Pazar, Aralık 30, 2007

YENI YIL







Çarşamba, Aralık 19, 2007

YAŞAMIMIZDA Kİ GÜNLER...


Dakikalar saatleri,saatlerse günleri oluşturur.
Günler yılları, yıllarsa bizlerin yaşam
simgeleridir.
O senelerin içersinde öyle günler vardır ki bizleri sevinçlere, hüzünlere boğar.
Hayat süreci böyle bir şeydir.
Yarın ise öyle günlerden bir tanesi.
Güneş ufuktan ışıklarını yeryüzüne saçmaya başlaması ile sevinç,hüzün,bekleyiş başlar o günle.Çocukların cici elbiselerini giyip de günü karşılamaları.Anne babaların o coşkuya katılmaları.Evlerinin bir odasında torunlarını seneler önce evden uçup kendi yuvalarını kurmuş çocuklarını beklemeleri...
Bu dünya'dan göcüp gidenlerin o günde hasretle aranması.
Ziyaretler,geziler,yalnızlıklar.
İşte öyle bir gündür Bayramlar.
Huzurun,mutluluğun,her şeyden önce sıhhat ve sevginin bir nefes gibi içinize dolmasını bu güzel günde elele insanca kutlanması dileği ile Bütün Dostlarımın insanlığın Bayramını kutlarım.
Sevgilerle.

Cumartesi, Aralık 15, 2007

ÇOCUK OLMAK !...


Çocuk olmak hiç büyümemek.
En güzel yıllar diye bahsedilir.Sonra; gençlik, olgunluk yılları.
Kırılma noktası dediğimiz zaman başlar yaşamımızda, ister ona yaşlılığın emareleri deyin,isterseniz „Weiße“ tecrübelerinizin birikimleri.
Keşke hep çocuk kalsaydık deriz.
Uzun maratondan sonra ulaşacağımız nokta orası değilmidir ?
Dikkatle baktığınız zaman her çocuk olgunluğun bir simgesidir.
Yalın hali ile gözlediğiniz zaman onda geleceğinin izlerini görebilirsiniz.Olgunluğun tümünü toplamıştır.İlerdeki senelerde bunlar yavaş yavaş bir kaç noktada yoğunlaşır.
Kırılma noktasından sonra tekrar bütünleşir.

Hiç sinema dağılımında kalabalık içindeki simalara baktınızmı.Bir buçuk saat onları bir yerden, bir noktaya götürmemişmidir...
Onu fotoraf makinenizin karelerine dökmeye kalksanız!!!
Kaç defa deklanjöre basmanız gerekir.Resamın o anı tualine dökmesi için fırçasını kaç kere renklerle buluşturması gerekir...

Çocukluk yılları, matematikde ki rakkamlar gibi bir den dokuz'a kadar değilmidir ?
Zamanla deklemler kurmazmıyız.İster adına cebir, isterseniz modern aritmetik diyelim.
İsterseniz deklemleri harflerle simgeliyelim „x“ ler „y“lonlar.Eşitlediğiniz zaman başlangıç da ki bir le dokuz arası rakkamlar çıkmazmı...
Ya bilinmiyenler; gizemlerin simgesi "sıfır".Bizleri her zaman şaşırtmışdir.
Elimizdeki rakkamın arkasında çok şeyler sunmuş;önünde ise çok şeyleri alıp götürmüşdür.
Çocuk olmak hiç büyümemek veya büyüdükten sonra tekrar çocuklaşmak.Aradaki geçen zaman ömrün törpülendiği yaşam değilmidir...
Gelin hep birlikde bu hafta sonu çocuk olup o kırılma noktasını beklemiyelim.
İyi hafta sonu dilekleri ile.
Saygılar.

Perşembe, Aralık 13, 2007

KÖŞE YAZARI YAZARSA !!! (3)


İki bölümde bir köşe yazarımızın yazısını ele aldık.Ne kadar haklıydı bu yazısıyla; yorumlar gösteriyor ki.
Bizi pek de ilgilendirmiyor.
Böyle gelmiş böylede gider.
Öğretmenlik de bir meslek olduğunu görmeğe başlamışız.
Kalitede iniş çıkışların veya yazarımızın dediği gibi düsüş olan bir meslek.
Hangi bir meslek olursa olsun içinde emek varsa onu saygıyla eşitlemek gerekir.
Yeni mezun öğretmen adaylarına şans verilmesi gerektiğini, eskilerin ise artık miadlarını doldurduğunu bu günün çağdaş sistemine ayak uyduramadığını, mesleklerine nokta koymalarının zamanı geldiğini söylüyor.
Şimdi oturduğum sıradan parmağımı kaldırıp, sayın yazarım bu durumlara getiren sistem değilmi ?
Milli eğitim mükemmel bir sistem ortaya koymuşda bu eski deforme olmuş öğretmenlermi
bu kaosu yaratmış.
Yeni öğretmen adayları bu sistem içersinde bir 10 sene sonra aynı duruma gelmiyeceklermi ?
"Protestolar umurumda olmayacaktır.Vız gelir tırıs gider.Görüşümde fena halde ısrarlıyım."
Tabii ki görüşünüz de ısrarlı olacaksınız.Bu sizin doğal hakkınız.
Bir yerde eksiklikler yazılmalı,yazıldığı gibi de okunmalı.
"Öğretmenleri eleştirmek bu ülkede tabudur."
Tabuları yapanlar bizler olduğuna göre kaldırmak da bize düşmezmi ?
"Yani eğitim fakültesine başlarken durum başka değildi. İşlerinin ÇOCUK ile ilgili olacağını biliyorlardı. Hiçbir şey sürpriz değil."
Ehliyet alıp da Trafiğe arabamızla çıkarken almış olduğumuz eğitimin hiç de aynı olmadığını görmüyormuyuz?
Birden herşeyi bir kenara bırakıp kendimize göre bir sistem yaratmıyormuyuz.Ad bile koyduğumuz "Trafik Canavarı" bireyi olmuyormuyuz?
Ne alakası var ; çok alakası var. Orada bir de hayatımızı ortaya koyuyoruz.
Demek ki bu öğretmenlere haz bir konu değil her meslek içinde olan bozukluklar...
Öğretmenler bizlere iyi veya kötü bir şeyler vermeğe çalışırlar.
Onlarda ellerinde ki malzemeler,çerçeveler içersinde.
Öğretmenlerin bizlere verebileceği kalite sistemin daha doğrusu bizlerin beklentilerin dışında değildir.
Eğer bu gün öğretmenliği bir meslek olarak görebilirsek.O zaman kafamızda yaratmış olduğumuz tabuları yıkabiliriz.
Sistemin son halkasından şikayetçi olmayız.
"Severek hatırladığınız kaç öğretmeniniz var?"Diye soruyorsunuz.
Hatırlamak zorundamıyım?
Eğitim sırasında aynı sıraları, acı tatlı anıları paylaştığım yüzlerce, binlerce arkadaşımı hatırlıya biliyormuyum.Aklımızda kalan belki bir kaçı...
Öğretmenler için kurslar açılmışda gitmemişlermi ?En son hangi kitabı okuduğunu soruyorsunuz.Okumuş olduğu bir kitabı dersi içinde öğrencilerle paylaşma hakkı varmıdır?
"Hayatında başka memleket, başka şehir görmemiş coğrafya öğretmenleri,"
Bu gün yurtdışındaki okullarda Tarih ve Coğrafya dersleri.Çok az; eğitim yılı içersinde dönüşümlü olarak yapıldığını biliyormusunuz?Bu Kimya ve Fizik dersleri içinde geçerli.
Acaba neden ?
Bu gün yabancıları gördügümüz zaman tatil yaparken bile ellerinde bir kitap olduğunu görüyoruz.Hiç merak ettikmi neden bu kadar çok kitap okuyorlar.
Yoksa ilk,lise sıralarında ki eksikliklerimi kapatıyorlar!!!
"Ya bırakın Allah aşkına. Bana Çalıkuşu taklidi yapmayın."
Kaç öğretmene sordunuz?
Çalıkusu olmak istermisiniz diye..
"Eğitim şart!
Eğitim evet şart! Evet ama mevcut olan eğitim DEĞİL!"

Şimdi burada duralım...
Eğitim diyince ne anlıyoruz.
Karıştırdığımız kavram bu değilmi ?
O bahs ettiğimiz kelime okullarda öğrenilen, öğretmenlerin bize vermesi gereken simgemi ?
Kocaman bir HAYIR...
Kücük bir örnek vermek istiyorum.
Sağ şeridi kullanıyorum.Süratim trafiğin bana verdiği limitler içinde.Tam o sırada yolcu indiren bir minibüs sinyalini verip benim önüme atlıyor"geçiyor" ani bir fren yapıyor; ensemden aşağı soğuk terler dökülüyor.
İçimden geçen Annemin bana konuşmayı öğretirken söylemediği ama çevremin bana öğrettiği her türlü kelimeleri sıralıyorum.
Allah'dan arabada yalnızım yoksa o kelimeler bu kadar rahat dökülemezdi.
Böyle bir durumu bana okulda öretmedi, öğretmenlerim diyebilirmiyim...
İşte size bir eğitim ilgili soru.
Kim haklı ?
Merakmı ettiniz.O minibüs söförü ve ben ne kadar okumuş olsam bile haksızım.
Ben arabamda oturmuş tek başına gidiyorum.O ise kamu hizmeti veriyor.Arabasında en az 10 kişiyi, gidecekleri yere ulaştırmaya çalışıyor.Bu Belediye otobüsü olsaydı.Rakkam 40-50 leri bulabilirdi.Eğer benim eğitim seviyem almış olduğum diploma ile değilde.
O öğrendiklerimi yaşamım içinde olgunlaştıra bilse idim.O kamu hizmet yapan vasıtanın benden daha öncelikli olduğunu bilir ona göre hareket ederdim.
Bunu binlerce örnekle verebilirim.
İsterseniz birazda sizlerin yorumlarınızla bir başka bölümde devam edelim.
Saygılarla.

Salı, Aralık 11, 2007

KÖŞE YAZARI YAZARSA !!! (2)


Oldum olası merak etmişimdir. Bu ülkede öğretmenler öğrencilerden neden bu kadar nefret eder? İlkokul ve lise hayatımda biz öğrencilerden tiksinmeyen, baş belası yaratıklar gözüyle bakmayan BİR tek öğretmenim vardı. Psikoloji ve sosyoloji hocası Mustafa bey. Bahçeye çıkıp çocuklarla sohbet eden, ciddiye alan, bizleri ismimizle tanıyan BİR tek oydu. Sınıfına girdiğim aşağı yukarı toplam 60 hoca içinde bir tek o. Utanç verici! Gerisi çocuklara pislik muamelesi yapan yanına yaklaşınca irkilen, çöpe atılası, sevimsiz ve de zır cahil tiplerdi. Görünen o ki değişen bir şey yok.

Bu kadar tiksiniyorsan çocuklardan ve gençlerden niye o işi yapıyorsun? Hayat boyu ne rezillik yaparsan yap atılmayacağını bildiğin için mi? Üç kuruş maaşın garanti olsun, günde dört saat çalışasın, kendini hiç geliştirmek ihtiyacı duymayasın, her tür kaprisini yapabileceğin bir kitlen olsun bir de öğretmensin diye sana saygı gösterilsin diye mi?

Bu kadar yeni mezun öğretmen adayı boş boş tayin sırası beklerken şu eskilerden
esaslı bir ayıklama yapılsa (iyi bir testte yarısına yakını ruh hastası çıkabilir zira) belki de 80 yıldır ulaşmaya çalıştığımız muasır medeniyet seviyesine biraz daha yakınlaşabiliriz.

Protestolar umurumda olmayacaktır.
Vız gelir tırıs gider. Protestolar umurumda olmayacak dedim, hakikaten umurumda değil. Görüşümde fena halde ısrarlıyım.
Öğretmenleri eleştirmek bu ülkede tabudur. “Ay ama çok az para alıyorlar, hayat şartları çok zor, ama çocuklar da çok haşarı, ay ama bak ne büyük “sittres” altındalar, kafayı yemek üzereler, sen hiç bin tane çocukla başa çıkmak zorunda kaldın mı...” Bir kere bu çocuklar son beş yıl içinde bu kadar çoğalmadı. Öğretmenlere iyi para verilmediği de yeni bir haber değil. Son 50 yıldır bu böyle. Sistem ortada.
Yani eğitim fakültesine başlarken durum başka değildi. İşlerinin ÇOCUK ile ilgili olacağını biliyorlardı. Hiçbir şey sürpriz değil. Sen başka bir yeri tutturamayıp ancak oraya kapağı atmışsan ve de “işsiz kalma tehlikesi yok” diye memurluğa talim ediyorsan bu niye benim suçum oluyor? Niye ben senin sıkıntına ve “çocuk nefretine” anlayış göstermek ve çocuğuma eğitim, sevgi ve bilgi veremeyişini sineye çekmek durumunda oluyorum?
Artık yeter! Genelleme yapamazsın diyorlar pekala da yaparım. Ben bu ülkede okudum. Bu ülkenin devlet lisesine gittim. Bu ülkenin devlet öğretmenleri tarafından yetiştirile(me)dim. Bu ülkenin müdürleri tarafından idare edil(eme)dim. Bu ülkenin öğretmenlerinden dayak ve azar işittim. Bu ülkenin öğretmenleri tarafından baş belası sümüklü muamelesi gördüm ve bu ülkenin öğretmenlerinden hiçbir şey öğrenemedim.. Fena halde tecrübeliyim. Bütün cahil ve ruh hastaları da benim lisemde toplaşmadı ya!
“Yazık ki sizi de yetiştiren bir öğretmen” diye sitemde bulunmuş çoğunluk. HAYIR efendim. Beni lise öğretmenlerim yetiştirmedi. Lise öğretmenlerimden bir tanesi de “senin halin nicedir” demedi. Ben ne öğrendiysem dünya, memleket ve kendim hakkında üniversitedeki hocalarımdan öğrendim. Hepsi dünya harikası insanlardı. Sezar’ın hakkını Sezar’a da vermesini biliriz.
Robert, Galatasaray, Amerikan veya Alman liseleri dışında okullarda okumuş kimseden de “aaa bizim hocalarımız süperdi. Bütün haylazlıklarımıza rağmen gülümserlerdi, her derste ilgimizi çekmeyi başarırlardı, hep anlayış gösterirlerdi, çok şey öğrendim, mesleğimi seçmemde büyük katkısı vardır” diyene rastlamadım.
Beni “pirotesto” eden (evet böyle yazmış) öğretmenler de zaten hakiki öğretmenliğin ne olduğunu bilmeyenler. Zorluk çekmenin öğretmenlik olduğunu sanıyorlar.
“Ben oturduğum yerden yeşil dolarlar kazanırken.. onlar neler çekiyormuş haberim yokmuş... Önce benim tedavi olmam gerekiyormuş..”
Mektuplarındaki binlerce imla hataları bile öğretmen olamadıklarının kanıtı. Okura boşuna kızıyormuşuz dahi anlamındaki de’leri da’ları, soru eki mısın’ları, musun’ları ayırmadıkları, noktalama işareti kullanmadıkları için.

Kılavuzlar ortada!

Sorumu tekrar ediyorum ey ahali: Bütün ilkokul ve lise hayatınız boyunca severek hatırladığınız kaç öğretmeniniz var? Kaçı için “çocuk ve genç sever” diyebilirsiniz? Dayağını ve azarını işitmediğiniz kaçı var? Kaçı için “dersi öyle bir coşkuyla ve sevgiyle anlatırdı ki sınıfta çıt çıkmazdı” diyebilirsiniz? Hadi bunu da geçtim kaçı için okuttuğu dersi BİLİRDİ diyebilirsiniz?
BİLMİYORLAR!!!! Okuttukları dersi bilmiyorlar. Milli Eğitim’in dağıttığı ders kitabını ezberlemiş “papağanlar” ezici çoğunluk. Beni vıdıvıdıvıdı “pirotesto” eden öğretmenler! En son hangi kitabı okudunuz! En son hangi konferansa katıldınız? Kursa gittiniz?
Hayatında başka memleket, başka şehir görmemiş coğrafya öğretmenleri, hayatında en son fakültedeyken roman okumuş edebiyat öğretmenleri, Matematik Dünyası dergisini hiç duymamış matematik öğretmenleri, tek bir yeni kelime öğrenmemiş İngilizce öğretmenleri..
Ya bırakın Allah aşkına. Bana Çalıkuşu taklidi yapmayın.
Kimse kusura bakmasın, konuya devam edeceğim.

Ağızlarda bir sakız var ya: Eğitim şart!

Karşımıza olur olmaz her yerde çıktığı için sonunda Cem Yılmaz mavrasını yaptı ama ben mavra yapmayacağım.

Eğitim evet şart! Evet ama mevcut olan eğitim DEĞİL! Mevcut eğitim şart olmadığı gibi bir an önce yasaklanmasında da fayda var. Zira bu program ve bu eğitimciyle faydasından çok zararı var!

Çok ciddiyim! Dayaklı, sövgülü, aşağılamalı, nefretli bir eğitim verilmesin çok daha iyi. Bu kadar kaba, bu kadar saygısız bu kadar hınçlı bir toplum olmamızın nedeni tam da budur. Kendi halimize bırakılsak belki de daha sakin bir toplum olabilirdik. En azından hayli tasarruf ederdik.

Zira bizim eğitimimiz “sevgi” değil “gaddarlık” temeli üzerine kurulu. Müdürlerden muavinlere, muavinlerden öğretmenlere, hademelere kadar giden bir gaddarlık hiyerarşisi var.

Her sabah kar, yağmur, fırtına fark etmez, ön bahçede “içtima” eder, ant içer, tek tek BEŞ müdür muavininin önünden geçerdik. Eteğin bir santim kısa mı? Saçın kulak memeni bir parmak geçmiş mi? Bittin. Saçlarından çekilerek bin bir hakaret içinde (tercihan o ile başlayıp u ile biten) sıradan çıkartılır, eve yollanır, bir de devamsızlık yerdin.

Türk eğitim sisteminin eğitim anlayışı bu! Günaydın sopası, öğlen hakareti, akşam tehdidi!

Hadi diyelim emri Milli Eğitim yolladı, kıyafet böyle olacak dedi. “Saçlardan çekin, hakaret edin, erkekse bir tane de tekme atın” şeklinde bir talimat da mı geliyor?

Burada işte sevgisiz, nefret dolu “öğretmenler” devreye giriyor. Bunu sadist bir zevk alarak yapan öğretmenler. Bu yapılırken ses çıkarmayan diğer öğretmenler de aynı şekilde sorumludur bu arada “Ama ben yapmadım etmedim” yok. Gözünüzün önünde yapılan her şeyden sorumlusunuz!

Benim bir, berikinin üç, onun dört tane sevdiği öğretmen var elbette.

İstisnasız hepsi korkunç demiyorum. (Bu arada sevdiğim tek öğretmenim Mustafa Bey’in yakınlarda öldüğünü öğrendim. Babam ölmüş gibi üzüldüm. Allah rahmet eylesin.)

Ama sistem sevgisizlik ve gaddarlık temeli üzerine oturmuş. İstisnalar bu gaddarlığı yok edemiyor.

“Öğretmen öğrenciyi sevmek zorunda değil” diyemeyiz. Hayır! Öğretmenin birinci vazifesi öğrenciyi sevmektir. Buna mecbur. Asli vazifesi budur. Sevemiyorsa, tiksiniyorsa buyursun başka bir iş yapsın. Ben de çocuklardan çok hoşlanmıyorum ama tutup öğretmenlik yapmıyorum.

Zira ÇOCUKLARDAN söz ediyoruz. Yani senin bir tokadın, azarın yüzünden hayat boyu yüreği kanayabilecek kadar hassas yaratıklardan söz ediyoruz. Haylazlıklarına, umursamazlıklarına, ukalalıklarına aldanıp yetişkin sanmak gibi bir hata yapılıyor. Şimdi kazık kadarken istediğin lafı et bana, umurum değil. Ama o zaman bana veya yanımdakine edilmiş bütün o hakaretlerin aşağılamaların, atılmış bütün o dayakların halen acısını ve hıncını duyuyorum. (Dayaktan söz etmekten bile utanırken ben, nasıl kendilerini savunurlar hiç anlamıyorum)

Sevgi dolu bir eğitimi görmemiş olanlar için forma giymek, hoca gelince ayağa kalkmak, kendisine “eşolueşek” denmesi falan o kadar garip gelmeyebilir. Hatta diyebilir ki “kim kimi seviyor ki..”

İlkokul dörde kadar yurtdışında okudum. Her sabah öğretmen sınıf kapısında ayakta bizi bekler, hepimizin elini sıkar, hatırını sorar, yanaktan bir makas alır öyle sokardı sınıfa. O ayakta karşılardı bizi!

“Ay Avrupalılar ne güzel birbirlerine selam veriyorlar” diyenler! Naha işte eğitim. Selamlaşma, hatır sorma eğitimi!

Bizde ise anasının koynundan daha yeni çıkıp gelmiş altı yaşındaki çocuk daha ilk gün canı istediği zaman tuvalete gidemeyeceğini öğreniyor ve tabii ki çiş planlaması yeteneği henüz gelişmediği için o saat altına yapıyor. Bingo! Okul hayatı rezillikle başlıyor.

Formadan devam edelim. Dünya üzerinde olabilecek en rahatsız kıyafet bizim ilkokul çocuklarına giydirdiğimiz o saçma önlüktür. Bilhassa kızlar azap çeker içinde. İlköğretimi sekiz yıla çıkarma teşebbüslerinin ilk yapıldığı yıllarda ortaokuldaydım ve kazık kadar kızlara beyaz aka, siyah önlük giydirmişlerdi.

Hayatımda hiç bu kadar utanmamış, bu kadar nefret etmemiştim. Ertesi yıl zart diye de boy atmıştım, o önlük fil üstünde kelebek gibi bir şey olmuştu. O zamanlar yeşil dolarlar kazanmadığım için de (demode hocamızın lafı) ne yazık ki yenisi alınamadı ve ben o korkunç şeyi üç yıl giydim.

Durum şimdi de farklı değil. Bana içi boş “zenginle fakir ayrılmasın diye” mavalını okumayın sakın. Zenginle fakir 2 kilometre öteden ayrılır. Beş kat önlük giydir fark etmez.

Bir kere öğretmen tanımızda bir yanlışlık var. Ders anlatan, disiplini sağlayan insan değildir öğretmen. Maaşı bunun için almıyor. Düzgün insanlar olmamız için, hayata hazırlamak için var. Sopayla azarla tiksintiyle mi hazırlayacak bizi hayata?

Telesekreterime şöyle notlar bırakmış öğretmenler: “Sus, terbiyesiz!”

“Otur yerine sıfır!” da diyen olacak mı merak ediyorum doğrusu.

Zaten tam da bunlardan söz ediyorum ben. Senli benli, suslu muslu konuşmalar.. Sınıfta sanıyor kendini belli ki! Ne sıkıcı!

“Evet sevgisiz bir düzen var” diyen bir çok öğretmen de oldu çok şükür. Bana hak veren eğitimciler, müdürler. Durumu fark edenler de var. Var ama.. Burada benim tek başıma bağırmamla bir şey değişebilir mi bilmiyorum.

Bana terbiyesiz diyenlere kötü bir haberim var: Gazetemizin internet servisinin yaptığı “Tuğçe Baran eleştirilerde haklı mı” anketinde en son baktığımda yüzde 74 oranında “haklı” durumdaydım. Bilmem anlatabiliyor mu Türk halkı sizlere bir şeyler???
Sayın Tuğçe Baran'nın üç gün peşpeşe yazdığı yazısını kopyalıyıp buraya yapıştırdım.
İsterseniz yarın bu sistemi kendi icinde günümüze paralel olarak masaya yatıralım.
Saygılarla.

Cumartesi, Aralık 08, 2007

INCE CIZGILER....


Ettekrarü bilhasen
Velevkâne yüzeksen.
Saygilar.

Cuma, Aralık 07, 2007

KÖŞE YAZARI YAZARSA !!!


Sen onu pamuklar içinde büyüt, gözün gibi bak, ıslanmasın diye sen ıslan, üşümesin diye sen üşü, aç kalmasın diye sen aç kal, hastalanmasın diye sen hastalan, yorulmasın diye sen yorul, sırtında taşı, koynunda taşı, başında taşı... Böbreğini, ciğerini, gözünü neyini isterse vermeye hazır ol..

Sonra okula gönder..

Müdürün teki sırf valiye yalakalık yapacağım diye senin 5 yaşındaki yavrunu Kars soğuğunda 2 saat bekletip DONDURSUN!

Müdürün başka teki çok sinirlendiği için senin 10 yaşındaki başka yavrunu Isparta yağmuru altında 2 saat bekletsin.

Müdürün öteki teki 13 yaşındaki başka yavrunun kulağını patlatsın.

Beriki tekme tokat girişip kör etsin..

Nedir bu böyle?

Çocuklardan bu kadar çok nefret eden bir eğitmen ordusu nerede yetişiyor?

Eğitim fakültelerimizde böyle “özel” bir eğitim mi veriliyor?

“ÇOCUK: İğrenilesi mahluk.

ÖĞRENCİ: Nefret dışında bir hissin duyulmaması gereken şey.

GENÇ: Her görüldüğü yerde girişilmesi gereken şeytan işi canlı.

EĞİTİM: İşkence.

ÖĞRETİM: Duble işkence..”

Bu mudur?

Bu çocuklar okulda ne öğreniyor, adam gibi bir şey veriliyor mu, cahiller ordusu mu yetişiyoru geçtik çocuğumuz eve sağ dönecek mi diye endişeyle bekler olduk.

Kimler? Fakir fukara halk tabii ki. Biraz bir taraflarını doğrultan özel okula veriyor. Çok matah bir eğitim alacağından değil eve sağ salim gelsin diye. En azından dağılmamış bir psikolojiyle.

Kars’ın Esenyazı ilçesindeki anaokulu açılışında çocuklar bildiğiniz gibi valiyi saatlerce bekledikleri için donacakları az daha. Aynı günlere oralarda olduğum için Kars soğuğunun ne menem bir şey olduğuna bizzat tanıklık ettim.

Bir şeyin fotoğrafını çekeceğim diye paltosuz çıkıverdim otelden ve yemin ederim beş dakika bile geçmemişti uyuşmaya başladım.

Ona daha yeni oha derken bugün de Isparta’ta gürültü yaptıkları için yağmur altında bekletilen çocuklar haberi geldi.

Bu çocuklar zatürree olunca ne olacak? Müdür bey mi bekleyecek başlarında? Vali bey mi götürecek hastaneye? AKP milletvekili mi alacak ilaçlarını? Öğretmen bey mi yapacak iğnelerini?
Vatan.Tuğçe Baran.
Böyle bir yazıyı okuduğumuz zaman eğitmenler neden kızıyorlar ?
Tabii ki bu yazının birinci bölümü.
Günlerdir gazetelerde yer alan minicik çocukların fotorafları haberlerin ardından
bu yazının bir köse yazarı tarafından ele alınması kadar normal bir şey olamaz.
Eğitim verilen yerin idarı bölümlerinde yapılan aksaklıkların bir parçası.
Bu gibi çarpıklıklar yüzen buz dağının zaman zaman bize görünen kısmi.
Eğer bir öğretmen bu yazıyı yazmaya kalksaydı nasıl yazardı ?
Yarında yazının devamını ele alıp nerelerde görüpde görmemezlikten geldiklerimizin analizini yapabilelim.
Saygılarla.

Cumartesi, Aralık 01, 2007

SEVGILI ANNO'YA

Sanal dünyada bir kardeşlik vardır; ona biz blog kardeşliği diyoruz.
O ekranın arkasında, bizleri birbirine bağlıyan bir başka duygudur.Orada büyük bir aile gibiyizdir.İçimizi döker, kızgınlıklarımızı, isyanlarımızı yazariz.
Zaman gelir bir fikir olur, bazende karşı çıkarız.
Hepimizin kendine has bir karekteri vardır yazılarda.Bir şeyi paylaşmayı beraberliği getirir bizlere.
Gezdiğimiz yerleri, sevinçleri acılı günleri dökeriz sayfamıza.Okurken sevinir, zaman gelir üzülürüz.Sayfalarda bir kaç gün bir yazıyı görmediğimiz zaman telaşa düşer meraklanırız.
Hepimizin ayrı karekterleri taşıyan sayfalarımız vardır.Kimiz güncel yaşamı anlatır.Kimiz yemek tarifi,biraz siyaset.Moda, eğitim.
Böyledir bu blog dostlukları.
Birde bizleri birbirine bağlıyan sıkı bir bağ vardır müşterek sevgilerimiz.Bloğumuz neyi anlatsa
o konu bizleri ilgilendirmesede o sayfaya girer müşterek sevgilileri ararız.
Şimdi sizlerle bu sevgiyi birlikde yaşıyalım.Bir blog vardır adı Kedili Mutfaklar diye yemek tarifleri verir.
Bir dakika; öğle sıradan yemek tarifleri değildir onlar,orada tarifler içten gelen bir yaratıcılıkla yapılır, paylaşılır.Ben yemekten anlamam suçlusu Annem mi yoksa hanım mı desem.Genede her bilgisayarımı açtığım zaman o sayfaya girer okurum.Zaman zaman da yorum bırakırım.Sevgili editörümde anlar ona göre cevap yazar.Esasında beni oraya bağlıyan bir başka sevgi vardır gelin size o müşterek sevgiyi biraz paylaşayım.
"Herkesler çocuklarını Ikea’ya götürüyorlarmış. Oyuncaklar filan varmış, hattâ mama da satılıyormuş diyor Annoya’m. Biz kedi çocuk olduğumuz için götürülemiyoruz öyle yerlere. O da n’aapmış, mama önlüklerini bize getirmiş." diye paylasir sonra :
"Yine ortalığı birbirine katıyorum. Bana ve oğlum Cancan'a hiç kızılmaz bu evde. Çocuklara kızılmazmış çünkü."der devam eder...

Mutfakta yerimizi aldık. Bekliyoruz. Boşa çıkıyor beklentimiz. Kolide bize göre şeyler yok. Çıkanların arasından, Oğlum Cancan yanlışlıkla süs biberi yaprağından yemeye çalıştı. Öööö yaptı sonra. Annoya ağzına süzme yoğurt sürdü hemen. O biberler zehir gibiymiş, ya zehirlenirseymiş oğlumuz mazallahmış. ..

Şimdi bizleri birbirine bağlıyan duyguları anlatabildimmi ?

Bazı günler vardır bizleri acılara boğar.Yaşamın gerçek yüzü.

Müşterek dostlardan bir tanesi aramızdan ayrılır.Anno'ya odasında arar bizlerse onun sayfasında.Dedim ya biz bir büyük aileyiz bizleri birbirimize bağlıyan yalnız yazılar değil.Müşterek dostlarımızdır.

Bazı acılar paylaşılır,paylaşılır,paylaşılır..

Sevgilerle.