Salı, Eylül 26, 2006

RÜYA



Dünya hayatının en çetin imtihanlarından biri de, gerçeğe 

yaklaşmakta çekilen zorluklardır. Çünkü beyinlerimiz maddi

olaylarla yıkanmış,gözler görmediğine inanmaz olmuş, bu

yüzden de dualarımız bile samimiyetini kaybetmiştir.

Aslında her insan, başta rüya gerçeği olmak üzere bir çok

kere madde ötesindeki esintileri farkeder. Veya birçok kere

madde ötesinden yansıyan mânâ gücünün varlığına şahit olur.

Fakat kuvvetli bir imana sahip olmayan insan, madde ötesi

gerçekleri nefsin ve şeytanın tesiri ile ya

görmezlikten gelir, ya da "tesadüf" der geçer. 
Ben, kırk yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız

olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte

belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında

yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum. Kanser

hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım

hastam vardı.Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve

tedavi için yurtdışına gitmek istemesine rağmen, bazı

formaliteler sebebiyle o imkânı bulamamıştı.

Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım.

Ve kısa bir süre sonra da Allah'ın izniyle iyileştiğini gördüm.

Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi

ilk beş yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu.

Bir işkadını olan Serap, dört yıl kadar sonra bir ihale için

İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz

için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet

bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi

üzerine altı saat karda mahsur kalmış. Dönüşünden kısa

bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap,

bacak kemiklerindeki metasaz nedeniyle yürüyemez hale

gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de

devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her

kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak

zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle

konuşarak: 
- “Doktor bey” dedi. “Ben size...dargınım.” 
- “Niçin” diye sordum. 
- "Siz... dindar... bir... insanmışsınız... niçin... bana...

da, Allah'ı... ölümü... ahireti...

anlatmıyorsunuz?" 
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için, bu teklifi

karşısında oldukça şaşırdım.Onu üzmemeye çalışarak: 

- "Doktorlara ulaşmak kolaydır”dedim. “Parayı bastırdın mı

istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden

istek duymalısın..." Konuşmaya mecali olmadığından "ben o

isteği duyuyorum" mânâsında başını salladı. Artık ümitsiz bir

tıbbî tedavinin yanısıra, ebedî hayatın ve saadetin reçetesi

olan iman derslerimiz başlamış ve son günlerini yaşayan

Serap için bu dersler "hızlandırılmış öğretime" dönüşmüştü. 
Anlattığım iman hakîkatlarini bütün ruhuyla meczediyor ve

arada bir soru soruyordu. Vefatına bir hafta kadar kala: 
- "Doktor bey” dedi. “Ben...ölürken... ne...söylemeliyim?" 
- "Senin durumun çok özel" dedim. 
Kelime-i şehâdet sana uzun gelir. O anı farkedince Muhammed

(s.a.v) sana yeter." 
O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. 
Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu

uyutmayaçalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet

ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek : 
- "Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. 
- "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor." 
Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum.

Aldığım cevabı hâlâ unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. 
- "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste

"Muhammed" diyemezsem?" 
İşte Serap, böyle bir hanımdı. 
Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer birkaç gün daha

ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin

yaptırılmamasını rica etti. Ben hiç âdetim olmadığı hâlde cuma

gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın

âcizliği hürmetine olacak ki, salı gününe kadar yaşayacağına dair

işaret sezdim. Ertesi gün ona: -"Hiç korkma!" dedim.

"İğneyi vurdurabilirsin." Ve Serap, bir veda niteliği taşıyan bu

görüşmemizde, son sorusunu sordu: 
- "Doktor bey...Azrail...bana ...nasıl...görü..necek?" 
- "Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? 
- “Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir." 
- Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen evine gittim. 
Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam mânâsıyla perişandı.

Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası

ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek: 
- "Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir

mucize yaşandı!" dedi ve devam etti: 
- Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve

"yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest

aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. 
Ve kelime-i şehâdet getirerek vefat etmeden biraz önce de: 
- "Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail,

O'nun söylediğinden de güzelmiş !!!”

Hiç yorum yok: