Pazartesi, Ekim 29, 2007

Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır.






''Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz''...

Harabeye dönmüş bir imparatorluktan genç ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ne giden hedefi bu sözlerle özetleyen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere armağan ettiği Cumhuriyetimiz 84 yaşına girmeye hazırlanıyor. Ezilen tüm uluslara örnek olan, 6 yıl süren bir bağımsızlık mücadelesiyle kazanılan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar giden uzun yolun kilometre taşları şöyle:

Takvimler, 30 Ekim 1918'i gösterirken Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış imparatorluk, Mondros Mütarekesi'ni imzaladı.

Bir ulusu tarih sahnesinde yeniden var eden milli kahraman, 31 Ekim günü Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı göreviyle karargahın bulunduğu Adana'ya geldi. O kahraman, Mustafa Kemal idi... Mustafa Kemal, memleketin durumuna üzülüyor, bir çözüm yolu arıyordu. 10 Kasım 1918'de, görevinden ayrıldı ve Adana'dan trenle İstanbul'a hareket etti.

Düşman, yurdun dört bir yanını işgal ediyordu. Türk milleti için acı dolu günler başlamıştı. İşgaller birbiri ardına devam ederken, tarih o günleri şöyle yazdı:

-13 Kasım 1918: İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden oluşan 61 parçalık İtilaf ordusu, İstanbul'a geldi ve karaya kuvvet çıkardı.

-9 Kasım 1918: İskenderun, İngiliz işgaline uğradı.

-12 Kasım 1918: Fransızlar, İstanbul'da...

-6 Aralık 1918: İngilizler, bu defa ilerleyerek Kilis'i işgal etti.

-7 Aralık 1918: Fransızlar, Antakya'ya girdi.

-17 Aralık 1918: Fransız askerleri, denizden Mersin'e çıkarma yapmaya başladı.

-23 Aralık 1918: Islahiye, Osmaniye, Bahçe, Hassa, Mamure'yi düşman çizmesi çiğnedi.

-1 Ocak 1919: İngiliz askerleri Antep'e girdi.

-12 Ocak 1919: İngilizler, Ermeni amaçlarına hizmet etmek için Kars'a yerleştiler.

-1 Şubat 1919: Aydın demir yolu, İngiliz ve Fransızlar'ın işgaline uğradı.

-22 Şubat 1919: Maraş, İngiliz işgali altında...

-8 Mart 1919: Fransızlar Zonguldak'ta...

-9 Mart 1919: 2000 kişilik bir İngiliz müfrezesi, Samsun'u işgal altına aldı.

-24 Mart 1919: İngilizler Urfa'yı işgal ettiler.

-28 Mart 1919: İtalyanlar karaya asker çıkararak, Antalya'yı işgal ettiler.

-16 Nisan 1919: Fransızlar, Afyonkarahisar istasyonunu işgal altına aldı.

-20 Nisan 1919: Gürcü ordusu, Milli Şura kuvvetlerini bozarak Ardahan'a girdi.


MUSTAFA KEMAL SAMSUN'DA
İtilaf devletleri temsilcileri Paris'te toplandı. Yunanlıların İzmir'i işgali konusunda karar alındı ve 15 Mayısta, güzel İzmir'de Yunan işgali başladı.

Mustafa Kemal, maiyetiyle birlikte 16 Mayıs 1919 tarihinde Bandırma vapuru ile İstanbul'dan ayrıldı ve ertesi günü İnebolu'ya, 18 Mayısta Sinop'a vardı.

19 Mayıs 1919, Mustafa Kemal Samsun'da... Tarihçiler, o günü ''dünyanın en büyük ulusal mücadelelerinden birinin başlangıcı'' kabul etti. Artık geriye dönüş yoktu. Genç Mustafa Kemal, Samsun'dan Havza'ya geldi.

İşgaller devam ediyordu. Yunanlılar, 26 Mayısta Manisa'ya, 27 Mayısta Aydın'a girdiler.

Damat Ferit Paşa, 17 Haziranda Paris Barış Konferansı'na, Osmanlı Devleti'nin barış isteklerini bildiren muhtıra gönderirken, öbür taraftan Mustafa Kemal, bundan dört gün sonra İstanbul'da bulunan tanınmış kimselere Amasya'dan mektup göndererek, milli mücadeleye davet ediyordu.


''MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞI TEHLİKEDEDİR''
Mustafa Kemal Paşa, ulusu kurtarmak için dört koldan çalışmalara başlamıştı. 21 Haziranda Amasya Tamimi'ni yaveri Cevat Abbas'a dikte ettirdi. Ertesi sabah, Anadolu'daki mülki ve askeri makamlara tamim, şu tarihi sözlerle ulaştı:

''Vatanın tamamiyeti, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır. Sivas'ta milli bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır''

Bu arada, Mustafa Kemal'in çalışmalarını engellemek isteyenler de boş durmuyordu. Posta ve Telgraf Umum Müdürü Refik Halit, 24 Haziranda telgrafhanelere ''Mustafa Kemal'in azledildiğini, bu sebeple telgraflarının kabul edilmemesini bildiren'' bir şifre gönderdi. Harbiye Nazırı Ali Ferit Paşa, 5 Temmuzda Mustafa Kemal Paşa'yı padişah adına İstanbul'a çağırdı. Mustafa Kemal, Harbiye Nazırı'na şu yanıtı verdi:

''Vilayet-i Şarkiye ahalisi arasından çıkıp gelmek hususundaki yüksek tekliflerinizi yerine getirmede şahsi irademi kullanmaktan manen ve maddeten memnu bulunuyorum.''

Ardından, 14 Temmuzda ordudan istifa ederek, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin başına geçti.


''YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM''
Milli mücadele hareketinin dönüm noktalarından olan Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919'da toplandı.

Mustafa Kemal Paşa, 9 Ağustosta askerlik mesleğinden ihraç edildi.

Mustafa Kemal'in rütbesinin kaldırılmasına, nişanlarının da geri alınmasına karar verildi. Erzurum Kongresi adına ilan edilen beyanname, 10 Ağustosta Erzurum'da Türk Basımevinde çoğaltılarak, binlerce nüsha halinde tüm yurda gönderildi.

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum'da arkadaşlarına ''İstanbul, bir Amerikan mandasıdır tutturmuş gidiyor. Bu olmayacaktır. Türkiye istiklal bütünlüğüne sahip olacaktır. Hayır paşalar hayır, hayır beyefendiler... Manda yok, ya istiklal ya ölüm var'' diyordu.

Erzurum Kongresi'nin ardından, 4 Eylülde açılan Sivas Kongresi, 11 Eylülde son buldu. 10 maddelik Umumi Kongre Beyannamesi yayımlandı.


ZAFERE GİDEN YOL...
Tarih 12 Eylül 1919... Osmanlı padişahı adına Damat Ferit ile İngiltere temsilcisi arasında, İngiliz mandasının kabul edildiğine dair gizli bir anlaşma imzalandı.

Düşman işgali sürerken, 30 Ekimde Urfa'ya giren Fransızlar hiç beklemedikleri tepkiler alıyordu. 31 Ekim 1919 tarihinde Maraş'ta, Fransız askeri üniforması giymiş bazı Ermeniler taşkınlık yaparak, işi kadınlara tecavüze kadar götürdü. Tarihin ''Sütçü İmam'' diye yazacağı, Uzunoluk Camisi Müezzini Hacı İmam duruma dayanamadı ve silahına sarıldı. Böylece yöredeki direniş hareketi başladı.

27 Aralık 1919'da Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye üyeleriyle birlikte Ankara'ya geldi. 29 Aralıkta Mustafa Kemal hakkındaki askerlikten çıkarılma ve madalyalarının geri alınma kararı Meclis-i Vükela tarafından düzeltildi. Kendisinin istifa etmiş olduğu ve madalyalarının iadesi kararı alındı. Milli mücadele tüm hızıyla sürerken, takvim şöyle akıyordu:

-6 Ocak 1920: Erzurum'da Mustafa Kemal'in Erzurum Mebusu seçildiğine dair mazbata düzenlendi.

-12 Ocak 1920: İstanbul'da son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı açıldı.

-16 Mart 1920: Saat 10.00'dan itibaren İstanbul'un askeri işgal altına alınacağına dair itilaf devletleri adına İngiltere, Fransa ve İtalya Yüksek Komiserleri'nin müştereken imzaladıkları nota, Sadrazam Salih Paşa'ya tebliğ edildi. İstanbul, artık işgal altındaydı. Manastırlı Hamdi Efendi adındaki bir telgraf memuru, işgali Mustafa Kemal Paşa'ya iletti.

-6 Nisan 1920: Ulusal mücadeleyi tüm dünyaya duyuran Anadolu Ajansı kuruldu.

-21 Nisan 1920: Mustafa Kemal, vilayetlere Meclis'in 23 Nisan 1920 günü açılacağını bildirdi.

-23 Nisan 1920: Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı.

-24 Nisan 1920: Mustafa Kemal Paşa, Meclis Başkanlığı'na seçildi.

-5 Mayıs 1920: TBMM İcra Vekilleri Heyeti, ilk toplantısını yaptı.

-9 Mayıs 1920: TBMM adına Mustafa Kemal imzasıyla Anadolu Ajansı aracılığıyla İslam alemine şu beyanname iletildi: ''Orduyu terhis etmek, köylülere Kuvay-ı Milliye'yi asi tanıtmak, milleti kendisine şeref veren, en asil ve civanmert evladına karşı şüphe ve tereddüte düşürmek, sulhu hazırlamak için İngiliz emri altında çalışan vatansızların ilk işi oldu''.

-11 Mayıs 1920: Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'da Divan-ı Harb tarafından idama mahkum edildi.

-29/30 Mayıs 1920: TBMM Hükümeti ile Fransız hükümeti arasında imzalanan 20 günlük ateşkes anlaşması başladı.

-10 Ağustos 1920: İstanbul Hükümeti ile itilaf devletleri arasında Sevr Anlaşması imzalandı.

-2/3 Aralık 1920: Ermeniler ile Gümrü Anlaşması imzalandı.


...VE ZAFER
Milli mücadele meyvelerini veriyordu. Ulusun topraklarını savunma mücadelesi, 10 Ocak 1920'de İnönü mevzilerinde Yunanlılarla şiddetli çarpışmaların ardından 1. İnönü Zaferi'nin kazanılmasıyla başarıya ulaşmaya başlamıştı.

20 Ocak 1920'de ilk Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edilirken, 5 Şubatta TBMM'nin gizli oturumunda Londra Konferansı'na Ankara Hükümeti adına heyet gönderilmesi ve heyetin Meclis üyelerinden oluşması kararlaştırıldı. 6 Şubatta Bekir Sami Bey başkanlığındaki heyet, Ankara'dan hareket etti. 21 Şubatta konferans başladı ve 12 Martta son buldu.

TBMM hükümeti ile Rusya arasında 16 Martta Moskova Anlaşması imzalandı. Masa üzerindeki zaferleri, meydanlardaki zaferler izliyordu. 1 Nisanda 2. İnönü Zaferi kazanıldı. 5 Ağustos; Mustafa Kemal'i geniş yetkilerle ve 3 ay süreyle Başkumandanlık tevcih eden kanun, TBMM'de kabul edilirken, 23 Ağustos 1920 günü Yunan ordusu taarruza geçti ve Sakarya Meydan Muharebesi başladı. 26 Ağustosta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın şu emri geldi:

''Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz''...

13 Eylülde Sakarya Meydan Muharebesi sona ermiş, düşmanın Sakarya Nehri'nin doğusunda imha edilmesiyle zafer kazanılmıştı. Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle 14 Eylülde genel seferberlik ilan edildi. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 19 Eylülde ''Gazi'' unvanı ve mareşal rütbesini aldı.

Yeni yılın başlangıcında Mersin ve Adana düşman işgalinden kurtulmuştu. Dört bir bucak Türk topraklarının düşman çizmesi altındaki esareti birer birer sona eriyordu.

26 Ağustosta saat 05.30'da topçu ateşiyle Kocatepe'den Büyük Türk Taarruzu başladı. Türk süvarileri, 9 Eylülde İzmir'e girdi ve Kadifekale'ye Türk bayrağı çekildi.


SALTANAT BİTTİ...
Mudanya Konferansı, 3 Ekim 1922'de başladı. Mütareke, 11 Ekimde imzalandı ve 15 Ekimde yürürlüğe girdi.

TBMM, 1 Kasımda bir devri sona erdirdi. Hilafet ve saltanatın birbirinden ayrılarak, saltanatın lağvına karar verilmişti. TBMM Hükümeti, 5 Kasım sabahı idareye el konulduğuna dair Ankara hükümeti kararını Refet Paşa aracılığıyla İstanbul Hükümeti'ne tebliğ etti: ''5 Kasım 1922 öğle vaktinden itibaren İstanbul'un idaresine el konulmuştur.''

Vahdettin'in halifelikten uzaklaştırıldığına dair Şeriye Vekili Vehbi Efendi, 18 Kasımda fetva çıkardı. Ulusal Kurtuluş Savaşı sona ermiş, şimdi sıra zaferin masa başında kazanılmasına gelmişti.

20 Kasım 1922 tarihinde Lozan Konferansı açıldı. Konferans, 4 Şubatta 2 ay süren görüşmelerden sonra kesintiye uğradı. Daha sonraları, milli mücadelenin kahramanlarından İsmet Paşa, yumruğunu masaya vurarak istediklerini kabul ettirecek ve büyük bir zafere imza atacaktı.

25 Ağustosta İtilaf Kuvvetleri, Lozan Anlaşması gereğince İstanbul'u boşaltma hazırlıklarına başladı ve 27 Ekimde Halk Fırkası Meclis Grubu, Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığında toplandı.


''YAŞASIN CUMHURİYET''...
Akşam Çankaya'da yemek esnasında Mustafa Kemal Paşa, hazır bulunanlara müjdeyi verdi: ''Yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz.''

Günlerden 28 Ekim 1923... Bütün hazırlıklar bitmiş ve 29 Ekim günü gelmişti. Mustafa Kemal Paşa'nın Cumhuriyet kurulması teklifi, Halk Fırkası toplantısında kabul edildi. Halk Fırkası toplantısından sonra Büyük Millet Meclisi, saat 18.00'de toplandı ve Kanun-u Esasi Encümeni tarafından Cumhuriyet teklifi mazbatası hazırlandı. TBMM'de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun bazı maddeleri değiştirildi. Türkiye Devleti'nin hükümet şeklinin Cumhuriyet olduğu ''Yaşasın Cumhuriyet'' sesleri arasında kabul edildi.

Büyük Millet Meclisi'nde gizli oyla Cumhurbaşkanı seçimi yapıldı. Ankara Mebusu Mustafa Kemal Paşa, oylamaya katılan 158 mebusun tümünün oyunu alarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, başbakanlığa Malatya Mebusu İsmet Paşa'yı atadı. İsmet Paşa Kabinesi kuruldu.

Halk, sokaklarda ellerinde bayraklarla genç Cumhuriyet'i kutluyordu.

Esaret sona ermiş, şimdi büyük mücadelenin ardından hiç de kolay kazanılmayan bağımsızlığı kutlamaya sıra gelmişti. Sokaklarda artık düşman çizmelerinin sesleri değil tek bir ses çınlıyordu: ''Yaşasın Cumhuriyet''...
Saygılarla.

Cumartesi, Ekim 27, 2007

DEMOKRASİ DERSİ VEREN ÜLKE...




DTP’nin Demokratik Toplum Kongresi’ne katılarak toplantının açılış konuşmasını yapan Zana, Kürtçe konuştu ve konuşması Türkçe’ye tercüme edilmedi. Zana, şunları söyledi:
" Tek PKK'lı vermeyin "
Dünyanın en sabırlı Ulusu.Avrupa Türkiye den AB için isteklerden bulunmadan önce. Biraz
Demokrasi dersi alsın.
Bu günleri gördükçe acaba Avrupa Birliği; birliğine katmak için TÜRKİYE gibi bir ulusu hak etmiş mı sorulur !!!

DTP bu gün sınıfda kalmıştır.

Saygılarla.

Cuma, Ekim 26, 2007

SIRTIMDAKI CIBAN...



Bu Türkiye'nın yıllardır sırtında taşıdığı sivilce çıbana dönüşmüştür.Bir çıban vücudu öldürmez ama yıpratır acı çektirir.Çaresi ise çıban bir neşterle yarılır içindeki cerahat akıtılır, temizlenir.Dikkat edilecek tek şey ise temizlenmiş yerin çok dikkatli olarak bakılmasıdır.Ne kadar önemle nekahat süresi içersinde özen gösterilirse o kadar çabuk iyleşir.Geride hiç bir iz bırakmadan gelip geçer.
İşte bu günler o çıbana vurulan neşterin günüdür.
Bakalım elimizde neler var:
Miletin seçtiği bir Meclis top yekün neşterin vurulmasına izin vermiş.
Ameliyat masasını gereken her türlü imkanları hazırlıyan bir hükümet.
Hasta masaya yatırılmış; o çıbanı yok edecek bir ordu.
Geriye kalan tek şey bu uzmanlara bırakılması sükunetle ameliyatın sonunu beklemek bizlere kalıyor.
Şimdi bana düşen görev nedir diye düşünüyorum.Bu sivilceyi çıban haline getiren unsurlar nelerdir.Hangi ortamda ne yollarla onu besleyip çıban haline getiren mikroplar nelerdi.Onu bilmek benim hakkım.
Bu gün istibarat birimleri yurt içinde ve yurt dışında legal yollarla bu sivilceyi besliyen firmaları bizlere açıklamalarının zamanı geldide geçiyor.70-80 Milyon insan bunu bekliyor.Bu firmalar Medya kanalları sayesinde bu 80 milyona açıklanması gerekir.Bizlerde bu mikropları tanıyıp onlara karşı gereken tedbirleri alıp dezenfekte yaparak bir başka sivilcelerin çıbana dönüşmemesini önliyelim.
Mehmedime sıkılan kurşunun parası benim cebimden çıkmasın.
Saygılar.

Perşembe, Ekim 25, 2007

YAGMA YOK KENDINE GEL !!!




Sana Kamyon kamyon yiyeceğini göndereyim


Güney Irakda insanların rüyalarında bile göremedikleri hayatı yaşa .




Benim kardeşlerim evinde silah elinde otursun / Okula gitsin.


Sen içinde bana kurşun sıkan o benim kardeşim dediğin teoristi besle.

Resimlere iyice bak bu Yabancı Basının yayınladığı resimler.

Bir kere daha düşün neden Türk Askeri MEHMETCIK sınırda.

Bir adım sonra bir somun ekmeğe bile muhtaç kalacaksın.Seni bir zamanlar doyuran o Mehmet'cikdi unutma...

BİR BİLEN İZAH ETSİN BEN ANLAMIYORUM...



Avukatlar İmralı'ya gidemedi.
Her çarşamba İmralı'ya giderek terörist başı Abdullah Öcalan ile görüşen avukatları, tepkiler sebebiyle bugün Gemlik'e gelmedi.


Walter Richard Rudolf Hess (26 Nisan 1894 – 17 Ağustos 1987) Nazi Almanyası'nın önde gelen isimlerindendi. Adolf Hitler'in Nazi Partisi'ndeki vekiliydi. Sovyetler Birliği ile savaşın arifesinde Birleşik Krallık ile barış görüşmeleri yapmak üzere uçağıyla İskoçya'nın Glasgow şehrindeki Maryhill kışlasına gitti ancak tutuklandı. Nürnberg mahkemelerinde yargılandı ve Spandau hapishanesinde ömür boyu hapse mahkum oldu. 1987 yılında burada öldü. Neo-naziler ve Yahudi düşmanları arasında saygın bir isimdir.Hess, savaşın sonuna kadar Britanya tarafından alıkondu. Savaşın ardından Nürnberg mahkemesinde yargılandı ve Berlin’deki Spandau hapishanesinde ömür boyu hapis cezası aldı.
Yargılamalar sırasında Hess tüm sanıklar içinde aklî yönden en dengesiz olanıydı. Mahkeme sırasında kendi kendine konuşuyor veya sebepsiz yere kahkahalar atıyordu.
Baldur von Schirach ve Albert Speer'in 1966'da serbest kalmalarının ardından Spandau hapishanesindeki tek mahkum olarak kaldı. Gardiyanların anlattıklarına göre akıl sağlığı giderek bozuldu ve hafızasının büyük bölümünü yitirdi. Yirmi yıl boyunca tek ahbabı hapishane müdürü Eugene K. Bird idi.
Hess, 17 Ağustos 1987 yılında Spandau hapishanesinde öldü. Öldüğünde 93 yaşındaydı ve Almanya'daki en yaşlı mahkumdu. Ölümünün hemen ardından Spandau hapishanesi yıkılmıştır.
Size yukarda iki haber koydum.Bir tanesi bizim ülkemizdeki mahkum ile ilgili haber diğeri ise Avrupa'nın tam göbeğinde yaşamış bir mahkum.
O mahkumu hayatının son dakikasına kadar üç devletin askerleri hapisanede beklemişlerdir.Her ay dönüşümle.Yaşının sıhhatinin bozulmasına rağmen Rus'ların vetosu ile Af bile edilmemiştir.Öldükten sonra hapisanenin bulunduğu bölge yasak bölge ilan edilmiş gece gündüz çalışma ile sanki hiç orada bir hapishane olmamış gibi yok edilmişdir.Hatta bir İngiliz Subayı hatıra diye bir tuğla aldığı için 1 sene hapis cezası almış ordudan atılmıştır.
Yukardaki haberi okuyunca onun avukatlarıda acaba her hafta ziyaret ediyorlarmı diye
bir araştırma yaptım.
Araştırma sonucu bulduğum koca bir cevap HAYIR.
Gelelim gene bizim mahkuma.Muhakemesi sonunda.Ölüme mahkum edilmiş.Cezası çıkarılan bir kanunla ömür boyu hapise çevrilmiş.Her türlü hayatı bir tehlikeye karşı sokakdaki vatandaşdan çok daha iyi korunan ve sıhhi yönden sokakdaki vatandaşdan çok daha iyi kontrolden geçen bir mahkum.
Şimdi biri bana cevap versin neden avukatları her çarşamba onun ziyaretine gidiyor?
Lütfen bilen varsa iki kelime ile yorumda bulunsunda bizde merakımızı giderelim.
Saygılarla.

Çarşamba, Ekim 24, 2007

VATAN


Salı, Ekim 23, 2007

BÜYÜK NASIL OLUNUR...


"Yıllarca süren müzakereler bir sonuç vermeyince Arjantin Falkland ve Güney Georgia Adalarını işgal etti. İngiltere, Güney Amerika'ya hemen bir görev kuvveti gönderdi. İngiltere, 25-26 Nisan 1982 tarihlerinde İngiliz birlikleri Güney Georgia Adasını ele geçirince, Falkland Adalarındaki Arjantin birlikleri komutanı teslim oldu. Arjantin Devlet Başkanı Galtieri'nin ayrılmasından sonra İngiltere adalardan çekilmedi."
"2006 İsrail-Lübnan Krizi, Hizbullah'ın askeri kanadı ile İsrail silahlı kuvvetleri arasında Lübnan toprakları ve İsrail'in kuzeyinde, 12 Temmuz - 14 Ağustos 2006 tarihleri arasında sürmüş olan silahlı çatışmadır.
Kriz, Lübnan'da yerleşmiş Hizbullah Örgütü'nün, 12 Temmuz 2006 tarihinde 2 İsrail askerini kaçırması ve 8'ini öldürmesiyle başlamıştır. Askerlerin kaçırılmasına ek olarak güney Lübnan'daki Hizbullah militanlarının İsrail topraklarına Katyuşya füzeleri ateşlemesi; İsrail tarafından Lübnan'ın bir savaş hareketinde ("act of war") bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Bunun üzerine İsrail, Lübnan'a hava ve kara saldırıları yapmış ve ülkenin limanlarını denizden ablukaya almıştır. İsrail'in bu davranışına karşılık olarak Hizbullah, güney Lübnan'dan İsrail'in kuzeyine yaptığı füze saldırılarını şiddetlendirmiştir.
Bir aydan fazla süren çatışmaların ardından, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 1701 sayılı karar uyarınca 14 Ağustos'da taraflar saldırılarını durdurmuştur."
Yukarda bibirinden ayrı iki örnek:
Biri İngiliz'ler diğeri İsrail problemleri cözülmüşmüdür hayır.Fakat her ikiside bazı şeylerin değişmesine neden olmuşdur.Bu gün Arjantin böyle bir çılgınlığa kalkmaz.Aynı şey Lübnan içinde geçerlidir.
Dikkatle izliyorum tv oturumları; geç kalınmış Türk askeri Irak'a girdiği zaman PKK çoktan Peşmerge askerinin arasına karışmış.Karşımıza çıkan PKK'mı Peşmergemı bunu nasıl ayırabileceğiz.Yorumlar, yorumlar...
Banane kardeşim benim ülkeme saldırı nereden gelmektedir.Irak'dan o zaman benim karşımda sorumlu olan odur ben girer karşıma gelen her şeyi ezer geçerim.O benim sorunum değil o sorun topraklarında bu insanları barındıran kişilerin problemidir.İster kardeşi olsun isterse akrabası olsun beni hiç ilgilendirmez.Ayıklamayı ben yapmam onu kendisi yapsin.Beni kim durdurur ben nerelere kadar girerim diyecek olursan icap ederse Bağdat'a kadar.
Birleşmiş Milletler, AB buna müsade edermi.Tabiki etmeyecek bana bir noktada dur diyecek.Beni masa başında oturtup anlaşma ya zorlayacak.Gerçeğide budur.Bende onlara peki derim masada pazarlığımı yaparım.Çizgiler çizilir sınırların korunması BM.ler askerlerinin denetimine bırakılır.
İkinci plan ise bu günkü Güneydoğudaki yaşam hakkı benim garantim altına alınır.Bu demektirkı orada yaşıyan bir vatandaş gecesi gündüzü ile hiç ölüm korkusu çekmeden yaşamaya başlar.Ekonomik yaşamları kendi çabaları ile ele alınır.İsterse siyasete atılır isterse iş piyasasına .Batıda yaşıyan vatandaşımın ne sıkıntısı varsa onunda o kadar sıkıntısı olur.Kültürler o kadar iç içe girmiştir bunu ayırmak hiç bir babayiğidin yapabileceği birşey değildir.Et tırnakdan ayrılmaz.Denendiği zaman el çeker açısını.Biri çıkıyor o insan rahatça kendi lisanını konuşabilsin diyor tv.lerde, bırakın bu gibi polemikleri.Bir gün Sn Başbakan Çiller Doğu gezisine çıktığı zaman halkın arasında bir nine yanına gelmişdi bir derdi vardı.Yaşı 80 nin üstündeydi.Derdini yanındaki torunu vasıtası ile Başbakana anlattı.80 yaşındaki ninem Türkçe bilmiyordu torunu ona tercümanlık yaptı.O zamanın Başbakanı derdini hemen cözüceğini torunun vasıtası ile nineye iletti.80 lik nine ile başbakan birbirlerine sarıldılar.Keşke ninem yaşamı boyunca bazı imkanlardan faydalanabilseydi de bu arada Türkçeyi de öğrenebilseydi.
Bir Örnek daha Firmada sene sonunda bir araya gelip büyük bir eylence yapardık.O günü onlar organize eder ben ve eşim onların misafiri olurduk.Tabiiki bütün ücretleri Firma karşılardı.Çoğu Kürt kökenli işçilerimdi.Aralarında Kürtce,Türkçe,Almanca konuşurlardı.Meğer değişik yörelerden geldikleri için konuştukları Kürtçeyi hepsi anlayamıyorlarmış.İçlerinden bir tanesi seside pek güzel mikrofonu alıp bir Kürtçe şarkı söylemek istediğini bunuda Şefin hanımına ithaf edeceğini söyledi.(Bana söyliyemedikleri bazı problemlerini ona söylerlerdi.İzin veya avans gibi.)Hanımda söyle yalnız sonunda da ne manaya geldiğini tercüme et dedi.Bizim yanık sesli Kürt kökenli işçim şarkısına başladı.Şarkı çok güzeldi.Benim hanım dayanamadı ona eşlik etti.
Nedenmi diye soracak olursanır çoğu Türkçe kelimeler geçen hepimizin tanıdığı bir şarkı idi.
Bilmem bir şeyler anlatabildimmi.Kürt'ün en büyük dostu Türktür.Cünkü onlar et ile tırnak gibi bir elin üzerindededir.Zaten kelimeyi ele aldığınız zaman bir başka harf bile ekleminize hacet yoktur.O bütünlügün içinde tek bir harfin yerini değiştirmek yeterlidir.
Saygılarla.

Pazartesi, Ekim 22, 2007

GELECEĞİNİ BİLİYORDUM !



Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü görür. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu.

- Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?

"Delirdin mi? der gibi baktı teğmen.

- Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma

Asker ısrar etti. Teğmen:

- Peki... Git o zaman ...

İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti. Sonra onu sipere taşıyan askere döndü:

- Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim. Bak haklı çıktım. Bu zaten ölmüş dedi teğmen.

"Değdi teğmenim" dedi asker.

- Nasıl değdi?" dedi teğmen.

- Bu adam ölmüş görmüyor musun?

- Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak dünyaya bedeldi benim için. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı teğmene:

"Geleceğini biliyordum !.." demişti arkadaşı...
"Geleceğini biliyordum !..."

Gecenin bir saatinde düştü bu email posta kutuma.Bir öğretmenimden geliyordu o saatlerde onuda uyku tutmamışdı.Parantez içinde birde alıntı yazmışdı.
Esasında o bir alıntı değil içimizde yaşanan ateşden bir parçaydı.
Mehmetciğim nerede olursan ol, sen o toprağa düştügün zaman bilki yerine bir gelecek daha var.O topraklar Atalarının kanıyla sulanmış arkandan gelenler sadece bir bayrağı teslim alıyorlar.Bütün Dünya şunu bilsinki bu millet harbe çarpışmak için gitmez; ölmek için oraya gider.Öyle doğmuştur.Öyle yaşamıştır ve öylece de ölür.
Ne mutlu ki böyle bir nesil Dünya'ya gelmişdir.
Gelecekdir.
Bütün şehitlerime Gazilerime saygılarla .

Cumartesi, Ekim 20, 2007

SÖZLERİN BİTTİĞİ YERDE...

ONLAR bu vatan için kollarını, bacaklarını ve gözlerini hiç çekinmeden feda ettiler. Onların kahramanlıklarını anlatmaya kelimeler yetmez... Kimi Kore’de, kimi Kıbrıs’ta, kimi ise terör örgütü PKK ile çarpışırken gazi olan binlerce Mehmetçik, bugün sadece göğüslerindeki ‘Gazi’lik madalyasının gururu ile yaşıyor. Birçoğunun arkadaşı kucağında şehit düşmüş; ancak onlar bugün bile hiç çekinmeden, ‘Vatan, millet, bayrak’ uğruna kendi canlarını vermeye hazır olduklarını dile getiriyorlar.



Canını ve gençliğini devleti için hiç karşılık beklemeden muharebe meydanına süren gazilerimiz, bugün dağlarda çarpıştıkları terör örgütü PKK’ya destek veren isimlerin TBMM’de olmasının acısını çekiyorlar.
PKK destekçilerinin dokunulmazlıkları kaldırılsın
Gazilerimizi kıran, şehitlerimizin kemiklerini sızlatan bir başka konu ise 22 Temmuz seçimlerinde terör örgütüne yardım ve yataklık yapmaktan cezaevinde yatan birinin milletvekili seçilerek Meclis’e girmesi. 1995 yılında yaralandığı çatışmada 3 askerinin terör örgütü tarafından şehit edildiğini söyleyen Uran, “Keşke teröre destek veren o kişinin cezaevinden çıkıp milletvekili olduğu günü göreceğime, ben de o üç askerimle birlikte şehit olsaydım” “Bu tür şeyler bizleri derinden etkiliyor. Öldürülen teröristlere ‘şehitlerimiz, kardeşlerimiz’ diyen bir mantaliteden ne bekliyorlar? Demokratik, laik bir hukuk devletinde yaşıyoruz. Yargı organlarının gerekeni yapacağına inanıyoruz. Bunu da yakından izliyoruz. Ben bu ülke için ayağımı verdim, vurulduğumda 2.5 aylık bir çocuğum vardı. Ben ve çocuğum da dahil olmak üzere biz göreve hazırız. Gerekirse şehit, gerekirse de gazi oluruz.”



“Şehitlik ve gazilik Türk milleti için çok önemlidir. Bizler bu vatan uğruna kan ve can veren insanlarız. Bizler, bu ülke için her zaman göreve hazırız, geçmişte olduğu gibi... Şu anda binlerce askerimiz sınırda görev yapıyor. Belki şu an bir çatışma var ve belki de bir askerimiz mayına basmak üzere... Bu yüzden, şehit ailelerine ve malul gazilere gereken önemi her zaman göstermemiz gerekiyor. Bizler görevden kaçan insanlar değiliz. Tekrar çağırsınlar tekrar askere gideriz.
Asker sizin kardeşiniz, çocuğunuz, amca, hala oğlunuz olabilir. Bizler askerde yemin ettiğimiz zaman askeriz, tezkereyi aldığımız zaman siviliz. Sivil asker el ele olmalı.

“Elimi kaybettiğim yere kardeşim gitti”


Emrindeki askerleri terör örgütü PKK’nın bir bombasından kurtarmak isterken iki elini kaybeden Gazi Astsubay İbrahim Babur ise yaşadıklarını şöyle anlatıyor:


“Yıl 1994’tü. Güneydoğu’da görev yapıyordum. Bizlere emanet edilen ana kuzularını; yani askerlerimi patlamak üzere olan bir bombanın üzerine atlayarak kurtardım. O esnada iki elimi kaybettim. Benim yaptığım bu görevi Türk Odusu’daki her asker yapabilirdi. Ben hâlâ o günün gururunu yaşıyorum. Şehit ve gazilerimiz bu toprakların çocukları. Bunlar dün terzi, esnaf, berber, memur, işçiydi bugün asker ocağında ülkesini, vatanını koruyan kahraman birer askerler. Kardeşim de astsubay. Gönüllü olarak iki elimi kaybettiğim yere gidip üç yıl orada görev yaptı. Her zaman bu topraklar için çarpışmaya, can ve kan vermeye hazırız. Bu ülke insanı, vatanını korumayı her zaman başarmıştır. Biz millet olarak her zaman nöbete hazırız. Bu askerler milletin içinden çıkan evlatları. Bunlar uzaydan gelmedi.”

En büyük korkuları ‘unutulmak’


Gazileri üzen en önemli konunun ‘unutulmak’ olduğunu söyleyen Gazi Babur, “Bizler, şehit düştüğümüzde ya da yaralandığımızda üzülmeyiz; ancak unutulduğunda kırılırız. Mehmet Akif Ersoy’un, “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı, düşün altında binlerce kefensiz yatanı, sen şehit oğlusun yazıktır incitme atanı, verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı” dizelerinden çok etkilendiğini vurgulayan Babur, oğlunun adını da Mehmet Akif koymuş...

Canım Gazilerim cevabı evlatlarımız veriyor.
Cudi Dağı'nda terörist takibine çıkan Mehmetcikler karşılaştıkları muhabire "Lütfen beni çekmezseniz sevinirim. Çünkü Annem beni Erzurum’da asker sanıyor. Ben buraya kendi isteğiyle gelenlerdenim" dedi.
Saygılarla

Cuma, Ekim 19, 2007

HALA HER ŞEY ŞAKA GELİYOR..


DTP’den tezkere sorusu: "Habur kapanacak mı? "
DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, parti olarak sınır ötesi harekata karşı tutumlarını, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'a yönelttiği yazılı soru önergesinde de sürdürdü.
Kaplan, sınır ötesi harekatın yolaçabileceği sorunları dile getirerek, AİHM'e binlerce kişinin başvurabileceği tehditinde bulundu.
Kaplan, "Habur sınır kapısını kapatmayı düşünüyor musunuz? Tezkere mağduru olacak iki milyon aile için ne tür bir önlem almayı düşünüyorsunuz? Habur sınır kapısında çalışan şöfor esnafının bu mağduriyeti dikkate alınarak vergileri için bir af düşünüyor musunuz?" diye sordu.
Kaplan, Habur sınır kapısının Türkiye'nin Irak'a açılan en büyük kapısı olduğunu ve 7-8 milyar dolar ihracat ithalat potansiyeli olan "Irak federe devleti" ile ilişkilerin son yıllarda operasyon kaygılarıyla zayıfladığını belirtti.
DTP'DEN AİHM TEHDİTİ
Kaplan, Meclis'ten tezkere kararı çıkması ile birlikte şoförlerin ve esnafın iki yıldır yaşanan durgunluk ve sınırlamalardan sonra kaygı içinde olduklarını ifade etti. Kaplan, Türkiye'yi AİHM'de açılabilecek davalar konusunda uyararak, şunları söyledi:
"Kuzey Irak ve Irak federe devletinde 960 üzerinde Türkiye'den giden şirketin çalıştığı ve bu nedenlerle ekonomik dar boğaza girdiği söylenmektedir. Kuzey Irak'a yapılacak olası bir operasyon için tezkere kararı alındığına göre, orada Türkiye'den giden 960 şirketin hak ve güvenceleri nasıl sağlanacaktır. Yarın bu şirketlerin mülkiyet haklarının ihlali durumunda, AİHM mağdur iki milyon aile ile birlikte başvurmaları olasılığı bulunduğuna göre, herhangi bir çalışma yapılmış mıdır?"(ANKA)

Sayın Hasip Kaplan bu konuda ne kadar ince düşünüyor.
Habur kapısı tabiki kapanacak hatta bütün kapılar kapanacak bu bir oyun değil hakikaten duruma bir türlü vakıf olamamış herhalde.
70 Milyon insan senelerdir kanlı göz yaşları döküyorlar.O yörenin insanıda artık huzura kavuşmak istiyor.Her gün terör yüzünden bıkmış durumdalar.Habur kapanacaksa bunun nedeni her halde TC değil; eğer o 2 milyon insanı bu durumuna düşürenler değilmi ?
Bu gün ilk tokat canına tak eden o insanlardan gelecek bunu sakın unutmayın.
Son çırpınmalar bunlar hala bunu fark edemiyenler varsa çok yazık.
Benim en büyük arzum vatanımın o köşesinin çocukları ile batı yöresinin çocukları el ele verip bu güzel vatanlarını çok güzel yerlere getirmeleri.
Bunu ancak bizler omuz omuza kardeşce yapabiliriz...
Bunu ne AİHM anlıyabilir ne AB nede diğer ülkeler bunu ancak bu vatanın içinde vatanı için yaşıyabilen insanlar anlar.
Çok merak ediyorum sizi oralara getiren insanların yüzüne nasıl bakacaksınız.
Saygılarla.

Perşembe, Ekim 18, 2007

DÜNYA GENE TEHLİKEDE !!!


Amerikan Başkanı Bush III.ncü Dünya Harbinden bahsetmeye başladı !!!

Dünya politika başkanlarından İran'in atom bombası yapmasını önlemelerini istemektedir.Eğer III.cü bir Dünya harbinin çıkmasını istemiyorlarsa diye, Beyaz Saray da basın mensuplarına açıklamalarda bulundu.
İran başbakanı Mahmud Ahmadınedschad İsrail'i yok etmek için bir tehlike teşkil ettiğini açıkladı.
"İsrail ne yazık ki böyle bir silaha sahip değilmiş gibi."

Tıpkı bir zamanlar Saddam Hüseyin'in kimyevi silahlarla Dünya için büyük bir tehlike olduğunu açıklamışdı.
Bir türlü bulunamıyan kimyevi silahlar.
Saddam ipin ucunda gitti.Bunun yanında 1 Milyon Iraklı insanda yanında.
O günlerin ortağı İngiltere idi.Bakalım bu sefer kim olacak ?
Irak o günleri bir kere gözleri önüne getirirse, şartlar ne olursa olsun bu katliama dostu Türkiye katılmadı.
Bu gün bütün Dünya sessizce oradaki katliamı seyrediyor.
Koca ülke bir daha hiç ayağa kalkamıyacak şekilde 3'e bölündü.
Şu anda Kürtleri kandırmış kukla bir hükümetle arkasını koruyabilecek bir kapı bulmuş durumda.
Büyük müttefiki Türkiye'yi oyalama taktiği ise gayet mükemmel şu ana kadar yürüdü.
İkinci plana kısa bir an kalmışdıki hesaplarında pürüzler çıkmaya başladı.
AB konusunda arkanızdayız diyen bir agbi.Ekonomik kalkınmada Dünya Bankası.
Türk halkını günlük yaşama alıştırma taktikleri.
Unuttukları bir konu vardı.
Ok yaydan çıkmasın Kıbrıs harbinden sonra, 19 sene ambargoyu bile gögüslemiş bir millet var karşılarında.Eflasyona bile kafa tutmuş bir millet.
Terörde 6 bin kayıp veren Amerika bir anda ne yapacağını şaşırmış Hukuk adaleti bile hiçe sayarak bir çok ülkeyi kana bulamışdır.
Ya Türkiye 40 bin verdiği şehitle gene metanetini elinden bırakmamışdır.
Şimdi bana bir AB ülkesi gösterin bu kadar kayıp verseydi ne yapardı ?
Bu gün;
bu günlerinde Türkiye hakkında gelecektir.O millet öyle bir asalete sahipdirki ona karşı duran cehelleri bile kapısına geldiği zaman affeder.
Eğer ufacık bir çocuk bile olsam benim tarihimin bu gibi örneklerle dolu olduğunu görürüm.
Saygılarla.

Çarşamba, Ekim 17, 2007

KİTAPLAR...


Kitaplar vardır hayatımızın bir parçası sayılan; onlarla daha çocukluğumuzda tanışırız.Okuruz,öğreniriz,hayatımız boyunca bizi takip eder.Zaman gelir bizler yaşlanırız onlarsa hiç yaşlanmazlar bir bakmışsınız gencecik bir genç kızın veya delikanlının elinde, gençleşir.
Onlar yalnız iki elimizin arasında kalmaz.Odamızın bir kösesinde rafların arasına sıra sıra dizilir.
Kimi zaman tozlanır,kimi zaman ise çok okunmakdan yıpranır.
O kitaplar bizleri yazı yazmaya tetikler bu işi becersekde beceremesekde.Zaman onlarıda şekillendirmişdir kendilerini teknelojinin eline onlarda bırakmışdır.Eskiden olduğu gibi emek nuru verilen ciltlenme safhalarını çoktan bırakmışlardır.
Her kitabın sahibi vardır.Onunla ilk tanışma ve ondan sonraki geçen zaman içersinde
onlarında öyküleri vardır.
Ne yazık ki anlatamazlar sadece anlattkları içinde yazılı öykülerdir.
Eskici pazarları vardır."Bedestan" orada onlara da yer ayrılmıştır.Kim bilir hangi sıcak bir odadan çıkıp buralara kadar gelmişlerdir.
Düşünmüşümdür ona kimse sahip çıkmamışmıdır.Ne şartlar onu buralara kadar getirmişdir.
Onlar hala yaşamaktadır.Meraklı eller o sararmış sayfaları birer birer yoklar.Ya bir sahip bulur gene sıcak bir yuvaya yol alır veya bir başka güne kalır beklemeleri.Şarap gibidir eskidikçe kıymetleri atar kuruş iken değerleri zamanla liralara döner.
Onların adı hayatımızın bir parçası kitaplardır.
Kimbilir onların dünyasında ne kahramanlar ne sevgililer vardır.Dramı kahkahayı taşırlar.Onlara ulaşabilmek için yapacağımız tek şey kapağını aralamakdır.
Onsuz bir hayat düşünmek bile karanlığın içinde siyah rengi tarif etmeğe benzer.
Saygılarla.
Şikayet mektubu; 50 yıl öncesi 18 milyonluk Türkiye'de 1 milyonluk gazeteler varken, bu günün 70 milyona ulaşmış nüfusa rağmen yarısını bile satamıyorlar. Norveç'de
1000 kişiye 588 okuyucu,Tayland'da 194,hatta Malezya'da 115 iken bizde sadece 47.
Eskici pazarında bir kitabı araladım o sayfadan bir bukle :
Sen gülce bilirsin,ne diyor dinle şu güller
Kulkul dediler hep şu kadehlerdeki müller
Gül,mül sana soy sop gibi dert anlatır amma
Bir bilmediğim dil konuşur gamlı gönüller !

"Kulkul-Şarap kadehe dökülürken çıkan ses /Mül-Şarap"

Cuma, Ekim 12, 2007

DOSTLARIM...



Ramazan bayramınızı kutlar, sevdiklerinizle beraber sağlık, mutluluk ve esenlik dolu günler dilerim.

Saygılarla.Dün Şehitlerimizi yolcu ettik Cennetin en güzel köşesine.
Geride kalan bizlerdik.
Birde bize kalan onların emanetleri.
Ayakları çıplak toprağa basıyordu.
Bir zaman nenelerinin bastığı gibi.
Onlarda o toprağa sırtında top mermileriyle çıplak ayak bastılar.
Üşümediler o toprağı akan evatlarının kanı ısıtmışdı.
Bize düşen emanetlerimize sahip çıkmak.
Bayramları onların gözlerinde sevinç göz yaşları ile yaşatarak.

Perşembe, Ekim 11, 2007

ŞİDDET !!!


Lise müdürünün hamile hizmetlinin karnına yumrukla vurduğu iddiası
Hatay’da bir kişi, hizmetli olarak çalışan 2.5 aylık hamile eşinin karnına yumrukla vurarak bebeğini kaybetmesine
neden olduğunu önü sürdüğü lise müdürü hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Ömer Ç, (25) İnsan Hakları Derneği (İHD) Antakya Şubesinde yaptığı basın açıklamasında, 2 yıllık evli olduğu eşi Meryem Ç’nin (22) ilk çocuklarına hamile kaldığını, henüz iki aylık hamile olması nedeniyle lisedeki görevini sürdürdüğünü belirtti. Doktorunun, eşini ağır işler yapmaması konusunda uyardığını ifade eden Ö.Ç, "Meryem’de dün okulda müdür B.K’nin yanına giderek durumu anlatmış ve hamileliği nedeniyle ağır işler yaptırılmamasını istemiş. Bu söz üzerine çok sinirlenen müdür, eşimin karnına yumruk atmış. Eşimi okuldaki öğretmenler Antakya Doğumevi Hastanesine kaldırdı. Yapılan kontrolde bebeğin öldüğü söylenince dünyamız yıkıldı" diye konuştu. Müdür hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu belirten Ömer Ç, hakkını arayacağını söyledi. Eşi Meryem Ç’nin Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumunda (SHÇEK) büyüdüğünü belirten Ömer Ç, "Tek isteği çocuk sahibi olup çocuğuna anneliği tattırmaktı" dedi. İHD Şube Başkanı Hatice Can da yapılanın kabul edilebilecek bir davranış olmadığını, kadına yönelik şiddeti ne şekilde olursa olsun kınadıklarını söyledi. Bu arada, Milli Eğitim Müdürü Nazmi Bozoğlan, olayı yeni duyduğunu ve üzüldüğünü, gerekli soruşturmayı hemen başlatacağını söyledi.K.Milliyet
Bu bir sadece münferit adli olay olarak okur ve değerlendirile bilinir.
Olay yeri bir okul !!!
Olayın zanlısı bir okul müdürü !!!
İşte o zaman her şey değişir.
Eğer eğitim alanlarında şiddeti konuşuyorsak.
Okul önlerini kaygı ile gözetliyorsak.
Eğitim yuvası olan bir yerde eğer oranın en sorumlusu olan bir kişi böyle bir olaya neden oluyorsa !!!
Bir kere değil bin kere düşünülmesi gerekmektedir.
Milli Eğitim önce kendi personelinin biraz olsun psikolojik durumuna el atması gerektiği ortada.
Bir idarecinin nasıl bu duruma geldiği yapmış olduğu suçdan çok ileride olduğu muhakkakdır.
Yoksa bu gibi 3.ncü sayfa haberlerine de alışacağız.
Ya o zaman canımızın bir parçası olan çocuklarımız ?
Yoksa istatisliklere dayanarak yüzbinlerde bir diyemi geçiştireceğiz.
Saygılar

Çarşamba, Ekim 10, 2007

BÖYLE BÜYÜDÜK BÖYLE ÖLÜRÜZ...

MySpace
Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.

Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.

Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.

Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur.

Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.

"Türk ulusunun yönetiminde ve korunmasında, ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz ülküdür" derken de ön plana çıkarılan Ulus kavramıdır. Bu kavram her koşulda vurgulanmış, tüm eylemlerde ulus dayanak alınarak, sonuç-başarı ulusa mal edilmiş, odak noktası olarak "Ulus" kavramı benimsenmiştir.

Atatürk'ün Milliyetçiliği aynı zamanda geniş bir hoşgörüye de sahiptir.

"Gerçi, bize ulusçu derler ama biz öyle ulusçularız ki bizimle işbirliği yapan tüm uluslara saygı gösteririz. Onların bütün ulusal gereklerini tanırız. Bizim ulusçuluğumuz, herhalde, bencil ve kendini beğenmiş bir ulusçuluk değildir."

Kurtuluş Savaşı, ulusal niteliği gereği, tek bir sınıfa ya da gruba dayanmayıp, toplumun tüm kesimlerini içine alan geniş ittifakın ürünü olarak kazanılmıştır. Bu nedenle Atatürk'ün halkçılık ilkesi kaynağını kurtuluş mücadelesinde bulmuştur.

GENÇLİĞE HİTABE

Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Mustafa Kemâl ATATÜRK








Salı, Ekim 09, 2007

O KAPIDAN GECENLER...


Bu gece öyle bir gecedir ki; meleklerin yeryüzü ile gökler arasında mekik dokuduğu bir gecedir.
Bizlerin duaları o gecede taşınır.O öyle bir gecedir dağın,taşın,ağacın her canlının secde ettiği bir gecedir.
Bu mübarek günlerde kapılar açılır cennet kapıları.
O kapıdan şehitler girer.
Bu kapıdan 15 şehitim girmişdir.Onlar şimdi oradalar en büyük mertebeye ulaşarak.
Bizlerse bilinsinki o mertebeye ulaşabilmek için, işte bu gecede dualar ederiz.
Benim şehitlerim benim bayrağıma sarıldınız; benim vatanım için şehit oldunuz; keşke bizlerde sizler gibi o mertebeye ulaşabilsek.
Birde bir kapı daha açılmıştır.O kapıdan gelecekleri bekliyen onlar cehennem azabının adaylarıdır.
Onlar kardeşi kardeşe kırdıran,bu fani dünyada çıkarları uğruna kana susamışlar.
O kapı onları beklemektedir.Orası onlara çokda uzak değildir.
Bir nefes kadar yakındır.
Allahın bizlere bahş ettiği bu güzel nimetlerden faydalanalım.Şeytana kanıp bu kısa yolun sonunda o kapıya ulaşmıyalım.
Bu vatan bizim vatanımızdır,bu bayrak bizim bayrağımızdır.
Yurdumuzun neresinde olursa olsun bacasından duman çıkan o yuva bizim yuvamızdır.
Ona sahip çıkalım.
İnsan gibi yaşıyalım dağda bayırda yalnız, şeytanla kolkola yaşamıyalım.
Bu gün hangi mevkide olursak olalım.Vatana ihanet edersek;bayrağımıza ihanet edersek,kardeşimize kurşun sıkarsak.Ulaşacağımız yer azabın en büyüğü cehennemdir.
Bu mübarek günlerde bir kere daha düşünüp Allahın meleklerinin taşıyacağı duaları iyilikleri yaratalim.
O herşeyi görür.
Buradan bütün şehit anne ve babalarına sesleniyorum.
Ne mutlu ki böyle evlatlar yetişdirdiniz.Onlar sizleri Cennetin en güzel köşesinde beklemektedirler.
Onlar ölmediler bir görevi yerine getirdiler.
Allah vatanını kalpden seven her kişiye böyle bir mertebeyi nasip eylesin.
Vatan yoksa,bayrak yoksa.O vatan için gözünü kırpmadan canını vermeye hazır, olmıyan insanlar yoksa,orası boş bir karanlıkdan başka bir yer değildir.
Allah vatanımızı,bayrağımızı onun için yaşıyan kardeşlerimizi korusun.
Saygılarla.

Pazartesi, Ekim 08, 2007

KADİR GECESİ .



ERDIL

Sema kapılarının açılarak esenlik ve güvenliğin her tarafa yayılacağının, Cenab-ı Mevlâ’ya açılan ellerin, yükselen dua ve yakarışların kabul edileceğinin bildirildiği bu geceyi “bin aydan daha hayırlı” kılan, Kur’an-ı Kerim'in bu gecede indirilmesidir. Kadir gecesini idrak etmenin ve ondan nasiplenmenin yolu ise, Kur’an-ı Kerim’in eşsiz mesajını anlamaktan ve onun aydınlattığı istikamette yürümekten geçer.

“Aklen ve fikren diri olanları” uyarmak için gönderilen Kur’an, bize kendimizi hikmet aynasında görmemiz ve Rabbimizi tanımamız için rehberlik etmekte, varoluşun ve hayatın anlamını göstermektedir. O, dünya ve ahiret mutluluğunun yol haritasıdır. Bunun için de Kur’an bize hem Yüce Yaratanımıza karşı ödevlerimizi, hem de kendimize, yakın ve uzak çevremiz ile bütün insanlara karşı sorumluluklarımızı hatırlatır.

Kur’an insanlar arasında adaleti, işi ehil olana vermeyi, hakka razı olmayı, başkasının hakkına göz dikmemeyi, sevgiyi, yardımlaşma ve kardeşliği, davranışlarda doğruluk ve dürüstlüğü emreder. Üstün ahlak sahibi Peygamber Efendimizi örnek almayı bizlere emreden Kur’an, dindarlığın ancak ahlakla kemale ereceğini bildirir. Bunun için de O, sözünde durmayı, iyilikte yarışmayı, nimet ve külfeti paylaşmayı, fakir, düşkün ve yetimi kollamayı, emanete ve komşu hakkına riayet etmeyi, alçak gönüllü, güler yüzlü ve iffetli olmayı, çirkin işlerden kaçınmayı ve utanma duygusunu, kimsenin gizli halini araştırmamayı olgun Müslüman’ın ayrılmaz vasıfları olarak zikreder. Hırs, çekememezlik, kin, dedikodu, kendini beğenmişlik, yalan, iki yüzlülük gibi kötü huyların müminde barınmayacağını bildirir. Kur’an’la buluşmak, sadece onu okumak ve dinlemekle değil, onun öğütlerini önemsemek ve her birini davranışlarımıza yansıtmakla mümkün olur.

Peygamber Efendimiz “faziletine inanarak ve sevabını da yalnız Allah’tan umarak Kadir gecesini güzel amellerle geçirenlerin geçmiş günahlarının bağışlanacağı” müjdesini vermekte ve bu gecede “Allah’ım sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affeyle” diyerek dua etmemizi tavsiye etmektedir. İnanıyoruz ki, unutarak ve bilmeyerek işlediğimiz günahlardan gerçekten pişman olur ve onlara bir daha dönmemeye karar verirsek, kendimizle hesaplaşıp kulluk ve sorumluluk bilincimizi yenileyebilirsek Yüce Rabbimiz bizleri affedecek, bizlere mağfiret edecektir. Öyleyse, bu mübarek gecenin rahmet ve mağfiret ikliminde Yüce Allah’tan bize imanı sevdirmesini, bizleri samimiyetten ve istikametten ayırmamasını, doğruyu bulduktan sonra kalplerimizi eğriltmemesini ve bizleri affetmesini dileyelim.

Bu duygu ve düşüncelerle aziz milletimizin, yurt dışında yaşayan vatandaş ve soydaşlarımız ile İslâm aleminin Kadir Gecesini tebrik ediyor, bu müstesna gecede yapacağımız dua ve yakarışların bütün insanlığa sevgi, barış ve huzur getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.K.Diyanet İşleri.
Saygılarla.

Pazar, Ekim 07, 2007

TİMSAH GÖZ YAŞLARI ...


PAZARIN SOHBETİ..

Timsah göz yaşları söylenen bir deyim mi, yoksa hakikatimi anlatır.
Sürüngenler avları hakkında bir duygu hissetmezler ama onları parçaladıkları zaman göz yaşı dökerler.
Bu bir biyolojik olaydır.Tıslamaları,nefes alışları,yapmış oldukları basınç nedenlerden bir tanesi olabilir !!!
Amerikalı araştırmacılar avını yemekte olan bir Timsahın sesli olarak ağladığını görmüşlerdir.
Yüzyıllarca söylenen Timsah gözyaşları onun bu işlevi yaparken duygularının senbolümü; yoksa iki yüzlülüğünün tescilimidir.
Sürüngenler avlarını yerlerken devamlı olarak gözlerinin yaşlandığı bilinmektedir.
Göz yaşları torbalarından gelen yaşlar, devamlı olarak aktiv duruma geçer.
Neorologların yapmış olduğu araştırmalarda yüz felci olan kişilerde de yemek yerken göz yaşı döktüklerini söylemektedirler.
Zoolog Kent Vilet Florida ünüversitesi araştırmacılarından, yapmış olduğu üç aligator ve dört timsah üzerindeki testlerde 7 sürüngenden 5 tanesinin göz yaşı döktüğünü görmüşlerdir.
Bunun duygusal göz yaşları olmasınında yenmekte olan canlıya bir faydası olmadığı bir gerçektir.
Yukarda belirtildiği gibi çıkarmış olduğu sesler nefes alışımı,baskının getirdiği zorlama bu göz yaşlarının dökülmesinin nedeni olmaktadır ???
Yukarda deyimin timsahlar yönünden bir açıklanması araştırmacılar tarafından izah edilmektedir.
Ya bu deyim insanlar için kullanıldığı zaman nasıl izahı olabilir!!!
Hayırlı Pazarlar.
Saygılarla.

Cumartesi, Ekim 06, 2007

ENERJİ OLMAZ DEMEYİN !!!



Norveç şehir enerjisi için ilk olarak tuzdan faydanılarak enerji üreteceği santralı kurmaya hazırlanıyor.
Enerji Santaralının tatlı ve tuzlu su arasındaki basıncın bir membran sayesiyle olabilecek enerjiyi elektriğe dönüştürme yolunda.
Önümüzdeki yılda inşaatı başlıyacak olan bu Santaral dünyada kurulacak ilk proto tip olacak.
Oslofjördes nehrinin denize dökülüm ağzında kurulacak olan bu santral Enerjinin elde edilemesi tatlı su ile tuzlu su karışımı esnasında olan bir büyük baskının enerjiye çevrilmesi olarak anlatılıyor.
Bilindiği gibi İskandinav ülkelerinin temiz enerji üzerinde çok yönlü çalışmaları vardır.Bu temiz enerji de bunlardan biri olarak gösteriliyor.
Bu ilk Santral için maliyetin yatırımcı Firmalar 100 Milyon Kron "13 Milyon" Avro olarak hesaplamaktadırlar.
Bir başka önem taşıyan tarafida hava kirlenmesine neden olan enerji Santrallerine karşılık C02 oranınin sıfır olmasıdır.
Norveç'in akarsu bolluğuda göz önüne alındığı taktirde bu gün enerji kazanımının % 10 nunu akarsularından kazanmakta olduğu, bunuda bu tip santraller sayesinde de yüzde yüz temiz enerji kazanma yolunda olduğunu göstermektedir.
Küresel ısınma yolunda katkısı ise tartışılmaz bir konumdadır.
C02 = Sıfır.
Saygılar.

Cuma, Ekim 05, 2007

BILEN ANLATSIN...



Yukarda şehrin içersinde bu ikaz tabelalarını çok görebilirsiniz.Bu Yalnız o şehirde değil Avrupa'nin her şehrinde görebilirsiniz.Önce ilk dikdörtgen kırmızı zemin üzerinde beyaz yazılı tebalaya bakalım, o ülkenin lisanında yazılmış bu yazı her ülkede kendi lisanındadır.Ben size onu tercüme edeyim.KUDUZ ! Tehlikeli bölge. hemen altında üçgen içersinde el ele tutuşmuş iki çocuk ikiside aynı direk üzerinde.İkiside bizlere birşey söylüyor acaba ne diyor.Eğer bilen biri çıkarsa bana bunu anlatsın.

Saygılarla.

Tikla

Perşembe, Ekim 04, 2007

ANLIYANIZ VARMI !!


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Alman Birlik 90/Yeşiller Partisi Eş Başkanı ve Almanya Federal Meclisi Alman-Türk Parlamenterler Dostluk Grubu Başkan Yardımcısı Claudia Roth ile yaptığı görüşmede, Roth'un Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile ilgili medyaya yansıyan sözlerini gündeme getirip, tepki göstererek ''Bizim Silahlı Kuvvetlerimiz elbette eli silahlı teröristlere gereken karşılığı verecektir'' dediği öğrenildi.

Edinilen bilgiye göre, AK Parti Genel Merkezi'ndeki görüşmede Erdoğan, terör örgütü PKK'yı destekleyenlerin bulunduğunu hatırlatarak, ''Terör örgütüne, 'terör örgütü' demeyenler 'kardeşim', 'arka bahçemiz' diyenler var. Terör örgütünün avukatlığını yapıyorlar, bu kabul edilemez. PKK'ya terör örgütü demeyenlerle muhatap olmayız'' dedi.

''HER TÜRLÜ ŞİDDETE KARŞIYIZ''

Claudia Roth da her türlü şiddete karşı olduğunu vurgulayarak, PKK'ya silah bırakma çağrısında bulunduğunu ifade etti.

Roth, Şırnak'taki saldırıyı üzüntüyle karşıladığını belirterek, ''PKK'nın eylemlerini haklı çıkaracak herhangi bir unsur bulunmuyor. PKK ile DTP'yi birbirinden ayrı tutmamız gerekir'' dedi.

Bunun üzerine Başbakan Erdoğan Roth'a, ''Bakın siz PKK'ya 'terör örgütü' diyor ve kınıyorsunuz ama bunu onlar söylemiyor'' karşılığını verdi.Sabah Gazetesi.

Sarhoş kovboyların öldürücü kurşunları :
Başlık aynen böyle Die Welt gazetesinde nereye ait diyecek olursanız Almanya yani sayın Claudia Roth 'un ülkesinde çıkan bir gazete.
Bağdat sokaklarında amok sürücüler, 200 yakın silahlı saldırı.Ölen siviller bu sadece Blackwater'lerin marifetleri.Kimlerden meydana getirilmiş bu kişiler filimlerde oynıyan Ramboları örnek almış kişiler orada neler oluyor bilen kimse yok.Gazete daha çok şeyler yazıyor.
Şimdiye kadar 1 milyon insanın öldügü ülkeden bahs ediyorum.Şu anda ölüm her köşede kol geziyor.Terör bütün doğurganlığı ile devam ediyor.
Bu ülkeyi iyi bir yaşama kavuşruracak kurtarıcılar.
Evet bir yerde kurtardılar kurtulanlar şimdi toprak altında.
Soracaksınız bunun sayın Claudia Roth ile ne ilgisi var diyeceksiniz.Harbi başlatan Amerika Avrupa değilki !!!
Evet doğru AB üyesi İngiltere o harpde değildi.Bunun gibi ufakda olsa bir çok AB ülkesi askerleri orada değilmi.Polonya vs, gibi.
Orada olanları her gün Alman basını yazıyor.
Ne gariptirkı bu haberler okunmuyorda.Ölen 1 milyon insanın neden öldüğü analiz yapılmıyor.O harbe hiç bir katkıda bulunmamaya çalışmış ülke ve onun zararlarını çeken bir ülke Türkiye ziyaret edilerek yukardaki konular konuşuluyor.
Hadi canım sende sizler artık demokrasi, insan hakları ciddiyetinizi çoktan kaybettiniz.Önce kendi kapınızın önünü süpürün.
Çok merak ederdim filanca kasabada 12 sivil insan kurşuna dizilse ne olurdu.
Sehrin göbeğinde sivilleri öldüren bombalar olsa idi.
Avrupa artık bu anlıyışla ciddiyetini çoktan kaybetti.
Benim tuzum kuru demekten ileri gitmiyor.
Vietnamda olanların pis kokularını senelerce kokladık.
Afganistan,Orta doğu,Irak,sırada kim var...
AB her geçen gün saygınlığını kaybediyor.
Saygılarla.

Çarşamba, Ekim 03, 2007

BEBEĞİNİZ SİZİ KORUYOR...


Meme kanserine karşı koruyucu "bebek".
Bebekler yalnız tatlı değil, aynı zamanda Fötal hücreleri ile kansere karşı koruyucu olduğunu Amerikalı bilim adamları söylüyor.Koruyucu Fötüz doğumdan çok daha sonraki devreler için koruyucu bir faktör oluyor anne için.

Annenin vücudu bir veya birden fazla doğumlar neticesinde kısa ve uzun zaman Fötüz doğum hücrelerini taşırlar.Tib adamları bunu „Mikrochimerismus“Fönomeni olarak adlandırmaktadır.Bu durum karşısında kadınların çok az miktarda yabancı hücre taşıdıklarını söylemektedirler.Yaşam düzeni kansere yakalanmada neden olarak tahmin edilmektedir.Beş kadından dördünün bu kanserden kurtulması,hormon peraparatlarının meme kanseri rizikosunu azaltığı konusunda aynı fikire varmaktadırlar.
Kernspintomographie ile senelerdir erken teşhis konusunda başarıya varılmasına rağmen.Genetik çalışmalarla bir çok noktalar cözülmektedir.Amerikalı bilim adamları bu Fötal hücrelerde yapmış oldukları araştırmaların neticesinde yakalanma rizikosunu çok aza indirdiğini söylemektedirler.82 kadın ve bebek kanları üzerinde yaptıkları araştırmalarda yabancı hücreleri araştırdılar.Bu kadınlardan bir kaçının sonradan meme kanserine yakalandığı fötöz hücrelerini taşıyan kadınlarda ise böyle bir durumun olmadığı tesbit edilmişdir.Bu araştırmalar neticesinde sıhhatlı olanlar %43 lerde olduğu hastalığa yakalananlar ise %14 lerde kalmışdir.
Araştırmacılardan Vijayakrishna Gadı ve Fred-Hutchinson-Kanser araştırma merkezi Seattle'de yapmış oldukları araştırma neticesinde doğum yapan anneleri bebek sahibi olma nedeni ile meme kanserine karşı büyük bir koruma altında olduklarını tespit etmişlerdir.Fötal hücreleri bu korumanın ana faktörü olarak görülmektedir.Bu hücreler sayesinde yabancı ve kötü hücrelere karşı koruyucu görevini yükleniyor.
Bu gün bu araştırmalar neticesinde en az bir çocuk sahibi olan annelerde bu rahatsızlığın çocuk sahibi olmıyanlara nazaran az olduğu söylenmektedir.
İkinci bir çalışmada yabancı ana hücrelerin plante edilmesi bu da kötü hücrelere karşı bir koruma metodu bu yönlede iyi neticelerin alındığı görülmektedir. Tib araştırmacıları Fötüs'ün koruyucu Fötal hücrelerin kötü hücrelere karşı bir koruyucu olduğunu ısrarla söylemekte oldukları bu yönde daha çok kapsamlı çalışmaların devam etmesi görüsündeler.
Saygılarla.

Salı, Ekim 02, 2007

UYKU



Baldan tatlı nedir dedikleri zaman "Uyku" derdik.Sadece bir bilmecenin cevabımıydı ?
Yapılan araştırmalar fazla uykunun ömrü kısalttığını söylüyor.
Yanlış anlaşılmasın norm olarak 7 ila 8 saat veriliyor.
Bu durum hakiki uykuculara karşı yapılan araştırma.
Bilim adamları bu gün yaptıkları araştırmalarda 7 ve 8 saat uykunun normal olduğunu kabul ediyorlar.
Napolyon Bonaparte sadece 4 saat uyurmuş 51 yaşında ölmüş.Ölüm nedeni ise migde kanseri ve ölümünün nedeni ise fazla et besini ve uyku düzensizliği olduğunu ifade etmektedirler.
Fin araştırma merkezi az uykununda en az fazla uyku kadar yaşam süreminizi kısalttığını söylemektedir.Bu durumun 8 saat den fazla uyku uyuyanlar içinde geçerlilik taşıdığını tesbit etmişlerdir.
Fin Enstütüsünde 21 bin kişi üzerinde yapılan testlerde 1975-1981 senesi arasında.
Erkeklerde 7 saat den eksik uyku uyuyanların % 26 lık bir yaşam beklentilerinde riziko taşıdıkları.
Kadınlarda ise bu % 21 lerde olduğu görülüyor.
8 saatin üstünde olanlarda ise rizikonun erkeklerde ise % 24 kadınlarda ise % 17 olarak tesbit ediliyor.
Yapılan bu araştırmalar neticesin de az ve fazla uyku uyuyanların karşılaştıkları yaşam rizikosunun nedenini tam olarak verememektedirler.
Fazla uyuyanların beyinsel veya vücut rahatsızlığın bir beklentisimidir ?
Az uyku uyuyanların daha çok fazla vücut ağarlığı olanlarda olduğu görülmektedir bu da yaşam sürelerinin kısalmasına neden olduğu görüşündedirler.
Saygılar.

Pazartesi, Ekim 01, 2007

MEVLANA...





Dün gibi 800 yil,
Yarin gibi 800 yil.
Saygilar.