Pazartesi, Mart 31, 2008

REFARANDUM


Dün posta kutuma bir mektup düşdü.Berlin Belediyesinden geliyordu.Bir ay sonra yapılacak olan Refaranduma çağrıyorlardı.
Benden istenen EVET veya HAYIR diye oy kullanmam.
Mektup şehir içinde bulunan en eski hava alanın kapatılması ile ilgili.

Mektup'un arka tarafında o veya bu nedenle sandık başına gidemiyecek olursam, benim bu oylamaya nasıl "mektup" ile katılabileceğim; gerekli belgeleri almam için müracaatım.
İlgili belgeleri alamıyacak durumda isem bir kişiye vekalet verebileceğim yazıyordu.

Mektup da bir not daha gözüme takıldı.
Oda görme özürlülerle ilgili, onlarında özel oy pusulalarını nerden temin edebileceği ile ilgili açıklama ve adres verilmişdi.

Buraya kadar her zaman bilinen prosedür uygulanmışdı.

Zaman zaman bu konuda yazılı basın ve görsel basın da yazılar yazılmış, oturumlar yapılmışdı.
Eminim ki bir çok vatandaş ya bu konuyla ilgilenmemiş veya refarandumun içerikliği hakkında bir bilgi sahibi olmamışdır.

Peki nasıl bir oylama yapacak; oylama ne kadar sağlıklı olacak ?

İşte tam bu konuda kafa yorarken; zarfın içnden bir ufak kitapçık daha çıkdı.

Özet olarak kitapçıkdan bahs etmek istiyorum:

Kitapçık Belediye tarafından bastirılmış olduğunu gördüm.
İçerikliği üç bölümüne ayrılmışdı.

Birinci bölüm : Kapatılması istenen Havaalanı hakkında Historik ve Ekonomik bilgiler.
İkinci bölümünde ise eğer HAYIR demeninizi gerektiren nedenler.
Sivil Toplum Kuruluşlarının argümentleri ve hukuki yönleri,ekonomik ve sosyal içerikliği anlatılmışdı.
Üçüncü bölümde ise belediye tarafından EVET demenizi gerektiren nedenler yazılmışdı.
Kapanması ile o alanın Sosyal olarak sizlere getirebileceği avantajlar,şu anda
getirdiği külfet.Kapanması ile diğer hava alanının büyütülmesi, 40 bin kişiye yeni iş imkanı açılacağını izah ediyordu.

Bu açıklamalar okuma yazma bilen bir kişinin anlıyacağı dilde anlatılmış.
Politik ve Hukuki bir dile yer verilmemiş olduğu da, dikkatimi çekmiş oldu.

Sizlere buradan Demokratik olarak bir Refarandumu aktarmak istedim.

Daha doğrusu yöneten kişilerin Refaranduma vatandaşını sandık başına çağırmadan evvel
bu oylamayı tarfsız olarak ele alıp aydınlatması gerektiğinin bilincinde olması.
Saygılarla.

Pazar, Mart 30, 2008

PAZAR'IN CIZGILERI

DÜNYADAN



Ha gayret ...


Yeni bir kita keşfedildi...

BIZDEN



Loto bu haftada devirdi...

Hayırlı Pazarlar.

Saygılarla.

Cuma, Mart 28, 2008

YAŞAM ALFEBE OLSAYDI...




Kömür gibiydi sAçları,gençliğin verdiği kuvvet, Bütün vüCudunu sarıyordu.Emin adımlarla yola koyulmuşdu.Yapılacak Çok şey var Diyordu.

Kalabalık sardı Etrafını şaşırmışdı.Biri sağ kolundan çekiyordu;diğeri solundan.Doğrulara doğru.

Birden önüne set çekildi.Dört duvarı tanıdı.Sağını solunu tanımadan kömür saçlarında ki ilk beyazı tanıdı.Arkasından ot diye bağırdılar.
Ayaklarına dolanan gazetede asılmış adamlar gördü.

Dostları olmuşdu.Toprağa Fikir tohumları eken, düsüncenin köylüleriydi onlar.Beğendi dinledi, beğenmedi dinledi.SayGıyla karşıladı; sadece fikirdi onlar.O ise ayrık otu.

Gene dört duvarlar sardı etrafını nedenini daha anlıyamadan.Kulaklarında yolları çiĞneyen demir sesleri doldu.Acı dolu çığlıklar,o yollarda şimdi korku kol geziyordu.

Güneş ışıkları çevresini aydınlatırken gözleri boş boş kaybolan dostlarını aradı.
Ayaklarına dolanan gazetede asılmış adamlar gördü.

Kömür saçlar zaman suyuyla yıkanmış ağarmışdı.Her nekadar ayaklarI bastığı yerden eskİsi gibi ses getirmesede.Sağlam adımlarla bastığı Kanısındaydı.

Sokak gene doLuydu.Sesler yükseliyordu.Sadece değişen bu sefer deyiMlerdi.BedeNi saran eskiye,yeniye baktı Öylece.

YOrgun düşen bedenini taşıdı dört duvar arasına.Ne umutlarla yola çıkmıştı o beden.
PenceReSinden doğmaya çalıŞan güne bakTı.Gökyüzü kırmızı ay la yıldız kızılın arasında
çakılmış kalmışdı.Bir sıcaklık sardı bedenini.Sabahlar,her yeni günle doğan sabahlar...

Beyazlara bürünmüş saçlarını, beyaz yastğının kollarına bıraktı.Kapıda beyazlar giyinmiş iki genç dUruyordu.Biri kömÜr saçlı bedeni gençliğin Verdiği kuvvetle sarılı.
Diğeri ise sarı saçlı mavi gözlü özlemle çektiği sevgisiYdi.

Tenini okşıyan sevgiyi sabitledi bir noktaya bakan bakışlarla.
A - Z

Saygılarla.

Perşembe, Mart 27, 2008

GÜNÜN FIKRASI..."On dakikalık iş"


Geçenlerde içme sularımızla ilgili bir kaç habere değinmişdim.Bu gün ise derlediğim bazı yeni haberlerle bir yazı dizisine başlıyacakdım.Yazıyı yayına vermeden önce gazete haberlerine bakayım dedim.
Netice :
Vaz geçtim...

Nedenmi ; buyrun eğitim sofrasına.

Vali denetim için gittiği bir lisede öğrencilere Çanakkale Savaşları'nın nerede olduğunu sorduğu.
- "Kars ile Erzurum arasında bir yerde":
yanıtını alınca şoke olduğunu söyledi.

Öğrenciler ayrıca yaşadıkları şehrin ilçelerini, Türkiye'nin komşularını da sayamadıklarını da belirterek, öğrencilere her gün 10 dakika çevreyi ve ili tanıtıcı bilgiler anlatılması için kaymakamlara talimat verdiğini kaydetti.
`Yaptıklarımız/ Yapacaklarımız' konulu toplantıda konuşan Vali, çevrenin korunmasında eğitimin önemini vurgularken sözü bir lise ziyaretine getirdi.Lisede öğrencilere yönelttiği sorulara karşılık aldığı cevaplar karşısında hayretler içinde kaldığını belirterek, şaşkınlığını uzun süre üzerinden atamadığı öyledi.
- Şaşıranlar,şaşırmıyanlar,eğitim sistemimiz oy birliği ile kabul edilmişdir.
"Lise 1 öğrencisine Adana'nın ilçelerini sordum. Sadece `Seyhan, Yüreğir, Pozantı' dedi. Herhalde Pozantılıydı. Lise 2 öğrencisine aynı soruyu sordum. `Hatay, İskenderun, Tarsus' diye saydı. Lise 1 öğrencilerine `Çanakkale Savaşları'nı kim anlatacak' diye sordum. Anlatan çıkmadı. Aynı soruyu lise 3'deki bir öğrenciye sordum, bilemedi. `O zaman Çanakkale Savaşları nerede oldu? Çanakkale Savaşları Kars ile Erzurum arasındaki bir yerde mi oldu, yoksa Kars ile Sarıkamış arasındaki bir yerde mi oldu?' diye şaşırtıcı bir soru sordum. Tartıştılar, karar verdiler; `Kars ile Erzurum arasındaki bir yerde' dediler. Lise 3'lere Türkiye'nin komşularını sordum, `Yunanistan ve İran' dediler. O kadar. Başka yok. Bu korkunç bir şey."
Hayatlarında herhalde hiç Vali görmiyen bu çocuklarımızı okulun Süper Müdürü söyle müdafa etti.
-`Çocukları heyecanlandırdınız'.
Cözüm...
Her gün 10 dakika çevremiz, ilimiz tanıtılacak. Çünkü öğrencilerimiz ilimizi bile tanımıyor, bilmiyor."
Yorumum:
Gerisi zaten o kadarda möhem sayılmaz.
Yorumunuz : ?
Saygılarla.
Dip not: Yukarda ki cizgi resim yazı ile alakalı değildir !!!

Çarşamba, Mart 26, 2008

ÖZLEDİM SENİ ...


Ben ne tarih hocasıyım
ne de coğrafya.
Beni ancak
dört köşe taş bir ambar
kadar
álakadar
eder
Ayasofya

Beni Şişli de yalnız
bıraksanız
Maçkanın yolunu bulup gidemem .

Yani demem
o demek ki,
sanmayın elinize
á la Bedeker
bir rehber
vereceğim;

hayır
ben
size
dört başlı bir şehrin içinden
haber
vereceğim...

Bu şehrin
basılır hep aynı şekilde
coğrafya kitaplarında resmi.

Dört çeşit yazılır fakat
bu resmin altına ismi:
KOSTANTANİYYE,KONSTANTİNOPL
DERSAADET, İSTANBUL.....

Saygılarla.

YORUM - siz,suz,süz...

Saygilarla.

Salı, Mart 25, 2008

SU 2.


Dün su hakkında yazdıklarımız okyonusda bir damla.
Gerçek rakamlar çok daha ürkütücü.
1 Milyar insanın temiz sudan yoksun olması.2,6 Milyar insanın sağlıklı bir suya sahip olabilecek teknik imkanlara sahip olmaması.Her gün 5 yaş altı 5000 bin çocuğun ölmesi "Barsak enfeksiyonları nedeni ile "."Daha da acı tarafı ebeveynleri tarafından nedeninin bilinmemesi".
Bu gün bilim adamlarının hem fikir olduğu konum ise ilerdeki günlerde iklim değişiklikleride göz önüne alınması ile bu sayıların daha da katlanacağıdır."20 saniyede, birin üzerinde çocuk"
Uno 2002 senesinde her ne kadar 2015 senesine kadar bu sayıyı yarıya indirmeyi hedeflemelerine rağmen.İklim değişikliklerin,buzulların bu şekilde erimesi ile uzmanlar imkansız olarak görmeleri hatta daha da kötüye gideceği kanısındalar.
Birde buna, denizlerin buzların erimesiyle yol açacağı kıyı bölgelerinin istilası ile
içme sularının daha da tehlikeli boyutlara ulaşacağıdır.
Dünyamızda ki nüfus artışınıda göz önüne getirecek olursak bu gün değerini anlamakda zorluk çektiğimiz suyu belki o zaman daha başka anlıyacağımızdır.
Bu gün Su uzmanları söyle demektedirler:
Hindistanı ele alın 2050 senesinde nüfusu
1,5 - 1,8 Milyar artmiş olacak.Bu da demektir ki bu günkü su ihtiyaçlarının % 30 daha fazla olması gerekiyor.
Peki bu su nereden bulunacakdır ?
İnsanların ne pahasına olursa olsun, göçleri başlıyacakdır.
Bu konu hakkında uzmanların hangi teknikle temiz bir su üzerinde çalışmalarına yer vermek istiyorum.+/- olarak.
Peki bu gün olarak içme sularını hangi yollarla kirletiyoruz?
İnsanlar suları direk olarak;
*Endüstriyel kuruluşlarca bırakılan artıklar(petrol,boya,deterjan,ağır metaller,kanalizasyon...)
*Tarımda kullanılan zehirler ve fazla kullanılan gübreler
*Hayvansal ve evsel artıklar
*Sulara bırakılan kurşun,çıva
*Lağımların sulara karışması
yolları ile kirletmektedir.
Kirletebilmek için birbirimizle o kadar yarış halindeyiz ki yazmakla bitiremeyiz.
İsterseniz biraz değinelim :
Hastalandığımız zaman kullandığımız ilaçlar; ecza dolabında tamamen tüketilmemiş veya kullanma tarihi geçmiş olan ilaçlar; akıbetleri ne oluyor ?
Tuvalete veya lavobaya atılarak üzerine sifonmu çekiyoruz.Yoksa cöp tenekesine atarakmı onlardan kurtuluyoruz.
Biliyorum sizler bilinçlisiniz, o kullanmadığınız ilaçları güzelce bir kutuya koyup,
bir eczaneye teslim ediyorsunuz veya bu gibi atıkları toplıyan özel yerlere teslim ediyorsunuz.Biliyorsunuz ki arıtma yerlerinde yalnız mikropların klor la önlendiğini, diğer kimyevi maddeler hala kullandığımız suyun içinde tekrar bize döneceğini.
Evimizden dışarı çıkmıyalım; kirletmek için mis kokulu dezenfekte sıvıları, hani üzerinde kullanırken ellerinize eldiven takın diye ibaresi olan dezenfekte sıvılar.
Lavabomuz tıkandığı zaman içine dökdügümüz sıvılar hani döküldükden sonra fıss diye ses getirip hemen açı verenler.
Hayır siz bunların bilincindesiniz.Borunuz tıkandığı zaman vakumlu bir lastik kullanıyorsunuz.Dezenfekte için seçim yaparken bio ihtiva eden organik seçim yapıyorsunuz.
Çamaşır yıkarken kullandığınız tozun veya tabletin miktarını suyunuzun sertlik derecesine göre ayar yapıyor.Bu şekilde de hem az kullanıyor hemde çamaşırlarınız dahada bir temizlenmiş oluyor.Kücük yazılarlada yazılmış olsa, orantılar almış olduğunuz kutularda muhakkak yazıyordur.
Kullandığımız temizlik ürünlerini tv reklamlarından değilde biyologiş cözüle bilenlerden seçiyorsunuz.
Eğer 5 çeşit temizleme ürünü evinizde yer alıyorsa siz harikasınız."geçmiyecek"
Tabii ki büyüklerimizden de eski metodlar hakkında bilgi alıyoruz.
Bu gün alışveriş yaptığımız zaman plastik torba verenlere kaşlarınızı çatıyor, hemen cebinizden bez torbanızı uzatıyorsunuz.İçinizden de ah nerede kese kağıtları diye iç çekiyorsunuz.
Kullandığımız pilleri veya kimyevi maddelerle yapılan öbjeleri ayırarak gerekli cöp kutularına atıyoruz.
Bir hafta sonu ailecek arıtma yapılan yeri ziyaret ediyorsunuz.Gereken bilgileri alabiliyor her şeyden önce gerçekleri gözlerinizle görebiliyorsunuz.
Su havzalarının bulunduğu yerlerde yapılaşmayı gördüğünüz taktirde canavara dönüşebilirsiniz.
Bu günlük bu kadar diyerek gözlerimizin başında olduğunu söylemekle yetineyim.
Kullandığımız tuvalet kağıtları ne kadar desenli olursa olsun muhterem göremez.Fakat onların üzerinde ki renkli baskılar bize içme suyu olarak dönebilir.
Son olarak kirlettiğimiz suyu nasıl tekrar kazanabileceğimiz yolunda ki çalışmalara değinmek istiyorum.
Bu günlerde geliştirilmeye çalışılan yeni bir teknik "Nano" araştırmacılar bu teknikle kirli suyu temiz suya çevrilebileceği iddasında bulunuyorlar.Bu tekniğin bügün kullandığımız buzdolaplarında,kolayca çizilmeleri önliyeci araba boyalarında,
hatta kullandığımız dış kremlerinde bile kullanmaya başladılar.Bu mini moleküleri koruyucu bir kalkan olarak kullanmaya başladılar.
Araştırmacıların bu mini molokül topçuklarını kirli sularda uygulama yolundalar,böylelikle hastalıklara neden olan içerikliği bu teknikle kontrol altına alabileceklerini idda etmektedirler.
Bu metodunda yükleyeceği maddi külfiyetin en elverişli olacağı konusundada bir fikirler."International Journal of Nanotechnology".
Nanoteknolojisi bu konumda daha başlangıç durumunda.Bu günkü arıtma teknolojisi kendine yenilemekte olsa bile gelişmekte olan ülkeler için büyük maddi yükümlülükler getireceği için pek de cözüm olarak görülmüyor ...
Saygılarla.

Pazartesi, Mart 24, 2008

SU 1.






Geçtiğimiz günlerde Dünya Su Günü kutlandı.Duyarlı blog kardeşlerimiz bu günün anısına sayfalarında; bu konu üzerine düsüncelerini aktardılar.Önce hepsine buradan teşekkür ederim.Sevgili Tütü kardeşimde bu konuda bir yazı ile katılmamı istedi.
Onada bu duyarlılığı için ayrı teşekkür etmek istiyorum.

Su dediğimiz zaman ne anladığımızı sorgulayarak başlıyalım ?
Yaşam = Su diye bilirmiyiz ?
Dünyamızın karalara oranla sularla kaplı, neden bu telaş diye biliyormuyuz...


Bizim kullandığımız Su hangisi ?



Bir yerden başlıyalım :


İçme suyu yaşamımız için bir numaralı faktör.
% 71 oranda Dünyamız suyla kaplı olamasına rağmen; % 3 olarak içme suyuna sahip olduğumuzu bilmemiz gerekir.


Daha bitmedi, bu verimizin "% 3'ün" büyük bir bölümünün de buzullar olduğu.
Onun içindir ki büyük bir içme suyu sıkıntısı çekmektedir dünyamız.
1,2 Milyar insan temiz içme suyuna hasret durumdadır.Bu durum 3.cü ülkeler diye vasıflandırdığımız ülkelerde kırmızı çizgilere ulaşmışdır.Kirli suları kullanmak zorundadırlar.



Bana ne diyebilirmiyiz ?
Dediğimizi düsünelim...



Kirli suyu kullanmaları neticesinde hastalıklar ölümlerin kol gezmeye başladığı bu ülkelerden bizlere ulaşabilecek hastalıklara sınırlarımızı kapatabilir veya vize koyabilirmiyiz ?



Gelelim ilerlemiş ülkelere, içme suyunun bol olduğu ülkeler "şimdilik" değerini bilmeden bilgisizce kullanmaya devam edildiği taktirde, onlarında düşebileceği konum hiç farklı olmıyacakdır.


Örnek olarak ABD'yi ele alalım.Orada yaşıyan bir kişi senede 3000 metre küp temiz suyu harcamaktadır.Dünya standardları ise kişi başına 1000 metre küp temiz suyun düşdügünü söylemektedir !!!


Neden!!!


Birleşmiş Milletler 1992 Senesinde bu yaşamımız için önemli olan içme suyunu
22 Mart günü olarak ilan etmişlerdir.



Biraz hatırlamaya çalışalım vücudumuzun % 60-70 bölümü su.Bitkilerde ise su % 90 lara ulaşmakda.Aç olarak haftalarca yaşıyabildiğimiz halde susuz 3-5 gün dayanabiliyoruz.
Su bügün ergenlerde %70 ile en önemli element olarak yer alırken, bebekler ve çocuklarda % 85 lerdedir.
Bu gün su vücudumuzda kireçlenmemeleri, minerallerin naklini,zararlı elementlerin atımını,vücut ısımızı dengeleyen bir element değilmidir.
24 saat içersinde beynimizden 1.400 litre,böbreklerimizden ise 2.000 litre geçtiği de bir başka gerçektir.
2,5-3 litre temiz su ile vücudumuz yetinebilmektedir.Kaybetmiş olduğumuz minerallleri
su kayıplarını önliyebilir.Tabiiki alacağımız temiz su beklenilen normları karşılaması değerinde olmasıda şart.
Birinci bölümü sonlandırmadan önce kücük bir bilgiyi de atlamıyalım.
“Dünyada milyonlarca kadın, gününün yaklaşık dört saatini su taşıyarak geçiriyor. Bir litre (*)atık su 8 litre tatlı suyu kirletiyor. Kirli sular yüzünden yılda 250 milyon kişi hastalıklara yakalanıyor ve bunların 1 milyon 800 bini çocuk olmak üzere 5 milyonu ölüyor.
Yarın ise suyu nasıl korumamız gerektiğini masaya yatıralim.
Saygılarla.

Pazar, Mart 23, 2008

PAZARIN SOHBETI...

doctus


Doctus çocuk istismarı konulu bir etkinlik başlatmış. Sefika Kardeşim de beni MİM'lemiş. Bir Pazarin Sohbeti adı altında katılıyorum. Teşekkürler Bu konuda emek gösteren bütün kardeşlerime...

Sizlere yarım asırı geçmiş olmasına rağmen silik olarak hatırladığım bir şarkı ile konuya girmek istiyorum.
Kuzguncuk da ahşap iki katlı bir ev, biz alt katı paylaşıyorduk. Üst katımızda bir başka aile oturuyordu.Onların çok cici bir kızları vardı.Müsterek kullandığımız merdivenlere oturduğumuz zaman kulaklarımdan hiç silinmiyen "Çoban Yıldızı" diye bir şarkıyı söylerdi.Aradan bir kaç sene sonra Beylerbey'inde onunla tekrar karşılaştık.Kendisine bu şarkıyı söylemesini istediğim de yüzü biraz kızarak ben mi söylüyordum demişdi...
Kim derdi ki o kız senelerini sanata verecek hala o sanat için çaba veren bir Filim Yıldızı olacakdi.Hülya K.

Çocukluk yaşamı hiç değişmemişdir.Değişen ise sadece oyun araçlarıdır.Bu günün uzakdan kumandalı Otomobil'le bizde oynardık.Aradaki tek fark ise o telden yaptığımız basit iki tekerleği bir direksiyonu olan oyuncakdı.Bu günün akü'lü Cat Car'ı o zamanda vardı tahtadan yaptığımız demir bilyeli arabalardi.Kız çocuklarının bez bebeğini Barbiler almamışmıdır.
Arada tek far ise, her oyuncağın bir zamanı vardı.Tıpkı Uçurtma,topac,Gazoz kapakları ile oynadığımız yılan.Misket.Onlar bir zaman içinde oynanır bir ertesi seneye itina ile saklanırdı.Ya şimdi modası geçmiş bir oyuncak olarak bir kenara atılıyor.Neden ?
Öyle bir sanayi varki medya yolu ile "görsel kanallar vasıtası ile manipüle edilebiliyor.Animasyonlarla ne insan ne de hayvana benziyen.Oyuncaklar yerini alıyor.
İyiler, kötülerle çarpışıyor.Bu duruma bilinç altı istismar diyebilirmiyiz...
Çok çabuk olgunlaştırmaya çalışılan çocukları, katkıda bulunmasını bilerek veya bilmiyerek kullanmıyormuyuz.
Bu gün sizlere Unicef gibi bir çok kurumların istatistikleri verebilirim.Dünya da ne kadar çocuk işçi olduğunu.Harplerde ne kadar çocukların ön safhaya sürüldügünü,seks objeleri olarak kullanıldığını,bağımlılık dünyasında kullanıldığını.ÇOCUK İSTİSMARINA SON sloganını altında sıralıyabilirim.Bir şeyleri değiştirebilirmiyiz.
O da ayrı bir konu hiç olmazsa bu gittikçe kabaran suyun önünde kurulmaya çalışan bendin belki bir tuğlası olabiliriz.Çocuğu önce birey olarak almamalıyız.Benim çocuğum ön planda olmamalı,çocuklarımız olarak ele almalıyız.
Gelelim bizlere yol gösteren cümlelerle ele alalım."Kime uzun ömür verirsek,onu yaratılış olarak tersine çeviririz."Kücüklerine merhamet etmiyen,büyüklerine saygı göstermiyen bizden değildir."
Her çocuk büyüdükden sonra tekrar eski çocukluk günlerine dönüşüm yapmıyacakmı ?
Ayetlerde bile bize anlatılması istenen şey çocuk doğar çocuk olarak ölürüz denmemişdir.
Sohbetimi ufak bir anımla bitirmek istiyorum.
Gençlik yılları arabayla vatana geldim.Nereden baksanız 3 bin km katdetmişdim.5 kişilik bir aile, o günün şartları araba ile gelmenin daha iktisatlı olduğunu gösteriyordu.
Arabamda bu yolculuk esnasında tek arıza sinyal relasinin bozulması oldu.Parçayı acentelarda aramama rağmen bulamadım.
Sanayide tavsiye üzerine bir tamirhaneye gittim.Usta bir sandelyede çayını yudumluyordu.Kendisine izah ettim tek kelime ile yaparız dedi.
Oğlum Cemil;

yaşı en fazla 12 olan bir çocuk arabanın altından kafasını uzatarak

"buyur usta"

oğlum debriyajı bitirdikten sonra şu relaya bir bak çalışmıyormuş.

Aradan yarım saat geçmişdi, 12 yaşında ki çocuk ellerinde ki yağı üstübüye silerek,

debriyaj tamam usta kontrol edebilirsin,

diyerek benim relayı alarak gözden kayboldu.
15 dakika sonra yanımıza geldi;

tamam abi çalışıyor.Ama sen gene bunu yenisinle, gittiğin yerde değiştir.En fazla bir ay dayanır.
Usta dedim; bu çocuk bayağı bi usta.

Eh dedi beş senedir yanımda,

diye cevap verdi.
Demek ki 7 yaşında başlamışdı bu mesleğe 12 sinde usta olmuşdu.Cebimden bir onluk çıkarak cebine sıkıştırdım.Bilerek veya bilmiyerek çıkarlarımı düşünerek bir ÇOCUK İSTİSMARINDA bulunmuşdum.
Cemil çocuk ne oldu dersiniz...
Hiç asgari ücretle orada burada iş bulabilirse çalışmaya çalışıyor.Okul sıralarında eğitim taşlarını bir ustanın yanında kaybetmişdi.O günlerde iyi bir usta idi.Teknoloji ne yazıkki onu tekerlekleri arasında çiğnedi geçti.
Bir ÇOCUĞU böyle İSTİSMAR etmiş olduk.
Hayırlı Pazarlar.


Bende buradan çocukluk yıllarına yavaş yavaş giren bir kişi olarak İki eğitmenimi MİM'leyim Bio Hocam.Ayda hocam "isterseniz bu konuda bloğunuzda, isterseniz e-mail atarak katılırsanız burada yayınlarım"
Saygılarla.

Cumartesi, Mart 22, 2008

KUNST...





Kore'ye bakış.
Lübnan'ı su üzerinde tanımlama.
We Are All American.
You are the Fearless Rose.
Yumurtla-yatak.
Buldozer - Elma."Meyve Ezmesi"
Candy'nin Ülkesi "Mask"
Çin'in renkleri.
Global bakış.
Heyap Barbie.
Brezilya sokakları.
İyi hafta sonları dileği ile.
Saygılar.

YUH BE !!!



BU BİR İCAT OLSA GEREK

Kadıköy belediyesi Veteriner Müdür Yardımcısı Aytaç Kaval bu fotoğrafı şöyle yorumladı:

“Böyle bir teknik yok. Bizim bildiğimiz bir teknik mi acaba diyeceğim ama nereden baksanız hatalı
Öncelikle hayvan bu pozisyonda solunum zorluğu çeker. Göğüs bölgesindeki organlar diğerlerine basınç yapar Yan yapılan operasyonlarda bile bunun önüne geçmek için belli bir eğimde çalışırız.
Bu bir icada benziyor. Tablo gibi hayvan ameliyat edilmez.
İkinci olarak bu nasıl sterilizasyon. Bir elde eldiven var diğerinde yok. Bir önlük yok, maske yok.
Sokak hayvanı diye böyle davranılma ki…
Eskiden kullanılan bir kastrasyon tekniği vardı. Anestezi teknikleri gelişmeden önce kullanılıyordu. Hayvana eter koklatılır ve kastrasyon kutusu denen ve hayvanın sadece ayaklarını ile testislerini dışarıda bırakan bir alet vardı. Hayvan ne şuurlu ne şuursuz yani tam ortada iken kısırlaştırılırdı.
Ama biz bu tekniği kitaplardan öğrendik çünkü 1920’lerde ve 1930’da kullanılıyordu.
Bu ondan beter, çok büyük komplikasyon çıkar.”K.Hürriyet


Sene 2008

Habere yapılacak yorum ?

Ben başlıkdan başka bulamadım !!!

Saygılarla.

Cuma, Mart 21, 2008

GAZETELER...



"NE GÜZEL, DEMEK İŞ SİZE DÜŞTÜ"
"Bakıyorum fakülte dekanları da bildiri yayınlıyor. Ne güzel demek iş size düştü. Ak Parti iktidarını bu şekilde sürdürmeye devam edecektir, kimsenin şüphesi olmasın."


"ÇETELERDEN ARINACAĞIZ

- Türk milletinin hukukunu korumak için geriye doğru bir tek adım atmayacağız.

- Çetelerden arınmamızı gereksiz bulanlar olabilir.

'83 yaşındaki adamın evini sabah 04.00'te basmanın izahı ne?'
İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu ve Doğu Perinçek'in gözaltında.

TV'de bugün:HATIRLA SEVGİLİ
Bölüm 58 / Yeni Bölüm
21 Mart Cuma 22:00'de özet: 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece yarısı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam cezalarının infazı için hücrelerinden alınırlar. İnfazların o gece yapılacağından aileleri dahil kimsenin haberi yoktur, kendilerinin bile. Mücadeleleri boyunca tek bir cana kıymamış, yirmili yaşlarının başındaki üç genç Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan sabaha karşı Ankara Merkez Cezaevi’nin avlusunda kurulan darağacında idam edilirler.

Köse yazisi :

Ne demek istedi? 21 Mart 2008






İşte İlhan Selçuk'un bugünkü yazısı...


RTE, XIV'üncü Louis mi?..

Geçenlerde (14.03.2008) bu köşede "Sonra Oturup Ağlamasınlar" başlığı altında bir yazı yayımlandı...

Ne diyorduk?..

"Gün geçtikçe gelişip yoğunlaşan iletişim teknolojisi bizde neye hizmet ediyor ?..

İslamcılığın (İslamın değil) beş şartına...

Bir azgınlık.. bir azgınlık ki demeyin gitsin...

Neden bu azgınlık?..

İslamcılar -ılımlısı ve köktencisi- artık ülkeyi, belediyeleri, devleti, her şeyi ele geçirdiklerine inanıyorlar...

............................

AKP iktidarı belli hedefe doğru doludizgin yürüyor, yandaşları da içmeden sarhoş olmuşlar...

Ülke altüst...

Herkes birbirine soruyor:

- Ne olacak?..

Bu gidişle bir şeyler olacak...

Ama ben (...) şimdiden haber vereyim...

Bir şeyler olduğunda sonuç düşündükleri gibi çıkmazsa, oturup mazlum rolünde ağlamasınlar ... "

*

Birkaç gün sonra Yargıtay Başsavcısı AKP'yi kapatma davası açınca dinci ya da liboş gazetelerde yorumlar - haberler yayımlandı...

Dediler ki:

- İlhan Selçuk davadan haberliydi...

Geri zekâlılığın üst göstergesiydi bu tür yazılar...

Çünkü zaten iki ay önce Yargıtay Başsavcısı dava uyarısını yapmış, haber bütün gazetelerde yayımlanmıştı...

Peki, şimdi ne olacak?..

*

Başsavcı görevini yaptı, davayı açtı...

Davalı iktidar partisi ve iktidara bağlı medya kendinden geçmiş ve çıldırmış gibi...

AKP iktidarı hukuku, anayasayı, yasaları, Başsavcı'yı, yargıyı tepeleme savaşımının borularını durmadan üflüyor...

Ve herkes yine birbirine soruyor:

- Ne olacak?..

*

Ya anayasal hukuk işleyecek...

Ya da AKP iktidarının çılgınca gidişatıyla her şey birbirine girecek...

RTE yoksa hastalandı mı?..

14'üncü Louis edasıyla diyor ki:

"- Devlet benim..."

Başbakanın dengesizliği ortalığı allak bullak ediyor, sapla saman birbirine karışıyor, siyasetin karnı neredeyse burnuna değecek, hamilelik sancıları bir şeylere gebeliği pompalıyor...

Evet, bu gidişle bir şeyler olacak...

RTE 14'üncü Louis gibi 'devlet benim' dedikçe Türkiye'nin dengeye girmesi, ortalığın sakinleşmesi ve normalleşmesi olanaksız...

Ya RTE anayasaya ve yargıya 'sokaktaki adam' gibi saygı gösterecek...

Ya da 14'üncü Louis olmadığını RTE'ye anımsatacak ve öğretecek bir hesaplaşmaya hazırlıklı olalım...

Aklın bir başka yolu yok...

Bir siir.

"gecmişten adam hisse kaparmış... ne masal şey!
beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
'tarih'i tekerrür diye ta'rîf ediyorlar;
hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?"

Mehmet Akif Ersoy

Saygılar.

NEVRUZ...


Nevruz, Türk dünyasının kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bahar bayramıdır.
Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı.
İç karartıcı, yeknesak günlerin ardından doğan hareketli, pırıl pırıl güneşli, kuş ve hayvan sesleriyle kurulmuş îlahî orkestranın musikisi insan hayatını canlandırır. Ayrıca ortaya çıkan rengârenk tablo kıştan bahara geçişi ne de güzel tasvir eder: "Bir yanda her tarafı kaplayan soluk, mat ve daha çok beyazın hakim olduğu renkler, diğer yanda yeşilin değişik tonları arasında baş veren binbir renk cümbüşü...
Nevruz, yani Farsça "Yeni Gün" adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır.
Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda Türk' ün kutladığı "bahar bayramı"nın da bir takvim değişikliğini yansıttığı görülüyor. Burada dikkati çeken husus "baharın başladığı zaman"dır. Türk, bu takvim değişikliğini "toprağın uyandığı gün" ile özdeşleştirmiştir. Kışın ortasında baharı kutlamaz. Türklerde bir tabiat, varoluş, diriliş bayramı niteliğinde olan Nevruz'un ruhî atmosferini ve eskiliğini anlayabilmek için kültürümüzün yıpranmış, tozlu ve pek okunmayan eski sayfalarına bir göz atmamız gerekiyor.
Türk Cumhuriyetleri'nde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/Nevruz Bayramı'nı "Milli Bayram" olarak ilan etmişlerdir. Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler. Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır.
Bu coşkuyu Türk kamları dualarında, niyazlarında şöyle ifade ediyorlar:

"... Yüce Göktanrı'nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen (Türk'ün Atası) yaradıldın!"

Bu sözler Türk'ün yaratılış felsefesinin, inancının, hayat tarzının ifadesidir. Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiattan doğduğundan bahsetmiştik. İşte millî bir bayram olan Nevruz da Müslüman olan ya da olmayan çeşitli Türk toplulukları arasında kamların dua ettikleri asırlar öncesinden günümüze kadar farklı farklı şekillerde, ama aynı ruhla hâlâ kutlanmakta. Bu bayram İslâmiyet'i kabul etmiş olan ilk Müslüman konar göçer Türk topluluklarında; sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi İslâmiyet'le çatışmayan âdetlerden biri olarak devam edegelmiştir. Böylece bu ananeler günümüz Türk dünyasına ortak kültür mirası olarak intikâl etmişlerdir. Gelenekler, tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden kalmadır. Neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan oğula kalmıştır. Gelenekler bu özelliğiyle millet bağını güçlendiren en önemli unsurlardan biridir. Baharın gelişinin kutlandığı bugün de böyle bir gelenektir.
Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig'e, Kaşgarlı Mahmud'dan Bîrûnî'ye, Nizâmü'ı Mülk'ün Siyasetnâme'sinden Melikşah'ın takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey'in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile ilgili kayıtlar eldedir. Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî), Osmanlılarda Sultan I. Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların, Mustafa Kemal Atatürk'ün; din adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam Yahya Efendilerin, şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzulî, Nev'î Efendi, Nef'î, Nedim, Hüseyin Suad ve Namık Kemal gibi şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa'nın; büyük Azeri şairi Şehriyar'ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu'nun uzun bir tarih boyunca Nevruz bayramının gelişini "Nevruziye" veya "Bahariye" denilen şiirlerle kutladıklarını da biliyoruz.
Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon'dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak "ortak kültür ocağı"nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya'nın , Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun,Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın.Kaynak: Hatice Emel AŞA, Yeni Avrasya Dergisi,
Saygılar.

Perşembe, Mart 20, 2008

HARPLERIN GERCEK YÜZÜ...


ERDIL



5 Yılın anatomisi "Onlar bu zaman içersinde;' Hiç Bahar Görmediler' "
Acı ama gerçekler...
Karelerle insanlık ayıpları...
Gördüklerimiz /Unuttuklarımız/ Görülecekler...
Özgürlükler adı altında...
Harpler : Yaşam ile Ölüm arası ince çizgiler.
Bekleyiş : Güvercinin getireceği zeytin dalı...
Saygılarla.

BU NE BASKISI !!!



"AKP için kapatma davası açan Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın sekreteryasında başörtülü bir sekreterin çalıştığı ortaya çıktı. Star TV Ana Haber Bülteni’nde yayımlanan Murat Çelik'in haberine göre Nuri Ok tarafından göreve getirilen sekreterin, başörtülü olmasına rağmen, işyerine girerken örtüsünü açtığı ve bu nedenle her hangi bir sorunla karşılaşmadığı belirtildi."K.Hürriyet.

Hayretle okudum haberi.
Vay be Medya'ya bak bravo.
Gözlerinden hiç bi şey kaçmıyor.

Haberde bide yüzü flu şekilde resim basılmış ?
Arkadaşlar ben biraz geri kaldım; eğer biliyorsanız yüzleri flu çeken bir fotoraf makinası varsa, bana bildirin.Hoşuma gitti her kişiye gerekli bi şey.Yüzünü görmek istemediklerimizi çekerken kullanabilelim.

Günümüzün yeni trendini yaratmaya çalışıyoruz. Baskı.
Okul yıllarında bi Patates baskısı vardı bildiğim...
Şimdi istediğiniz kadar sayabilirim.

Bu da " ? " baskısı olsa gerek.

Haber yapacaksın diye evinden işine gidip gelen vatandaşı niye "haber" yapıyorsun ?
Sakın bana filanca yerde çalışıyor diye cevap verme ...
Makama gittinde kamuya aykırı bi uygunsuzlukmu gördün ?
Yoksa resmini çektiğin vatandaşa gidip ben senin hakkında böyle böyle bi haber yapacağım.Gazetelerde çarşaf çarşaf resmini yayınlıyabilirmiyim diye sordun ?

Haklısın bu senin haber yapma "basın özgürlügün" !!!
O vatandaşın "yaşam özgürlügü" ?


Birilerinin artık amuda kalkma zamanı geldi de geçiyor...
Yoksa beyinlerine kan gitmiyecek.

Saygılarla.

Dip not : Yazıcak çok şey varda, hem yazıyorum hemde yenek yiyorum.
Menü de bu gün Bakla var.

Salı, Mart 18, 2008

ŞEHİDİMLE DERTLEŞMEK İSTEDİM...


Dün bizler için, vatanı için, gözlerini kırpmadan canını veren şehitlerimizle beraberdik.
Ekranlarda ,şehitliklerde; o şehitlerimiz için gözlerimizden yaşlar damladı.
Anneler evlatlarını ziyaret ettiklerinde.Baş ucunda şehitlerini sahiplenen Ulusun mektuplarını buldular.İsimsiz bir parça kağıda yazılan minnet borçları idi.
Mezarın başındaki anne evladını okşarken, bizlerde vatanım için can veren şehitlerimi gönüllermizde okşadık/oksadım..
Benim tek tesellim onlar erişebilecek Allah katında en büyük mertebeye ulaşmış olmalarıydı.
Sizler olmasaydınız bu vatan olmazdı dedim.
Orada mezar başlarında eğilmiş annelere döndüm haykırdım.Canınızdan bir evlat verdiniz 70 milyon evladın annesi oldunuz.

Dedim...

"- Seyit Onbaşı'yı Seyit Onbaşı yapan imandır. Hadi onu da inkar etsinler. Hadi ona da laikliğe aykırı desinler."

Demedim...

Ne haddime düşmüşdü böyle bir cümleyi kurabilmek.
Hele hele düşünebilmek.
İmanı sorgulamak.

Yaş mevfuhumu kaybolmuşdu aramızda, sen benim büyüğüm, bense senin kücüğündüm.

Şehidim sen kimsin diye soracak olursan, bu vatanı bize hediye ettiğin bireylerden bir tanesiyim.
Bu laik Cumhuriyetin içinde yaşıyan bir birey; sen beni tanırsın laikliği sonuna kadar savunan kişi olarak.
Beş vakit ruhuna gönderdiğim dualardan.
Şehidim bu gün Mevlid kandili Laik olmakla benim inancıma imanıma zincir vuramuyorlar.
Bu mübarek günü orada nasıl yaşarsın bilemem.Ben burada inancı ağızların da değilde, kalbinde yaşıyanlarla beraber kutluyor, yaşıyorum.
Senin sayende...
İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12.gecesi doğmuştur. Milâdî takvime göre ise bu, 571 yılı Nisan ayının yirmisine rastlamaktadır. Bu mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed kendisinden önceki peygamberler gibi sadece bir kavme veya millete değil, bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiştir. O'nun diğer peygamberlerden en farklı yönlerinden birisi budur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler."
Mevlid Kandiliniz kutlu olsun.
Saygılarla.

BİR DESTAN YAZILMIŞDI...


DUR YOLCU

Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!…

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir!

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!...

Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!...

NECMETTİN HALİL ONAN

Halil HelvacI (1892 doğumlu)

“Çanakkale 27’nci Alay’daydım. Atatürk bizim paşamızdı. Üç yıl Seddülbahir ve Arıburnu’nda çarpıştım. Bir keresinde üç gün hep süngü harbi yaptık düşmanla. Bir gün mevzilerden ateş ediyoruz. Arıburnu’nda düşmana doğru. Çekiyorum tetiği çekiyorum, çekiyorum, tüfek patlamıyor. ’Tüfek bozuldu herhalde’dedim. Yanımdaki arkadaşa ‘Bak benim tüfek bozulmuş ateşlemiyor’dedim. Arkadaş bana baktı ‘Ne bozulmuşu, senin parmak gitmiş’dedi. Ben o zaman acısını duydum işte. Bir kurşun gelmiş tetiği çektiğim parmağı alıp götürmüş orta yerinden.”


“Kadın bir keskin nişancı: ilk günkü çarpışmada vuruldu: J. C. Davies adlı bir asker annesine yazdığı mektupta şöyle demektedir: “... Vurulduğum 18 Mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı. Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Günün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi bir çok adamımızı vurdu ama gün bitiminden önce Avusturalyalı bir asker tarafından vurulunca, gene de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı... Bu savaş korkunç”
Saygilarla.

Pazartesi, Mart 17, 2008

KARA PAZARTESİ


Her konuda biraz olsun bir şeyler yazmayı denemişdim.Ekonomi ile ilgili yazı yazacağım hiç aklıma gelmemişdi.

Hafta sonunda ekonomi sayfaları AKP nin kapatılması başlığı altında piyasalarda Kara Bir Pazartesi nin yaşanaçağından bahs ediyordu.

Kara pazartesi olur mu?

Uluslararası piyasalarda yangın devam ederken, cuma günü içeriden Ak Parti'nin kapatılması istemi ile ilgili gelen haber piyasalarda endişe yarattı. Şimdi piyasalar merakla pazartesiyi bekliyor.

Peki yarın piyasalarda neler yaşanır. Global olumsuz havanın yanında içeride de Ak Parti'nin kapatılması istemi piyasalara nasıl yansıyacak? Dolar fırlayacak mı, borsa çöker mi? Yeni bir kara pazartesi olur mu?

Türk ekonomisi uzun süre sonra yine ’belirsizlik’ riskini yüklendi. AKP’ye kapatma davası piyasaları nasıl etkileyecek?

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, AKP hakkındaki kapatma davasıyla ilgili olarak gelişmelerin Türk ekonomisine zarar vereceğini, büyük, taşınmaz yükler getireceğini belirterek, “Çok yanlış işler” dedi.
Uluslarası piyasalardaki çalkantının yanında içeride de Ak Parti hakkındaki kapatma davası doların güne yükselişle başlamasına neden oldu.

Bu gün günlerden Pazartesi: BORSADA SON 1 YILIN DİBİNDE.


AKP'nin kapatılması için verilen iddanemenin hakikaten ekonomide Kara Pazartesiyi getireceği aklıma gelmezdi.


Türk gazetelerinden hemen, yabancı gazetelerin sayfalarına geçtim.


Birde ne göreyim başlık !


Schwarzer Montag an den Börsen. "Borsada Siyah Pazartesi."
ve başlığın altında devam ediyor:
Euro ve Petrol aldı basını gidiyor.Hisse senetleri dibe vurdu.Ekonomideki belirsizlik paniğe dönüşdü.DAX en düşük seviyede.2006 tı Aralığında ki seviyede.Simens'in hisse senetleri tekerlek altında.ABD borsası dahada kötü günlerin gelebileceğinden bahs ediyor.

Daha o kadar uzun uzun yazıyor ki.

Rakamlar, grafikler.

Şimdi diyeceksiniz ki; yukarda ki yazı ne alaka ?
Şimdi diyeceksiniz ki; neyi anlatmak istiyorsun ?
Şimdi diyeceksiniz ki; ?
Hiç bir şey demeyin, ben sadece kendi kendime Ekonomi ile ilgili bir deneme yapabilirmiyim dedim.
Sadece o kadar...
Saygılarla.

Pazar, Mart 16, 2008

PAZARIN SOHBETİ..


“Kulakları vardır duymazlar, gözleri vardır görmezler, dilleri vardır gerçekleri söyleyemezler”

Âraf Suresi 179. ayet
“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”

" Bu ülkede kimse, 16 milyon 500 bin seçmenin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletine sahip olduğuna inanarak oy verdiği AKP’yi laikliğin odağı haline getiremez. Laikliğe karşı olmanın odağı haline getiremez,"

25 milyon nüfuslu Türkiye de bir şeyler oluyor..."yazı hatası değildir"
16 milyon 500 bin oy alan; milletin seçtiği bir partiyi.Sayıları bir iki milyonu bulanlar, her şeyi görmemezlik den gelerek kapatmaya kalkıyor.
Hemde bir parmak kalınlığında bir kitaba dayanarak olamaz böyle şey.

İsterseniz biraz o kitaptan bahs edelim.
Bir çok Askeri darbeler görmüş.Muhtıralar yaşamış bir kişi olarak Cumhurbaşkanları,başbakanlar gördüm.
Başbakanlar dan bir tanesini hepimiz tanırız, gelmiş geçmiş en mütavazi dürüst bir insan. Politika yaşamında beğendiğimiz anlar da olmuş.Kızdığımız anlarda olmuşdur.
Bunu sandık başında kendisine söylemişizdir.Rahmetli olan bu Başbakanımıza söyleyemediğimiz tek şey dürüstlügü ve inandığı çizgi üzerinde yaşamıdır.

Bir gün hani bizde hep krizlere neden olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, bu ülke için en hayırlı bir adayı göstermişdi.
Onun sayesinde bu millet tarafsız mütavazi bir Cumhürreise sahip olmuşdu.

Hatırla-mamamız imkansız ...
Hatırladığımız bir olayda; o iki insanın arasında geçmişdi.Havada uçuşan bir parmak kalınlığında kitap.
Bilmem bir şeyler anlatabiliyormuyum.

Oy almak bu gün iyi bir organizenin meyveleri olmuşdur.Hangi parti olursa olsun, bu organizeyi yerinde bilinçli bir şekilde yürütürse beklediği oyu alabilir.

Bu demek değildir ki iktidar olan o parti ülkeyi mükemmel bir şekilde yürütebilecekdir.

Cumhuriyet'in bekçisi iki tanedir.Dışardan gelecek olan her türlü tehlikelere karşı Ordumuz.İçerden gelecek olan tehlikelere karşı da Anayasamızdır.
Eksik olabilir zaman zaman günümüzün şartlarına da yetişmiyebilir.

Bunlar da hukuk çerçeveleri içersinde, bizlerin isteği doğrultusunda düzenlenebilir.

Bizleri idare eden kişiler aldıkları oy sayısı kadar vatandaşa hizmet etmekle yükümlü değillerdir.

Oraya çıktıkları zaman isteselerde istemeselerde 75 Milyonu temsil etmek zorundadırlar.

Bunu hukuk sistemi onlara tanımışdir.Onların koruyucusuda bu sistemdir.
Demokratik ülkelerde hukuk sistemi Devletin yürüyebilmesi için en büyük garantidir.

Eksiklikler varmıdır?
Bunuda devlet tamamlamakla mükellefdir.

Bakıyorumda bir çok aydınımız.Bir partinin kapanması teklifi hakkında yorumlar yapmaktadır.

Esasında bu durumun hala bizde demokrasinin ne kadar iyi çalıştığının bir gerçeği değilmidir?

Düne kadar bir başka kurum el atmamışmıdır?Onun getirdiği iyi veya kötü günlerin açısını çekmedikmi?

Elimizde bulunan bizlerin garantisi olan hukuka sahip çıkalım o bizlerin en büyük güvencesidir.
Eğer ona karşı tereddüt etmeye kalktığımız an biteriz.
Bazılarının beğenmediği laf ettiği o sistem hapishaneden çıkartıp milletin seçtiği vekilin meclisde görev yapmasını sağlamışdır.

Laik'lik nedir diye sorarsanız.
Size kısaca izah edebilirim.
Yukarda bir parti başkanının kuranda bir ayeti seçerek politikaya alet etmesini önliyici bir sistemdir.
Eğer söylediklerini doğru olarak kabul edersek ona oy veren 16 Milyon 500 kişi hariçindekiler ARAF süresinde olan kişiler olarak nitelenmektedirler.

Bunu kabullenecek bir çok aydın olabilir.Hukuk devleti ise asla..
Saygılarla.

Çarşamba, Mart 12, 2008

İSTİKLAL MARŞI...




"Ankara'nin meşhur"Kelek Turşusu,kapama ve babamın pazardan aldığı"torba yoğurdundan"oluşan yemeğini götürdügüm bi gün sedirde oturmuştu.Yukarı diktiği sol dizinin üzerinde bir şeyler yazıyordu.
Geldiğimi farketmedi sandım.Tepsiyi bırakıp usulca çıkmak üzereydim ki arkamdan seslendi:
- Dur kızım,gitme!
- Buyur hocam.
- Otur bakayım şuraya.Sana yeni yazdığım bir şiirimi okuyacağım.Bakalım beğenecek misin ? Sabaha kadar bununla uğraştım.
Heyecanlaşmıştım.Akif Bey, kalemi kağıdı bırakti.Kalaylı bakır gügümden aldığı bir bardak suyu ağır ağır içip bitirdi.Yazılı kağıtların ilk sayfasını eline alarak okumaya başladı.
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak...

Büyülenmiş gibiydim. Kipırdamadan dinliyordum Akif Bey'i.Belki bir 10 dakika sürdü şiirin tamamını okuması.Bitirince kağıtları tekrar özenle üstüste koyup yüzüme baktı:
- Nasıl olmuş ?
Heyecandan mıdır nedir, şiirin bazı yerlerini pek anlıyamamıştım ama gene de:
- Çok güzel olmuş efendim.Elinize sağlık.Hepsini siz mı yazdınız ? dedim.
Güldü:
-Tabii ben yazdim.Başka kim yazacak ?
Heyecanla eve geldim.Babam sabah namazını kıldırıp dönmüştü.
Soluk soluğa :
- Akif Bey bana son yazdığı şiiri okudu.Çok güzeldi. dedim.Öyle heyecanlandım ki?
Yıllar sonra annem Kızıltoprak'taki evinde bana bunları anlattıktan sonra eklemişti:
- İstiklal Marşı'mızın sözlerini dünyada ilk dinleyenin ben olacağımı nereden bilebilirdim?
* Babamı kaybettik den sonra onun yarim asirlik dostu ikinci bir baba gibi gördüğüm Orhan Karaveli "Bir Ankara Ailesinin Öyküsü" kitabında bu şekilde anlatıyordu.
O günlerin anısına sizlerle bu anıyı paylaşmak istedim.
Saygılarla.

Salı, Mart 11, 2008

INSAN MANZARALARI...

SENE 2008

SENE 1940
Bir yanlışlıkmı yaptım resimlerin altına tarihleri koyarken ?
Yaşlılık işte bu kadar olacak...
Allah kimseyi "bunak" yapmasın...
Saygılarla.

Pazartesi, Mart 10, 2008

KİRACILARIMIZ...



Vücudumuzun kiracıları...
İstesek istemesek de, milyarlarca kiracılar vücudumuzu bizlerle paylaşmaktadırlar.
Vücudumuzun yapısı bu durumda mikro bakteri bileşimi gibi bir duruma gelmiş durumda.
Eğer onları binlerce defa büyüterek gözlemeye kalktığımız zaman, yukardaki slayda ki gibi görebiliriz.
Esasında onlar her yerde yaşamımızı istila etmiş, gözlerimizle göremediğimiz canlı türü.
Ne garipdır ki % de olarak ele aldığımızda % 90'nı nın vücudumuzu bizlerle paylaştığını görebiliriz.Onların bizlerin bir hücresi olmadığı, sadece beklemediğimiz misafirlerimizdir.
En çok bu misafirlerin yoğun olarak yerleşim bölgelerini ele alıcak olursak; bakteri ve mantar olarak derilerimizde,salgı,nefes yollarını takip ederek barsaklara kadar uzanan mekanları tercih etmektedirler.
Bio uzmanları bu misafirlerin sayımı için çalışmalar yapmaktadırlar.Vücudumuzu paylaşan bu mikro"kücük" bakterilerin sayimini ancak DNA metodu ile, bilgi sahibi olabilineceği kanısındadırlar.
Araştırmacıların korktukları noktalardan bir taneside, modern insan topluğunun yaşam tarzını değiştirerek,kullandığı Antibiotikler ve temiz bir çevre ile bakterilerin rahatlıkla vücudumuzu seçtikleri yerleri değiştirmeleridir..Bu durum endustrü ülkelerinde çoğunlukda olduğu görülmektedir.Araştırmacılar bu durumu iklim değişimindeki eko sisteminin değişimi gibi onlarında vücudumuzda devamlı olarak değişime uğradıklarıdır.
Bu gün bir tanesi bizleri terk etmesi ile bir yenisi yerini doldurmaktadır.Bu durum karşısında vücudun kendi sistemi uzun süre mücadele etmek zorunda kalmaktadır.Bazı kiracılarımız bizler için hiç bir tehlike olmadığı halde, zaman zaman faydaları da olmaktadır.Bu bakterilerden bizlere faydalı olanlardan örnekler verecek olursak. Astma rahatsızlığına karşı duran bakteriler veya barsaklarımızda flora bakterileri, olarak görebiliriz.Örneğin Helicobacter pylori Mide rahatsızlığına yol açan bakteri olarak bizlerle yaşamaktadır.Yıllardır hastalıklara yol açan Helicobacter bakterisi yok etmekle çalışılırken son çalışmalarda onunda bir çok rahatsızlıklara karşı yararlı bir bakteri olduğu tesbit edilmektedir.
Yemek borusu,astma gibi.Bu gün yapılan araştırmalar Afrika'da yaşıyan çocukların %90 nu miğdelerinde bu bakteriyi taşımalarına rağmen, ABD'de bu miktar % 5 lerde olduğu görülmüşdür. Bu durum karşısında ABD'de mide rahatsızlıklarının yerini astma yemek borusu rahatsızlıkları, hatta kanserleri yerini almaktadır.Görülmektedir ki bu kiracılarımız iki işlevi birlikde yürütmektedirler.Barsak florası da"Escherichia coli" aynı şekilde ele alabiliriz.Bu bakteri eğer mekan değiştirdiği taktirde karşımıza çok tehlikeli olarak çıkabiliyor.
Ölümcül beyin rahatsızlıklarına yol açabiliyor.Kan zehirlenmesi gibi.
Peki bu kiracımızı bulunduğu yerden atmaya kalkarsak ne olur?
O zamanda vücut dengemizin bozulmasına ve beslenme ritmimizi kaybetmemize yol açar.Biyologların üzerinde durdukları en önemli konu vücudumuzdaki bakteri miktarının tesbiti, onların nerelerde bulunmaları gerektiği üzerinde çalışmaları artırmaları gerektiğinin hem fikrindedirler.
Son olarak şunu diyebilirizki vücudumuzu paylaştığımız bu misafirler doğru mekanlarda oturdukları zaman, bizlere şans ve sıhhat getirmektedirler.Tabii bu tam tersi olarak yerleşim bölgelerinde olamaları halinde, bizlere hüzün ve talihsizlikler getirirler.
Hepimizin bu misafirlerinin mekanlarının doğru yerlerde olaması dileği ile...
Saygılar.

Cumartesi, Mart 08, 2008

BU GÜN 8.MART.KADINLAR GÜNÜ...






Cuma, Mart 07, 2008

KADINLAR GÜNÜ !!!




"ABD'nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma koşulları,
emeklerinin karşılığında hakkettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele vermektedirler. Ama, bunca yıllık mücadeleye karşın elde edebildikleri pek bir hak yoktur. En sonunda, haklarını alabilmek için son çarelerden biri olan greve baş vururlar ve grev ilan ederler. Patronların buna verdiği cevap ise hunharca bir saldırı olur. Patronlar ve onlarla iş birliği yapan "gardiyan"lar işçi kadınları fabrika binasına kilitler. Patronlar, bu yolla işçi kadınlara destek veren sendika aktivistlerinin grev yapan kadınlarla dayanışmaya girmelerini önlemek amacını gütmektedir. Patronların korkusu, işçi kadınların verdikleri kavganın güçlenmesi ve grevin başka fabrikalara sıçramasıdır.

Fabrika binasında birdenbire beklenmedik bir yangın baş gösterir, kısa bir süre içinde binanın hemen hemen tümü alevlere teslim olur. İçerde bulunan kadın işçilerden yalnızca çok azı kaçarak canlarını kurtarabilir. Fabrikanın çevresinde barikatlar kurmuş olan karşı grevcilerin çemberini yarıp dışarı çıkabilmeyi ne yazık ki pek az emekçi kadın başarabilir. Fabrikada kapalı kalan yüzün üzerinde işçi kadın alevler içinde can verir."

Erkekler o günden bu güne kadar kendi dünyalarının bir gününü feda ederek diyet misali; kadınlara "KADINLAR GÜNÜ" olarak vermişler.
Bu gün 7.Mart.2008 sizin anlıyacağınız gibi kadınlara ait bir gün değil.
Onun için bir kaç satır yazı yazmak istedim.
Yarın ise o günle ilgili bir yazı yazarsam takiyecilik yaparım.
Kadınları anlamakda da zaman zaman zorluk çekiyorum.
Tesadüfen bazı şartların zorlaması ile veya cinsel obje olarak görmiyip de bilge kişilerin gayreti ile verilen bazı hakları birbirileri ile yarışarak geri tepmeye çalışmaları ???
*Biyolojik olarakda erkekden çok daha kuvvetli olmalarına rağmen onların egemenliği altında yaşamak için kendi haklarına vereceği mücadeleyi erkek dünyası için harcamaları.
Dünya'nın neresinde olursa olsun, erkek dünyasının oluşması için birbirleri ile yarışması.
İnanın o kadar çok konu bulabiliriz ki yazmak için.
Bir erkeği kadın dünya'ya getirir.
Büyütür, bir yere kadar getirir sonrada ona "Evimin direği "der.
Neden !
Tam tersi olması gerekirken.
Başarılı her erkeğin arkasında bir kadın vardır.
Sizede saçma gelmiyormu ?
Onu yetiştiren zaten bir kadın değilmi.Tabiki ne ekmişse onu biçecektir.
Kadın hakları adı altında yasalar yapılır.
Hepsi sizler için komik gelmiyormu.Daha kadının ne olduğunu bilmiyen erkekler nasıl olurda onların haklarında yasa yapabilirler.
Daha o kadar şey yazabilirimki bir erkek olarak hemcinslerime ihanet etmek istemem.
Zaten yapı olarak kadınlar gibi bir kaç işi aynı anda yapmakdan yoksunum.
Size bir tavsiyem var yok kibar oldu nasihat diyeyim ki biraz kızdırabileyim.
Hanımlar hanımlar hemen bu günü erkekler günü olarak ilan edinki.
Geride kalan 364 güne sahip çıkabilesiniz.
Yoksa biz takiyeci erkeklerin dünyasında bir günün içinde sıkışıp kalırsınız.
Sizleri bu gün olarak kutluyorum.Yarın siyah bir ekran olarak bırakacağım.
Öbür gün ise gene o günü kutluyacağım.

Anneme sormuşdüm nedir bu kadınlar günü diye.
Verdiği cevap ise öyle bir günmü varmış oldu.
Hemen arkasından o kadar merak ettinse git babana sor dedi ...
Ne demek istemişdi ?
Erkek olduğum için anlamadım !!!
Ya siz kadınlar bana açıklıya-bilirmişiniz.
Saygılarla.

Perşembe, Mart 06, 2008

GURBETCİ KUŞLAR !!!



Gökyüzüne baktığımız zaman orada bir hareketlilik görebiliriz.
Bir telaş vardır. Göç zamanı gelmiş, bir noktadan diğer noktaya yolculuk.
Kuşlar, daha doğrusu göçmen kuşlar,yaban ördekleri,leylekler ve bir çok cins kuşların; senede iki defa göçleridir bu.
Araştırmacılar ömürlerini vermişdir, bu göçlerin sırlarını çözebilmek için, her geçen gün yeni bir buluş, sırlar dolu göcü aydınlatmak için.
Bu gün onları gözlemek teknik araçlarla daha da kolay olmakda pal alıcılar, satalitden faydalınarak.
Göçmen kuşlar nasıl uyurlar ?
Kırlangıç kuşları Afrika "Sahara" dan Avrupa'ya kadar uçuşlarını "nonstop" sürekli bir uçuşla yapmaktadırlar.
Planör gibi hava kanalına girerek uyumaya başlıyorlar.
Tıpkı kümes hayvanlarının yaptığı gibi, beyinlerinin yarısını uykuya yatırıp bir zaman sonra diğer yarısını uykuya yatırarak bu ihtiyaçlarını karşılamaktadırlar.Böylelikle uyumak için inişe geçmek zorunda kalmamaktadırlar.
Göçmen kuşlar ne kadar mesafe alabilirler ?
Onun gibi hiç bir göçmen kuşu mola vermeden uçabilir.
Kıyı Çamur çulluğu 100 saat durmadan uçabilmektedir.Buda onun Tazmanya'dan Kuzey Sibirya'ya kadar uçabildiğini göstermektedir.Eğer bunu ölçü olarak verecek olursak 10 000 Kilometre olduğunu görebiliriz.Bu arada Kuzey Sumrusu ise ufak molalar ile bir etapda 30 ila 50 bin kilometreyi yapabilmektedir.Eğer dünya çevresinin 40 bin kilometre olduğu göz önüne alırsak bu bir rekord olduğunu kabul etmemiz gerekir.Kuzey Sumru'sunun 25 sene yaşadığını hesaba katacak olursak bu göçler sayesinde yapmış olduğu uçuş kilometresini milyonlarla izah edebiliriz.
Ne kadar yüksekden uçabilirler ?İster inanın ister inanmayın ama bazıları Airbus'lardan bile yüksek uçabilmektedir.
Kırlangıçlar göç esnasında 3000 metre yükseklikde,Yaban kaz'ları ise 9000 bin metre yükseklikde,rekor ise 11 300 metre ile Rüppel Akbabasınındır.
İklim değişiklikleri ve göçmen kuşlar...
Bu gün iklim değişiklikleri de göçmen kuşların göç yerlerinde değişiklik yapmasına neden olmaktadır.Göç yeri olarak eskiden Afrikayı kullanan kücük Alamecek'ler şu anda İspanya'nin güney kıyılarını tercih etmektedir.Aynı şekilde Arı kuşlarıda Ak Deniz kıyılarını kullanmaktadır.Bazı cinsler iklim değişikliği neticesinde göç etmediği, bulunduğu yerlerde kış mevsiminin ılık geçmesi neden olmaktadır.
Büyük göçler yerine Avrupanın ılıman bölgelerinde kalmayı tercih etmektedirler.
Örneğin Fransa'nin güney kıyıları gibi.
Göçlerde enerjiyi nasıl idareli harcarlar?
Bilinen enerji kazandıran formlardan bir tanesini Leylek'lerin göçlerinde görebiliriz.
V şeklinde sıralanırlar.Başı çekenin hemen bir altındaki onun çekimine bırakır.Bu durum sıra ile devamlı yer değiştirilerek, enerji birikimini sağlarlar.Tıpkı bisiklet yarısında takımın devamlı olarak önderliği değiştirdiği gibi.Bazen bu V formu bir çok guruplardan oluşabilir o zamanda birbirleri ile iletişim kurarak karşılaşıcağı engelleri önliyebilirler.
Kücük veya büyük...
Yapılan araştırmalar şunu göstermişdir ki, küçük kuşlar daha sürratli uçmakta olduğu, buna karşılık olarak büyükler daha yavaş uçtukları görülmüşdür.Bu gün Kırlangıç kuşları 160 km/h ulaşmasına rağmen.Yaban kazları sadece 60 km/h le uçmaktadırlar.
Sosyal aile yapısı...
Göçmen kuşlar istedikleri noktaya ulaşdıkları zaman bulundukları yeri kontrol ederler; eğer orası bütün guruba hitap etmediği taktirde sosyal yapının bozulmaması için içlerinden bir gurup tekrar yollarına devam ederler. Yapılan araştırmalar neticesinde, bazen bu durumun 2000 bin kilometre olabileceği görülmüşdür.
Böylelikle yem yüzünden yeni nesilin birbirine girmemesini, sosyal yapının sağlam bir şekilde devam etmesini sağlamış olmaktadırlar.

Sizlerle beraber bu yazıda onların belkide dikkatimizi çekmiyen noktalarını paylaşdım.İlerdeki bir yazımda onların bizlere verdiği, daha doğrusu öğrettiği konuları işlemeye çalışacağım.
Saygılarla.

Çarşamba, Mart 05, 2008

MASAL MASAL MATİTAS...



Günün sorusu:
Foto shop ile gelecek çizile-bilinirmi?
Masal buya; Turistik gezi için bir gurup Cehennemi ziyarete karar vermiş.
Özel bir imtiyazla, yanmadan geziye başlamışlar. Her taraf ateş, koku ise dayanılamıyacak kadar kötü imiş.
Gezinin bu taraflarını çabuk çabuk geçelim; derken büyük fokur fokur kaynıyan kazanın başına gelmişler.
Bir Zebani elinde kocaman kepçe, kazanın başında.
Kaynıyan suların arasından bir baş gözüktüğü zaman hemen kepçeyle vurarak, tekrar kaynar suların içine batmasını sağlıyormuş.
Eh kolay bişe de değil o kadar çok kafa çıkıyormuş ki...
Zebanı ter içinde arada bir de mırıldanıyormuş.
Bizim gezginlerden bir tanesi merakla, pek anlaşılmıyor ne diyorsunuz diye sormuş.
Zebani Türklere dua ediyorum demiş.
Onlarda olmasa soluklanacak hiç vaktim bile olmazdı.
O zaman gezginler farkına varmışlar meseleyi.
Pür dikkat kaynar kazana bakmışlar.
Bazı kafalar çıktığı zaman Zebani terini siliyor soluklanıyormuş, kepçeside yanında öylesine duruyormuş.
Bu arada kafalar Zebaninin hiç bir şey yapmasına kalmadan kazanın içinde tekrar kayboluyormuş.
İşte demiş şimdi anladınızmı neden onlara dua ettiğimi ?
Bana hacet kalmadan onlar birbirlerinin bacaklarına yapışıp aşağı çekiyorlar.
Masal bu ya ...
Gerçeğini görmek istiyorsanız gazetelerin başlıklarına bakın.
Saygılarla.

Salı, Mart 04, 2008

DÜNYA POLİSLIĞINE SOYUNAN ABD...



Teorist yakalandı ve zararsız hale getirildi.
İyiki varsınız Dünya sizlerle gurur duyuyor.

- ß%&$§"@´`°^#...

AYLARDAN GENE ŞUBAT



Zorlu bir Şubat ayını arkada bıraktık.
Nedense bu ay her zaman zorlu geçmişdir...
Sınıfda kalanlar, sınıfı geçenler Mart ayı ile birlikde kendini göstermeye başladı.
Türk Milletinin gururu Ordumuz kulaklarını tıkayıp bir ilke daha imza attı.
8 gün içersinde uzmanların bile ? işaretli, kafalardaki teorileri yıkarak görevini tamamladı.
İkinci sınıfı geçen ise Türk milleti idi.
O da kulaklarını gözlerini her türlü tahrike kapatarak.
Bir bütün olarak kilitlendi.Göz yaşlarını, sevincini içinde saklamasını bildi.
Büyük olmanın ne olduğunu anlıyan anladı.
Beni sevmiyen bile, beni yanından ayıramıyacağını çok iyi anladı.
Gelelim sınıfda kalanlara.
Politika üreteceğim diye yanlış yerde, yanlış zamanda işler yaptılar.
Her politikacının düştügü zaaflardan bir tanesine onlarda düştüler.
Su uyur ne yazıkki Türk milleti uyumaz.Bunuda zaman zaman hiç beklenmediği zaman
tokat gibi politika yaptığını sananlara vurmuşdur.
Sınıfda kalanlardan bir taneside medya olmuşdur.
Farkına varmadan !!!
Bir çok propogandanın aleti olmuşdur.
Çırpınmaya çalışan bir gurubun reklamını yapmakda birbirleri ile yarışmışlardır.
Eğer biraz olsun bu işlerin nasıl olması gerktiğini öğrenmek istiyorlarsa, sadece arşivlerine girip gelmiş geçmiş olayları analiz ederek yeni bir çizgiyi yakalamaları gerekir.
Medya halkın sesi olmak istiyorsa ondan örnek almalı.
Bu gün dünya metropol şehirleri, kendi ülkelerini anlatırlar.
İstanbul'un her semtini gezdiğiniz taktirde Türkiye mozayiğini görebilirsiniz.
İnşallah bu cüce ay bizlere bir şeyler öğretebilmişdir.
Saygılarla.

Pazartesi, Mart 03, 2008

Çüş veya Çüş...



* DENİZLİ'nin AKP'li Belediye Başkanı Nihat Zeybekci'nin AKP Denizli İl Kadın Kolları'nın genel kurulunda yaptığı konuşmada, “Muhalefet bizi gericiyiz diye eleştiriyor. Biz onlara çüş demek için gerideyiz” dedi.

Hoşuma gitti bu haber !

Bunun neresi hoşa gider diye soracaksınız ?

Haklısınız Almanya'da yaşıyan genç toplumun arasında duyabileceğiniz sözlerden bir taneside çüş sözcüğüdür; her ne kadar chüs diye yazılsada.
Dostlar arası vedalaşmanın sonunda, birbirlerine söylerler bu kelimeyi.

Şimdi beni bir merak sardı bu haberi okudukdan sonra.
Ağızdan çıkan bu kelime acaba ilk önce geride kalanınmı, yoksa biraz önde gideninmi ağızından çıkıyor.
Yapacağım araştırmalardan sonra bilginize sunacağım.

Bi de yabancı gazetelere göz attım.

Rusya başkanını seçti her ne kadar iplerin Putin'in elinde olduğu yazılsada bir çok ülke yeni politikaların da ince ayar peşinde.

ABD de ise Busch devriminin sonlarına doğru gelinirken.
Yeni yarışın nasıl sonuçlanacağıda ülkelerin merakını gittikçe arttırmaya başladı.

Aşağıya biraz bakacak olursak.Basının bilip de artık yazmaya bile değer vermediği sıradan haberlerle dolu.Tek başlık bir halkın yeraltına girmeye başladığını yazıyor.(Filistin)
Mini mini bir haberde ABD'de bazı savaş gemilerinin Lübnan'na doğru yola çıktığı.

Tabii bizi ilgilendiren konular değil.

Bizim konumuz neydi ?

Cüş..
veya
Avrupalı Türklerin dediği Çüş.

Saygılarla.

Pazar, Mart 02, 2008

PAZARIN SOHBETI...


*Tarih dersi okullarda niye okutulur hala anlamış değilim...
Eğer biri çıkarsa; tarihini bilmeyen kimliğini de bilemez, derse .
Bende ona hadi be derim.
Yok bir başkası çıkıpda; tarihi okuda oradan ders al derse bak o zaman biraz düşünürüm.
O zamanda tarih dersini bu günden, geriye doğru okumam lazım.
*Milletçe okumayı sevmiyoruz.Kaç kişi gazete alıp okuyor bu ülkede ?
Ne zaman bir oturum olsa duyduğum cümlelerden bir tanesi.Yeni trend ise eğitim.
Keşke biri çıksada; bu kelimeyi lügattan çıkarsa hiç olmazsa her yanlışın müsebbibi olmaz.
Biri çıkıpda; ortaya bir cümle atsa kimliğine bakılmadan en az gündemde haftalarca kalır !!
*İşsiz birine sorsam ne iş yaparsın diye.
Ne olursa yaparım derse.
Bilinki o bir uzmandır.O bir dünya harikasıdır...
Nedenmi? Eh kolay değil, bütün işlev görecek uzuvlarını çenesinde toplama yeteneğine sahipdir.
Ömrümün yeteceğini bilsem bu konuda istatistik yapardım.Devamlı başa döneceğim için !
*Güvensizlik kelimeside bu günlerde aldı başını götürüyor.Kendi fikirlerimizi kabul ettireceğiz diye.Dinlemiyoruz.Farkına varmadanda güven denilen nesneyi kaybediyoruz.
*Kızmanın artık değerini kaybettik; çoğaldıkça ne işe yarıyacağını bile bilmez olduk.
O kadar ki,her şeye kızıyoruz bir türlü kendimize sıra gelmiyor.
*Uzman gibi yaşamımızda her konuyu sık inceliyip,sık döküyoruz.Bide bakmışız ki bizi hiç ilgilendirmiyor.
*İçkinin haram olduğunu söylüyoruz.24 saat içmeden, sarhoş gibi dolaşıyoruz.Sarhoşluğun adını değiştiriyor Stres diyoruz.Keşke 24 saat yerine bir kadeh atıpda ayık dolşsak.
*Ülkemizin % 99 müslümandır diyoruz.Ramazanda tv.lerde dini konularda bilgi veren İlahiyetçilerin söylediklerini dinledikden sonra çevremizde % kaç müslüman olduğunu
anlamakda güclük çekiyoruz.
*Laiklik elden gidiyor diye yırtınıyoruz.Önüne gelen ben laikim diyor.O zaman korku niye.Acaba onun hakikaten ne olduğunumu bilemiyoruz.
*Koalisyom hükümetleri ile zaman geçirdik.Keşke çoğunluk olsada işlemler daha çabuk yürüsede diye özendik.
Meclis tv.sinde en hoşuma giden görüntü "kabul edenler,etmiyenler.Kabul edilmişdir"
Demekki sandık başına geçince bir kere daha düşünüp unutkanlığımızı yenmemiz lazım.
*Pazarın Sohbeti adı altında buraya kadar okudunuzsa.Sakın ciddiye almayın okuduklarınızı.Sadece mizahla ilgili bir yazı yazabilirmiyim diye kendi içimden geçenlerden Alıntı yaptım.
Saygılarla.

AMİN...


Elektrik duası:

Yer Türkiye'nin vitrini Alanya. Bu insanlar yaz aylarında sık sık yaşanan elektrik kesintisinin bu yıl olmaması için, 'Allahım ne olur elektrikler bu yaz kesilmesin' diye dua ediyor.

Allahım bu arada benim de aklıma sahip çık, bu günlerde çok ihtiyacım var.

Kalın sağlıcakla,iyi hafta sonları.

Saygılar.