Perşembe, Mayıs 22, 2008

NE ALAKA....


Türkiye'de insan yaşamının ne kadar 'ucuz' olduğuna bir defa daha acı bir şekilde tanıklık etti İstanbul...

Geçtiğimiz hafta tüm basın organlarına konu olan 'Sıla bebek skandalı'nın aktörlerinden biri TEM Hospital'a, Sağlık Bakanlığı tarafından verilen 5 günlük ceza, bir gencin yaşamına mal oldu...

Kalbinden bıçaklanan ve otomobille TEM Hospital'ın önüne bırakılan Özkan İmren isimli gence doktorlar ilk müdahaleyi, 'hastaneye hasta almaları YASAK olduğu için', kapı önünde yaptılar... Doktorlar kısıtlı imkanlara rağmen, gencin duran kalbini çalıştırmayı başardılar ancak yaralıyı başka bir hastaneye göndermek mecburiyetinde kaldılar... Acilen ameliyata alınması gereken İmren, yaşama sarılması için sadece bir kapı açılması gerekirken, 'ceza' nedeniyle ambulansa bindirilerek Özel Batı Bahat Hastanesi'ne götürüldü... Ancak İmren için artık çok geç kalınmıştı ve 27 yaşındaki genç bu hastanede yaşamını yitirdi...

Şimdi soruyoruz; Ne olursa olsun bir hastanenin acil servisi kapatılabilinir mi?

Ceza kime?


PARLE VU FRANSIZCA


Fransızcadan çevirdiğim romanı kitapçıya bıraktım, parasını da aldım. Beyazıt'a doğru yürümeye başladım. Önümde, dalgalana dalgalana, akar gibi bir kadın gidiyor, insanın önünde her zaman bir kadın gidebilir. Ama böyle bir kadın olursa, işte o zaman insan, önünde gidenin kadın olduğunun farkına varır. Kiminle olsa istediğine bahse girerim ki, bu kadın Fransız; saçının ucundan iskarpinin ökçesine kadar Paris kokuyor. Boynundaki beyaz puvanlı mavi eşarp, gelip geçenleri çağırır gibi rüzgârda pırpır kanat çırpıyor.

Ben dememiş miydim, bu kadın Fransız diye? Nasıl da anlamışım ama... Caddedeki trafik polisine gitti. Söylediklerini duyuyordum.

- Esküze muva Mösyö L'ajan... Parle vu Franse? Polis şaşırdı.

- Hıı? Efendim

- Parle vu Franse?

Trafik polisi bişeyler yapmak, bişeyler söylemek istiyor ama, elinden hiçbişey gelmediği için de, ne yapacağını bilmeden, telaşlı telaşlı boyuna elini kolunu oynatıyor. Genç Fransız kadınına yardım etmek için çırpınıyor.

Tüh, şu işe bak... Turist turist deyip dururken, turist ayağımıza kadar gelmiş, ama onun da dilini, derdini anlayamıyoruz. Polisin, Fransız kadına yardım için çırpınmasından turizm işini iyice benimsediği belli. Umarsız kalan polis, yoldan geçenlere,

- Heeey yurttaşlar, içinizde bir Fransızca bilen yok mu yahu? diye seslendi.

Aldıran olmadı. Yalnız bir yaşlıca adam,

- Valla, bilsem n'olacak yardım ederdim, ama bilmiyorum... dedi. Sonra ekledi:

- Çocukken "donne muva" filan diye bişeyler öğrenmiştik ama, "donne muva ön beze" mi neydi...

Trafik polisi, Fransız kadınına ille de yardım etmek istiyordu. Kadına eliyle, gel, işareti yaptı. Polisle kadın karşı yaya kaldırımına çıktılar. Ordan üç okul çocuğu geçiyor, onbeş onaltı yaşlarında... Polis, çocuklardan birinin kolunu tutup,

- Oğlum, parle vu Franse? diye sordu.

Oğlan, şöyle bir duraksadıktan sonra, yardım istercesine arkadaşlarına baktı. Polisin yan Türkçe, yan fransızca sözleri öğrencileri şaşırmıştı. Polis, öteki çocuğa döndü:

- Parle vu Franse oğlum? Öğrenci,

- No amca... dedi. Üçüncü öğrenci,

- Viy ama amca, konuşamam ki... dedi Fransız kadın,

- Par u il fo aile... diye söze başladıysa da, kadınla polisin çevresini birden çeviren meraklı kalabalığın gürültüsünden, kadının sözleri boğuldu.

Kalabalıktan biri,

- ingilizce olsa kolay, dedi, ben İngilizcenin elenikasını konuşurum...

Biri de ona,

- Ingilizceyi herkes bilir... dedi. Kalabalıktan konuşanlar arttı.

- Yahu, kadın pek sıkışmış gibi... Sakın helayı sormasın...

- Yazık kadıncağıza be...

- Yardım edelim zavallıya...

Türkçeyi Fransızmış gibi konuşursa kadının anlayacağını sanan bir delikanlı şöyle dedi:

- Madam... Pardon... Yani sen arıyor burda hela? Birisi,

- Hela deme yabancı kadına ayıp olur, deyip düzeltti.

- Tuvalet madam, tuvalet... Senin var tuvalet? Trafik polisi yine öğrencilere döndü:

- Tüh, bir de öğrenci olacaksınız. Yazıklar olsun, bir parle vu'ya karşı laf edemediniz.

Çocuklardan biri, şaşkınlıktan olacak, kadına sordu:

- Parle vu Franse?

Kadın gülümseyerek konuştu?

- Vıy... Natürelman... U e la müze d'arkoloji?

Polis bu konuşmadan öyle memnun olmuştu ki, çocuğu coşkuyla desteklemeye çalıştı:

- Hadi oğlum, susma! Cevap ver. Biraz daha parle vu Fransızca! Parle oğlum, parle! Hadi!

- Amca konuşamam, yalnız okurum... Arkadaşı bu öğrenciye yükleniyor:

- Hani Fransızcadan bir de dokuz aldın, konuş da görelim...

- Gramer sorsa bilirim. Baksana parle vu diyor.

Fransız kadın sorup soracağına pişman olmuştu, ama bikez sormuş bulunmuştu. Kendisine yardım için çırpınan bunca insanı bırakıp ordan gidemiyordu.

Polis, kalabalığa doğru yalvanrcasma sesleniyor:

- Yahu, içinizde bitek parlevu Fransızca yok mu be? Bir ses yükseliyor:

- Vıy ama, komsi komsa...

Birisi eleştiriyor:

- Ona komsi komsa denmez.

- Vay efendim, ya ne denirmiş?

- Ön pö denir, ön pö...

- Ha ön pö, ha komsi komsa... O kadar iyi Fransızca biliyorsan, gel sen konuş!

- Pratik yok, pratik.... Kitap olsa, çatır çatır çevireyim sana...

- Bey haklı... Çok haklısınız beyefendi. Çünkü efendim tradüksiyon başka, parle vu başka...

Öğrencilerden biri, arkadaşını yüreklendiriyor: ,;
- Vallayi sen istesen konuşursun hadi konuş be...

Öbür öğrenci uyanyor:

- Be deme yahu, kadın çakar da ayıp olur.

- Fransız kadın be'den ne anlasın be?

- Oğlum, be her dilde be'dir. Be'nin ayn Fransızcası yok ki... Turiste yardım edememekten canı çok sıkılan polis öğrencilere çıkışıyor:

- Bu kadar öğrencisiniz, içinizden biri de şu kadının parlevu'su-na karşı bir laf edemedi.

Fransızca sınavından dokuz alan öğrenci utana utana,

- Regüliye fiilleri sorsun, bak nasıl söylüyorum, su gibi... dedi. Tedirgin olmaya başlayan turist kadın, anlasınlar diye tane tane

konuştu:

- Pardon... Mösyö L'ajan, je mere aile o müze d'arkoloji En si

kö o pale do Topkapi?

Polis, çalışkan öğrenciye sordu:

- Ne diyor?

- Topkapi diyor. Bir yaşlı adam,

- Yani bu kadın taaa Fransa'dan Topkapı'ya mı gelmiş?..

- Turist değil mi beyim, size ne, ister Topkapı'ya gider ister Ahırkapı'ya...

- Orası öyle de, ne yapacakmış Topkapi'da diye merak ettim. Çok üzgün olan polis bir daha kalabalığa seslendi:

- içinizde iki kelime Fransızca bilen yok mu yahu? Bastonuna dayanmış duran bir yaşlı,

- Benim aklımda bikaç kelime kalmış eskiden ama, bu kadına söylenmez ki... dedi.

Polis,

- Söyle bişeyler de, ne söylersen söyle! dedi.

- Efendim, ben bunu otuz küsur sene önce Şehzadebaşı'nda bir tuluat tiyatrosunda duymuştum. Taa o zamandan aklımda kalmış: "Je vuzem je vuze do tu mon kör... Ah mon amur..."

Bir kahkaha atan Fransız kadın,

- Je vure mersi Mösyö... Me il... diye derdini anlatmaya çalıştı. Kimse neye güldüğünü bilmiyor, ama herkes kahkahadan kınlıyordu.

Polisin son umudu yine öğrencilerde.

- Hadi be oğlum, bunda sıkılacak ne var? Elli yaşlarında gösteren bir adam.

- Şimdiki çocuklar haylaz diyor, bizim zamanımızda, ben orta mektepteyken, vallahi Piyer Loti'yi tercüme ederdim. Değil böyle parle vu Fransızca filan, bülbül gibi konuşurduk beyim.

- Vallahi doğru... Ben kaç kere Fransızca hocasının bile yanlışını çıkarmıştım da, herif kızıp beni sınıfta bırakmıştı.

Bir delikanlı yanaklarını şişirip elini kapalı dudaklarına koyarak öyle ince bir ses çıkardı ki, bu alaylı sese herkes güldü. Ama

konuşan adam hiç bozuntuya vermeden sözünü sürdürdü:

- Bu zamanda insanın aklında Fransızca mı kalır, vallahi sabah ne yediğimi bile hatırlamıyorum.

- Kadında da kabahat var ya...

- Neden?

- Bre kadın, yabancı bir memlekete geliyorsun, iki üç kelime öğren be... Değil mi ama...

- Çok doğru. Yani biz olsak, kaşla gözle, işaret mişaretle azbu-çuk gene derdimizi anlatırız. Bu yabancılarda hiç iş yok..

- Yahu, çok ayıp oldu be...

- Hiç olmazsa kadına bir kahve ısmarlasak.

- Bir kahveyle olur mu hiç... Ben yemek bile ısmarlarım ama, kadına nasıl anlatacağız bunu?

Öğrenci,

- Yemek demek manje demek... dedi. Bir kadın,

- Mancayı herkes biliyor oğlum, salon-salamanca ordan geliyor işte... dedi.

Fransız kadın, kalabalıktan kendine yol açmaya çalışırken polis, dolmuş arabasına yolcu çağıran deynekçiler gibi,

- Hani bir kişi, parlevu Franse bir kişi?., diye kalabalığa seslenip bakındı.

Bir öğrenci birden,

- Vıy! diye bağırdı. Arkadaşı,

- Vıy demek kolay, gel de şimdi konuş bakalım... dedi. Çocuklar, aralarında fiskosla konuşmaya başladılar:

- Avuvar fiilinin endikatif prezanı nasıldı ulan?

- Jave, tu ave, il ave, nü zavon, vu zave il... zave mi, son mu?

- Değil be, senin dediğin passe sempl...

- Bir kere bu parle vu fiili, negatif mi, yoksa regülye mi? Kalabalığı yarıp gitmek isteyen kadına polis ille de yardım etmek istediği için, kadının elini tutmuş, söyleniyordu:

- Madam, pardon... ün münit... Çocuklar şimdi konuşacak... Çocuklara,

- Hadi be oğlum, gayret biraz... Bir öğrenci,

- Bir kere bunun başına Jö süvi gelecek... dedi.

- Jö süvi gelecek ama, ondan sonra?

- Ondan sonra süje, en sonra da verb... Fransız kadın yine bişeyler söyledi:

- Jö vu rö mersi mösyö L'ajan. Jö viyen do şanze L'ide si vu vule le son la disküisyon...

Öğrencilerden biri de,

- Vıy madam, jö süi parle Franse... dedi.

Kalabalıktan bir alkış koptu. Kadınla çocuğun konuştuğunu sanmışlardı, yada içlerinden öyle olmasını istemişlerdi. Kalabalık açıldı, Fransız kadın geçip gitti.

Anlıyorum, şimdi içinizden, bana soruyorsunuzdur:

- Madem sen Fransızcadan roman çeviriyorsun, neden kadınla konuşmadın?

Ben Fransızca bilmem ki... Öyleyse nasıl mı Fransızcadan roman çeviriyorum? Eski Türkçe zamanında Fransızcadan çevrilmiş biçok roman var. Ben işte eski Türkçe basılı Fransızcadan çevrilmiş romanları yeni Türkçeyle yeniden yazar, Fransızcadan çevirdim diye yaymevlerine satanm. Bana "Parle vu Franse?" diye sormak kimin aklına gelir?

Saygılarla.

Hiç yorum yok: