Cuma, Kasım 24, 2006

DUYMAK....


İnsanlar kendi gereksinimleri ile dış çevre koşulları arasındaki ilişki ve bağdaştırmayı duyuları ile sağlar. İşitme duyusu bireyin çevresi ile ilişki kurmasında yaralandığı duyuların başında gelişmektedir.İletişimin iki temel öğesi işitme ve konuşmadır. İşitme ve anlama diğer kişilerle ilişki kurma yoludur.Doğal olarak bu da dil araçılığla oluşmaktadır.Bu Özellik ise insanın sosyal bir varlık olmasını, düşünmesini, konuşmasını, kendini ve düşüncesini ortaya koymasını sağlamaktadır. İşitme engelli bireyler ise tüm bu işlemleri yerine getirmekte yetersizlikler yaşamaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre uyanık olduğumuz sürenin %75 i sözle geçmektedir.Bunu % 30 u konuşma % 45 i dinleme şeklinde kullanılmaktadır.
İşitme duyumuz, duyu organları içinde ikinci derecede öneme sahiptir. Görme duyumuzda olduğu gibi işitme duyumuzda da zaman zaman problemler yaşayabiliriz. Mevcut sesleri başka bir ses olarak algılayabiliriz. Psikoloji bunu işitsel illuzyon olarak adlandırır. İşitsel illuzyon bir rahatsızlık değil, sadece algı yanılmasıdır. Ya da ortada hiç ses yokken olmayan sesler duyabiliriz. Psikolojinin halüsinasyon (varsanı) olarak nitelediği bu durum psikolojik bir bozukluğun işaretidir.

İşitsel halüsinasyon olarak adlandırılan olmayan sesler duymayı halkımız değişik şekillerde değerlendirmektedir. Bazen deliliğin işareti olarak görülen ses duymak, bazen de "erme" alâmeti olarak görülür ve bu tür sesler duyanlara "erenlere karıştı" denir.

Edebiyatın her döneminde ses meselesine değinen sanatkârlar olmuştur. Meselâ birçok şairimiz kulağına fısıldananları yazdığını beyan etmektedir.

Şair ve yazarlarımız cumhuriyet döneminde de bu konuya değinmiş, eserlerinde ses meselesini işlemişlerdir.

Hecenin beş şairinden Enis Behiç Koryürek ömrünün sonuna doğru, 17. asırda yaşamış, Mevlevî şeyhlerinden Çedikli Süleyman Çelebi'nin fısıldadıklarını yazdığını söylediği "Varidat-ı Süleyman" adlı bir şiir kitabı yayımlamıştır.

Hecenin en önemli şairi Faruz Nafiz ise sevgilinin sesinin güzelliğini anlattığı "Bir Ses Ki" adlı şiirinde dünyanın bir sesten ibaret olduğunu ileri sürer:

Bir ses ki, terennüm gibi her lafzı bir âhenk;
Hilkatteki esrarı kader toplamış onda;
Bir ses ki, bütün manzara, mevsim, heyecan, renk...
Ruh onda, vücud onda, bahar onda, kış onda!
.....

Ruhum bu güzel seste bulur her ne ararsa;
Encâma erer onda bütün çektiği hasret.
Bir aynaya vurmuş gibi âlemde ne varsa,
Yer, gök, deniz, ancak bana bir sesten ibaret
.

Faruk Nafiz, sevgilinin sesini yüceleştirdiği bu şiirde dünyayı sevgilinin sesinden ibaret görmektedir.

Ahmet Kutsi Tecer'in "Nerdesin" şiiri, ses konusunu en iyi irdeleyen şiirlerimizdendir. Şair, sesi geceleri duyar. İçi ürperse de bu sesi arar, bu sese âşıktır:

Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar: –Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Âşığıyım beni çağıran bu sesin.

"Nerdesin..." Evet, bu ses bazen geceleri, bazen gündüzleri yakasını bırakmaz. En olmayacak yerde çıkar karşısına:

Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgârlara karışır gider
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana: –Nerdesin?


Kimden geldiğini, nereden geldiğini bilmediği bu ses, şairi o kadar etkiler ki bütün benliğini bu sese verir. Ancak bu sesin bir gün "nerdesin" değil de "gel" demesini ister:

Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben,
Elverir ki bir gün bana derinden,
Tâ derinden bir gün bana "Gel!" desin.

Ahmet Kutsi'de ses bellidir, anlaşılır. Ama nereden geldiği, kimin söylediği belli değildir. Ancak her şeye rağmen Tecer'in işittiği ses psikolojik tanımla işitsel halüsinasyondur.

Cumhuriyet devri şairlerimizden Necip Fazıl'ın "Çile" adlı şiiri şöyle başlar:

Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde.
Ve uçtu tepemden birdenbire dam,
Gök devrildi, künde üstüne künde.

Necip Fazıl'da ses o kadar bellidir ki cümle hâline gelmiştir: " Bu adam, boşluğu ense kökünde gezdirsin. " Ancak gaiplerden gelen bu ses yine de işitsel bir halüsinasyondur.

Vatan şairi olarak tanınan Orhan Şaik Gökyay da -belki "Nerdesin"in etkisiyle- sesler duyduğunu söylemekte, " bana bir seslenen var " demektedir.

Adını bilmediğim, hiç işitmediğim,
Bir yerlerden bana bir seslenen var.
Senin bilmediğin, benim gitmediğim,
Bir yerlerden bana bir seslenen var.


Gökyay'ın şiirinde ise sesin ne olduğu belli değildir. Sadece seslenmektedir. Hatta nereden geldiği, ne dediği de belli değildir.

Sadece şairlerimiz değil, yazarlarımız da ses konusuna zaman zaman roman ve hikâyelerinde değinmişlerdir.

Kurtuluş Savaşı'nda ya da Kıbrıs Barış Harekâtı'nda ses duyan kişilerin hikâyeleri hâlâ halk arasında efsanevî bir şekilde anlatılmaktadır. Yakup Kadri'nin “Ses Duyan Kız” öyküsü de bunlardan biridir.7

‘Ses Duyan Kız'ın asıl adı Emine'dir. Köyün en güzel, en hanımefendi kızıdır. Kur'an'ı kendi kendine öğrenir. Değme şehir kızlarına taş çıkartır. Emine'yi köyün en zengin en namuslu delikanlısıyla nişanlarlar. Nişanın haftasında Rumeli harbi patlak verir. Delikanlı zengindir; istese bedel verip savaşa gitmeyebilir. Ama vatansever bir delikanlı olduğu için savaşa gider. Delikanlının Sırplara karşı savaşırken şehit düştüğü haberi gelir. Bütün köy yas tutar. Ancak Emine ağlamaz. Birkaç gün yemez içmez, elini işe sürmez. Günler geçtikçe Emine'ye bir hâl olur. Benzi sararır. Sesler duymaya başlar; " Kalk Emine, memleketi düşman basıyor. " Çok geçmeden Rumeli işgal edilir. Emine bir gece sokağa fırlar: " Yol göründü, haydi, cenge! " diye bağırır. Emine'yi delirdi zannedip evine kilitlerler. Köyün imamı: “ Dokunmayın, o hepimizden daha akıllı. Bizim eremeyeceğimiz mertebeye erdi ” deyince Emine'yi kendi hâline bırakırlar. Bir gece babasının kılıcını kaptığı gibi ortadan kaybolur. Bir sabah Çoban Mehmet, bir suyun başında Emine'yi ölü olarak bulur. Emine'yi bulunduğu yere defnederler. Defnedilen yer Ses Duyan Kız'ın türbesi olur. Askerde yakınları olanlar, karşı yamaca çıkıp, " Şehit mi, gazi mi? " diye bağırırlarmış. Ses Duyan Kız da onlara bazen " şehit ", bazen " gazi " diye cevap verirmiş.

Bu öyküyü Yakup Kadri'ye yol rehberi anlatır. Karşı yamaca geçince, o da " ses duyan kız " diye bağırır. Karşı yamaçlar sesi aynen iade eder.

Anlatıcının yer yer kendini belli ettiği "Ses Duyan Kız" adlı hikâyede yazar yoldaşının anlattıklarına inanmadığını okuyucuya sezdirir.

Yakup Kadri'nin yoldaşının ağzından anlattığı bu hikâyenin benzeri öyküler, Anadolu'nun birçok kasabasında hâlâ efsane havasında anlatılmaktadır.

Sait Faik'in "Hişt Hişt" adlı hikâyesi adından da anlaşılacağı gibi "hişşt" diye ses duyan birini anlatır:

Hikâye kişisi, tıraş bıçağına sinirlenerek evden kızgın çıkar. Kırlarda, bağlarda, bahçelerde dolaşır. "Hişt" diye bir ses duyar. Sesin nereden geldiğini anlayamaz. Ot yiyen keçinin ya da eşeğin çıkardığını düşünür. Kuşlardan geldiğini zanneder. Denizden geldiğini düşünür; ama bir türlü bulamaz. O da tarlada çalışan bir tanıdığını "hişt hişt" diyerek kandırır.

Olmayan sesler de duysak, ses duymak, yaşıyor olduğumuzun bir işaretidir. Sesler duyuyorsak, hâlâ yaşıyoruz demektir. Sait Faik'in dediği gibi:

" Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt hişt sesi gelmedi mi, fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları...

– Hişt hişt!
– Hişt hişt!
– Hişt hişt!
"
Kaynak.:M.A.Sünger/WEB.Sayfalari.
Bes duyumuzu anlatirken sizlere bu duyulari yelpaze icersinde anlatmaya calistim.Sizler icin yüzlerce site sayfalarindan bilgiler toplamaya calistim.
Sizlere kendi düsüncelerimi bilgi dagarcindan bu konuda yazabilirdim.Bunun sadece sayfalara harflerin dizimi ile kelimeler yigini olacagi kanisindayim.Onun icin bu konularda günümüz icinde cogu zaman rasladigimiz veya icimizde zaman zaman duydugumuz.Bu duyulardan bir yalpaze olmasinin daha yararli olacagini düsündüm.Isterseniz buna kopyacilik diyin.Bence uzmanlarin emekleri ve düsüncelerini yazdiklari yazilarin daha cok kisilerin okuyabilmesi amacim.
Belki bu arada zaman bulamayip gözümüzden kacan noktalarin sunumu bu.
Saygilarimla.

Hiç yorum yok: