinde adım atma cesaretini göstermeye başladı.
Kendine öz yumuşak hitabı kafalarda kalan kavgacı iktidarların imaçın önüne geçmişti.
Her iktidarın icraat süresin de bir yıpranma payı olurdu.Bunu iyi gören iktidarlar uzun süre bu koltuklarda kalabilmişlerdir.
Gelelim bu günlere oylarimiz için iki ay gibi bir süre kalmış durum da.Önümüz de ise bizleri bekliyen bir sürü işler.Devlet hangi iktidar olursa olsun kendi içersinde
tıkır tıkır işler. Zaten bu düzen içersinde hükümetler oluşur.Hükümetlerin gelip gitmesi de bu düzenin içersinde ki olumlu veya olumsuz vereceği kararlara bağlıdır.
Eğer bu durumlarda karasızlık içine düştükleri taktirde; halka dönerek onların istek ve doğrultularını gözlemek zorundadır.
Son olarak bu durum Cumhurbaşkanı seçimlerinde yüzünü göstermiştir.
Bu gün halk bayrağını eline almış sesini hangi parti iktidara gelirse gelsin çizgisini mmeydanlara inerek göstermiştir.
Bu mesaj yerine ulaşmıştır.
İktidar meydanlara yapmış olduğu icraatlarla inmiş.Muhalefet ise kendi içinde parçalanmalarla yok olmaya kadar giden tutumunu bir kenera bırakarak bütünleşme yönüne gitmiştir.
İktidar meydanlara çıktığı zaman kendi parti bayraklarını bir kenara bırakmış.Halkın ona göstermiş olduğu bayrağı ile mitinglerini yapmaya başlamıştır.
Bu da iki tarafı keskin bir bıçak gibidir.
Şu anda kafalarda dolaşan tek şey bu halkın iktidara yapmış olduğu mitingler de seni
dinliyoruz ama bayrağımız da elimizde sloganımıdır.Yoksa bu gün iktidarın sokağa dökülen halka verdiği bir cevapmıdır.
Bu durum iki ay sonra sandıktan çıkan sonuçlar belirliyecektir.
Söz artık halkın elindedir.
Saygılarla.

Pazar, Mayıs 27, 2007

CUMHURİYET MİTİNGİ BERLİN


Dünyanın neresinde olursak olalım.Laik bir Cumhuriyet için yürüdük ve yürüyeceğiz.Bizler Ulu önder ATATÜRK'ün çocuklarıyız.


Saygılarla.

PAZARIN DUYURUSU...




Almanya’nın başkenti Berlin’de
Almanya Atatürkçü Düşünce Dernekleri Birliği tarafından
"Cumhuriyete Sahip Çık"
adı altında miting düzenlenecektir.
Berlin'deki Tiergarten adlı hızlı tren istasyonunda
27 Mayıs Pazar günü yapılacak mitinge katılanlar,
buradan "17. Juni" (17 Haziran) caddesinden
"Siegessaeule" anıtına yürüyecek.

27 MAYIS 2007 PAZAR
ALMANYA- BERLİN
Avrupa'daki her yaştan Atatürkçü Gençlere duyurulur.


"Türkiye’nin iki kırmızı çizgisi var: biri ülkenin bütünlüğü, diğeri de laiklik. Bu iki kırmızı çizgi ne yazık ki çok büyük yaralar aldı. Artık sokaktaki insan bu konuda dur diyor. Biz de Berlin’den, yurtdışındaki yurttaşlarımızın bu konudaki duyarlılıklarını gözönüne alarak böyle bir miting düzenledik."
Saygilarla.

Cumartesi, Mayıs 26, 2007

Terkedilenler.


Muğla'daki Kurşunlu camii avlusuna bırakılan şüpheli kadın çantası, bomba uzmanlarınca patlatılmak üzereyken çanta içerisinden gelen bebek sesi olası bir faciayı önledi.
Hatırladınız değilmi bu haberi, 1 Nisan 2007 di.O terk edilen bebek bir yerde şanslıydı.Ölümün eşiğinden dönmüştü.Ya bu kadar şanslı olmıyan bebekler.Anneleri tarafından bir köşeye terk edilenler.Soğuktan açlıktan hayatlarını kaybedenler !..
O nasıl bir annedir diye başlarız lanet okuruz.
Kendimizi onun yerine koyar çocuklarımıza bir başka sevgi ile bakariz.Sonra olanları unutup bir başka haberde aynı duygular içinde yaşarız.
Hiç bir zaman anne gözümüzün önüne gelmez.O anne bir tecavüz sonumu o bebeği dünyaya
getirmiştir.Daha kendisi çocukluk yaşında olup da;anne olmuştur.Ailesinden korktuğu içinmi,yoksa pisikolojik bozukluklar içinde kıvranmaktadır.
O tarafı bizi hiç ilgilendirmez.Hain anne "hiç olmazsa Çocuk Esirgemeye bıraksaydın"
suçlarız da suçlarız.
Bir de Sabah programları vardır Tv.lerde, orada sıraya girmiş.Sunucuya yalvaran; şu kadardır zamandan beri çocuğumuz olmuyor.Tedavi için paramız da yok ne olur bize yardımcı olun diyen anne adaylarını görürüz.
Tedavi imkanı olmıyan bir bebek, bir çocuk sahibi olmak için devlet kapılarında mücadele veren aileler.Kanuni olmıyan yollardan çocuk sahibi olmak istiyen aileler.
Gözler önünde ki gerçekler.Unutmadan söyliyeyim bir de terk edilen bebeklerin annelerini bulabilmek için kanuni araştırmalar.
Yaşadığım ülkede bir anne çocuğunu sokağa terk ederse,onu ölüme terk etmiş sayılır ona göre ağır cezalar alır.
Onu cezalandırmak bir bebeğin hayatını kurtarmıyacaktir.Cözüm ise hiç olmıyacaktir.
Yukarıya bir resim koydum ona iyice bakın.
1 nci resimde çalılar arasında duvarda bir kapaklı pencere.Onun arkasını da ikinci resimde görüyorsunuz.Ne şartlar içinde olursa olsun çocuğunu terk etmek zorunda kalan
anne oraya gelir.O kapağı açıp bebeğini oraya bırakır.Sonra kapağı yavaşça kapar.
15 dakika sonra bıraktiği kutuda dışardan duyulmıyacak bir şekilde alarm çalar hemen
hemşireler gelerek o bebeği o kutudan alır.İlk tedavilerini yaparlar.O artık yeni bir dünya'ya , anne baba sevgisi için evlatlık verilmek için hazırlanır.Hiç bir zaman evlatlık olduğunu bilmez.Yeni hayata atılmaya hazırlandığı yerdeki personel de onun hakiki annesini veya babasını hiç araştırmaz.
O minik bebek o gün orada yeni bir yuva için doğmuştur.Kanuni bir tatbikat yapılmaz.
Ortada kanun yapıcısı bir suç görmemektedir.
Tabii bu durum etik midir,tartışılır.
Büyük şehirlerde böyle toplama kutuları 5-10 tanedir.Aşağı yukarı her şehirde bulunur.
Bu yazıyı yazmakla yanlışmı yaptım bilemiyorum.Bu arada ülkemizde ölüme terk edilen bebeklerin de sayısını da vermiyorum.
Saygılarla.

Perşembe, Mayıs 24, 2007

Dikkat BAS-mayın! ..


Bu gün acı bir haber daha yüreklerimizi yaktı. Altı evladığımızı daha kaybettik.
O öyle bir düşmandır ki kendini saklar sinsidir.El, kol,yaşam ışığını söndürür.
Bir zamanlar ülkelerin sınırları korumak için ürettiği bu adı silah bu gün kalleş insanların birer oyuncağı olmuştur.Kalleş dememin tek nedeni onun kimi vuracağının belli olmamasıdır.Onları üreten ve kullanan insanlar kendi çocuğunun da bir gün o adi silahla parçalanabileceğini asır boyu düsünmemiştir.
Bir asir boyunca yerleştirildikleri yerde bozulmadan kurbanlarını bekleyen
barış,canlinin her cesidini tanımayan sinsi ve tehlikeli bir tür kitle imha silahıdır...
Onun icin istediginiz kelimeyi kullanabilirsiniz; kalleşlik,kahpelik,korkaklık,ve adilik.
Üretim maliyeti bir kac dolara mal olan, ama bu musibetten kurtulmak için harcanacak para binlerce dolara kadar çıkan dünyanın en adi silahı.
Yerinden kımıldatıldığı veya başka şekilde bir müdahalede bulunulduğu zaman patlamasına yol açacak yardımcı bir fünyesi bulunan mayın. Bu tertibat; mayının kendisine, diğer bir mayına veya yanında ya da altında bulunan bir yardımcı imla hakkına bağlanabilir.
31 Temmuz 2003 itibariyle toplam 134 ülke Mayın Yasaklama Anlaşması’nda devlet olarak taraftır, 13 tanesi ise anlaşmayı imzalamış ama henüz tasdik etmemiştir, bu da toplamda dünya ülkelerinin dörtte üçünden fazlası ediyor. Son Mayın Raporundan beri, her ikisi de mayınlardan etkilenen Afganistan ve Kıbrıs da anlaşmayı imzaladılar. Bir dizi başka hükümet, anlaşmaya katılma doğrultusunda önemli adımlar attılar ve anlaşmayı onaylama eğiliminde olduklarını gösterdiler.
Toplam 200 milyon antipersonel mayın stoku ile 47 ülke, halen Mayın Yasaklama Anlaşması’nın dışında bulunuyor. Bu ülkeler arasında BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden üçü (Çin, Rusya ve ABD), Orta Doğu’nun çoğu, eski Sovyet cumhuriyetlerininin çoğu ve birçok Asya ülkesi bulunuyor.
Mayın Yasaklama Anlaşması’nın tarafı olan 30 devlet ve imzacı olmayan (Finlandiya, Yunanistan, İsrail, Polonya, Sırbistan, Montenegro ve Türkiye) altı ülkeden oluşan 36 ülke, antipersonel mayın üretimini durdurdu. Tayvan da mayın üretimini durdurdu. Üretimi resmen durdurmamış olan birkaç ülkede bir süredir üretim yapılmadığı görülüyor; ABD (1997’den beri), Güney Kore ve Mısır. Rusya son sekiz yıldır en yaygın kullandığı mayını (PMN serisi) veya PFM-1 “Kelebek” mayınlarını üretmediğini açıkladı.
Handicap International adlı sivil toplum kuruluşunun raporuna göre, geçen yıl bombalar nedeniyle 13 binden fazla sivilin öldüğü biliniyor, ancak gerçek rakamın muhtemelen bunun üzerinde olduğu belirtiliyor.
Bunların bir kardeşi olan da misket bombalarıdır.
Şubat ayında Oslo’da yapılan ve 46 ülkenin atıldığı toplantıda, misket bombalarının gelecek yıla kadar yasaklanması kararı alınmış, ancak ABD, Rusya, Çin gibi büyük misket bombası üreticisi olan ülkeler bu kararda yer almamıştı.
Bu gün o silahı kullanan her kim olursa olsun lanetle anılacaktir.
Saygılarla.

Çarşamba, Mayıs 23, 2007

Koyu bir Galatasaray'lının duyguları...

Babam ve Metin Oktay
Futbol seyircisi olmak bir takım seçmek her kişinin kendine ayrı bir özgüsüdür.Her taraftarın da o takımı nasıl tuttuğunun bir öyküsü vardır.
Bu ya aileden gelen bir tutku vaya bulunduğu ortam ona bunu sunmuştur.Onun renkleri benimsemiş her zaman arkasında olmuştur.
Kimi zaman takımı ile sevinmiş, kimi zamanda onun için gözyaşı dökmüştür.
Ben bu tutkuyu babam sayesinde tanıdım.Çok iyi de bir seyirci idim.Babamın mesleği nedeni ile o efsane futbolcuları bire bir tanıma şansım olmuştu.
Benim zamanım da maçlar Mitatpaşa'da ; şindiki İnönü stadın da oynanırdı.
O günleri gözlerimin önüne getirmeye, biraz olsun çalışacağım.Ezeli rakip olan 'Galatasaray - Fenerbahçe' maçları, o zamanlar sahalarımız bu günkü gibi modern de değildi. Mitatpaşa da oynan bu iki ezeli klüplerin maçlarında, seyirciler o stadda söyle dağılırdı.
Gazhane açığınına bir takımın seyircisi,deniz tarafına da diğer takımın seyircisi geçerdi.Her iki tarafda kendi takımları için tezahürat yaparlardı.Bu arada kapalı ve numaralı trübünlerinde seyirciler karışık otururlardı.
Her iki açık da yapılan bu coşkulu tezahüratın içine çekmek için 'haydi kaplı' diye laf atılırdı.Ne yazık ki oradan maç oynanma esnasında, kaçan pozisyonlar veya atılan göllerin ardından başka, hiç ses gelmezdi.
Maç biter bir taraf galip gelmiş diğer taraf malup olmuşsa Taksim'e çıkan yolun sağını bir takım, solunu bir takım alarak iğneli şarkılar söyliyerek çıkarlardı.
Kimi zamanda yenilen takımın sembolik tabutları oraya kadar taşınırdı.Taksim de ise o maç bitmiş taraftarlar oradan dağılıp giderlerdi.En fazla iki rakip takımın seyrcisi öteki maçta görüsürüz diye maçı noktalardı.
Bir de bu stadyumun parası olmıyan beleşçi taraftarları vardı.
Onlarda maçı Gazhanenin arkasında ki tepelerden seyrederlerdi.Tabii ki sahayı kısmen görerek; orada her iki rakibin taraftarı bir arada maçı izlemeye çalışır.Stad dan yükselen seslere göre bir birlerine sorarak kim attı veya ne oldu soruları havalarda uçuşurdu.
Ben koyu bir Galatasaray taraftarı idim.O efsane futbolcuları tanımış onlarla her zaman iç içe olmuştum.Fenerbahçe ise benim her zaman ezeli rakibim olmuştu.Onları yendiğimiz zaman büyük bir sevinç duyardım.Her ne kadar Galatasaraylı olmama rağmen
bir Can Bartu bir Lefteri görebilmek için Fenerin maçlarına da gitmekten kendimi alamazdim.Keşke onlarda Galatasaray' lı olsalardı diye üzülürdüm.Ne yazık ki onlar amatör ruhlu profesyenel futbolculardı.Onlar da Metin Oktay, Turgay Seren gibi formalarının aşıklısı idiler.Fener'in maçlarına gittiğim zaman o sevdiğim futbolcuları çılgınca alkıılar onlara tezahürat yapardım.
Gelelim bu günlere ben gene Galatasaray'lıyım ama takım tutmuyorum.İster Fener isterse, Galatasaray isterse, Beşiktaş şampiyon olsun beni zerre kadar ilgilendirmiyor.
O güzel renklerin o futbol şölenlerinin içine çıkarlar için kara bulut gibi cöktüler.
İspatımı diye soracak olursanız.
Açın Tv.lerdeki Spor programlarını birbirini yiyen yorumcular.Kameralarla saatlerce bir ileri bir geri maçın içindeki bir pozisyonu saatlerce anlatmaya çalışanlar.Her maç sonu İğrenç bir şekilde beyan veren yöneticiler.Taraftarı haftalar öncesi galeyana getirmeye çalışan spor yazarları.
O güzelim Futbol bu gün tarihe söyle geçmiştir.Fenerbahçe'nin 100 yılında Ali Samiyen
Stadında da bu da "Galatasaray'lıların stadıdır" toprağa gömülmüşdür.Bu gün Fenerbahçe nin 100 yılını ve şampiyonluğunu ellerimden kan gelircesine kadar alkışlasam kutlasam bile o toprağa gömdügümüz Futbolumuz geri gelmiyecektir.
İnşallah yeni bir taraftar, yeni bir futbol doğarda; benden sonra ki nesiller benim gençliğimde ki gibi zevkle bu sporu yaşarlar.
Saygılarla.
Bir kere daha yıkıldım !..
Bu gün çok sevdiğim bir arkadaşım izinden geri geldi.Hem hoşgeldin,hemde Şampiyonluğunu kutlamak istedim.O köyü bir Fenerbahçe'liydi.Bana ne dedi biliyormusunuz.Benim için bu devir kapanmıştır.Gelir gelmez maçları takip ettiği Tv.Maç yayın programını iptal ettirmek olmuş.Sevgili arkadaşım hakiki bir Fenerbahçeli .O Futbol'u seven, bir güzide takıma gönül veren dost.100 ncü yılında doğduğundan beri Fenerbahçe'ye gönül vermiş bir insani bile küstürdünüz.Bu konuda daha yazacak bir şey kalmamıştır.

Salı, Mayıs 22, 2007

SORGUN SINIFTA KALDI...


Iki gündür Tv.lerde ve gazeteler'de haber olan Sorgun.
Bu ilçemiz nerede ne yapar önce ona bakalim.
Rakım : 1 200 m
Yüzölçümü: 1 804 km2
Nüfus : 116 740 (1997)
Şehir tabelasın da bunu görürsünüz.
İI merkezinin doğusunda, E88 Kara yolu (Yozgat Sivas) üzerinde kurulan ilçe, doğuda; Akdağmadeni, Saraykent, güneyde; Sarıkaya, batıda; Yozgat, kuzeyde ise, Çorum, Aydıncık ve çekerek ile komşudur.
Hafif dalgalı düzlüklerin geniş yer kapladığı ilçe, yeraltı suları ve jeotermal kaynaklar bakımından zengindir. İklimi karasal olup, yazları sıcak ve kurak, kısları soğuk ve sert geçmektedir. Yaygın bitki örtüsü bozkırlardan olu5an ilçe de, akarsu kenarlarında yoğun olarak, kavak ve söğütlükler bulunmaktadır. Suyu bol olan köylerde projeli kavaklıklar kurulmuştur.
1997 genel nüfus tespiti geçici sonuçlarına göre ilçede.116740 kişi yaşamakta olup, bunun; 50 273; ilçe merkezinde, 66 467'si de köylerde bulunmaktadır. Ekonomisinde en önemli yeri, tarım ve hayvancılığın aldığı ilçede, yapılan göletlerle suyu tarım alanları oldukça genislemiştir.
Bu şirin ilçemiz birden gündeme gelmiş ve orada kötü şeyler olmaya başlamıştır.
Sorgun ilçesinde fuhuş yaptırmak suçundan sabıkalı bir kişinin aşırı alkol alıp, yaşadığı ilçenin halkına küfürler yağdırması sonucu meydana gelen ve 6 evin yakıldığı, 2 arabanın ateşe verildiği, 10 kişinin açılan ateş nedeniyle yaralandığı olaylarla anılmaya başlanmıştır.
Olayların ardından 53 kişi gözaltına alınırken, arkadaşlarının gözaltına alınmasına tepki gösteren bir grup toplanıp, Emniyet Müdürlüğü'nde , "Zanlıyı bize verin öldürelim" diye bağırmışlar.Daha sonra gözaltına alınan 53 kişinin bırakılması için de"Sorgunlular dışarı, gavatlar içeri" sloganlarıyla Emniyet Müdürlüğü'ne yürümüşler..

Olayla ilgili haberler " Sorgun ilçesinde fuhuş yaptırmak suçundan sabıkalı bir kişinin aşırı alkol alıp, yaşadığı ilçenin halkına küfürler yağdırması ile baslamiş" 6 evin yakıldığı, 2 arabanın ateşe verildiği, 10 kişinin açılan ateş nedeniyle yaralandığıdır.

Bizlere bazı olayları andıran / hatırlatan görüntüler !..
"Sayıları bini bulan öfkeli kalabalık tekbir sesleri ile bu kez, 'Ya siz öldürün ya da biz öldürelim' şeklinde bağırmaya başladı. Polis, kalabalığı dağıtmak için biber gazı kullandı".
"Daha da öfkelenen halk bu kez de fuhuş yapıldığı iddia edilen Sorgun'un çeşitli mahallelerindeki evlere doğru yöneldi. Toplu halde hareket eden gruplar, tekbirler eşliğinde yürümeye başladı. İlk olarak Ahmet Efendi mahallesinde bulunan 2 katlı bir bina ateşe verilmek istendi. Ancak binada küçük yaşta çocuklar olduğunu öğrenen kalabalık, evin duvarlarını yıkmakla yetindi. İkinci adres ise Osman Çavuş mahallesindeki 2 katlı bir bina oldu. Bina ateşe verildi ancak evin yanlış kişilere ait olduğu anlaşılınca yangın halk tarafından söndürüldü. Grup daha sonra Eymir Yolu üzerindeki tek katlı evi ateşe verdi. Evin deposu olarak kullanılan müstakil bir bina da tamamen yıkılarak tahrip edildi.. Daha sonraki hedef Yenidoğan mahallesinde başka bir ev oldu. Son olarak ise Aydınlıkevler mahallesinde bir ev ateşe verildi. 2 otomobil de ters çevrilerek yakıldı. Öfkeli kalabalık yangınları söndürmek isteyen itfaiye ekiplerinin de olay yerine gelmelerini engelledi.
Bu arada evleri basan öfkeli kalabalık tabanca ve pompalı tüfeklerle evlere ateş açtı. Açılan ateş sonrası 10 kişi çeşitli yerlerinden yaralandı."
Şimdi Sorgun'lulara sormazlarmi?
Sen demokratik bir ülkede yaşamıyormusun.
O yaşadığın ülkenin bir kanunu olup olmadığının farkında değilmisin.
Allah'in adını ağzına alıp insan yakmak /öldürmeğe kalkmak hangi inanç çelçevesi içinde var.
En son olarak iddia ettiğin fuhuş evleri veya o işi yapanların orada o işi yapmasını
"daha açıkçası onların müşterileri sen değilmisin"
Ben olmadığıma göre sana bunu sormaya hakkım var.
Son olarak o güzel ilçemize yapmış olduğun yanlışlıklar yüzünden sürmüş olduğun bu lekeyi nasıl kaldıracaksın.
Saygılarla.

Cumartesi, Mayıs 19, 2007

BAYRAGIMIZ GÖKYÜZÜNDE



Saat 22:30 Berlin semalari Almanya.
Saygilarla

DOGUM GÜNÜN KUTLU OLSUN.


'Benim doğum günüm 19 Mayıs'
Atatürk.

Atatürk'ün doğum tarihi tüm kayıtlara böyle geçti.
'19 Mayıs 1881'
Bütün Ulus olarak bu gün Atamızın Cumhuriyet için ilk adımı olan 19 Mayıs 1919 'da Samsun'a ayak basarak biz gençlere Cumhuriyete giden yolu göstermiştir..
O; o gün bütün Türk milletinin kalbin de ikinci defa doğmuştur.
Doğum günün kutlu olsun.
Ey Türk gençliği doğum gününüz kutlu olsun.
Onun yolundan hiç bir zaman ayrılmıyacağına yemin etmiş TÜRK ULUSU Bayramınız kutlu olsun.
NE MUTLU TÜRK'üm diyene.


Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927

Saygılarla.

Cuma, Mayıs 18, 2007

AMERIKAN FIKRASI...


10 aylık bebeğe silah ruhsatı verildi
ABD’de bir silaha ulaşmanın ne kadar kolay olduğu bir kez daha bu kez acı bir tecrübeyle kanıtlandı. Chicago kentinde sadece 10 aylık bir bebeğe babasının başvurusu üzerine silah ruhsatı verilmesi tartışma yarattı.
ABD’nin Chicago kentinde 10 aylık Bubba Ludwig henüz yürüyemiyor, konuşamıyor ama silah ruhsatı var. Peki, 10 aylık bebek silah ruhsatına nasıl sahip oldu?
Olaylar şöyle gelişti. Bubba Ludwig’e büyükbabası 12 kalibre Beretta marka bir silah hediye etti. Bunun üzerine baba Howard David Ludwig, henüz bir yaşını doldurmamış olan bebeğine silah ruhsatı almak için başvuruda bulundu.
Baba Ludwig, postayla yaptığı başvuruya olumlu yanıt alacağından pekte umutlu değildi. Sadece 5 dolar ödenerek alınan ruhsattaki bilgiler de bir hayli dikkat çekici.
Ruhsatta silahın sahibinin kilosunun 9 ve boyunun 68 santim olduğu belirtiliyor. İmza bölümündeyse sadece bir karalama göze çarpıyor.
Yaşanan bu olayla birlikte ülkedeki silah taşıma ve satın almaya ilişkin yasalar yeniden tartışma konusu oldu. Ama güçlü silah lobisinin baskısı nedeniyle yasalar bir türlü ağırlaştırılamıyor.
Geçtiğimiz ay, Virginia Teknik Üniversitesi’nde okuyan 23 yaşındaki bir öğrenci edindiği silahlarla 32 kişiyi öldürmüş, daha sonra da intihar etmişti.Kaynak. NTV
Bakalım bu rekoru bizler nasıl kıracağız !...
Saygılarla.

Perşembe, Mayıs 17, 2007

BABALAR GÜNÜ ve TARIHCESI


Neden bu gün diye soracaksınız.Hemen cevaplıyayım .Yaşadığım ülkede bu gün Babalar günü aynı zamanda da resmi tatil günü.Onun için bu gün hakkında bir yazı yazmadan geçemedim.
Babalar Gününün de bir geçmişi var. Bazı tarihçiler, Babalar Gününün Antik Roma'ya kadar uzandığıni belirtiyor. Bazı araştırmacılar Babalar Gününün Batı Virginia'da ortaya çıktığını söylemektedir. Batı Virginia'da yaşayan John Dowdy'nin annesi öldükten sonra onun yerini alan babası için böyle bir gün kutlanmasını istediği söyleniyor. "1910 yılında Washington'daki John Bruce Dodd'un 6. çocuğunun doğumu sırasında hayatını kaybeden annesi"nin ardından hayatını çocuklarına adayan babası William Smart'a özel bir gün armağan etmek amacıyla bu fikri ortaya attığını belirtiyor.
Babalar Günü ilk kez 19 Haziran 1910'da Washington'un Spokane şehrinde kutlanmış. Daha sonra diğer eyaletlere yayılmış. Ancak Babalar Günü resmi olarak 1924 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Calvin Coolidge'in desteğiyle kutlandı. 1966 yılında ise o dönemin başkanı Lyndon Johnson, her yıl haziran ayının üçüncü pazarının Babalar günü olarak kutlanacağını açıklayan bir bildiri yayımladı.
İsa Peygamberin Urcu
Paskalya bayramından sonraki 40. gün İsa Peygamberin urcu anlamına gelen dini “Christi Himmelfahrt” bayramıdır. Bu bayramın içeriği İsa’nın (Allah’a) ulaşmasıdır. Himmelfahrt bayramı Pantkot yortusundan dokuz gün önceki Perşembe gününe rastlar.Almanya'da bu dini bayram aynı zamanda Babalar günü olarakda kutlanmaktadır.Bu tarihin belirlenmesi Pfingsten öncesi(küçük paskalya yortusu) ikinci perşembe günü.Bu sene de 17 Mayıs 2007 tarihine rastlamaktadır."Resmi tatil"
Erkeklerin günü olarak da adlandırılan Babalar günün de atlı arabalarla,bisiklet turları hatta el arabaları ile geziler ve partiler düzenlenerek bu günü genç yaslı bakılmaksızın kutlanır.
Bu gün ailecek cumanın da tatil içine alınması ile kücük bir tatil gibi kullanılması alışa gelen bir adet olmuştur. Alkolün en yüksek noktaya ulaşması bazı mercileri kara kara düsündürmektedir.
Babalar günü bazı ülkelerde ise bu günlerde kutlanmaktadır :
Avusturya : Haziran ayının 2.nci pazarı kutlanır.Anneler günüde ki gibi hediye yerine Erkekler partisi altında eğlenceler düzenlenir.İlk olarak 1955 senesinde başlamıştır.
İsviçre : Burada babalar günü kutlanmamaktadır.Göçle bu ülkeye yerleşen ailelerin kutladığı görülmektedir.
İtalya : 19 Mart'da kutlanmaktadır.
Lichtenstein : Aynı İtalyada olduğu gibi 19.Mart da kutlanıp resmi tatil ilan edilmiş.
Güney bölgelerinde Erkek partileri verilir.
Lüksenburg : Ekim ayının 1.nci pazarı kutlanır.Çocuklar aynen Anneler Günün de olduğu gibi çiçek ve küçük hediyeler verirler.
Tayland : 5 Aralık da kutlanır "Wan Phor" ve ülkede yılın babaları seçilir.
Kore : Çocuklar günün de kutlanır.Resmi tatil ilan edilmiş olması Babalar ve çocukların bir arada bir çok eğlenceler organize etmesi ile kutlanır.
Türkiye : Haziran ayının 3.ncü pazarı kutlanır.Kutlama aynen Anneler günü olmaktadır.
Hollanda : Haziran ayının 3.ncü Pazarın da kutlanır.
Çin : 8 Ağastos da yapılmaktadır.
Amerika : Haziran ayının 3.ncü Pazarı kutlanır.Daha sonra Cumhurbaşkanı Nixon Haziran ayının 2.nci Pazarını resmi tatil olarak ilan etmiştir.
İsveç :1931 senesinde tıpkı Amerikada ki gibi Haziran ayında kutlanıyordu. Daha sonra bu tarih Kasım ayının 2.nci Pazarına alındı.Tıpkı Anneler günün de olduğu gibi kutlanmaktadır.Diğer İskandinav ülkeleri de Estland gibi aynı günde kutlamaktadır.
Danimarka : 5.Haziranda kutlamaktadır.
Brezilya : Agastos ayının 2.nci Pazarında.
İspanya : 19 Mart'da kutlamaktadır.Çocuklar babaları için okulda hazrladıkları hediyeleri sunarlar.
Saygılarla.

Susuzluk!.. Dünyamıza ne oluyor.


Küresel ısınma, kuraklık "susuzluk" bizleri bekliyen günler.Esasında o kadar da abartıldığı gibi değil mesela eğer benzine sahipseniz susuz kalmazsınız!...
4 litre benzini ver, al 1 litre suyu.
"Dünyada suyun benzinden bile pahalı olduğu kentin hangisi olduğunu biliyor musunuz? Birleşik Arap Emirlikleri'nin en güzel kıyı kenti olarak anılan Dubai'de pahalı olan tek bir şey var: "Su". İsrail, teknolojisiyle kullanma suyunu deniz suyundan elde etmeyi başaran Dubaililerin çeşmelerinden akan bu su rahatlıkla içilebiliyor. Ancak teknolojinin gelişmesi sayesinde çölü vaha haline dönüştürmeyi başaran bu kentin insanları bir litre su içebilmek için tam dört litre benzin parası ödemek zorunda kalıyorlar."
Insanlık tarih boyunca suyun değerini şöyle açıklamıstır.
Bundan yaklaşık 2.400 yıl önce Empodekles, “ Dünya su ve topraktan meydana gelmiştir”.Daha sonraları,“Dört Eleman Kuramı”.Bu kurama göre, “ Bütün cisimler su, toprak, hava ve ateşten oluşmaktadır”.Modern bilimde ise: “Yaşam suda başlamıştır”, “Susuz yaşam olmaz”.Dünyanın yapısı ve canlıların yaşamı için suyun ne kadar değerli bir kaynak olduğunu göstermektedir.
Dünyanın iklim değişikliği felaketine uğraması için 5 yılın bulunduğunu belirtiyor,Dünya Doğal Hayatı Koruma Fonu (WWF), hükümetlere,harekete geçilmesi için 2012’ye kadar zamanları olduğu uyarısında bulundu.
WWF’nin “2050 İçin Vizyonlar” raporunda, hükümetler bunu yapmazlarsa “gelecek kuşakların, harekete geçme yeteneksizliğinin yol açtığı güçlüklerle yaşamak zorunda kalacakları” belirtildi.
Bilim adamlari acilen harekete geçilmesi halinde bu gidişatın durdurulabileceğini söylüyorlar.
Bangkok’ta 1 hafta sürecek konferansa katılacak bilim adamları ve diplomatlar, dünyanın karbondioksit, metan ve diğer ısı tutan gazların artan seviyelerinin nasıl azaltılacağına dair hazırlanan rapor taslağına son şeklini verecek.
Ülkelerin, 2030’a kadar dünya genelinde emisyonları azaltacak siyasetler benimsedikleri takdirde iklimi koruyabilecekleri belirtiliyor.
Yenilebilir enerji kaynakları, nükleer santraller, biyo-yakıtların kullamının artırılması çözüm önerileri arasında gösteriliyor. Alınacak önlemlerin gelecek 20 yılda dünya ekonomisine milyarlarca dolara mal olabileceği ama sağlık sorunlarının ve hava kirliliğinin azalmasıyla bu maliyetin de telafi edilebileceği belirtiliyor.
Bu konferansta yayımlanacak rapor, sanayileşmiş ülkelerin oluşturduğu G8’in Haziran’da yapacağı toplantıda ele alınacak.
Tabii aynanın bir de arka yüzü var ki kafalar tam olarak karışıyor.
Örnek vermek istersek :
1. Uzmanların düşüncelerini serbestçe aktarabilmesinin önündeki engeller. Bir başka deyişle, gizli ya da açık sansür.
2. Beyaz Saray, daha özelde Bush yönetiminin küresel ısınma konusunda bilim dünyasına sansür uygulayıp, çeşitli raporlara kendi tezlerini yerleştirdiği iddiası.
3. 2003 yılında ABD Çevre Koruma Ajansı’nın raporunda, insan faaliyetlerini küresel ısınmadan sorumlu tutan bölümün, Beyaz Saray tarafından değiştirildiği öne sürülüyor.Amerikan Petrol Enstitüsü’nün dünyada sıcaklıkların artmadığı iddia edilen raporundan bir bölüm yerleştirildiği.
4. Bilim insanları Sendikası’nın araştırması da uzmanlara yönelik baskıları anlatması açısından önemli. Zira, soruları yanıtlayan yaklaşık 300 uzmanın yüzde 58’i, üstleri tarafından iklim değişikliği ve küresel ısınma ifadelerini raporlarından çıkarmaya zorlandıklarını söylüyor.
5. Raporların bulunduğu internet siteleri aniden kayboluyor. Biliminsanarı, baskılar nedeniyle işlerini bırakmak zorunda kalıyor.
Araştırmaya göre, son 5 yılda bu tip siyasi yönlendirme ve sansürün görüldüğü vakaların sayısı 435’i buluyor.
Şu sırada Bangkok’taki konferansta tartışılan son rapor ise, iklim değişikliğine yol açan sera gazı salımlarının nasıl denetim altına alınabileceğini ve küresel ısınmanın engellenmesi için neler yapılabileceğini ele alıyor.
Raporlarda ayrıca, bir önlem alınmadığı takdirde, iklim değişikliğinin kuraklık, sel, fırtına, denizlerin yükselmesi, sıcak dalgaları gibi ciddi sonuçlara yol açabileceği belirtiliyordu.
Pazartesi günü başlayan ve önümüzdeki Cuma günü, nihai raporun açıklanmasıyla son bulacak konferans kapalı kapılar ardında sürüyor.
ABD gibi zengin ülkeler artık maliyetleri neden göstererek sera gazı salımlarında azaltmaya gitmemeyi haklı göstemekte zorlanacak.
Fakat gözlemcilere göre, konferanstan gelen duyumlar ABD’nin çok fazla şeye itiraz etmediğine, asıl engelleyici tutum alan ülkenin Çin olduğuna işaret ediyor.
Çin’in atmosfere saldığı sera gazı kişi başına hesaplandığında, ABD’nin saldığı miktarın altıda biri.
Fakat nüfusunun çok büyük olması nedeniyle, Çin’in bu yıl dünyada atmosferi en fazla kirleten ülke konumuna gelmesi bekleniyor.
Rapor ayrıca, Haziran ayında iklim değişikliği gündemiyle biraraya gelecek olan ve Sekizler Grubu olarak bilinen sanayileşmiş ülke liderleri tarafından da gözönüne alınacak.
Bu arada Save the Children (Çocukları Kurtaralım) vakfı, iklim değişikliğinden kaynaklı kuraklık, sel ve fırtınaların gelecek 10 yılda, her yıl 175 milyon çocuğu etkileyeceğini açıkladı.“İklim değişikliğinin yükünü çocuklar çekiyor” diyerek, her yıl milyonlarcasının iklim değişikliğiyle ilgili hastalıklara yakalanabileceğini söyledi.
Avrupa’da 2003 yazındaki aşırı sıcakların 16 ülkede 70 binden fazla kişinin ölümüne yol açtığını da hatırlatıyor.
dünyanın ortalama 1,8 ila 4 derece ısınacağını söyleyen Hükümetler arası İklim Değişikliği Uzmanlar Grubu, sıtma ve deng humması gibi tropikal hastalıkların yayılacağını, ishal, kötü beslenme, polen alerjisi, sıcak dalgaları, fırtınalar, kuraklık ve sellerin bedelini insanların ödeyeceğine dikkati çekiyor.
Küresel ısınmanın etkilerinin herkes için aynı olmayacağı uyarısında da bulunuyor. Örneğin en çok etkilenecek bölgelerin başında kuzey kutup dairesi yani Arktik geliyor çünkü iklim değişikliği özellikle bu bölgeyi vuracak.
İklim değişikliğinden fazla etkilenecek olan bir başka bölgeyse Afrika. Uzmanlar, kıtada sağlık sorunları, salgın hastalıklar, su sıkıntısının yanı sıra kıyı bölgelerinde okyanus seviyesinin yükseleceğini ve buna bağlı sıkıntıları dile getiriyor.
Aşırı sıcaklar, sıcak dalgaları ve şiddetli yağışlar sık görülmeye devam edecek. Gelecekte tropikal fırtınalar daha yoğun görülecek. Yağışlar daha şiddetli olacak, bununla birlikte bazı bölgelerde azalacak.
Bizleri bekliyenler, kisaca bir özet.
Birey olarak ne yapabiliriz ?...
Eğer bu cümle ile düşünmeye, tehlikenin bilincine varmaya başladığımız zaman yapabileceğimiz cok şey olduğunun farkına varabiliriz.
Saygılarla.

Çarşamba, Mayıs 16, 2007

Allah rızası için şıp diye cözüyorlar.


Basın artık haber yapalım derken göz çıkarıyor. Milliyet gazetesinin internet sayfasında ki bir haberi kopyalayıp sunuyorum.Tabii ki şimdi bana diyeceksiniz; haber gazetenin, habere yorum yapabilirsin veya bu haber ile ilgili bir yazıyı bloğun da paylaşabilirsiniz.
Sayın blog kardeslerim bu işi nasıl yapayım 07.05.2007 'de YALAN HABER diye bir yazı yazdim blog'ma.
Şimdi o yazıyı okuyan bir kişi bu haberi de okuyunca yorum yazmaya kalkarsa internet bölümleri kilitlenmez mi?
Alttaki haberin altına ben ufak bir yorum bırakayım.
Diğer blog kardeşlerimizin de yorum haklarını engellemiyeyim.
ERDOĞAN HEMŞİRELER GÜNÜ'NDE
Başbakan: Kaza geçirdim, bakmadılar
ANKARA Milliyet

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yıllar önce Gerede'de kaza geçirdiğini belirterek, "Kan revan içindeyim. Bir hastaneden öbür hastaneye gönderdiler. Sigortalı mı diye sordular. 'Ama Almanya'da bana paran var mı?' diye soran olmadı" dedi.
Hemşireler Günü nedeniyle düzenlenen törene katılan Erdoğan, geçmiş yıllarda sağlık sorunları nedeniyle yaşadıklarını anlattı. Kimsenin hastane kapısından döndürülmemesi gerektiğini vurgulayan Erdoğan, şöyle konuştu:
"Kimseyi tedavi masrafını ödeyemediği için hastanede rehin tutmayalım. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde böyle bir şey yok. Ben bir Türk vatandaşı olarak Almanya'da hastaneye gittiğim zaman beni Alman hükümeti tedavi edip para sormuyor. Adresimi alıyor daha sonra da Türkiye'ye faturayı gönderiyor. O yapıyorsa Türkiye Cumhuriyeti de bunu yapar. Bu kardeşiniz bunu yaşadı. Faturam daha sonra geldi. Ama bana kimse paran var mı diye sormadı. Ama kendi ülkemde sordular."
Trafik kazası geçirdiğini belirten Erdoğan, yaşadıklarını şöyle anlattı: "Yeni yeni ayılıyoruz. Ama maalesef baktık yanımıza kimseyi bile vermediler. Gerede'den Bolu'ya ambulansla gönderdiler. Hastaneye girdiğimizde hayal meyal duyuyorum. Sigortalı mı, Emekli Sandığı mensubu mu diye sordular. Kan revan içerisindeyiz. Baygınız, bu soru soruluyor. Gel müdahaleyi yap, yok. Sigortalı olduğumuzu öğrenince, burası Emekli Sandığı mensuplarına bakıyor, siz SSK'ya gideceksiniz. Bizi oradan SSK'ya gönderdiler. Bu yanlışların düzeltilmesi gerekiyordu. Sağlıktaki bu değişim ve dönüşümü damdan düşenler olarak gerçekleştirdik."
Sayın başbakanım başınızdan geçen acı bir olayı esefle okudum.
Çok üzüldüm.
Sayın başbakanım burası Türkiye böyle şeyler olur inşallah bir gün başımıza birileri gelir bu yaşananları ele alır ve cözer.
Gene siz şanslısinız ya geçen haftada ki bebek gibi olsaydınız ?.
Ama bizlerin bir avantajı var, içimiz de o kadar çok hayır sever insanlar var ki.
Büyüklerimizin cözemediği bir problemi Allah rızası için şıp diye cözüyorlar.
Saygılarla.

Suçluyu bulduk !...


Sn.Savaş Ay eğitim üzerine devamlı olarak bizlere ismini dahi duymadığımız.Hayal bile edemiyeceğimiz köşeler
den sesleniyor.Kimi zaman olamaz böyle şeyler diyoruz.Zaman geliyor el ele verip eğitime katkı da bulunabilmek için okyonusun içinde bir damla olmaya çalışıyoruz.
Bir yazısında diyor ki:
"Göçer çocukları yaşam boyu okul, öğretmen yüzü göremiyor. Okumak için tutturanlar tepki görüyor"

Sonra tarif ediyor yöreye nasil ulaşılacağını:
"Pasinler'i geçip Sarıkamış'a ilerlerken renkli çadırlar ilişiyor gözümüze. Onlar Abdal'larmış meğer. Adana, Osmaniye, Kahramanmaraş esas yerleriymiş ama, mevsime göre göçer, seyyar satıcılık, pazarcılık, bohçacılık yaparlarmış."
Ve diyor ki." Bu Abdal kabilesinin büyükleri hiç okula gitmemiş küçükken. Şimdi de mektep yüzü görmeme, okulla, öğretmenle, alfabeyle tanışmama sırası çocuklardaymış."
O an aklıma geçenlerde seyrettiğim.Sirk ailesi geliyor.Kalabalık bir aile.Anne, baba, çeşitli yaşlarda çocuklar.
Onlarda göcebe; ailece Sirkin bir parçası.Çadırlarını kasabanın gösterdiği yere kurup. Imece çalışma, her birinin görevi var.Aktristi de kendileri,işçisi,organizatörü de.Orada ki ikamet tarihi zaman zaman 4 ila 6 hafta bilemediniz 2 ay.Sonra,tekrar başka bir kasabaya doğru yolculuk.
Çocuklar ise her gün, akşamları verecekleri gösteriye, günde en az bir kaç saat çalışıyorlar.
Burada sirkin nasıl çalıştığını anlatmak değildi maksadım.
Sirkin kasabaya geldiği an, anne çocukları toplayıp o kasabanın okuluna kayıt yapması.Ellerin de bir evvelki okuldan verilmiş belge ile yapılan müracaat.Dedim ya çocuklar bu yeni okullarında da en fazla 2 ay belki de 2 hafta kalacaklar.Sonra tıpkı Göçerler gibi nafakalarını çıkarmak için bir başka kasabaya veya yöreye gidecekler.
Göcerlerde ki kızların çoğu aslında çok istiyormuş okumayı. Ama büyükler korkutuyormuş onları. "Okula gidene öğretmen dayak atar, ceza verir" diyorlarmış. Yolda kaçırılacaklarını, organ mafyasına yem olacaklarını bile düşünen var. Yine de cesur davranıp, okumak için 'tutturanlar', ailelerinden tepki görüyormuş. "Bizim 1 ayımız şuradaysa 3 ayımız öbür yerde. Siz nerede, nasıl okuyacaksınız?" diyormuş ebeveynleri.
Internetin sayfalarını karıştırırken önümüze aynı ülkeden eğitim ile bir haber çıkıyor orada da :
"9 Balkan ülkesinin yanında 4 misafir ülkeden 54 öğrencinin katıldığı yarışmalarda Türk milli takımını Samanyolu Koleji'nden Cafer Tayyar Yıldırım, Süreyya Emre Kurt ve Melih Üçer isimli öğrenciler temsil etti. Türkiye'yi geçen yıl yapılan yarışmalarda da temsil eden öğrenciler, bu yıl ilk katıldıkları yarışmada yeni bir başarıya imza attı.

Balkan Matematik Olimpiyatı'ndan Cafer Yıldırım altın, Süreyya Kurt gümüş, Melih Üçer ise bronz madalya ile yurda döndü. Aynı öğrenciler Vietnam'da yapılacak olan 48. Uluslararası Matematik Olimpiyatı'nda da Türkiye'yi temsil etmeye hak kazandı. Öğrenciler elde ettikleri bu sonucu, TÜBİTAK'taki öğretim üyeleri ile hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan kendilerini yetiştiren öğretmenlerine ve ailelerine borçlu olduklarını ifade etti."

Bazen karşılaştığımız her olay da bir suçlu arıyor yorumlarımızın sonunda tek kelime ile noktalıyoruz.
Eğitim...
Verilemiyen bir şeyi nasıl suçlıyabiliyoruz onu anlıyamıyorum.
Saygılarla.

Salı, Mayıs 15, 2007

INSAN ve !...

Asagida filmi seyretmenizi tavsiye etmem.Cocuklara tamamen yasaktir.
Hikayemiz Avrupanin medeni bir ülkesinde gecmektedir.Tamamen hakikat olup gizli kamera ile cekilmistir.Tabii ki tercih sizlerin filmi iki bölümde vermekteyim.Cok düsündüm sonun da yayinlamaya karar verdim.Belki bizlere bir seyler hatirlatir diye.Tekrar yaziyorum seyretmek icin bir kac defa düsünmeniz gerekir.
Bölüm I.



Bölüm II.



Aci ama gercek.
Saygilarla

Pazartesi, Mayıs 14, 2007

728 Sene olmus o ferman verile...


Bu günden sonra divanda, dergahda ve bargahta, mecliste ve meydanda Türkçe'den başka bir dil kullanılmayacaktır
Karamanoğlu Mehmet Bey - 08.09.1279 )

Karamanoğullarının ikinci beyi Kerimüddin Karaman’ın oğludur.Doğum tarihi belli olmayıp ölümü 1280'dir. Mehmet Bey askeri ve idari yönden bilgili bir devlet adamı idi. Bilim adamlarını etrafına toplayıp onlara büyük önem vermiştir. 13.yüzyıl ortalarında Selçuklular, edebi dil olarak Farsçayı, devlet dili olarak Arapçayı kullanırlardı.

Halk ise öz dili olan Türkçeyi kullanırdı. Mehmet Bey birlikte yaşamanın ilk şartı olan dil birliğinin gerekliliğine inanıyordu. Bu birliği gerçekleştirmek için Toroslar üzerinde yaşayan bütün Türkmen boylarını çevresinde toplayarak bir ordu oluşturdu.

Üzerine gönderilen Selçuklu ve Moğol kuvvetlerini büyük bir yenilgiye uğratarak Konya'ya girdi.burada yaşayan Selçuklu Türkleri Karamanoğulları ile birlik oldular. Kısa zamanda Konya vilayeti ve bazı çevre iller Karamanoğullarının hakimiyeti altına girdi. Daha sonra Selcuklu sultanı İzettin Keykavus'un oğlu Gıyaseddin Siyavuş'u başa geçiren Mehmet Bey'in kendisi de vezir oldu. İlk önceleri Moğol baskısına başarı ile karşı koymasına, bir çok kere galip gelmesine rağmen, daha sonraki çarpışmaların birinde iki kardeşi ile beraber şehit düşmüştür.

İdareciliği sırasında Türkçeyi resmi dil olarak ilan eden fermanını vermiştir.
Türkçemize son yıllarda Batı dillerinden, özellikle de İngilizceden, bir kelime akını olduğu gerçektir. Başlangıçta birkaç kelime ile sınırlı olan kelime girişi, zamanla Türkçemizi istila şekline dönüştü.
Kelimelerin bir bölümü teknolojiyle birlikte geldi. Yeni bulu¬nan ve yeni üretilen aletler, ülkemize gelirken adını da birlikte getiriyordu: air-conditioner, disket, faks, kamera, kompakt disk, monitör, printer, radyo, televizyon, tubeless, video, walkman… Dilimizin tabii gelişmesi içerisinde bu aletlerin çok az bir kısmına karşılık bulunabilmişti: buzdolabı, bilgisayar, derin dondurucu. Buna karşılık yabancı kaynaklı kelimelerin dilimize girişi her geçen gün biraz daha artıyordu. Yeni bulunan ve üretilen aletlerin adları girmekle kalmadı, bu aletlerin çeşitli özellikleri, parçaları, kullanıcıları ile ilgili kelimeler de dilimize girmeye başladı, hatta bu kelimelerden fiiller türetildi: air-conditoned araba, kaset, diskjokey (kısaltılmış şekli dj İngilizce söylendi dicey), videojokey (vj, vicey), fakslamak, hardware, software, zapping, zaplamak, zoomlamak...
Kısa bir süre içerisinde yabancı kaynaklı kelime kullanmak bir özenti halini aldı. Günlük hayatta, çarşıda, pazarda, radyoda, televizyonda, basında, okulda, sporda kısacası her yerde yabancı kaynaklı kelimeler artık bilinçsizce kullanılıyordu. Yabancı kaynaklı kelimelerin bir kısmının dilimizde karşılığı yoktu, bunlara karşılık aranmadan bu kelimeler olduğu gibi kullanılmağa başlandı: klip, promosyon, jakobenizm, kampus, karizma, efekt, ekstre, ergonomi, hit, talk şovcu...
Yabancı kaynaklı kelimelerin dilimize girişiyle birlikte bu kelimelere karşılık olan Türkçe kelimelerin kullanımı azalmağa başlamıştır. Bu durum zamanla Türkçe kökenli bir kelimenin unutulmasına yol açabilir. Kullanımdan düşen her Türkçe kelime, kültürümüzden bir parçayı koparıp götürmektedir. Çünkü kelimelerimiz deyimlerimizde, atasözlerimizde, manilerimizde, bilmecelerimizde, türkülerimizde, şarkılarımızda, şiirlerimizde, destanlarımızda yaşamaktadır. Bir kelimeyi kaybetme¬miz demek, bu kelimenin geçtiği bir deyimimizi, bir atasözümüzü, bir bilmecemizi kaybetmek demektir.
"Dilimize giren bir yabancı kaynaklı kelime bazen aralarında ayrıntı bulunan birkaç kelimeye karşılık kullanılmakta, böylece dilimiz fakirleşmektedir. Bir örnek vereyim; dilimize Fransızcadan giren efor (effort) kelimesi güç, gayret, çaba kelime¬le¬rinin yerine kullanılmağa başlandı. Bir kelimeye karşılık dilimizdeki üç kelimeyi feda ediyoruz. Oysa efor yerine kullanabileceğimiz üç ayrı kelimemiz var."
Her dile başka dillerden kelimeler geçtiğini biliyoruz. Bunun bir ölçüsü vardır, ancak daha vahimi, dilin söz diziminin yabancı dillerden etkilenmesi ve giderek bozulmasıdır. Bu durumu Türkçede isim tamlamalarının kullanılışında görmekteyiz. Türkçenin özelliği, tamlayan kelimenin daima tamlanan kelimeden önce gelmesidir. A Eczanesi yerine Eczane A, B Oteli yerine Otel B gibi kullanışlar Türkçenin yapısına aykırıdır. Yine bu tamlamalarda tamlanan kelimenin iyelik eki alması gereklidir. Buna rağmen dana kıyması yerine dana kıyma, halk ekmeği yerine halk ekmek şeklindeki tamlamalar da birer yanlış kullanıştır.
Yabancı kaynaklı kelimelerin imlâsında ve söyleyişinde birlik bulunmamakta¬dır. Kimileri simpozyum, transformeyşın, leyzır, maykro derken, kimileri de sempoz¬yum, transformasyon, lazer, mikro demektedir. Bu durum da dilde bir karmaşa meydana getirmektedir.

Yabancı dillerin etkisi Türkçe kelimelerin söyleyişini, seslerin çıkarılışını da bozmuştur. Geçenlerde bir özel radyodaki müzik programını dinliyordum. Programı sunan kişi Türkçe konuşuyordu, ama kelimeleri bir yabancı aksanıyla söylüyordu. Vurgu kaybolmuştu. Kelimelerdeki sesleri ağzında yuvarlayarak çıkarıyordu. Yıllar önce dilimize giren ve radyo şeklinde kullanılan kelimeyi reydyo, müzik kelimesini de müyzik diye söylüyordu. Bu söyleyiş garabetinden Türkçe kelimeler de nasibini alıyordu: değil kelimesi diyl, arayın kelimesi arayn, yarın kelimesi yırın gibi tuhaf şekillerde söyleniyordu.

Yabancı dillerdeki kelimeleri olduğu gibi çeviri yoluyla Türkçeye aktarmak ve kullanmak da bir başka anlam bozukluğu. Üzgünüm, korkarım, banyo almak, duş almak, çay almak, yemeğe almak, artı (ayrıca, ilave olarak, üstelik anlamlarında), bekleme yapmak gibi kelimeler Türkçe olsa da kullanılış yerleri ve şekilleri Türkçe¬nin mantığına aykırı olduğu için birer anlatım bozukluğudur. Güle güle - Allaha ısmarladık yerine, baybay, çaav, çüüs, görüşürüz gibi kelimeler de birer Türkçe ifade değildir. Üstelik dilimizdeki görüşürüz şeklindeki bir ifade tehdit, göz dağı bildirmektedir.
İş bunlarla da kalmadı. Ünlemle¬ri¬miz değişti. Artık hayret verici bir durum karşı¬sında vaouv diye sesleni¬liyor. Kelimelerimizden bazıları da İngilizce kelimelere benzetilerek söylenilir oldu; herıld (her hâlde).
Yüksek öğrenim yapan kuşaklarımız bile dilimizin ve edebiyatımızın klâsikleri sayılan eserleri okumadan, Türkçemizi doğru ve güzel kullanma yeteneğini kazanmadan günlerini geçirmektedir. Okumayan kişinin düşünmesi, dilini geliştirmesi, hele yazması mümkün değildir.
Türk milleti diline sahip çıktıktan sonra, karamsar olmak gereksizdir. Bu sebeple, Türkçemizin geleceği konusunda hiçbir endişe taşımıyorum. Türkçemizi aydınlık günler beklemektedir.
Saygılarla.

Pazar, Mayıs 13, 2007

KALBIMIZ IZMIR'DE ATTI



ERDIL

Dünyanin neresinde olursak olalim kalbimiz bu gün IZMIR'de atti.
Saygilar.

ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN



ERDIL


Annelerimize sıkı sıkı sarınalım kollarımız arasında olduğu müddetce.
Onun kokusunu içimize cekelim zamanımız olduğu müddetce.
Onları olduğu gibi sevelim iş isten geçmedikçe.
O bir annedir;bizi dünyaya getiren,
Yokluğu çok acıdır, değerini bilelim.

Saygılarla.

Cumartesi, Mayıs 12, 2007

BIR CUMARTESI SABAHI

Cuma, Mayıs 11, 2007

Kaçan balık büyük olur...


Fransa’da cumhurbaşkanı seçilen Nicolas Sarkozy’nin AB danışmanı Alain Lamassoure, "Sarkozy seçilirse Türkiye ile müzakerelerin durdurulacağını söylemişti, şimdi bunu yapacak" dedi.

Avrupa Parlamentosu üyesi Lamassoure, AB haberleriyle tanınan "EurActiv.fr" haber sitesine yaptığı açıklamada, "Fransa’nın, Türkiye’nin AB üyeliğine kesinlikle karşı çıkacağını" söyledi.

"Türkiye’nin Orta Doğu’da olduğunu ve bu yüzden AB’de yeri olmadığını" iddia eden Lamassoure, "Avrupa politikaları Avrupa ülkelerine aittir" diye konuştu.
Önce sayın Sarkozy 'nin Cumhurbaşkanlığını tebrik edelim.
Seçim sırasın da bir çok politik sözlerin söylendiği bilinir.
Sayın Merkel'de aynı şeyleri söylemişti.
Söylemek başka, uygulamak başkadır.
Bu gün Fransa'nin Türkiye'nin AB'ye girip girmemesin den önce kendi içinde, ondan beklenen çok daha önemli görevler beklediği muhakkakdır.
Globallaşma tezine de,Türkiye'nin coğrafı yönün den nerede olması çok da büyük önem taşımamaktadır."yanlis bir görüş"
Yapmış olduğu kelimeleri tartışmaya açacak olursak.
Her nedense Avrupa ülkeleri neden bu kadar Orta doğu ile ilgilenmektedir ?
Yoksa Asya ile Avrupa arasında bir bölüme yeni ad arama içersindemidir!..
Bu gün Türkler için Avrupa yeni bir dünya olmadığı muhakkak orada 600 sene yaşamıştır.
Bu güne gelecek olursak.Avrupa da yaşıyan Türklerin sayısı bazı AB ülkelerinden çok daha fazladır.
Gelelim AB 'ye alınıp alınmama konusuna; yapılan anlaşmalar içersinde yavaş yavaş ilerlemekte.Bu da Türkiye'nin lehine işlemektedir.O gün tam olarak geldiği zaman, sayın Nicolas Sarkozy çoktan yerini bir başkasına devretmiş olacaktir.Onun için bu kadar heyacana hiç lüzum yok.
Yeter ki biz AB'ye girmek için hazır olalım.Ondan sonra girsek de olur girmesek de.Kazanç ibresi bizim tarafımızı gösterecektir.
Yaşlı Avrupa o günler de acaba sınırlarını nasıl görecektir.
Türkiye'nin Fransa hariçin de çok alternatifi var.
Fransa'nın acaba hangi alternatifi var diye hala düsünüyorum.
AB çıkarlar topluluğudur.O çıkarlar içersin de koymuş olduğu kaidelerle, bireylerini bir arada tutmak zorundadır.Yüksek sesle söylenenler, fısıltıya dönüşmediği müddetçe bir tehlike teşkil etmez.
Hele Türkiye için.
Bizler bu sözleri çok duyduk daha da duyacağız.
Bir gün de sizler de bizlerin sesimizi duyacaksınız.
O günlere doğru her geçen gün sağlam adımlarla ilerliyoruz.Bizim acelemiz yok o problem bir gün sizlerin önüne bir dağ gibi çıkacak, dersinizi o günler için iyi yapın.Kaçan balık büyük olur.
Saygılarla

Perşembe, Mayıs 10, 2007

Anneler Günü ve tarihcesi..


Amerika'nın Filedelfiya eyaletinde 9 Mayıs 1907 günü Jarvis isimli bir kızın annesi öldü. Annesini çok seven Jarvis'in üzüntüsü aylarca sürdü. Hayatla kimsesi kalmayan Jarvis ölüm olayına bir türlü alışamadı. Yaşama küstü. Canlılığını, yaşama sevincini yitirdi. Yemedi, içmedi bir ara ölmeyi bile düşündü. Jarvis'in bu durumunu yakından izleyen komşusu Jarvis'le arkadaş oldu. Bir gün yaşlı komşu söyleşi sırasında Jarvis'e «İnsanlar doğar, yaşar, ölür. Bu bir doğa kanunudur.» dedi. Bu iki cümle, Jarvis'i çok etkile­di. Ölümün de doğmak, yaşamak gibi bir doğa olayı olduğunu düşündü. Ancak bu doğruyu bulmak Jarvis'in annesine olan sevgisini azaltmadı. Aradan geçen süre içinde ölüm sözcüğünün soğukluğu gitti. Yerine anne sevgisinin sıcaklığı geldi. Artık Jarvis annesini gözyaşları ile değil severek. anmaya başladı. Acıları azaldı. İçinde arı, duru bir sevgi oluştu. Aradan bir yıl geçti. Bu süre içinde Jarvis, hemen her gün annesinin mezarına çiçekler götürdü. Jarvis'in annesinin ölüm yıldönümünde bütün arkadaşları eve geldi. O gün Jarvis arkadaşlarına : — Geçen bir yıl içinde çektiğim acılar bana şunu öğretti

Anna Jarvis'in kaybettiği kendi annesi için 1907 yılında başlattığı anma günü, 1914 yılında Kongrenin onayıyla Amerika çapında genişledi. Zamanla başka ülkelere de yayıldı.

Annelere armağan edilen bu özel gün Türkiye'de 1955 yılından bu yana kutlanmaktadır.

Türkiye'de Mayıs ayının ikinci pazar günü Anneler Günü olarak kutlanır. Bu evrensel günde, Dünyada milyonlarca anne, çocukları tarafından sevgi ve saygı ile anılır.

Anneler Günü evrensel bir gündür. Dünyada milyonlarca ana bugün çocukları tarafından sevgi ve saygı ile anılır. Anneler Günü ülkemizde 1955 yılından bu yana kutlanıyor. Türk Kadınlar Birliği ülkemizde her yıl çocukları için büyük fedakarlığa katlanan annelerden birini yılın annesi seçer. Yılın annesinin kişiliğinde tüm annelere iyi dilekler sunulur. «Dünyada anne sevgisinin yerini dolduracak hiçbir sevgi yoktur. Yılın bir gününü annelere ayıralım. O günü annelerimizle ilgili anılarla dolduralım. Böylece annelerimize olan sevgi borcumuzu ödeyelim.» dedi. Arkadaşları Jarvis'in önerisini çok beğendiler. Birlikte hemen kentin Belediye Başkanına gittiler. Başkan onları dinledi. Öneriyi içtenlikle benimsedi. Daha sonra bu öneri gazetelere, yazarlara anlatıldı. Jarvis ve arkadaşlarının çalışmaları kısa sürede sonuç verdi. Amerika Birleşik Devletleri Kongresi mayıs ayının ikinci pazar gününün Anneler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.

Anneler günü ilk kez 1908 yılında kutlandı. Daha sonra bütün uygar ülkelerde kutlanmaya başlandı. Her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü gazetelerde annelerle ilgili yazılar, anılar, şiirler yayınlanır. Radyo ve televizyonda ana sevgisini konu eden konuşmalar yapılır. Türk Kadınlar Birliği'nin şubesi olan illerde yılın anneleri seçilir. Okullarımızda ayrıca Anneler Günü nedeniyle toplantılar düzenlenir. Bu toplantılarda okunan şiirler, söylenen türküler, şarkılar, annelere armağan edilir. Filimler gösterilir. Sergiler düzenlenir. Anneler Gününde annemize bir demet kır çiçeği armağan ederek, bir güzel sözcükle yanağından öperek onu çok mutlu ederiz.
Dünya da Anneler günü değişik tarihlerde kutlanmaktadır.Aşağıda bir kaç örnek :
Tarih / Ülkeler.
Şubat ayının 2.nci Pazar'i Norveç
Şavat ayının 30 ncü günü (ekseriyetle Şubat ayı, Yahudi Takvimine bak.) İsrail
4. Oruç Pazarı (2007: 18. März) İngiltere ve İrland
3. Mart Gürcistan
8. Mart Arnavutluk, Rusya, Sırbistan, Mekodanya, Bulgaristan
21.Mart Mısır, Tunus, Suriye
1. Baharın ilk günü Lübnan
7. Nisan Ermenistan
Mayıs ayının 1.nci Pazarı Litanya,Macaristan, Romanya, Portekiz, Güney Afrika,İspanya
10. Mayıs Büyük bölümü Güney Amerika ve Meksika, Bahran, Hong Kong, Hindistan, Malazya, Oman, Pakistan Katar, Saudi Arabistan, Singapur, Birleşik Arap Emiratları
Mayıs ayının 2.nci Pazarı Avusturalya, Belçika, Brezilya, Cin, Danimarka, Almanya, Estland, Finlandiya, Yunanistan, İtalya, Japonya, Kanada, Lichtenstein, Hollanda, Yeni Zellanda, Avusturya, Peru, İsviçre, Tayvan, Türkiye, Amerika, Venezuella
26. Mayıs Polanya
27. Mayıs Bolivya, Dominik Cumhuriyeti
Mayıs'ın son Pazarı Fransa
Haziranın 1.nci Pazarı İsveç
Haziranın 2.nci Pazarı Lüksenburg
12. Ağustos Thayland (Kraliçe Sırıkıt doğum gününde)
15. Ağustos (Meryem Ananın Göğe çıkışı) Antwerpen (Belçika), Costa Rica
Ekim ayının 2.nci Pazarı Arjantin
22 Aralık Indonezya
BÜTÜN ANNELERİN GÜNÜ KUTLU OLSUN.
Saygılarla.

Salı, Mayıs 08, 2007

Ne diyeyim !..



Biz insanların en büyük zaaflarından bir taneside.Okumadan anlamadan her şeyin altına imza atmamızdır.
Şimdi bana diyeceksiniz ki altta bulunan yazı ile ne ilgisi var.
Belki de haklısınız belki de hiç mı hiç ilgisi yoktur/vardır...

Küçük Kızdan Büyük İnsanlık Dersi

Doğuştan engelli kuzenini her gün sırtında taşıyarak okula götüren 10 yaşındaki Burcu'nun fedakarlığı göz yaşartıyor.

Doğuştan engelli kuzenini her gün sırtında taşıyarak okula götüren 10 yaşındaki Burcu büyüklere iyilik ve insanlık dersi verircesine, "Ben taşımasam, eğitimi aksayacak, başka çarem yok" diyor. Oysa tekerlekli sandalyesi olsa ikisi de rahat edecek.


Ordu'nun Aybastı ilçesi Cındarlı Köyü Cındarlı ilköğretim Okulu 4. sınıf öğrencisi Burcu Sekendiz (10), küçük yaşına rağmen gösterdiği büyük gayretle birçok yaşıtının başaramayacağı bir işi yapıyor. Teyzesinin doğuştan ortopedik engelli 12 yaşındaki kızı 5. sınıf öğrencisi Yeliz Sekendiz'i evlerine yaklaşık 1 kilometre uzaklıktaki okula sırtında taşıyarak götürüp getiriyor.

Vücudu yaşıtlarına göre gelişmemiş olan Yeliz'i sırtında taşıyarak okula götüren Burcu Sekendiz, kendisinin bu gayreti göstermemesi halinde Yeliz'in okula düzenli gidemeyeceğini söyledi. Yeliz'in ders aralarında da ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli sırtında taşıdığını belirten Burcu, ''Okula sırtımda getirip götürüyorum. Zorlanıyorum, ancak başka çaremiz yok. Bazen belim çok ağrıyor. Kimse de yardım etmiyor. Tek isteğim bir tekerlekli sandalye olması. O zaman okula getirip götürmem daha kolay olacak. Ancak imkanımız olmadığı için alınamadı'' diye konuştu.K.Aktif Haber egitim.


ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ

Çocuk Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Genel Asamblesi tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilerek 2 Eylül 1990 tarihinde de yürürlüğe konulmuştur.Türkiye Cumhuriyetinde zamanın Cumhurbaşkanınca 14 Eylül 1990’da imzalanan Çocuk Hakları Sözleşmesi Aralık 1994 de Meclisten geçirilerek yürürlüğe girmiştir.

2) Taraf Devletler, özürlü çocukların özel bakımından yararlanma hakkını tanırlar ve eldeki kaynakların yeterliliği ölçüsünde ve yapılan başvuru üzerine, yardımdan yararlanabilecek durumda olan çocuğa ve onun bakımından sorumlu olanlara, çocuğun durumu ve ana-babanın veya çocuğa bakanların içinde bulundukları koşullara uygun düşecek yardımın yapılmasını teşvik ederler.
3) Özürlü çocuğun, özel bakıma gereksinimi olduğu bilincinden hareketle bu maddenin 2 inci fıkrası uyarınca yapılması öngörülen yardım, çocuğun ana-babasının ya da çocuğa bakanların parasal (mali) durumları göz önüne alınarak, olanaklar ölçüsünde sağlanır. Bu yardım; özürlü çocuğun eğitimi, meslek eğitimi, tıbbi bakım hizmetleri, rehabilitasyon hizmetleri, bir işte çalışabilecek duruma getirme hazırlık programları ve dinlenme eğlenme olanaklarından etkin olarak yararlanmasını sağlamak üzere düzenlenir ve çocuğun en eksiksiz biçimde toplumla bütünleşmesi yanında, kültürel ve ruhsal yönü dahil bireysel gelişmesini gerçekleştirmek amacını güder.
Saygılarla.

Cumhuriyet icin oy kullanin.


Almanya'da da Cumhuriyet Mitingi Yapıldı

Almanya'nın Duisburg kentinde ''Cumhuriyet Mitingi'' düzenlendi. mitinge çevre ülkelerden de çok sayıda katılımcı oldu.

Duisburg ve çevresindeki Türk derneklerin bir araya gelerek ''Cumhuriyet İnisiyatifi'' adıyla düzenlediği mitinge, Almanya dışında Hollanda ve Belçika gibi ülkelerden de katılım oldu.

Duisburg belediye binası önündeki park alanında düzenlenen mitingde, ''Türkiye laiktir, laik kalacak'' ve ''Tam bağımsız bir Türkiye istiyoruz'' şeklinde sloganlar atıldı.

Cumhuriyet Marşı'nın okunmasıyla başlayan mitingde konuşan ''Cumhuriyet İnisiyatifi'' sözcüsü Işık Aydın, Cumhuriyet'e sahip çıkılması gerektiğini belirterek, , ''Ülkemizin onuru bizlerin onuru. Yaşadığımız ülkelerde Cumhuriyet'e sahip çıkmak bizlerin de görevidir. Yurt dışında yaşayan 6 buçuk milyon insanın özgür iradesini sandığa yansıtamayan vatandaşlar göz ardı edilmemeli'' dedi.

Atatürkçü düşünce dernekleri adına, yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı mitingde konuşan Hasan Açıkkol da, ''Cumhuriyet'in tehlike altında olduğunu, Türkiye'de yapılan mitinglerin görmemezlikten gelindiğini'' söyledi.

Mitingde Yeliz, Selda Bağcan ve Hasan Yükselir de sahne aldılar.

Aktif Haberde yayinlanan bu yaziyi okuyan, Türkiye de yasiyan bir vatandasin yorumu :)

Almanya da da laiklik tehtidi mi var?
Hahahaahaha bu cumhuriyetçilerde gıkını çıkardılar işin iyice ha bi şey yaptınız tamam da halla halla. Ne yani almanyada da rejim tehlikeye mi girdi anlamadım ki dertleri ne orda yaşayanların adamların ülkesi ister faşist yönetir ülkesini ister krallıkla size ne haaaa yoksa onlar türkiyedeki cumhuriyete mi sahip çıkıyorlar ama onlara ne bundan onlar bu ülkenin bile vatandaşı değil çoğu para uğruna ülkesini terk eden bi topluluk çalışıp para kazansınlar onlar.
06.05.2007 07:28-ramazan hacıfazlıoğlu

Onun bir oy hakki var.
Benim ise yok.
O bir Cumhuriyetin nimetlerinden faydalanan onun kollari arasinda ki vatandas.
Bense para ugruna vatanini terk eden toplulugun bir bireyi.
Adam yerden göge hakli.Onun konusmaya hakki var cünki o bir oya sahip.
Bizlerin ise tek düsüncemiz para para para.
Saygilarla.

Pazartesi, Mayıs 07, 2007

Yalan Haber !...



Doğan Haber Ajansı

İstanbul'da yeni doğan bir bebek, bir ambulansın içinde yaşam mücadelesi veriyor. Kalp damarları tıkalı olan bebeğin üç gün içinde ameliyat edilmesi gerekiyor, aksi takdirde hayatını kaybedebilir. Ancak hastaneler, ailenin sosyal güvencesi olmadığı için bebeği kabul etmiyor.
Henüz adı bile konulmayan bebek, dört gün önce özel bir hastanede doğdu.
Doğuştan kalp damarlarında tıkanıklık olan bebeğin yaşaması için, en geç üç gün içinde ameliyat olması gerekiyor. Hastaneleri tek tek dolaşan baba Nevzat Uysal, gittiği her hastaneden olumsuz yanıt aldı:
"Hiçbir hastane bizi kabul etmiyor. 'Devletin kapıları açık' demişlerdi; görüyorum ki kapalı. Sigorta ve yeşil kartım yok." Son çare olarak bebeğini SSK'lı bir arkadaşına evlatlık vermek istedi. Bebeği evlatlık almayı kabul eden kişi ise durumu şöyle özetliyor:
"Bu çocuğu yaşaması için evlatlık almayı kabul ettim, ancak zaman istiyor. Ama bebeğin acilen ameliyat olması gerekiyor." Bebek şimdi Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi'nin önünde, bir ambulansın içinde yaşam mücadelesi veriyor.
Baba Uysal ise, bebeği için Sağlık Bakanlığı'ndan yardım bekliyor.Kaynak.Milliyet Gazetesi.
75 Milyonluk Türkiye'de koskoca Saglik Bakanligi olan.Sosyal bir Devlettin oldugu yerde böyle bir haberin ancak yalan oldugu söylenebilinir.
Eger biri cikar da hayir bu haber dogrudur diyorsa.O zaman insana samar atarcasina
sorarlar.
Bu devletin Saglik Bakanligi varmidir ?
Bu ülkede hastahane varmidir ?
Bu ülkede yemin ederek o serefli meslegi secmis insanlarimiz nerede diye sorarlar ?
Bu ülkede her seyi vatandasin sirtina yükliyerek problemleri Allah rizasi icin bir yardim dedirten sorumlu politikacilar varmi diye sorarlar ?
Biliyorum bu bir yalan haberdir.
Yoksa bana böyle bir utancla nasil yasiyorsun diye sorarlar.
Saygilarla.

Pazar, Mayıs 06, 2007

Bebeğim neden ağlıyor !...


Hiç dikkatinizi celp ettimi google'de ağlıyan bebek diye yazdığınız zaman 81,000 yazı ile karşı karşıya geleceksiniz.Anne ve babaların kabusu olan bir durum haline gelmiştir.Yapılan araştırmalar bunu ebeveynlerle bebekler arasındaki iletişimin kurulamaması olarak görülmektedir.
Peki bebekler neden ağlamaktadır :
Uzmanlar gözlemleriyle üç tespit de bulunmuşlar;devamlı ağlıyan bebekler, günde 3 saat ağlamaktadırlar.3 gün, bir hafta içersinde.3 hafta süren bir zaman içersinde.
Çocuk doktorları bebeklerin ağlamasının bir rahatsızlık dan dolayı olmadığını söylemektedirler.Tabii ki bu durum karşısında ebeveynlerin sevinçleri kabusa dönüşmektedir.Bu tatlı bebeklerinden bekledikleri onları hayali suküta uğratmıştır. Amerikalı Çocuk doktoru Harvey Karp kitabın da.Bebeklerin dünya ya 3 ay erken geldiklerini bu durum karşısında yeni yaşam çevresine bağdaşmakta zorluk çektikleri görüşünde.Bir başka durum da kültürel fenomen.İlkel halk gurubunda bu durum çok daha anlayışlı olarak karşılanmak da.Annenin bebeğini çok daha iyi anladığı,bebeğini çok daha çabuk sakinleştirdiği,beden teması ve emzirme oranı çok daha bariz bir şekilde görülmektedir.
Bebekle erken konuşmak ! Bebeklerin huzur içinde olamaları için istedikleri nedir ; .
Gözlemler de ABD doğan bebeklerin çoğu şişman olması.Öz anne ile bakıcı anne arasında ki fark nedir ?
Güney Amerika ve Asya da doğan bebekler arasında böyle bir problemin olmaması tespit edilmiştir.
Karl-Heinz Brisch, Pädiatrische Psychosomatik ve Psychotherapie çocuk hastahanesi yöneticisinin anlatmış olduğu anne ve çocuk arasında ki bağlılığa Güney Amerikada ki meslektaşların güldügünü söylemektedir.Onlara Almanya'da ki doğan bebeklerin kendi yataklarında ve odalarında yatmak zorun da oldukları ve bebeklerin vermiş oldukları sinyaller tamamen anlaşılamaması verilen reaksiyonların tam tersi olması."Beden teması yerine ya bu yemek vermek veya oyuncaklarla olması"
Bebeklerin ağlaması yaşam mücadelesinin sinyalleri olduğu.Bu durumda da, ebeveynler tarafından ağlama nedeninin tespiti gereklidir.Bebeklerini tam olarak gözlem için de olan ebevynler cocuklarını çok daha çabuk anlıyabilmektedir.Bu durumu cözemiyenler ilerde çok daha zorluklar içersinde kalacakları tespit edilmiştir.Bebek ile ebeveynler arasında ki bağlılık her iki taraf için ilerde ki zaman dilimleri içinde bir çok ruhi bozuklukları getirebileceği görülmüştür.Bebeklerde devamlı ağlama anne ve baba üzerinde yapmış olduğu stres.Bir bumaran olarak bebeğe dönüşmektedir.Stres durumunun bebekler üzerinde görülmesi; annenin doğum esnasında stres yaşaması da bebeklere geçtiği de bilinmektedir.Yapılan araştırmalar da hamilelik dönemin de annenin karşılaştığı her stres ve physischen, psychischen yüklemeler olduğu gibi bebeklere geçmektedir.Bu durumlar karşısında ebeveynlerin çok dikkatli olmaları, icap ettiği taktirde terapi görmeleri doğacak bebeklerine ilerde çok faydası olduğu görülmektedir.Bebeklerimiz yıkadığımız da veya yapmış olduğumuz masajlarda onlara acele olarak yaptığımız hissini duyurmamız bunu onlara huşu içersinde yaptığımızı hissetirmemiz lazımdır.Bir önemli konum da çalışan annelerin tekrar iş hayatına dönüş stresinin bebeklerine aktarmasıdır.Bebeklerimizin devamlı ağlamasının yukarda bir kaç faktörün den bahs ettik.Eğer bu ağlama periyoduyla baş edemediğiniz zaman, uzman doktorlardan yardım almanız hem sizlerin hemde bebeğinizi daha iyi tanımanıza neden olur.
Unutulmaması gereken en önemli konu sizlerin geçirdiği bu stres anları çocuklarınıza aktarılmakta bu da ilerde büyük yaralar açıcağını bilmeniz gerekmektedir.
Saygılarla

PAZARIN SOHBETI !..


Saygilarla.

Cuma, Mayıs 04, 2007

Nasil oy kullanirim.


Garip bir ülkede yaşıyorum.40 senedir yaşadığım bu memlekette seçimler bir garip oluyor.Ne gibi diye soracak olursanız.Birazcık anlatayım.
Efendim burada muhtarlık diye bir kurum yok; onu mahalle karakolları üstlenmiş.Demişler ki eğer bir yere taşındığınız zaman kontrat yaparken her kırtasiyeci de satılan bir ikametgah kağıdı vardır.Onu satın alır .Ev sahibinize imazalattıktan sonra mahalle karakoluna gider tasdikletirsiniz.İçerikliğin de o meskende kaç kişi oturduğu isim soyadı tıpkı bizdeki gibi haneler vardır.Polis hemen gelmiş olduğunuz eski mekamınızdan bilgi sayar sayesinde bu yeni meskenizine naklinizi yapar.Bu arada eğer arabanız varsa,ruhsatınızı,kimliğinizin adresini üzerinde resmi mühürle değiştirir.Bu ilerde her işlemde resmi belge niteliğin de sizlere çok faydası vardır.Bu işlemler için 10 günlük bir zaman tanınmıştır.Ondan sonrası cezayı muayedeye tabii olur.Artık resmii makamlar sizin nerede olduğunuzu hemen tesbit eder.Bu bilgiler hiç bir zaman bir ikinci şahıslara verilmez.Bu gün bir tanıdığınızın adresini öğrenmeye kalksanız oraya resmende müracaat da bulunsanız bu adrese ulaşamazsınız ancak bu durum gene mahkeme kararları ile olur.Esasın da benim anlatmak istediğim mevzuu bu değildi.Bu kısaca ön bilgiydi .Burada nasıl oy kullanılırdı konumuz.Seçim tarihinden 6- 8 hafta önce evinize bir davetiye gelir.Orada adınız soyadınız ve nerede hangi saatler arasında nerede oy kullanılacağı yazar.
Oy atmaya hüvviyetiniz ve bu belge ile gider belirtilen yerlerde oyunuzu kullanırsınız.Bakalım o belgede daha neler yazar.
Der ki eğer rahatsız oy kullanmıya gidemiyecek durumda iseniz "sakat,yatalak" gibi bize bildirin biz sizin ayağınıza gelip oy hakkınızı yerine getirmenizi sağlıyalım.Bir başka madde daha vardır o tarihlerde eğer Tatil veya bir başka
yerde ikamet zorunluluğu varsa onu da bildirin biz de size o ikamet yerin de veya posta yoluyla oy kullanma imkanını sağlıyalım.Dedim ya garip bir memleket illa bana oy kullandıracak.
Saygılarla.

Perşembe, Mayıs 03, 2007

Bir Mayıs sabahı...


Mayıs ayı bir garipdir iklim dilimi içinde.Biyolojik olarak da etkiler bizleri.İçimizde ki kan, kaynamaya başlar,kimimiz de ise yorgunluk emareleri belirir.Doğa da renk tonları, zıt renklerle dolmuşdur.Güneşin yakıcı sıcağına arada bir polar rüzgarı karışır okşar tenimizi.
Öyle bir Mayıs sabahın da elime aldım kitabımı, evimin yanı başında olan parka doğru yürümeye başladım.
Kuşların dallar arasında,uçucuların çiçek den çiçeğe ucuşu doğa da bir başka resim sergiliyordu.
Arkadaşım ceviz ağacının altında ki banka iliştim.
Önümde ki suni gölde yüzen ördekler; oturduğum yere bir yanaşıp bir uzaklaşıyordu.
Ellerin de kuru ekmekler olan dostlarını bekliyordu.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum.
Yanıma genç bir kız oturdu.Elinde ki bisküvit kutusunu açarak yemeğe başladı.Onu gören ördek sürüsü hemen yanına yanaşdı, onlara bir kaç tanesini attı o sırada suyun çırpıntısının çıkardığı sesler mücadelenin ciddiyetini gösteriyordu.
Bir ara göz göze geldik.Hafif bir tebessümle elinde ki kutu dan ikramda bulundu.
İncecik parmakları arasın da tuttuğu bisküviti yerken bende onu seyre koyuldum.
Gözlerimin önüne o narin ince parmaklı sevgilim geldi onu ne kadar andırıyordu.Belki de ben öyle görüyordum.
Aklıma rüzgar da uçuşan saçları, mavi üzerine beyaz puantiyeli elbisesi düştü.
Onunla böyle bir Mayıs ayında tanışmıştım.Pek hatırlıyamıyorum o günlerin şahidi arkamda ki gibi bir ceviz ağacımıydı!..
Bildiğim tek şey o gün kalbimin çarpışına şahit olmuştur.
Yanımda ki oturan genç kızın veda sesi ile seneler ardından, bu güne döndüm.
Zaman tünelin de olmak ne güzel şeydi diye düşündüm.
Bir an içime bir özlem düştü.Kalktım evimin yolumu tuttum.
Anahtarım olduğu halde zile bastım.Kapı açıldığı zaman karşımda o ince narin sevdiğim kız duruyordu.Aradan 40 küsür sene geçmesine rağmen o güzelliğinden benim gözümde hiç bir şey kaybetmemişdi.
Kapının önünde ona büyük bir özlemle baktım.Ayrılığımız bana çok uzun gelmişdi.Eğer bana hayrola bey erken döndün demeseydi.
Saygılarla.

Çarşamba, Mayıs 02, 2007

BERLIN'DE 1 MAYIS




ERDIL

Salı, Mayıs 01, 2007

Adalet ve biz...


Kafa keserek beni elle taciz etti’
Bir köpeğin boğazını bıçakla kestikten sonra “Seni de bu köpek gibi keserim” diye tehdit ettiği ilköğretim öğrencisi kızı, bir yıldır taciz edip harçlıklarını gasp eden sapık genç yakalandı


BÖYLESİ ne görüldü, ne de duyuldu.

Adana’da 17 yaşındaki M.A. adlı sapık gaspçı, akıl almaz bir yöntemle taciz ettiği kızın zorla parasını da almış. Kocavezir Mahallesi’nde oturan ilköğretim okulu 6’ncı sınıf öğrencisi 12 yaşındaki N.G. adlı kız öğrenci, aynı okulda öğrenim gören eski öğrencilerden M.A. (17) tarafından sürekli elle taciz ediliyordu.



Sapık genç, bir yıldır N.’ye sarkıntılık ediyor, harçlıklarını alıyordu. Bu duruma dayanamayan çocuk, olanları annesi C.G.’ye (27) anlattı. Annenin şikayeti üzerine M.A., gözaltına alındı. N.G. poliste verdiği ifadesinde M.A.’nın, okula veya bakkala gidip gelirken sokakta yaklaşık 20 kez tacizde bulunduğunu söyledi.



Serbest bırakıldı

İfadesinde gözyaşlarına boğulan genç kız, şunları söyledi: “Vücudumun değişik yerlerini elleyerek tacizde bulunuyordu. Devamlı elinden kaçıp kurtuldum. 6 ay önce de okul bahçesinin arkasına beni zorla götürdü. Burada bir köpeği boğazını kesip öldürdü.Kaynak.Sok Gazete.

Kanunun belki bir yerde, o kanunları yürütücülerinin de elini kolunu bağlıyabilir.O tarafına bir yorum yazmak haddime düşmemiştir.
Haddime düşen taraf ise zanlının psikolojik olarak bir bozukluk yaşayıp yaşamadığının tesbiti için; bir insani boğazladık dan sonramı bir tıbbi incelemeye sevk edilip edilememesinedir.
Ne günlere kaldık !...
Saygılarla.

HAYVANLAR ALEMI..


LEVREKLER...

Dönem: Senozoik zaman, Eosen dönemi
Yaş: 54 - 37 milyon yıl
Bölge: Green River Oluşumu, Wyoming, ABD


Ilk omurgalı olan balıkların ataları omurgasız canlılardır. Ancak dışında sert bir kabuğu olan, kemiği, omurgası olmayan bu canlıların nasıl olup da, omurgalı, omurilikli canlılara dönüştükleri evrimcilerin cevaplayamadıkları ve delil bulamadıkları bir sorudur. Çünkü bu canlılar o kadar büyük değişiklikler geçirmelidirler ki, dışlarındaki sert kabuk yok olurken, içlerinde iskelet oluşmaya başlasın. Böyle bir dönüşüm içinse, her iki tür arasında çok fazla sayıda ara geçiş formu bulunması gerekir. Oysa, omurgasız canlılarla omurgalılar arasında ara form olarak gösterebildikleri bir tek fosil dahi bulunmamaktadır. Balıkların hep balık olarak var olduğunu gösteren ise milyonlarca delil fosil bulunmaktadır. 54- 37 milyon yıllık levrek fosili de bunlardan biridir.

DEVE KUŞLARI...

Sürü halinde yaşayan deve kuşlarından yarım düzine kadarı, yumurtalarını ortak bir yuvaya bırakır. Hiçbir özelliği olmayan sadece sığ bir çukur olan bu yuvada her biri 1.5 kg. gelen 40 kadar yumurta bulunur. Bu yumurtaların tümünü koruma görevi tek bir dişi deve kuşuna aittir. Kuluçkaya yatan dişiye bir erkek kuş yardım eder. Ancak dişi kuş sadece 20 kadar yumurtanın üzerinde yatabilir. Bu nedenle fazla yumurtaları yuvanın dışına iter.
Yapılan incelemeler sonucunda deve kuşlarının bu itme işlemini rastgele yapmadıkları bulunmuştur. Deve kuşu kendi yumurtalarını kuluçkaya yatacağı yumurtaların arasına alırken, başka dişilere ait olan yumurtaları ise dışarıya atmaktadır. Bu ayrımı deve kuşunun nasıl yaptığını bulabilmek için bilim adamları yumurtalara numaralar vermişlerdir. Yumurtaların yerini değiştirerek, eski ve yeni yumurtalar karıştırılarak yapılan tüm deneylerde sonucun değişmediği görülmüştür. Bilim adamlarının vardıkları sonuç deve kuşlarının yumurtalarını, yüzeylerindeki deliklerin dağılımı sayesinde tanıdıkları olmuştur. Bütün yumurtaların kabuklarında, civcivin nefes almasına imkan veren minik "hava delikleri" vardır. Bu deliklerin kabuk üzerindeki yerleri her yumurtada biraz farklıdır. İşte bu delikler sayesinde deve kuşlarının yumurtalar arasında ayrım yapabildiği düşünülmektedir.
---------
(Marian Stamp Dawkins, Through Our Eyes Only?/The Search For Animal Consciousness, s. 38-39)
OXPECKERLAR İLE ORTAK YAŞAM ...

Oxpecker denen kuşlar Afrika bufalosu, gergedanlar ve diğer büyük av hayvanlarının derilerinin üzerindeki kenelerle beslenir. Bu ortak yaşamda her iki taraf da karşılıklı çok fazla fayda sağlar. Bu şekilde av hayvanları hem parazitlerinden kurtulmuş olur hem de herhangi bir tehlike durumunda kuşlardan yüksek sesli bir uyarı alırlar. Kuşlar da besin, hareket eden bir tünek ve hatta yuvalarının içini kaplamak için tüy elde eder.

Saygılarla.