Pazar, Ekim 19, 2008

NERDEN NEREYE !!! Bölüm II.


Türklerin kadına verdikleri değeri zaman içinde incelemeye baktığımız zaman, değişik evreler geçirdiğini görebiliriz.
Bunun izleri, getiri ve götürüleri, gece ile gündüz gibi olduğu görülmektedir.
Kaynak olarak Türk destanları ile devam etmeye kalktığımız zaman:

"Dede Korkut hikayelerinden olan "Deli Dumrul"da, Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince bunu kadınından bulmuş, kadın ona hiç çekinmeden canını vereceğini söylemiştir. Yine Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim, Dede Korkut'taki Bamsı Beyrek hikayesinde yer alan "Banu Çiçek" bunun en güzel misalidir."

"Kırgızların Manas Destanı'nda kadın, evin namusunun koruyucusudur. Kazaklar'da kadına verilen değer şu atasözüyle ne güzel anlatılmıştır: "Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik ise kadındır."

"Tüm Türk destanlarında sarsılmaz bir saygı, sevgi ve sadakat vardır. Gerdeğe girdiği gün murad alıp vermeden yalnız kalan kadın kocası ölünceye kadar onu bekleyeceğine ve üzerine bir erkek sinek bile kondurmayacağına and içerdi. Kadınların savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılırdı. Oğuz Kağan Destanı'nda ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği ifade edilmektedir."

Türk kadınını o zamanlarda yabancı gözü ile incelediğimiz zaman tarih içinde bu gibi belgelerde görebiliyoruz.

"İranlı bir tarihçi olan Gerdizi de "Malumdur ki Türk kadınları çok iffetlidirler." derken Türk kadınının ahlaki temizliğini övmektedir. Bu övgü boşuna değildir. Nitekim kadın adları arasında temiz, faziletli manasına gelen "Hun, Sabir, Arig, Arık, Uygur Silink, Kazan Silu" gibi adların bulunması sebepsiz değildir. Aynı şekilde İbni Batuta Şehnamesi'nde Kırım'daki hatıralarını anlatırken söyle demektedir. "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türkler'in kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür."

"İslamiyet öncesi Türk toplumlarında kadınsız bir iş görülmezdi. Kadın erkeğin tamamlayıcısıydı. O sürekli erkeğin yanındaydı. Hakanın buyrukları yalnız "Hakan buyuruyor ki" ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete Han'ın hatunu imzalamıştır."

"Ebul Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime'de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmakta ve bu kızların isimlerini şöyle sıralamaktadır: "Boyu Uzun Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım."

Türk kadını, diğer toplumlarda olduğu gibi baskı altında tutulmuyor, aşağılanmıyordu. Kadının yüceliği Altay Dağları'nın en yüksek tepesine "Kadınbaşı" ismi verilerek, sanki çağlar sonrasına bir mesaj gibidir."

Eğer o devirlerde diğer topluluklar içinde kadına bakış ise "kadın acınacak" haldeydi.

"Cahiliye devri Araplarında, kadının kocası yanındaki değeri, alınıp satılan bir maldan farksızdır. Arap erkeği adet zamanında kadınla bir arada oturmaz, onunla yiyip içmezdi. Aynı dönemde yine burada kadının miras hakkı yoktu. Oysa, Türk kadını miras hakkına sahiptir. Mesela; Yakutlar'da kadının kendine ait mülkü mevcuttur. Buna "and" veya "nemse" adı verilir. Kadının bunu istediği gibi kullanma hakkı vardır. Ölen bir kocanın karısı var ise; bunun mirastan iki hali olur.
1. Kocanın oğlu veya kızı, oğlunun oğlu veya kızı ile beraber bulunuyorsa sekizde bir
2. Bunlardan hiç biri kadının yanında değilse dörtte bir miras alırdı."


Aynı dönemlerde Avrupa'da ve daha büyük kültür düzeyi yüksek ülkelerde kadınların durumu nasıldı ?
"İngiltere'de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hıristiyanlar ise; kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere'de kadın "murdar" bir varlık sayıldığı için İncil'e el süremiyordu. Kadınlar İncil'i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır.

İngiliz piskoposu Dour'un 1888 yılında Westminster Kilise'sinde vaaz verirken söyledikleri tüyler ürperticidir..
"Bundan yüz sene öncesine kadar kadın erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi. Kocası başının ucuna kocaman bir sopa asardı ve karısı ne zaman emrini tutmazsa onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocuklar ise; analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi."

"Çin'de ise, boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu. Kadının böyle bir hakkı yoktu. Oysa Türk kadını tüm bu haklara sahipti. "Koca karısını, kadında kocasını boşayabilirdi. Koca karısının getirdiği çeyizinin bedelini verirken, kadın para vermek veya mihrinden vazgeçmek suretiyle kocasından boşanabilirdi."

"Budizm'in kurucusu Buda ise; ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir. Eski Türk kadını, Roma kadınından da fazla haklara sahipti. Roma hukukunda kadın, kendi malına hükmedemezdi, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Romalı kadın Jüstinyen devrine kadar tam bir esir hayatı yaşamıştır. Roma'da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu. Yine Çin'de yeni doğan çocuk, erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalarına sarılırdı. İran'da kendilerine eş olan kızlar günahkar sayılmışlardır. İran'da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ve kızkardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri acı bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik sayılmıştır."

Bu dönemlerde, Türk kadını, toplumun şerefli bir ferdi olarak itibar görmüşlerdir. Türk kadınının böyle ihtişam içinde ve saygı görerek yaşaması Türk karakter ve kültürünün yüksek değerini ifade eder.

(Devam edecek.Yazi dizisi sonunda alınan kaynaklar belirtilecek)
Saygılarla.

Hiç yorum yok: